‘Vahşetinizi dünyaya göstereceğiz’

PKK Ana Davasında yargılanan Durmuş 19 Haziran 1981 günü mahkemede savunma yapmaya başlar. Durmuş, 45 gün süren açlık grevinden sonra mahkemeye çıkmıştır.

PKK Ana Davasında yargılanan PKK Merkez Komite üyesi Hayri Durmuş, yaptığı savunmada mahkeme heyetinin Kürtlerin yaşadığı coğrafyayı görmezden geldiğini belirterek "Biz, ırkçı, milliyetçi, şoven bir anlayışa sahip değiliz, başkalarının topraklarında gözümüz olamaz. Mahkeme heyeti bu konuyu, yani Kürtler ’in varlığı yokluğu meselesine, veya Kürdistan’ın varlığı yokluğu meselesini sık sık tartışma konusu yapmaktadır. Bu durum bizce acayip karşılanmaktadır. Bugün artık bu konu, tartışması yapılmayacak kadar açıktır" sözleriyle yanıt verir, Hayri Durmuş Açlık grevinde yaşamını yitirmeden önce açıkladığı vasiyetinde mezar taşına "Halkına karşı borçlu öldü" yazılmasını isteyen bir PKK'liydi.

PKK Merkez Komite üyesi, Mehmet Hayri Durmuş 1955 yılında Bingöl’de doğdu. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesini kazandı. 3.sınıfta iken çalışmalara katılır(ADYÖD) 1.Kongreye katılır, Merkez Komite üyeliğine seçilir. Çok defa gözaltına alınır. 14 Temmuz 1982 ölüm orucunun 59.gününde yaşamını yitirdi.

PKK Ana Davasında yargılanan Durmuş 19 Haziran 1981 günü mahkemede savunma yapmaya başlar. Durmuş, 45 gün süren açlık grevinden sonra mahkemeye çıkmıştır.

Durmuş’un savunması Kemal Pir ve Mazlum Doğan’dan sonra olduğu için iki savunmanın genel bir toparlamasıdır. Fakat bazı yönleri ile de çok özgündür.

Durmuş savunmasını diğer iki savunmada olduğu gibi ilk başta “kavramsal çerçeve-tarih vurgusu” ile başlatarak, merkez komite üyesi olması nedeniyle, önceki ifadelerde de ifade edilen, ya da tam cevap verilmemiş tüm suçlamalara “Merkez Komite üyesi olarak hareketin her şeyini bilen biri olmanın sorumluluğu ile yaklaşarak savunmasını yaptı. Savunmasında üzerinde durduğu esas şey PKK’nin ilkeleri ve programıdır. En fazla değerlendirme yaptığı konu bu konu başlığıdır. Son derece net, sosyolojik ve dönemine göre ilerici bir ifade şekline sahip olduğunu söylemek mümkün. Kişisel hikayesi ve Kürt/Kürdistan değerlendirmelerini ise savunmasının sonuna doğru yapar.

Fakat savunmada en çok dikkat çeken kısım Durmuş’un mahkemede yaşadığı kopuş halidir. Yargılamayı tersine çevirerek yargılayan konumda oldu. Pir ve Doğan’da da mahkemeye yönelik eleştiri bulunmasına karşın, Durmuş’un ifadeleri 20.yy’ın son çeyreğine girerken sarf ettiği sözler ayrı bir tartışmayı da hak ediyor.

Durmuş’un savunmasına başlarken ilk değindiği konu “çete” kavramıdır. Mahkemeyi düzeltmeye yapmaya çağırarak, "partimin çete adı aile anılmasına müsaade edemem" diye itiraz eder. Yine "Apocu ve UKO"cu denilmesinin de kasıtlı olduğunu belirtir. Bu düzeltmeden sonra yönünü mahkemeye çevirir. Çıkış noktası “mahkemenin politik olarak ele aldığı argümanlardır. Durmuş bu argümanlar karşı şunlara dikkat çeker:

“Birinci olarak belirteceğim nokta; iddia makamının veya mahkemenin bizatihi kendisine yönelik olacaktır. İddia makamı ve dolayısıyla mahkeme hareketimizi yargılarken veya değerlendirirken, politik davranmaktadır, yani hukuki prensiplere bağlı kalmaktan ziyade, politik tavır takınmaktadır. Niçin böyle davrandığını, bazı delillerle ortaya koymak istiyorum. Bir defa mahkeme malum, bir özel mahkemedir. Bunu hepimiz biliyoruz. Özel mahkemelerin diğer mahkemelerden ayrılan bir yani vardır ki, en temel farkı, özel mahkemeler kuruldukları dönemlerde mevcut yönetimin politikasını aynen uygularlar veya o politikayı yargı organlarında icra ederler.”

