Doğu: Faşizmin tek renkliliğine ‘HAYIR’ demeliyiz

PAJK Yönetim Üyesi Çiğdem Doğu: Yaşamımızı, gençlerimizi, kadınlarımızı yok eden bu sisteme karşı "Hayır" demeliyiz. Faşizmin tek renkliliği kırılacak, halkların ve kadınların çok renkliliği, özgürlükçü ve neşeli çeşitliliği kazanacaktır.

PAJK Yönetim Üyesi Çiğdem Doğu, ANF'nin sorularını yanıtladı.

16 Nisan’da Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da bir referandum olacak. Bu referanduma Erdoğan’ı iten sebepler nelerdir?

Her şeyden önce bir anayasal değişikliğe gitme ihtiyacı, sistem krizine işaret eder. 90 yıllık TC devleti, mevcut inkar ve imha politikalarına, faşist sömürgeciliğe dayanan karakteriyle artık iflas aşamasına geldi. Kırk yıldır Rêber APO ve PKK öncülüğünde yürütülen mücadele, TC devletini bir yol ayrımına getirdi. Devlet açısından bu yol ayrımında, Kürt halk iradesini, farklılığını kabul ederek ortak ve eşit bir yaşam birlikteliğini oluşturmak bir yol iken, klasik "tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek dil" güzergahı da diğer bir yol idi. Tabii ikinci yol çözümsüzlük çizgisinin devamı olurken, geçmiş faşist tecrübelerin, diktatörlük deneyimlerinin zirveleşmesi anlamına da geliyor. Ya da Türk devlet tarihinde açığa çıkmış tüm iktidar deneyimlerinin bileşkesi olarak da ifadelendirilebilir.

İşte Erdoğan TC devletinin çöküş aşamasının kurtarıcı faktörü olarak devrededir. Yani 20. yüzyılın Beyaz Türk faşizmi yenilip bu sürece cevap olamayınca, yedekte tutulan Erdoğan ile Yeşil Türk faşizmi devreye konuldu. İki binli yıllar sonrası Erdoğan’lı, AKP'li yaşanan süreç, yıkılan TC devletini ayakta tutma sürecidir. Yıkılan bir sistemi ayakta tutabilmek için faşizmi daha derinleştirmesi, yetkileri daha merkezileştirmesi lazım. Dikkat edilirse Cumhuriyet rejiminin temel ilkesi konumundaki "tek devlet, tek millet, tek bayrak ve tek dil" söylemini sonuna kadar sahiplenmektedir. Ama geldiğimiz aşamada bu tek'leri yaşatabilmek için aynı zamanda tek adam da olmak gerekiyor. Erdoğan ve ardındaki devlet sistemi, çökmekte olan devleti kurtarabilmek için faşizmi daha derinleştirerek anayasal ifadesini oluşturmaya çalışıyor. Bu nedenle 18 maddelik anayasal değişimi gündeme getirip bir referandum sürecini başlattılar.

Şimdi ciddi anlamda bir “Hayır” cephesi gelişti. Özellikle sayılı günler kala da gittikçe yoğunlaşıyor. Siz “Hayır”ın değişik toplumsal kesimlere bu denli yayılmasını nasıl yorumluyorsunuz?

 Aslında bu referandum sürecini, ulus-devletçi çizgi ile demokratik ulus çizgisinin bir çatışması olarak da nitelendirebiliriz. "Hayır" cephesi tek bir kesimi ifade etmiyor, bu cephenin içinde çok değişik kesimler, birbirleri ile zıt konumda olan kesimler de mevcut. Farklılıkların, hatta zıtlıkların bir arada olduğu geniş bir cephe söz konusu. Bunlar örgütlenmiş bir araya gelmiş bir cephe değildir, ancak tutumlarını "Hayır" olarak belirleyerek aynı cephede durmaktadırlar. Belirttiğiniz gibi her geçen gün de bu cephe genişlemektedir. Üstelik de tüm eşitsiz propaganda, anlatım koşullarına rağmen, genişlemektedir. Devletin bütün olanakları, medyası "evet" için seferber edilirken, "Hayır"cılar da kendi dar, kıt olanakları ile devlete, orduya, polise, işkenceye, tutuklamaya, linçe rağmen çalışmalarını yürütmüşlerdir.

