Son Dakika: Önder Apo: Süreç yeni bir aşamaya geçiyor

PKK’den beklenen niyet beyanı, AKP ve hedefindeki CHP medyası

Televizyonların görece de olsa olup biteni olduğu gibi verme ihtimalinden mi korkuluyor? Malum, AKP yapılacak açıklamayı bir ‘teslimiyet’ olarak sunmak için uğraş veriyor. Fakat PKK tarafı, sürecin iki taraflı atılacak adımlarla ilerleyeceğini söylüyor.

TV'LERİ KARARTMANIN SÜREÇLE BAĞI

AKP iktidarı da tıpkı kendisinden öncekiler gibi, topluma karşı özel savaş yöntemlerine başvurmaktan geri durmadı. Hatta bu konuda seleflerinden daha kötü bir performans sergiledi demek yanlış olmaz.

Asırlık cumhuriyet deneyimine, devlet içindeki onca tecrübeye rağmen, CHP’lilerden daha ustaca devletin imkanlarını kendisi için kullandı ve kullanıyor. Bu konular söz konusu olduğunda, çokça dile gelen ‘Cemaat’e de rahmet okutacağı söylenebilir.

Adeta herkesi hayretler içinde bırakan yol ve yöntemlerin izlendiği aşikâr. Özellikle son dönemde, bu konuda eskisiyle kıyaslanmayacak ölçüde ilginç, dikkatle takip edilmesi gereken gelişmeler yaşanıyor.  

Bilindiği üzere, AKP yargısı aldığı ani kararlarla, CHP çizgisinde yayın yatığı bilinen iki TV kanalının -Halk Tv ve Sözcü Tv- yayınını on gün süreyle durdurma kararı aldı. Öğrenildiği kadarıyla, her iki kanalın da 8 Temmuz akşamı ekranlarının karartılması öngörülüyor. Eğer son anda bir karar değişikliği olmazsa, iki kanal da 9 Temmuz’da yayında olmayacak.

Elbette bu haber, doğal olarak, geçmişte iktidarların özgür basına -Halk TV ve Sözcü TV tümüyle bu kapsama girmese de- yönelik aldığı kararları ve yönelimleri akla getiriyor.

Mesela 90’lı yıllarda, devletin özgür basını susturmak için doğrudan gazetecileri katlettiği, gazete binalarını bombaladığı biliniyor. Özgür Gündem gazetesi ve devamındaki gelenek, bu konuda somut bir örnektir. Onlarca yazar, muhabir, editör ve dağıtımcı katledilmiş; gazeteler kapatılmış, yayın yapmamaları için her yol denenmiştir.

Musa Anter’den Metin Göktepe’ye, Hüseyin Deniz’den Cengiz Altun’a, Hafız Akdemir’den Nazım Babaoğlu’na, Ferhat Tepe, Adıl Başkan, Yahya Yaşa, Halil Adanır ve Orhan Karaağar’ a kadar, sayıları yüzleri bulan gazeteci, basın emekçisi bu dönemde bilinçli olarak hedef alınmış ve katledilmiştir.

Bu dönemi, özgür basına dönük fiziki saldırıların ve doğrudan katledilmelerinin olduğu bir dönem olarak değerlendirmek mümkündür.  

2002-2010 ARASI: KONTROLLÜ BASKI DÖNEMİ

Kuşkusuz, AKP’nin iktidarda olduğu dönemde de özgür basına yönelik saldırılar devam etmiştir. Bu konuda 2002 ile 2010 arasındaki sürecin kendine has bir yanı vardır. Bu dönem, AKP’nin kendisini AB yanlısı, görece demokrat olarak lanse ettiği; deyim yerindeyse, oraya buraya ‘özgürlükçü’ bir parti olarak pazarladığı yıllardır.

Gündemde sürekli ‘açılımlar’ vardır: Kürt açılımı, Alevi açılımı, Roman açılımı vb. Fakat arka cephede işleyen mekanizma farklıdır. Özgür basının sesini kesmek için planlı bir faaliyet söz konusudur. Hukukun araçsallaştırılması yoluyla yayın organlarını engellemek temel yöntemdir.

