Öztürk: Öcalan’ın perspektif metni, teorik bir program ortaya koyuyor

EHP Genel Başkanı Hakan Öztürk, Önder Apo'nun perspektif metninde yeni bir barış tanımı yaptığını ve gerçekçi bir barış yaklaşımına sahip olduğunu belirtti.

HAKAN ÖZTÜRK

Emekçi Hareket Partisi (EHP) Genel Başkanı Hakan Öztürk, Önder Apo’nun PKK Kongresi’ne sunduğu “Perspektif” adlı metinle ilgili değerlendirmesinde, “Öcalan’ın ‘Her şey direniş ile olmaz’ sözüyle Marksizm’in eski bir tartışmasına cevap verdiğini belirtti.

Öztürk, Marks’ın ‘Dünyayı değiştirmek lazım’ tezine atıfta bulunarak, dünyayı algılamadan ve yorumlamadan değiştirmenin imkânsız olduğunu” ifade etti.

‘HER ŞEY DİRENİŞLE OLMAZ SÖZÜYLE MARKSİZMDEKİ BİR TARTIŞMAYA DA CEVAP VERİYOR’

Hakan Öztürk, ANF’ye yaptığı değerlendirmelerde, 12. Kongre’ye sunulan metnin devrimci bir teori sunduğunu, metnin bir yerinde ‘Her şey direniş ile olmaz’ tespitinin, özellikle Marksizm içerisinde uzun dönemdir tartışılan bir konuya ışık tuttuğunu vurgulayarak şöyle devam etti:

“Öcalan diyor ki: ‘Sözün önemini yabana atmamak lazım’ ve devamında diyor ki, ‘Her şey direniş değildir.’ Bu, o kadar kolay söylenen bir şey değil. Bu, şu anki güncel Marksizm içerisinde bile bir sorun. Normalde eğilim şudur: Marks’ın, Feuerbach’ın tezlerine eleştiri getirdiği 11’inci tezinde, ‘Filozoflar dünyayı yorumlamaya çalıştı, ama esas olan onu değiştirmektir’ der. Şimdi herkes bunu bir tabu haline getirdi, ‘Önemli olan değiştirmektir’ diye. Değiştirmektir de onu yorumlamadan, üstüne söz söylemeden, üzerine bir teorik birikim kurmadan, onun siyasetini yapmadan nasıl olacak da onun pratiği olacak?

O açıdan dar pratikçiliğin, pratik yüceltmenin çok ötesinde olduğunu görüyoruz. Burada bu gidişatı neye oturtuyor? Bilime oturtuyor. Neye oturtuyor? Teoriye oturtuyor. Neye oturtuyor? Siyasete oturtuyor, kelama oturtuyor.

Bir tane daha öyle çok mühim bir söz var: ‘Kelam vücud bulur.’ Bir kelamın ileri sürülmesi gerekir. O açıdan, bu kongre perspektifinde de ‘Kelam vücud bulur’ perspektifi, ‘Sözün önemini bir kenara atmamak gerekir’ perspektifi, ‘Her şey direniş ile olmaz’ deyip kafamızı toplamamız gerektiğini söylemesi çok yerindedir. Bu, Marksizm’in içerisindeki tartışmaya bile ışık tutuyor.”

‘ÖCALAN BÜTÜN ALANLARI SİYASAL ALANA TABİ KILMANIN YANINDA BİLİME DE TABİ KILIYOR’

Devrimci bir teori olmadan pratiğin de olmayacağını söyleyen Öztürk, “Öcalan’ın ‘Bütün pratik alanlar siyasal alana tabidir’ tezine ek olarak, bütün alanların bilime de tabi olduğunu” belirterek sözlerine şöyle devam etti:

“Ben o açıdan Lenin’in ekolünden yanaydım; yani devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz. Bunu küçümsediğimizde, ‘Ben bir tarafa koşuyorum.’ Tamam da ne tarafa? Bir tarafa koştuğunuzda uçurumdan aşağıya da düşebilirsiniz, doğru yere de koşabilirsiniz. Her koşmak doğru değildir. O açıdan nereye koşacağımızı, bir sakin durup netleştirmemiz lazım.

Bu, Mahirlerin zamanındaki şu tartışmaya da benzer: ‘Bütün pratik alanlar siyasal alana tabidir.’ Siyasal alana tabi etmekle birlikte, Öcalan’ın burada bilime de tabi kıldığını görüyoruz. Sümerlerden alarak bu tartışmayı yürütmesinin niteliği ve özü budur.  Niye Sümerlerden itibaren alırsın? Sümerlerden itibaren aldığın zaman, sınıf meselesini irdeleyebiliyorsun.

Öcalan, Sümerlerle birlikte kadınların hakimiyetini kaybettiğini ve erkek egemenliğinin başladığını söylüyor. Bunu söylemeden kadın meselesine dönüp bakamazsın ki.  Bunun nerede somutlaştığını ve nasıl formüle edildiğini söylüyor. Aile kavramında formüle edildiğini söylüyor. Klan ilişkisini anlatıyor.

Bunları söylemediğimiz durumda da biz devrimciler, çok kolay bir şekilde dar pratikçilere dönüşebiliyoruz.”