İşte bunun büyük bir anlamı vardır. Özellikle de HDP'nin eşbaşkanları, bazı milletvekilleri, belediye eşbaşkanları, binlerce üyesi tutuklu iken, yine Kürt halkı şehirlerde, köylerde, dağlarda büyük bir ezme operasyonunu yaşamış ve yaşamaya devam ediyorken, Türkiye'de her türlü demokratik muhalefet, aykırı sesler şiddetle susturulmaya çalışılır iken, "Hayır" cephesinin genişlemesi, çok manidardır. Özellikle de kadınlar ve gençler, o güçlü hisleri ile geleceğimizin karartılmasına karşı güçlü bir duruş içindedir. 8 Mart kadınların, Newroz ise Kürt halkının "Hayır" kararlaşmasının görkemli bir biçimde ortaya konulması oldu. Son günlerine yaklaştığımız bugünlerde de değişik kesimlerin katkısı ve katılımıyla bu cephe daha da büyüyor.

Şüphesiz bu cephe içinde farklılıklar ve hatta zıt pozisyonda olanlar da var. Ancak bu referandum süreci bize gösterdi ki, farklılıkların bir araya gelmesi halkların gücünü büyütüyor, faşizme karşı daha güçlü bir pozisyon açığa çıkartıyor. Tek Adam'a karşı halkların ve kadınların birleşik gücünü, ortak komünal gücünü açığa çıkarmak, bunun bilincinin giderek gelişmesi, bu sürecin en önemli kazanımlarındandır. Tek adamcılık çürüyüp biten ulus-devlet faşizminin yeni anayasal ifadesi olurken, "Hayır" diyen farklılıklar ise demokratik ulus sisteminin çimentosu gibidir. "Hayır"cılar büyük bir neşeyle, doğallıkla, kendi içinden gelen dinamikle ve olanaksızlıklara rağmen büyük bir özveriyle ve özgüçle kampanyasını yürütüyor. Zulme, faşizme, yoksulluğa, ahlaksızlığa, yalancılığa karşı halkların ve kadınların onurlu duruşu olarak "hayır" cephesi büyüyor. Bunun böyle de bir anlamı vardır.   

Kadınlar başta olmak üzere, tüm kesimlere “hayır”a ilişkin çağrınızı alabilir miyiz?

Zaman olsaydı da AKP hükümeti boyunca kadınların, işçilerin, yoksulların, işsizlerin, çocukların, Kürtlerin ve diğer farklılıkların başlarına neler geldiğini geniş geniş ortaya koyabilseydik. TC tarihinin en dibe vurmuş yönetim ve yaşam gerçeği ile daha doğrusu enkazı ile karşı karşıya bırakıldık. Bu enkazı bize başarı diye, ahlak diye, yaşam diye yutturmaya çalışıyor AKP hükümeti. Yalan artık bir dil olmuş, küfür bir yaşam biçimi olmuş, gerilim ve sürekli savaş yaşamın doğal bir haline dönüştürülmüş, kabadayıca erkeklik gösterisi neredeyse bir güzellik ölçüsü olmuş. Bu sistem bize sadece ve sadece ölüm, işkence, tutsaklık, işsizlik, yoksulluk, ahlaksızlık, katliam, her farklılık açısından inkar ve imha getiriyor. Yaşamımızı, gençlerimizi, kadınlarımızı elimizden çalan, birer birer yok eden bu sisteme karşı "Hayır" demeliyiz, reddetmeliyiz. Referandum günü "Hayır" demek, her "Hayır" oyunun faşizme karşı bir duruş ve geleceğimizi inşa etmede bir adım olduğunu işleyerek çevremizdekileri teşvik etmek, bununla da yetinmeyerek iktidarın hilelerine karşı oylarımıza sonuna kadar sahip çıkmak gerekir. Bu referandumda herkes kendi renginde "Hayır"ı giyinmeli, faşizmin ve kabadayı milliyetçiliğin kara rengini tarihin çöp sepetine gömmelidir.     

