3. Dünya savaşı gerçeği içinde Barış ve Demokratik Toplum Çağrısını anlamak…

Türk devleti tarihi bir yol ayrımında, tarihi bir karar vermek zorunda. Öyle görünüyor ki bu süreçte ya Türkiye’ye barış gelecek ya da bölgede yaşananların kaçınılmaz sonucu olarak savaş Türkiye’nin kapısını çalacak.

BARIŞ VE DEMOKRATİK TOPLUM ÇAĞRISI

İçerisinde olduğumuz dünya ve bölge her anlamıyla 3. Dünya Savaşı'nı yaşıyor. Kimileri henüz bu savaşın başlamamış olduğunu iddia etse de savaş uzun yıllardır katmerleşerek ve farklı boyutlar kazanarak devam ediyor. Savaş rantçılarının, silah tüccarlarının, dünyayı kendi malı sanan bir avuç kapitalistin yürüttüğü bu savaş en fazla halklara ve kadınlara zarar veriyor. Toplum bu iktidar elitlerinin elinde adeta can çekişiyor, insanlar katlediliyor, yaşam yerleri harabeye çevriliyor. Tam da böylesi yakıcı günleri yaşadığımız bir dönemde durum Kürtler açısından ne ifade ediyor ve Türkiye’yi ne bekliyor gibi sorulara cevaplar geliştirmek için Önder Apo’nun ‘Barış ve Demokratik Toplum’ adıyla inisiyatifi eline aldığı süreci anlamak hayati önem taşıyor. Sadece Kürtler açısından değil Türkiye kamuoyu ve bölge halkları açısından da durumun hayatiyeti değişmiyor.

Yaşanan süreç 17 Ekim tarihinde MHP lideri Devlet Bahçeli’nin meclis grup toplantısında “terör bitecekse Öcalan gelsin, DEM parti grup toplantısında konuşsun” açıklamasıyla başlamıştı. Türkiye kamuoyu bu açıklamaları şaşkınlıkla izlerken bir süre sonra İmralı’ya giden DEM parti heyeti Önder Apo’nun silahların susması ve demokratik siyasetin gelişmesi için süreci yürütme konusunda inisiyatif aldığını, gerekli adımları atmaya, tarihsel sorumlulukla bu süreci ileriye taşımaya hazır olduğunu ifade etti. Ardından da Kürt Özgürlük Hareketinden bütünlüklü ve destekleyici açıklamalar geldi.

Açıklama, Ortadoğu’nun kritik bir zaman diliminde olduğu bir süreçte yapılmıştı. Hamas-İsrail çatışmasında savaşın farklı bir seyir kazanması, birçok gücün bu savaşla tasfiye olması, İran ve Türkiye üzerinde giderek tehditlerin arttığı bir dönemde böylesi bir adımın gelmesine şaşırmamak gerekiyor. Tarihin tüm kritik anlarında Kürt-Türk kardeşliğinin ortak mücadelesiyle edinilen kazanımlara bakıldığında gerçeğe uygun bir adım olduğu günümüzde daha da anlaşılmış oluyor. Önder Apo’nun uluslararası komplocu güçlerce esir alındığı yıllarda dile getirdiği ‘100 yıla yayılacak bir Kürt-Türk çatışması yaratmak istiyorlar’ gerçeklik yakıcı bir şekilde kendisini gösterirken tam da bu çatışmanın şiddetlendiği bir zeminde Önder Apo’nun devreye girmesi ve bu çatışmayı önlemesi muazzam bir hamle olmuştur. Hegemonik çıkar çevrelerinin yıllardır üzerinde oynadığı ‘Kürt kartını’ ellerinden almak sadece Kürtlere değil Türkiye’ye de tarihi fırsatlar sunmaktadır.

BARIŞ VE DEMOKRATİK TOPLUM ÇAĞRISI

Tüm bunların 27 Şubat’ta Barış ve Demokratik Toplum çağrısıyla ifade edilmesi ise sadece Türkiye ve Kürdistan toplumunda değil dünya kamuoyunda da büyük bir ilgiyle takip edildi. Silahlı mücadeleye son verme ve demokratik siyaset ile hukukun öne çıkarılması, yeni paradigma söylemi, Kürt-Türk kardeşliğinin yeniden tesisi gibi esaslı konuların son derece kararlı vurgularla altı çizilerek belirtilmesi hem Önder Apo’nun siyasal-toplumsal gücünü, hem de mevcut çatışmaları durduracak perspektif ve iradeye sahip olduğunun göstergesi oldu. Öyle ki çağrı metni ‘Çağın Manifestosu’ olarak anlam buldu. Yanı sıra Türk devletinin yaşadığı bunalım ve kaostan da nasıl çıkılacağının programı sunulmuş oluyordu. Bu çağrı, gerçeklerin gizlenemediği, hakikatin er ya da geç açığa çıkma huyunun Önder Apo şahsında yaşam bulduğu bir zaman dilimi oldu.