Mahkemeyi işlevsiz bırakmaya kararlı olan Durmuş, kendileri açısından devletin mevcut pozisyonunu “yok etme” olarak kodlarken, bunun en iyi araçlarından birinin “yargı” olduğunu söylüyor. Durmuş savunmasının bu bölümünde şunları söyler: “Devlet, daha doğrusu mevcut yönetim hareketimiz hakkındaki düşüncelerini açıkça beyan etmektedir, gizlememektedir, imha ve dağıtma, yok etme biçiminde bir politika izlemektedir. Sıkıyönetim komutanlıklarının bildirilerinde bu açıktır. ‘Devletin bütünlüğüne yönelen hareketler yok edilecektir’ biçiminde ifadeler kullanılmaktadır. Haliyle, devlet bu politikasını sonuca vardırmak için çeşitli araçlara başvurmaktadır. Bu araçlardan bir tanesi de yargı organıdır, yani mahkemelerdir. Ortada politik bir tutum olduğu için en temel hak olan savunma hakkı bariz olarak engellenmektedir. Çünkü “yargı önüne çıkarılmakta olan yüzlerce parti militanı, parti kadrosu ve taraftar her türlü savunma olanaklarından aslında mahrum bırakılmıştır.”

Durmuş “mahkemenin politik" tutumunu eleştirdikten sonra ‘iddia makamına’ yani savcıya yönelerek, savcının tüm itirazlarına rağmen eleştirisini şöyle yapar: “Hukuk alanında fazla bilgim yoktur, ama bildiğim bazı şeyler vardır. Bir defa iddia makamı kendi iddianamesini hazırlarken kişi hakkında çeşitli araştırmalarda bulunur, soruşturma ifadelerinden başka çeşitli incelemelerde bulunur.”

Hayri Durmuş kızgındır, çünkü PKK'nin büyük çapta ideolojik tespitleri ve bunların yayınlanmış belgeleri, devletin, hakimin elindedir ama hiçbiri iddianame kayıtlarına geçmemiş, geçirilmemiştir. Durmuş, bu nedenle itirazların daha da yükselterek şunlara dikkat çeker:

“Diğer bir husus, hareketimiz ideolojik olarak ortaya çıkmıştır. Giderek politikleşmiştir. Belli bir programı, tüzüğü vardır, düşünceleri vardır, ülkeyi değerlendirişi, şuyu buyu vardır. Bunlarla ilgili olarak mahkemenin elinde bir ton belge vardır, kitaplar vardır. Yani, bir geniş çapta ideolojik düşünceler aslında iddianameye yansıtılması gerekirken, bu hususta iddialar adeta çete şeyine uydurulmuştur. Yani, harekemizin ideolojisi ve programına açıkça iddianamede yer verilmemiştir. Çok basit bir iki cümleyle adeta hareketin siyasi karakteri bir kenara bırakılarak, tamamen bir macera grubu gibi gösterilmek istenmiştir. İşte bu şeylerden ötürüdür diyorum, hareketimizi mahkeme politik olarak değerlendirmemektedir…”

DURMUŞ SAVUNMADA KOPUŞ STRATEJİSİN İZLEDİ

Bu tepkinin de gösterdiği üzere mahkemedeki savunmalar esas olarak suçlamalara cevap vermek yerine “suçlamak” üzerine kurgulanmıştır. Durmuş’un mahkemeyi deşifresini bu anlamda J.Verges’in “Savunma saldırıyor” dediği noktadan alabiliriz. Hukukun bir şiddet aracına dönüştüğünü anlatmak istiyordu. Bir kopuşa gitmesi bundan. "Kopuş stratejisi" Fransız ceza avukatı J. Verges'in yargılayanların adaletini sorguladığı savunma stratejisine verdiği addı.

Savunma bir başka meşruiyet adına adalet makamını suçluyor, yalnızca adalet makamını değil, onun temsil ettiği bütün bir toplumsal dü­ eni karşısına alıyordu. Sanığın suçunu inkar ettiği ya da bu suçu hangi olağanüstü koşullarda işlediğini öne çıkarıp mahkemeyle diyaloğa girdiği "uyum davaları"nın tersine, adalet sisteminin siyasal eleştirisine dayalı sert bir itiraz içeriyordu kopuş davaları.