Referandum sonucu evet ya da hayır çıksa dahi bir kırılma eşiği olacak deniliyor. Bu kırılmadan kasıt ne? Siz Türkiye’nin geleceği açısından böyle bir değerlendirmeye katılıyor musunuz?

Başta da belirttiğimiz gibi, sistem bir kırılma sürecini yaşıyor. Anayasa değişimi ve referandum bir kurtarma operasyonu olarak gündeme geldi. Günümüzde artık eski ulus devlet argümanlarıyla, faşist yöntemlerle süreci yönetmek mümkün değil. Kırılma buradadır. Öyle sadece AKP ile falan da sınırlı değildir. Bu, sistemseldir. Kürtler, Ermeniler, farklı halk kimliklerini eskisi gibi inkar ve imha ederek yönetemezsiniz, bilinçlenen kadınları eskisi gibi iradesizleştiremezsiniz, işçileri, köylüleri, esnafları ve değişik bir çok kesimi eskisi gibi ele alamazsınız. Cin şişeden çıkmıştır. Aslında bu anayasa değişikliği diye önümüze konulan, cini tekrar şişeye yerleştirme çabasıdır. Bizler "Hayır" diyerek cinin şişeye girmeyeceğini söyleyeceğiz. Bu bir adımdır, referandum sonrasında asıl önemli olan nasıl yaşayacağız, nasıl bir yönetim sistemi olmalı, halklar nasıl bir arada ortak, eşit ve özgür yaşayacak, kadınlar eşit ve özgür nasıl yaşayacak, bu sorulara cevap oluşturulması lazımdır. Doksan yıllık eski anayasa ve Beyaz Türk rejimi bir çözüm olmadı, AKP ile gündeme getirilen Yeşil rejim de kesinlikle bir çözüm olmadığını çok net ortaya koydu. İşte bu her ikisine de alternatif, halklara ve kadınlara yakışan onurlu ve özgür bir yaşam-yönetim sistemini inşa etmemiz lazım. Bu nedenle referandum sonrasında bu durum, çözülmeyi bekleyen bir durum olarak devam edeceği için mücadele devam edecektir. Faşizmin tek renkliliği kırılacak, halkların ve kadınların çok renkliliği, özgürlükçü ve neşeli çeşitliliği kazanacaktır. 

AKP’ye yakın bazı Kürtlerin halkı ya boykot ya da evet’e ikna etmeye çalıştıkları artık aşikar. Bunda KDP’nin de önemli bir rol oynadığı da sır değil. Evet’in çıkması KDP’ye nasıl yansıyacak?

KDP ne acıdır ki AKP'yi şu an ayakta tutan temel faktörlerden biri konumunda. AKP'den KDP'yi çıkarın, geriye çok fazla bir şey kalmaz. Tahmin edilen, bilinen ekonomik, siyasi ve askeri bazı anlaşmaları var, ama detaylar çok bilinmiyor. İkisi de ayakta kalmak için birbirine yaslanmış durumda. Biri geriye çekilse diğeri düşecek, pozisyon biraz böyle. Uzun zamana dayalı işbirlikçi siyaset tarzı, aynı zamanda mahkumiyeti getirmiştir. Yani belki kısa vadeli küçük çaplı parasal bazı getirileri olabilir ancak ciddi bir kazanç ortada yoktur. Hatta son olarak Kürdistan'ın bağımsızlığı tartışmaları, Kerkük'te Bölgesel Kürt Yönetimi'nin bayrağının asılması karşısındaki Türk devletinin o aşağılayıcı tutumları, gerçek niyetin ve yaklaşımın ne olduğunu çok net göstermektedir. Türk devleti güncel çıkarlar için AKP'yi Kürtlere karşı kullanmaya çalışıyor, kendi sınırları içinde hareket ettiği müddetçe sorun yok ancak sınırları dışına çıkmaya başladığını gördüğünde asıl yüzünü açığa çıkarmaktadır. Sözde bağımsızlığını ilan edecek bir güce "indir o bayrağı" diye hitap edilmesi, daha da kötüsü muhatabı olan KDP'nin buna ciddi bir yanıt verememesi, çok traji-komik bir durum doğrusu. Var olan kişiliksiz, kimliksiz, işbirlikçi siyaset tarzının sonucu olarak bu gelişmiştir. Burada KDP'nin bunu görüp hızla bu tarzı bırakması gerekir. Türk sömürgeciliğiyle, soykırım politikalarının temel yürütücü gücü ile işbirliğine girmek demek, kendi sonunu da getirmek demektir.