Bunun da ötesinde ‘bizi bölmeye çalışıyor’ denilerek ömür boyu cezaya çarptırılan, yıllardır ağır tecrit koşullarında tutulan Önder Apo, Türkiye toplumunun sorunlarının çözüm adresi, kurtuluş paradigmasının sahibiydi. Bu bazı kesim ve kişilerde zihnin alabora olmasına yol açtı. Bu, yanlış okyanuslarda yanlış gemilerle -algılarla- yol almaya çalışanların alaborası, zihinsel alt üst oluşları meydana getirdi. Çünkü Önder Apo kendisi için hiçbir şey istememiş, bütün yıllarını Demokratik toplumsallığın kurulmasına vermiştir. Bu gerçekliğin en karşıt olan güçler tarafından bile dile getiriliyor olması, Önder Apo’nun toplumcu karakterinin uyandırdığı saygınlığı göstermektedir.

En son 5-7 Mayıs tarihleri arasında PKK’nin tarihi 12. kongresi toplandı. Fesih kararı ve silahlı mücadele yöntemine son verilmesi kararları alındı. Önder Apo’nun perspektifleriyle Kürt özgürlük hareketi üzerine düşeni yapmış oldu. Özellikle de hukuki anlamda devletin hala bir tutukluluk yaşadığı, gerekli mevzuat değişimine gitmediği görülmektedir. Nihayetinde yakın zamanda  Meclis'e sunulan ve onaylanan pakette Kürtlere dönük olumlu bir madde yoktu. Dolayısıyla demokratik çevrelerin bu yönlü beklentileri boşa çıktı. Yine, Türk ordusu ateşkes pozisyonunda olan gerillaya karşı kimyasal silah ve termobarik bomba kullanmakta, hava saldırılarını sürdürmektedir. Başka bir ifadeyle Türk ordusu gerilla güçlerinin ateşkes kararıyla savunma pozisyonunda olmasını kendisi için bir fırsata dönüştürmek istiyor. Saldırılar bunu gösteriyor.

Türkiye’de kendilerine sözde ‘aydın, yazar, profesör, gazeteci’ ismi takarak kalemşörlük yapan birçok kişi harıl harıl Kürt özgürlük hareketinin silahları nasıl bırakacağını, yine Önder Apo’nun 21 sayfalık manifestonun girişinde yer verdiği şeyleri cımbızlayarak farklı farklı tartışmalar geliştirirken, Önder Apo ve Kürt Özgürlük Hareketi daha temel konulara yönünü vererek sürece ivme kazandırmak istedi. Bir taraftan İmralı’da yürüyen tartışmalar, PKK’nin ateşkes ve fesih kararı diğer taraftan ise gerekli yasal düzenlemeleri yapmayan ve saldırılarını sürdüren bir Türk devlet gerçeği var. Bu da Türk devleti ve iktidar olan AKP’nin süreç karşısındaki samimiyetini sorgulatmakta ve sorular barındırmaktadır. Türk devletinin sürece dönük niyeti toplumda tartışma konusu olmaktadır. Halklar özelde de Kürt halkı bu güvensizliğini sıklıkla dile getirmektedir. Kürt halkı Önder Apo’ya inandığı ve güvendiği için süreçten yana tutum takınmıştır.

KÜRT TOPLUMUNUN OLMAZSA OLMAZI…

En önemlisi de toplumun en fazla beklenti içinde olduğu husus Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ve koşullarıdır. Önder Apo’nun güvenli bir şekilde özgür yaşayan ve çalışan konumda olması sürecin yürümesi ve başarısı için kilit bir nokta olduğu Kürt Özgürlük Hareketi tarafından da sıkça vurgulandı. Yine geçen yıl Avrupa Konseyinin ‘umut hakkı’ için Önder Apo’ya ilişkin Türkiye’ye verdiği bir yıllık süre üç ay sonra, yani Eylül ayında doluyor. Hem bu sürenin dolmak üzere olmasına hem de Kürt özgürlük hareketinin attığı olumlu ve tarihi adımlara rağmen Önder Apo’nun fiziki özgürlük koşullarının oluşturulmaması Türk devleti ve iktidarının sürece pragmatist ve konjonktürel yaklaştığı biçiminde ciddi kaygılar uyandırmaktadır.