AB’ye giriş süreci ve benzeri kaygılar nedeniyle gazetecileri direkt hedef almak ya da tutuklamak sınırlıydı. Fakat özgür basına dönük saldırılar farklı bir biçimde devam etmektedir. Çoğunlukla başvurulan yöntem, mahkemeler eliyle yayınları durdurmak ya da doğrudan kapatmaktır.

O dönemde saldırıya uğrayan, engellenen, kapatılan yayın organları uzun bir liste oluşturur. Bu listeyi vermemizin nedeni şudur: AKP’nin ilk dönemi genellikle toplumda özgürlüklere kapı aralandığı bir dönem olarak değerlendirilmekte, bu şekilde ele alınmaktadır. Halbuki tablo, tam tersini söylemektedir:

Yeniden Özgür Gündem (2 Eylül 2002- 28 Şubat 2004), Ülkede Özgür Gündem (1Mart 2004-16 Kasım 2006), Toplumsal Demokrasi (16 Kasım 2006-5 Ocak 2007), Gündem (17 Ocak 2007- 16 Aralık 2007), Güncel (19 Mart-17 Ekim 2007), Yaşamda Gündem (9 Mart- 12 Mart 2007), Gerçek Demokrasi (Ekim- 21 Kasım 2007), Yedinci Gün (5 Kasım 2007- 8 Ekim 2008), Yaşamda Demokrasi (15 Aralık 2007- 4 Nisan 2008), Toplumsal Demokrasi 2 ( 22 Aralık 2007- 25 Şubat 2008), Öteki Bakış (31 Mart- 4 Nisan 2008), Yeni Bakış (14 Nisan- 8 Mayıs 2008), Alternatif (19 Mayıs 2008- 20 Ekim 2009), Gelecek (28 Mayıs- 27 Eylül 2008), Özgür Ülke (30 Eylül- 1 Ekim 2008), Gerçek (12- 18 Ekim 2008), Ülkeye Bakış (12 -18 Ekim 2008), haftalık gazete olarak Yeni Mezopotamya (22 Ekim 2008), Politika (22 Ekim 2008- 14 Şubat 2009), Analiz (8 Kasım 2008-28 Şubat 2009-), Ayrıntı (29 Kasım 2008- 28 Mart 2009), Özgür Yorum (21 Aralık 2008- 14 Mart 2009), Günlük (9 Ocak 2009- 4 Nisan 2011).

Özgür Gündem, 4 Nisan 2011’de çıktı; 24 Mart 2012’de 30 gün süreyle kapatıldı ve ertesi gün matbaada basılan gazetelere el konuldu. Özgür Mezopotamya (11 Nisan 2009) hakkında üç kez 39 gün süreli kapatma kararı verildi. Özgür Görüş (18 Nisan 2009) hakkında dört kez 30’ar gün kapatma kararı verildi.  Süreç (13 Haziran 2009) hakkında bir kez 15 gün, 2 kez 30 gün süreyle kapatma kararı verildi. Özgür Halk Tavrı (20 Haziran 2009) hakkında 39 gün kapatma kararı verildi. Siyasi Alternatif (6 Haziran 2009) hakkında iki kez 30’ar gün kapatma kararı verildi.

Özgür Ortam (27 Haziran 2009) hakkında iki kez 30’ar gün süreyle kapatma kararı verildi. Haftalık Yorum (7 Şubat 2010) hakkında 30 gün toplatma kararı verildi. Yorum (27 Mart 2010) hakkında iki kez 30’ar gün kapatma kararı verildi. Politik Yorum (3 Nisan 2010) hakkında bir kez 39 günlük kapatma kararı verildi. Ülkede Yorum (20 Nisan 2010) hakkında 30 gün kapatma kararı verildi. Demokratik Açılım (26 Ağustos 2009) hakkında 38 gün kapatma kararı verildi.   

2010 SONRASI: İKTİDARIN PERVASIZLIĞI

2010’dan sonraki süreç daha farklıdır. Bu dönem, AKP’nin Anayasa referandumu ile kendisini ‘sağlama’ aldığı süreçtir ve attığı adımlar da buna göredir. 2011’de, ‘KCK Basın Davası’ adı altında, Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de gazetecilik yapan, bir nevi mesleğin onurunu savunan gazetecilere yönelik kapsamlı bir gözaltı operasyonu yapılmış, ardından da onlarca gazeteci tutuklanmış, birçok yayın organı kapatılmıştır.