Sorduğunuz soru açısından belirtirsek, KDP neden referandumda Kürtler'den evet oyu çıksın diye çalışıyor? Nasıl bir çıkarı var? Bir Kürt partisi olarak hiçbir çıkarı yoktur. Bu nettir. Ama mali olarak para desteği alsın, aşiret olarak, aile olarak biraz daha zengin olsun, evet bu boyutta bir çıkarları vardır. Bir ulusun genel çıkarlarını, geleceğini, aile, aşiret çıkarlarına, zenginliğine kurban etme pratiği vardır. Başka da bir şey yoktur. AKP'nin bir geleceği yoktur, KDP bunu bir an önce anlamalı, AKP'ye dayanmamalı ve AKP'nin dayandığı baston olmamalıdır. Asıl kendi ulusundan, halkından güç almalıdır, birliği burada yaratmayı esas almalıdır. Her şeyden önce gelen, parçalanmış Kürt ulusal birliğini yaratmak, demokratik ulusal birliği geliştirmektir. Sömürgecilikten bir şey beklemeden kendi öz dinamikleri ile hareket etmek, birlikteliği yaratmaktır.    

HALKIMIZ HER YERDE ZİNDAN DİRENİŞİNE SAHİP ÇIKMALI

Bildiğiniz üzere 15 Şubat’tan bu yana Türkiye cezaevlerindeki PKK ve PAJK’lı tutsaklar bir açlık grevi direnişi sürdürüyor. Tutsakların bu direnişini sahiplenmek açısından Türkiye, Kürdistan ve Avrupa’da da eylemler düzenleniyor. Bu eylemler yeterli mi?

Öncelikle zindanlarda açlık grevleriyle direnen tüm yoldaşları selamlıyor, başarıya ulaşmak için tüm yüreğimizle ve varlığımızla yanlarında olduğumuzu bilmeleri gerektiğini belirtmek istiyorum. Zindan direnişi bizim mücadelemizde var olma, özgürlük bilinciyle var olma anlamına geldi. Mazlumların, Ferhatların, Kemal ve Hayrilerin, Saraların zindan direnişleri bize bu hakikati öğretti. PKK ve PAJK da zaten bu geleneğin partileridir. Şimdi bu geleneği başta İmralı'da tutsak olan Rêber APO olmak üzere, tutsak yoldaşlarımız büyük bir özveri ile devam ettiriyorlar.

Bu direnişi çok yönlü bir mücadele gücü ile karşılamak önemlidir. Birçok yerde halkımız bu direnişi sahiplenme eylemleri gerçekleştiriyor. Yürüyüşlerden tutalım açlık grevlerine kadar birçok eylem yapılıyor. Seksen yaşından gençlere kadar, kadınlı erkekli değişik kesimlerden oluşan bir direniş süreci dışarıda da oluşmuş durumda. Bu çok önemlidir şüphesiz. Ancak yeterli mi diye sorarsanız, açlık grevinin kritik aşamaya geldiği şu günlerde yeterlidir demek mümkün olmaz.