Verges bu stratejiyi ilk kez 1957'de, Fransız devletine karşı bağımsızlık savaşı veren Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN) militanlarının davasında uygulamıştı. Davanın parçası olmayı reddediyor, yargıçlardan af beklemek ya da onlarla uzlaşmak yerine kamuoyunu harekete geçirmeye çalışıyordu. Yaşanan çatışmanın Fransız hükümetiyle "bir haydut çetesi" arasında olmadığını söyleyerek yargıçların yetkisini sorguladılar. (Akt:N.Gürbilek)

Walter Benjamin “Pasajlar”daki sekizinci tezinde kopuş stratejisini şöyle anlatır: “Ezilenlerin geleneği gösteriyor ki, içinde yaşadığımız olağanüstü hal, istisna değil kuraldır.”

20.yy’ın son çeyreğine girerken Hayri Durmuş tam olarak buna vurgu yapar. Çünkü Benjamin yasa koyucu şiddet ve yasa koruyucu şiddet ten bahseder. Yasa koyucu şiddetin siyaset elinde nasıl bir araca dönüştüğünü, keyfi bir hal alarak nerede ne zaman uygulanacağının bilinmediğini ifade eder. Hukuk şiddete dönüşmüştür. Şiddetin sürdürülmesi, devamlılığı yasa-hukuk üzerindendir. Hukukun beslendiği ‘istisna hal’ nedir? Benjamin şu tespitlerde bulunur: “Bir toplumdaki hukukun, dolayısıyla yasaların, iktidar lehine geçici, kalıcı ya da bazı tikel koşullara bağlı olarak askıya alınması istisna hali kavramıyla karşılanır. Bu durum, siyasetin, çoğunlukla iktidarın, yargıyı yadsıdığı, kendi görece özerk alanını ortadan kaldırdığı ve kimilerine göre bir yasasızlık hali kimilerine göre de bir serbest yasallık hali kurarak yasaların uygulanmasını da kendi eline aldığı, geçici veya kalıcı dönemlere ya da tikel uygulamalara işaret eder.”

Hayri Durmuş’un hukuk üzerinden kendi haklarının, bedenlerinin mahkeme yolu ile gaspını politik bir tutum üzerinden değerlendirirken “apolitikleştirme”ye de vurgu yapıyor. Politik olana verilmeyen her izin apolitikleşmeye itmedir. Agamben “umumî bir korku hâlinin ayakta tutulması, yurttaşların apolitikleştirilmesi” ile mümkün diyor. Çünkü yurttaşın tedrici apolitikleşmesi ve bir nevi potansiyel terörist haline gelmesiyle, Güvenlik devleti sonunda siyasetin bilinen alanından çıkar ve kamusal ile özelin iç içe geçtiği, sınırları belirlenemeyen müphem bir mıntıkaya yönelir.

KÜRTLERİN VARLIĞI TARTIŞMA KONUSU BİLE YAPILAMAZ

Durmuş savunmasında bir şeye daha son vermek istemektedir. O da “Kürtlerin varlığı” meselesi. Bu konu anlamsız ve provakatiftir. Bilinçli bir çarpıtma ve özel savaş aygıtıdır. Çünkü mahkeme başkanı ırkçı ve faşizan sorular sormakta, Kürt dilinin toplama bir dil olduğunu ısrarla vurgulamaktadır. Bu faşizan eğilim karşısında soğukkanlılığını koruyan Durmuş, ısrarını net ortaya koyuyor: “Biz, ırkçı, milliyetçi, şoven bir anlayışa sahip değiliz, başkalarının topraklarında gözümüz olamaz. Esas olarak, Kürt halkının üzerinde yaşadığı –tarihsel olarak- Kürt halkının üzerinde yaşadığı ve bugün de hali hazırda Kürtlerin çoğunlukta olarak yaşadığı yöreler tarafımızdan Kürdistan ülkesi olarak değerlendirilmemektedir… Ben, esasen bu konunun üzerinde fazla durmak istemiyorum, tartışma konusu da yapmak istemiyorum, ama görüyorum mahkeme heyeti bu konuyu, yani Kürtler ’in varlığı yokluğu meselesine, veya Kürdistan’ın varlığı yokluğu meselesini sık sık tartışma konusu yapmaktadır. Bu durum bizce acayip karşılanmaktadır. Bugün artık bu konu, tartışması yapılmayacak kadar açıktır…”