DEM Parti heyetinin ve ailelerin İmralı’ya ziyaretleri bu gerçeği ortadan kaldırmadığı gibi acaba bu görüşmelerin yaptırılması da ‘Önder Apo’nun tutukluluk durumunun normalleştirilmeye çalıştırılması’ gibi bir düşünceye de götürmektedir. Kürt Özgürlük Hareketi ve Kürt halkı açısından en önemli durum, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünün sağlanmasıdır. Anlaşılıyor ki Türk devleti yasal karar almaktan, işi hukuki boyuta indirgemekten açıkça kaçınıyor. Objektif durum, Türk devleti ve AKP hükümeti açısından böyledir. Hala yasal mevzuatta hiçbir değişikliğin yapılmaması, sürecin meclis çatısına taşınmaması, İmralı’da yapılan görüşmelerin herhangi bir garantisinin olmaması anlamına gelir.

SAVAŞ RANTÇILARI DEVREDE

Önder Apo ve Türk devleti arasında daha önce benzer süreçler yaşanmıştı. Bu süreçler de çeşitli nedenlerle fakat özellikle de Türk devleti ve dönemin hükümetlerinin sürece ortak sorumlulukla yaklaşmaması, iç siyasi sorunlar ve dış çevrelerin tahrikleri sonucu boşa çıkmıştı. Bu süreçte de benzer bir durumun yaşanma ihtimali yok değildir. Bir taraftan Türk devleti tarafından gerekli hukuki adımların atılmaması, diğer yandan Türk ordusunun Medya Savunma Alanlarına dönük saldırıları savaş lobisi ve rantçı kesimlerin umudunu diri tutuyor.

Hem bu rant kesimleri hem de küresel hegemonik güçlerin bu sürece yaklaşımları tartışma konusudur. Dolayısıyla adım atılmayan her gün, bu kesimler için yeni bir provokasyon zemini ve imkanı sunuyor. Devletin bu gerçeği bilmesine rağmen ağır hareket etmesi, zamana oynama gibi algılanmakta ve süreci zora sokmaktadır. Hele hele Türkiye’nin burnunun dibinde İran-İsrail savaşının yaşandığı bir dönemde böyle ağır hareket etmesi Türkiye kamuoyunda da ciddi tepkilere neden olmaktadır.

TÜRKİYE İÇ SİYASETİ VE SÜREÇ KARŞISINDAKİ TUTUMLARI

Türkiye’de iktidar başta olmak üzere ana muhalefet partisinin süreç karşısındaki tutumu değerlendirilmesi gereken bir husustur. Barış ve Demokratik Toplum Çağrısının üzerinden 4 ay gibi bir süre geçmesine rağmen hala konunun meclise taşınmaması, partilerden bu konuda ciddi sayılabilecek bir ısrar, AKP’ye dönük bir baskının gelişmemesi düşündürücüdür. Partilerin kendi dar hesapları daha doğrusu iktidar kavgası süreci gerileten temel bir husus oluyor.

CHP sürecin Erdoğan’a yarayacağını düşünerek katkı sunmaktan ziyade bekle-gör politikasıyla hareket etmekte, kendi hanesine puan kazandıracak kadar katkı sunma pozisyonunda olurken Belediyeler elinden alınarak kendisiyle meşgul, savunmaya geçmiş, son yerel seçimlerde birinci olmasına rağmen hamle yapamaz, her an genel merkezine kayyum atanabilir kaygısıyla yaşayan bir CHP var ortada. AKP ve Erdoğan’ın en büyük derdi ise Erdoğan’ın yeniden Cumhurbaşkanı seçilmesidir. Tüm plan ve hesaplar bunun üzerine kurulu. Dolayısıyla Erdoğan iç siyaseti kendisi dizayn ediyor, gündem oluşturuyor, muhalif kesimlerin ortak olamamasını fırsata çevirerek hep saldırı pozisyonunda oluyor.

Tüm bunlar barış sürecinin olumlu gelişmesini önlemektedir. Dar hesaplar, Türkiye toplumunun büyük kazanmasına mani olmaktadır. Devlet Bahçeli’nin ara ara yaptığı ve toplum tarafından olumlu değerlendirilen çağrıları ne kadar yankı yapıyor, ciddiye alınıyor, bunlar sorgulama konusu yapılmaktadır. Yine yapılan açıklamaların gerçekten de ne kadar bir zihniyet ve paradigma değişimine tekabül ettiği de üzerinde düşünülmeye değer. Çünkü sürecin esas ve en temel garantisi Türk devletinin Kürtlere dönük zihniyetinin ve paradigmasının değişmesidir. Bu zihniyet değişmeden ve gerekli dönüşümü sağlamadan yapılacak ve yapılan her şey kuşkuya yer bırakacaktır.  