Tutsaklar ölüm sınırında. Ölümlerin olmaması için ne yapılmalı?

Ölümlerin yaşanmaması için, zindan direnişçilerinin siyasi ve güncel taleplerinin yerini bulması için daha üst düzeyde bir mücadele dinamizmi yaratmak, TC devleti üzerinde büyük bir baskı oluşturmak çok önemlidir. Bunun için de aktif-pasif bir çok eylem biçimini iç içe geçirerek uygulamak gerekir. Duyarlılık yaratmak için propagandayı daha yoğunlaştırmalıyız. Yine bazı hukuk-adalet kurumlarını duyarlı aktif hale getirmek için baskı uygulanmalıdır. Gerekirse bazı yerler işgal edilmeli, tutsakların sesi olunmalı ve onların sesi tüm dünyaya duyurulmalıdır. Özgürlük tutsakları bizim onurumuzdur, vicdanımızdır, varlığımızdır. Ne yapıp edip herkes kendi cephesinden büyük çaba sahibi olmalıdır. Unutmamalıyız ki zindan direnişlerinin başarısının önemli bir halkası da dışarıdan yürütülen mücadele ve destektir. Bu nedenle elimizden geleni, hatta ötesini yapmalı ve başarıyı yaratmalıyız.   

Türk devleti, açlık grevleri ölüm sınırına ulaşırken halen “üç maymunu” oynuyor. Uluslararası baskıları arttırmak için neler yapmak gerekiyor?

Amed zindan pratiği gözler önünde olan, Cizre, Nusaybin, Sur pratikleri daha belleklerde taze olan bir devlet gerçeği ile karşı karşıyayız. Bu devlet için en iyi Kürt, ölü Kürt'tür. Bu anlamda devletten duyarlı ve sorumlu bir tutum beklemek şaşırtıcı olurdu. Zindan direnişi, halkın sahiplendiği bir direniş düzeyine gelmeli ve ülke içinde-dışında büyük bir baskı unsuru oluşturmalı ki bu devlet bazı adımlar atsın. Bu nedenle zindan dışından destek oluşturmak, bu desteği her geçen gün büyütmek önem arz ediyor.

CPT VE ULUSLARARASI KURUMLAR ACİLEN HEYET GÖNDERMELİ, TÜRK DEVLETİNE BASKI YAPMALI

CPT ya da uluslararası kurumların ciddi anlamda bir duyarsızlığı söz konusu. Bu kesimlere çağrınız nedir?

Duyarsızlık, Kürt soykırımı etrafında oluşan uzlaşmadan kaynaklıdır. Türk devleti gibi uluslararası kurum ve kuruluşlar da benzer yaklaşımları sergiliyorlar. Bu kurumların kendi kuruluş gerekçelerine uygun harekete geçmeleri için, biraz önce de güçlü bir halk direnişi geliştirmek şarttır. Soykırım duvarını aşabilmek için sadece zindandaki yoldaşlarımızın direnişi yeterli olmaz, bu direnişi zindan dışındaki halk direnişiyle birleştirmek, yaygınlaştırmak ve çeşitli eylem tarzlarıyla zenginleştirmek gerekmektedir. Sürekli dilekçeler yazmak, oturma eylemleri, işgal eylemleri yapmak, özellikle de Avrupa'da bunları yapmak önemlidir.

Tabii esas olan, bütün bunlara gerek olmadan bu kurumların görevlerinin gereğini yaparak duyarlı olmaları, bir heyet oluşturarak başta İmralı olmak üzere Türkiye zindanlarını incelemeye göndermeleri, tutsaklarla görüşme yapmaları, onları dinlemeleri, genel anlamda Kürt sorununu gören ve bu doğrultuda sorumlu hareket eden bir yaklaşım sahibi olmalarıdır. Bu biçimiyle Türk devleti üzerinde baskı oluşturarak sorunun çözümünde rol oynamalarıdır.