Hayri Durmuş son olarak Kürt gerçekliğine dair şunu ifade eder: “Biz her şeyden önce yani son derece geri kalmış adeta ortaçağ karanlıklarında geri kalmış adeta ortaçağ karanlıklarında bırakılmış bir Kürdistan toplumunun fertleri olduğumuzu biliyoruz. Bu derece geri bir yapıda olan bir ülkede örgütlenmenin, bir örgütlenme yaratmanın, bir mücadele doğurmanın ne derece zor olduğu da açıktır. Ayrıca ülkemizin Ortadoğu içerisindeki konumunu biliyoruz…

Uzun süredir, yani yaklaşık 2 bin sene kadardır kendi siyasal otoritesini oluşturamamış, bir merkezi yapıya kavuşamamış ve bu nedenle de ilkel, geri, ortaçağ karanlıklarında kalmış bir toplumu bu derece zorla, baskı ile işgal altına alınan bir toplumu kurtarmak için mutlaka yine zora başvurmak gerektiğine inanmışızdır. Yani ciddi bir örgütlenmenin yaratılmasına, isçi-köylüyü temel alan bir örgütlenmeye gidilmesine, bir cepheleşmeye gidilmesi gerektiğine, ülkemizde bağımsızlıktan ve demokrasiden yana olan tüm güçlerin birleştirilmesi gerektiğine, bir halk ordusunun oluşturulması gerektiğine inanıyoruz ve ancak bu şekilde bir yandan güçlü bir halk birliğinin ve bir halk cephesinin yaratılması, öte yandan yine bir halk ordusunun yaratılması ve uzun süreli bir halk savasının verilmesiyle ülkemizin kurtulabileceğine inanıyoruz. Anlayışımız özet olarak budur.”

ÖLÜM ORUCUNU MAHKEMEDE AÇIKLADI

Hayri Durmuş’un tek isteği ve en önemli uğraşı mahkemede yazılı bir siyasi savunma yaparak, bu davayı tarihe mal etmekti. En son 14 Temmuz 1982’de, Hilvan-Siverek grubunun sorgulanması sırasında “siyasi savunmanın engellendiğini” bildirerek ölüm orucuna girdiğini duyurdu.

Duruşma başkanı Emrullah Kaya’ya ısrarla önemli açıklamalarda bulunacağım diyerek söz ister. Zor durumda kalan mahkeme mecburi söz verir. Hayri Durmuş bu konuşmasında “Baskı ve işkence bütün sınırları aştı. Yaşama hakkına saldırılıyor. Cezaevinden ceset çıkıyor. Yüzlerce insan sakat kaldı. Onurunu ve değerlerini korumak isteyene ölümden başka hiçbir yol bırakılmadı. yasalarınıza göre bize vereceğiniz cezanın bin beteri çektirildi, çektiriliyor. Burada ağzımızdan çıkan her sözcüğün cezaevindeki bedeli vahşettir. İşlenen bu büyük suçları tüm engellemelerinize rağmen dünya kamuoyuna göstereceğiz. Şu andan itibaren ölüm orucuna başladığımı duyuruyorum. Eğer eylemim ve ölümümle arkadaşlarıma; partime ve halkıma faydalı olabilirsem, bundan mutluluk duyarım" diyerek açlık grevinin mahkeme kayıtlarına girmesini de sağlamıştır.

Hayri Durmuş’un kayıtlara düşen son sözlerinden biri de şudur: “Harekete katıldığım günden şimdiye kadar da harekete tam anlamıyla yararlı olmadığımı biliyorum. Bunun için de kendimi suçlu hissediyorum. Öncü kadrosu içinde yer alan birisi olarak cezaevinde de üzerime düşen sorumluluğu yerine getiremedim...”

Ölürsem mezar taşıma “Halkına karşı borçlu öldü” diye yazılmasını vasiyet eden Hayri Durmuş, ölüm orucunun son günlerinde hastaneye götürülürken sedye üzerinde arkadaşlarına gülerek seslenir:
“Sakın unutmayın. Siyasi savunma hakkınızı layıkıyla değerlendirin ve mutlaka tarihe not düşün” dedi.

Bu tarihi sözler, Kürt halkına miras kalan son sözleri oldu.

BİTTİ

1. Bölüm:

2. Bölüm: 

Üçüncü bölüm