Tutuklanan gazeteciler, içeriği tamamen boş iddianamelerle yıllarca cezaevlerinde tutulmuş; bu yolla muhalif seslerin önü kesilmek istenmiştir. 2014 yılında, devam eden sürecin de etkisiyle tahliye edilen bu gazetecilerin mesleklerini icra etmeleri çok uzun sürmemiş; 2015 yılında çözüm sürecinin sekteye uğraması ve 2016 yılında gerçekleşen sahte darbenin ardından özgür basına yönelik yeni saldırılar gündeme gelmiş; onlarca TV kanalı, gazete, dergi, ajans, radyo ve dijital yayın organı kapatılmıştır.

İMC TV, Azadi TV, Özgür Gün TV, Van TV, Jiyan TV, Özgürlükçü Demokrasi gazetesi, Azadiya Welat gazetesi, Radyo ses, Radyo Rengin, Radyo Karacadağ gibi yayınlar kapatılanlardan sadece bir kaçıdır.

Hatırlatmak gerekir ki, bu dönemde kapatılan yayın organlarının mal varlıklarına da el konulmuş; bu yönüyle tam bir gasp hukuku işletilmiştir. Aradan geçen on yıla rağmen, bu yayın organlarının mal varlıkları hâlâ sahiplerine iade edilmemiştir.

EN KARANLIK DÖNEM

Mevcut iktidar açısından 2016’dan günümüze kadar olan süreci, en karanlık dönem olarak değerlendirmek mümkündür. Bu dönemde, sözün tam manasıyla gazetecilik yapmak ve yayın faaliyeti yürütmek yasaklanmıştır. İktidarın güdümündeki medya dışında herhangi bir yayın organının faaliyet yürütmesine izin verilmemiş; dünün ‘apoletli medyasına’ benzer bir saray medyası inşa edilmek istenmiştir. Bu politika, 2024 yılında gerçekleşen yerel yönetim seçimleriyle önemli bir darbe olsa da inceltilmiş biçimiyle günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.  

Bu dönemde iktidarın hedefinde sadece özgür Kürt medyası değil, muhalif bütün basın ve yayın organları yer almıştır. CHP güdümündeki medya ise, belki de cumhuriyet tarihinde ilk defa bu düzeyde sindirilmeye çalışılmıştır.

Halihazırda iktidar, sadece geleneksel medya organlarına değil, en az onlar kadar dijital medya organlarına da savaş açmış durumdadır. Youtube, Twitter, Facebook gibi dijital mecralarda yapılan paylaşımlar doğrudan yargılanma gerekçesi sayılmaktadır.  Buralarda iktidara karşıt en basit bir söz söyleyen ya da paylaşımda bulunanlar hemen tutuklanıp cezaevine gönderilmektedir. Fatih Altaylı bile -ki kendisi derin devletin adamı olarak bilinir- bu çerçevede tutuklananlar arasında yer almaktadır.

AKP’NİN HESABI NE?

Şüphesiz, iktidarın özgür ve muhalif basına saldırdığı her dönem bir hesabı oldu; bugün de saldırılarda bulunuyorsa, böyle bir amacı var. 2016 yılında Özgür Basın’a yönelip önce tüm basın yayın kurumlarını kapatan iktidar, hemen ardından bütün sivil toplum örgütlerine, dernekler ile vakıflara yöneldi ve onların da sesini kesti. Yetmedi, siyasi partilerin yönetimlerini hedef aldı. Siyaset yapan, üreten tek bir kişi dışarıda kalmayacak şekilde yoğun bir saldırıya girişti. Siyasi parti yönetimlerinde ve belediyelerde etkili ve yetkili binlerce kişi tutuklanıp cezaevlerine gönderildi. Bu kişilerin önemli bir kısmı hâlâ içeride tutuluyor.

Bu yolla gerek medya gerekse de siyaset cephesinden muhalif sesleri susturmak; mümkünse ortadan kaldırarak toplumun ekseriyetini yanlarına çekmek istediler. Fakat bugünden bakıldığında, bunu başaramadıkları açıkça görülüyor. Türkiye’de en fazla izlenen yayın organları, iktidara muhalefet edenler oluyor. Bu gerçek, kamuoyu araştırma şirketlerinin paylaştığı verilerle ve sokaktaki atmosfer de doğrulanıyor.