‘METİN TEORİK BİR PROGRAM ORTAYA KOYUYOR’

Metnin kafa yorulmuş, bilime dayandırılmış bir metin olduğuna işaret eden Öztürk şu değerlendirmeyi yaptı: “Birlik olmadan, siyaset olmadan, teorik birikim olmadan, söz olmadan, sözün ağırlığı olmadan sadece ‘koşuyorum’ diyerek yapamayız. Bu açıdan bence çok olumlu bir müdahaledir. O anlamıyla da zaten hem kapitalizme hem endüstriyalizme hem de ulus devlete bir eleştiri getiriyor. Bu eleştirdiği sorunlara da kendisine göre bir çözümü var.

Bu anlamıyla, bir kafa yorulmuş, bilime dayandırılmaya çalışılmış; bir teorik birikim, bir siyaset ve buna bağlı olarak bir politik program ortaya konulmuş. Benim Türkiye soluna en büyük eleştirim, politik programlarının olmamasıdır. Benim bazı konularda mesafeli duracağım bir politik programa bile yakınlığım var, sırf politik program olduğu için. Ama ‘politik programa gerek yok, koşuyoruz işte’ yaklaşımı dar pratikçiliktir. Bu metin onu aşıyor; o açıdan olumludur.

O anlamıyla, ben sorun alanının genişletilmesine bağlı olarak çözüm konusunun da genişletilmesi gerektiğini düşünüyordum. Bu kongre perspektifinde, bu da sağlanabilmiş. Ama bunun ayrıntılarında durumu geliştirmeli miyiz? Geliştirmeliyiz, tabii ki. Yaratıcı olmalı mıyız? Olmalıyız.

‘ÖCALAN, YARATICI OLUNMASI GEREKTİĞİNİ SÖYLÜYOR’

Öcalan, ‘Ben içe döneceğim, bu yaratıcılık konusunu ele alacağım’ diyor. Aslına bakarsanız, Türkiye solunda bu yaygın bir deyim vardır: ‘Aslında her şeyimiz var; unumuz var, yağımız var, şekerimiz var ama helva yapamıyoruz.’  Bu birçok durumda geçerli değildir, çünkü genelde pek unumuz olmaz. Ama bence Kürt hareketi için bu kavram tam teşekküllü olarak geçerlidir: Un var, yağ var, şeker var, Abdullah Öcalan da demek istiyor ki helva yapılsın; helva yapmaya çalışalım. Bu da yaratıcılık gerektirir.

Yaratıcılığı her seferinde vurguluyor. Bilimse, yaratıcı olması gerekir; siyasetse, yaratıcı olması gerekir. Dünya çapında belirttiği bir konu var: Diyor ki, ‘Beş on milyonluk İsrail’in karşısında üç yüz milyonluk İslam toplumu nefes alamıyor.’ Neye vurgu yapıyor burada? Bilime vurgu yapıyor. Gazali’yi tartıştıktan sonra bunu söylüyor. Gazali’yi tartıştıktan sonra iyi bir yola mı gittik? İyi bir yola gitmiş olsaydı, İslam toplumu bugün beş on milyonluk İsrail karşısında bu durumda olmazdı, diyor. Bu, yabana atılır bir tespit mi? Bence değil!

Şimdi aklın önemi bir kenara konulmuşken, yorumlamanın, politik programın önemi bir kenara konulmuşken; Gazali üzerine, İslam felsefesi üzerine, Sümer uygarlığı üzerine böyle sözler -yani bilimsel bir bakış açısı- bence çok önemlidir.”

‘METİN GERÇEKÇİ BİR BARIŞ TANIMI YAPIYOR’

Öcalan’ın metinde barışa da yeni bir tanım getirdiğini ve gerçekçi bir barış tanımı yaptığını belirten Öztürk, son olarak şunları söyledi:

“Kürt hareketinin bundan sonraki süreci olumlu karşılayacağını düşünüyorum. Öcalan’ın bu metinde bir yenilik getirdiğini düşünüyorum; gerçekçi bir barış yaklaşımı getiriyor. ‘Savaşmak kolay bir olay değildir; barışın sorumluluğunu da o zorluğa katlanmış olanlar almalıdır’ diyor. Bu açıdan, gerçekçi bir barış yaklaşımına sahip. Ben bundan yanayım.

Öcalan ayrıca, ‘Üçüncül aktörlerle bu iş çözülemez’ diyor. ‘Birinci derecede canı yananlar oturup bu işi çözmelidir, bunun sorumluluğunu almalıdır’ diyor. Ayrıyeten de ‘Niyetler farklı olabilir’ diyor. Bu da gerçekçi bir bakış açısıdır. Sosyalist bir politik akımla hiç alakası olmayan bir akımın bütün niyetleri aynı olabilir mi? Olamaz. Bu, bir masaya oturmuş olma anıdır.

Bu anlamıyla da ‘Savaşmış olanlar oturur’ diyerek gerçekçi bir yaklaşım getiriyor. Bu, aslında ‘niyetleri iyi mi kötü mü’ tartışmasına ışık tutması açısından da önemlidir.”