BARIŞ VE SAVAŞ

Türkiye’de Önder Apo öncülüğünde Kürt halkı barış ve çözüm arayışında, bunun için büyük fedakarlıklar yapılıyor. PKK tarafından ilan edilen ateşkes, örgütün feshedilmesi, silahlı mücadele yönteminin sonlandırılması, Önder Apo’nun Kürt ve Türk halkına ortak gelecek vaat eden perspektif ve somut düşünceleri aylardır tartışılıyor. Kuşkusuz süreci anlamaya ve Türk devletini adım atmaya zorlayacak tartışmalar kıymetlidir. Yine özellikle de zihniyet dönüşümünün sağlanması için bu tartışmalara daha da ivme kazandırmak, Önderlik gerçeğinin anlaşılmasını sağlamak için yoğun bir çabanın içerisinde olmak lazım. Çünkü Önderliksel gerçekleşmenin Kürt hareketi ve halkı tarafından anlaşılması kadar Türkiye halkları açısından da anlaşılması sürecin belirleyeni konumundadır. Önder Apo’nun anlaşılması kimseye kaybettirmeyeceği gibi kazandıracağı çok şey olacaktır. Nitekim bunu bazı değerli yazarlar da dile getiriyor. Tutarlı eleştiriler ve anlamaya dönük çabalar önemli olduğu kadar karalama ve karşı propagandaya dönüşen özel savaş amaçlı yürütülen tartışmalara karşı da mücadele etmek çok önemlidir. 

Diğer taraftan 3. Dünya Savaşı'nın merkezi konumundaki Ortadoğu’da savaş giderek alevleniyor. Güncel durum itibarıyla İsrail-İran arasında bir haftadır aralıksız süren çatışmalar önümüzdeki süreçte olacakların haberini veriyor. Ne bölge devletleri ne de Türk devleti bu yangından teğet geçebilir. En azından durum ve gelişmeler onu gösteriyor. Dahası Türk devlet yetkililerinin kendileri de Türkiye’nin bu yaşanan gelişmelerden etkileneceğini ısrar ve endişe ile belirtiyorlar.

Kamuoyu tarafından merak edilen husus şudur: Türkiye bu süreçte yasal adım atarak Kürtlerle barışı mı tercih edecek, yoksa hızla gelişen ve yayılan dünya savaşında yangının kendisini sarmasını mı bekleyecek, tercih edecek. Felaket tellallığı değil bunlar. Ortadoğu'nun gerçeğidir. Türk devleti tarihi bir yol kavşağında. Tarihi bir karar vermek zorunda. Öyle görünüyor ki, bu süreçte ya Türkiye’ye barış gelecek ya da bölgede yaşananların kaçınılmaz sonucu olarak savaş Türkiye’nin kapısını çalacak. Eğer barış tercih edilecekse demokratik siyasetin önünü açacak yasalar zaman kaybetmeden uygulamaya konulmalı ve sürecin sağlıklı ilerlemesi için meclis bünyesinde siyasi çözümden yana olan tüm siyasi partilerin katılımıyla ortak komisyon kurularak süreç sağlam zemine oturtulmalı. Kürt, Türk; Türkiye’de yaşayan tüm halkların beklentisi bu yönde.

DEĞİŞİM-DÖNÜŞÜM VE DEMOKRATİK TOPLUM İNŞASI

Önder Apo, Türkiye ve Kürdistan’ı gerçek bir demokratik uluslar bahçesi haline getirmek istiyor. Yüz yıldır, belki de daha da uzun bir zamandır zarar görmüş olan kardeşlik hukukunu yeniden ve daha anlamlı bir şekilde tesis etmek için yoğun bir çaba gösteriyor. Yine toplumu bu şiddet sarmalından kurtararak daha özgür düşünen, kendisi için bir şeyler yapabilen yani irade haline gelen, herkesin kazandığı bir noktaya getirmeye çalışıyor. Bu anlamda hem Kürt halkındaki hem de Türkiye toplumundaki şimdiye kadar oluşan dogmaları, yanlış anlayış ve yaklaşımları bir bir yıkma çabasını sergiliyor. Bu nedenle sürecin temel dinamiği olan toplumun da barış ve demokrasinin inşası için daha aktif hale gelmesi gerekiyor.

Bunun bir yolu demokratik toplum inşasına yönelerek bir yandan toplumda zihniyet değişimini sağlamak olurken diğer yandan toplumun da bu süreçten kendisini sorumlu görmesi gerekiyor. Unutmayalım ki, sürecin temel garantisi yasa olduğu kadar yasadan daha önemli ve temel olan toplumun bu süreci anlaması, sahiplenmesi ve özne olmasıdır. O halde herkesin hayranlık ve şaşkınlıkla Önder Apo’daki toplumculuğu izlediği, dile getirdiği bir dönemde en büyük güç topluma dayanmak oluyor. Bu aynı zamanda sürecin de yegâne dayanağıdır. Toplumların iktidar elitlerinin savaşları altında can çekiştiği bir dönemde toplumsallığı savunmak ahlak ve vicdan sahibi herkesin üstleneceği onurlu bir görevdir.