Yerli halklar plastik kullanımına karşı uluslararası bir anlaşma için bastırıyor

Yerli topluluklar, plastik ürünlerin kullanımının sınırlandırılmasını içeren ve 95 ülkenin imzaladığı “Nice Uyarısı”nı güçlendirmek için çağrıda bulundu.

YERLİ HALKLAR

Birleşmiş Milletler Okyanus Konferansı’nda (UNOC3) düzenlenen basın etkinliğinde Yerli Amerikalı hak savunucusu Frankie Orona (Society of Native Nations) ve çevre toksikolojisi uzmanı Prof. Bethany Carney Almroth, küresel plastik kirliliğini “insan hakları krizi” olarak tanımlayarak delegeleri bağlayıcı bir anlaşmaya çağırdı.

Konferansta 95 ülkenin desteğiyle yayımlanan “Nice Uyarısı”; ham madde çıkarımından üretime, kullanımdan bertarafa kadar plastiğin tüm yaşam döngüsünü kapsayan, hukuken bağlayıcı bir BM sözleşmesi talep ediyor. 2019’da çevreye 28 milyon ton plastik bırakıldığına dikkat çeken Orona, “Bu miktar 2040’a kadar iki katına çıkabilir. Sorun sadece çöplerde değil; rahme kadar uzanan kimyasal bir istiladan söz ediyoruz” dedi.

Orona, plastik üretim zincirinin çoğunlukla yerli toplulukların yaşadığı bölgelerde yoğunlaştığını belirterek “Astım, kanser, hormonsal bozukluklar çocuklarımızın gerçeği oldu. Bu, çevresel ırkçılığın güncel biçimidir” ifadelerini kullandı. Yerli temsilci, toksik katkı kimyasalları için küresel yasak talep etti.

Basın toplantısında konuşan Prof. Carney Almroth, “Mevcut düzen, gönüllülük inisiyatiflerine bırakılmış durumda; bu yeterli değil” diyerek Montreal Protokolü’nü örnek gösterdi: “Bağlayıcı kurallar konduğunda sektör uyum sağladı, ozon tabakası korundu. Plastikte de aynı kararlılık gerekli.” Almroth’a göre, üretim maliyetlerine yansımayan sağlık giderleri “gizli sübvansiyon” niteliğinde.

Orona, adil geçişin yerli bilgi sistemleri ve topluluk temelli projelerle yürütülmesi gerektiğini şu sözlerle vurguladı: “Fon mekanizmalarında doğrudan erişim şart; krizden en az sorumlu olanlar çözümün merkezinde yer almalı.”

Plastik anlaşmasına ilişkin beşinci müzakere turu Ağustos 2025’te Cenevre’de yapılacak. Taraflar üretim kotaları, tek kullanımlık yasakları ve toksik katkıların yasaklanması gibi başlıklarda metin netleştirmeyi hedefliyor. Uluslararası Denizcilik Örgütü (IMO) ise deniz taşımacılığında plastik palet sızıntıları için yeni düzenlemeler hazırlıyor.

PLASTİK ÜRETİMİ VE KULLANIMI YERLİ HALKLARI NASIL ETKİLİYOR?

Plastik kirliliği, çıkarıldığı kuyudan okyanusa karıştığı ana kadar uzanan tüm yaşam döngüsü boyunca yerli toplulukları orantısız biçimde etkiliyor. Petrol ve gazın çıkarıldığı sahalar ile katran kumları arazileri genellikle yerli kabilelerin atalık toprakları üzerinde kuruluyor; sızıntılar ve tortu göletleri içme suyunu kirletiyor, kutsal mekânları tahrip ediyor ve kimi zaman zorla yerinden edilmeye yol açıyor. Bu ilk aşamadan itibaren, yerli halkların toprak ve su hakkı zedeleniyor.

Ham madde aşamasını, yoğun kimyasal kullanımı ve hava emisyonlarıyla öne çıkan petrokimya rafinerileri izliyor. ABD’nin Louisiana eyaletindeki “Cancer Alley” bölgesi bunun çarpıcı bir örneği: çoğunluğu Afrikalı-Amerikalı ve Houma yerlisi topluluklar, kanser ve solunum yolu hastalıklarında ülke ortalamasının çok üzerinde oranlarla yaşamak zorunda kalıyor. Benzer biçimde, Amazon havzasında petrol meşeleriyle birlikte kontrolsüz biçimde yakılan plastik atıklar Achuar köylerinde astım ve kardiyo-metabolik hastalıkları artırıyor. Kirlilik burada yalnızca çevresel bir sorun değil; “kirlenme yoluyla soykırım” olarak tanımlanan tarihsel ve sistemik bir adaletsizlik hâline geliyor.

Bilimsel çalışmalar, mikroplastik parçacıkları ile plastik katkı kimyasallarının insan kanında, akciğer dokusunda ve hatta plasentada bile tespit edildiğini gösteriyor. Bu bulgu, henüz doğmamış çocukların dahi endokrin bozuculara maruz kaldığını ortaya koyarak sağlık hakkı ihlalinin boyutlarını gözler önüne seriyor. Yerli kozmolojisinde rahim yaşam çemberinin başlangıcı sayılıyor; bu “kutsal döngünün” plastikle kirletilmesi, kültürel ve ruhsal bütünlüğe doğrudan bir saldırı olarak algılanıyor.

Plastik atığın son durağı da çoğu zaman yine kırılgan toplulukların yaşadığı bölgeler oluyor. Açık çöplükler, kontrolsüz yakma sahaları ve denize boşaltılan atıklar; toksik dumanlar, su ve toprak kirlenmesi yoluyla geçim kaynaklarını tehdit ediyor. Pasifik adalarından Alaska kıyılarına kadar uzanan geniş bir coğrafyada deniz memelilerinin ve kaplumbağaların tamamına yakını yutulan veya dolanan plastik nedeniyle zarar görüyor; bu da geleneksel avcılık ve balıkçılık kültürünü sarsıyor, gıda güvenliğini riske atıyor.