Haliyle, sorulan soru şu oluyor: İktidar neden şimdi, neden Halk TV ve Sözcü TV’yi karartıyor? Neyin görünmesini istemiyor, halktan neyi gizlemek istiyor?

HALK TV VE SÖZCÜ TV’Yİ KARARTMANIN SÜREÇLE BAĞI NEDİR?

Farklı yorumlayanlar mutlaka çıkacaktır; daha farklı nedenler de kuşkusuz söylenebilir. Mesela, CHP’ye yönelik daha kapsamlı bir operasyonunun hazırlıkları çerçevesinde, gerçeklerin üzerini örtmek amacıyla dönemsel olarak böyle bir adım atılmış olabilir.

Fakat özellikle salı akşamı iki televizyon kanalının da yayınının kesilmesi, ayrı bir anlam ifade ediyor gibi. Bilindiği üzere, bugünlerde medyadaki temel gündem, gerçekleşeceği belirtilen PKK’lilerin silah bırakması konusu. Bir niyet beyanı olarak ifade edilen bu adımın, birkaç gün içinde gerçekleşeceğine dair KCK Basın sözcüsü Zagros Hiwa’nın yaptığı bir açıklaması var. Zagros Hiwa, gerçekleştirilecek niyet beyanı açıklamasının 10-12 Temmuz tarihleri arasında olacağını ifade etti.

Halk TV ve Sözcü TV yayınları da 8 Temmuz akşamı 9 Temmuz sabahı arasında karartılıyor. Açık ki, bu iki gelişme arasında bir bağ var. Bunu görmek ve değerlendirmek zor değil.

Asıl mesele -ya da analize muhtaç olan konu- iktidarın bu töreni ve ardından yapılacak tartışmaları neden özellikle bu iki yayın organının paylaşmasını istemediğidir. Bu iki yayın organının, AKP’yi yürütülen süreçten dolayı yoğun biçimde eleştirdiği, bir nevi ‘taşa tuttuğu’ biliniyor. Ayrıca, yer yer klasik Kürt karşıtı reflekslerle hareket ettikleri ve geleneksel Kemalist bir görüntü verdikleri de açık.

Fakat sadece bundan dolayı mı yayın durdurma kararı söz konusu? Yani sadece AKP’ye yönelik eleştiri olmasın diye mi bu kanallar engelleniyor. Yoksa daha farklı amaçlar mı var?

Mesela, bu iki yayın organının- görece de olsa- olup biteni olduğu gibi yansıtma ihtimalinden mi korkuluyor? Malum, AKP yapılacak açıklamayı bir ‘teslimiyet’ olarak sunma derdinde ve bunun için uğraş veriyor. Fakat PKK tarafı, meselenin böyle olmadığını; sürecin iki taraflı atılacak adımlarla ilerleyeceğini söylüyor ve bunda ısrar ediyor. Doğaldır ki, ortaya çıkacak görüntü de AKP’lilerin istediği türden olmayabilir.

Hatırlanırsa, Qamışlo’da gerçekleşen Kürt Ulusal Birliği Konferansı’nı AKP medyası başlangıçta görmezden gelmeyi tercih etmişti. Fakat CHP medyası, kendi baktıkları yerden konferansı ve alınan kararları haberleştirince, AKP medyası da mecburen haberleştirdi ve ardından saldırıya geçti.

Sanki benzer bir korku şimdi de yaşanıyor gibi. Bunu zaman gösterecek.

Netice itibarıyla, alınan bu yayın durdurma kararlarını, devam eden süreçten bağımsız ele almak mümkün değil. AKP-MHP iktidarı, her şeyin olduğu gibi medyanın da kendi kontrollerinde olmasını; farklı bir fikir ya da görüşün kamuoyuna yansımamasını istiyor. Açık ki, demokratik toplum ve barış tartışmalarının en yoğun şekilde yapıldığı bugünlerde izlenen politika tekçi, ben merkezci ve anti demokratiktir.

Bu nedenle, her düzeyde ve her şekilde bu karartmaya karşı durmak ve onu teşhir etmek hem özgür basın olmanın hem de demokrat olmanın gereğidir.