Söz nereden doðru kurulur, ya da nereden doðru kurulmalıdır. Yaşadıklarımız bizlere bir kere daha bunun üzerinde düşünme gereðini gösterdi. Bu aslında hayata dair bir duruşa da işaret etmektedir. Sözümüzü söylerken hayata dair/hayatın içinden toplumsal meseleler, sokak- mi kuruyoruz, yoksa edindiðimiz kimi dogma yıðını içinden doðru mu kurmaya çalışıyoruz. Ya da aslında teori kurmanın kendisi lanetli bir şeydir demek daha mı anlamlı olacak diye de düşünmüyor deðilim. Teori kurmak amaç olmamalı, hayata dair söz geliştirme esas olmalı. Buradan doðru kurulacak söz/eylem birlikteliði muhtemeldir başkalarını anlamak, hayata doðru nasıl durduklarını görmek, birlikte mücadele etmek yani özgürleşmek için daha anlamlı olabilir.
Kürtler, devletin bütün ırkçı/militer politikaları karşısında bu coðrafyada insanlıða dair ne edindilerse ve ellerinde/yüreklerinde ne varsa onu korumanın, yeni özgürlük alanları oluşturmanın mücadelesini vererek başka bir tarih yazıyorlar. Kemalist/militer egemenlerin şiddet, katliam, soykırım ile bir yüzyıldır inatla kurmaya çalıştıkları tarih dışında başka başka bir tarih yazarken geçmiş bütün iktidarların olduðu gibi bugün de AKP/devletin büyük öfkesini üzerlerine çekiyorlar. Kürtler özellikle de son üç yıldır sokakları kendi yaşam alanları olarak gördüler. Zira sonu gelmeyen devlet zulmüne karşı evlerine çekilmeye vakitleri olmadı hiç. Bu halk yıllardır ya mahkeme, ya cezaevi ya da morg kapılarında elinden gelen bütün direnci ile mücadelesini sürdürüyor. Kendisi için öngördüðü politik kimliði, örgütleri, kurumları, partileri ile bu mücadeleyi sürdürürken diðer yandan bütün halklardan/onların sisteme muhalif bütün dinamikleri ile yan yana durmaya da büyük bir özen gösteriyor.
Devletin zorba politikalarına karşı mücadele yürütürken zaman zaman kendisini de zora sokan pratikler sergileyebiliyor. Ancak bir konuda çok net, o da sürekli bir mücadele ile bu zulme asla boyun eðmeyeceðidir. Bu direncini de kendisinin özellikle de son otuz yıllık mücadele tarihinde alıyor. Anti-otoriter, anti-militarist, anarşist bir perspektiften bakmak bir yerde bu otuz yılı da pek görmemek anlamında geldi. Zira devlet zoruna karşı örgütlenen başka bir zordu. Büyük devlet zulmüne/şiddete karşı şiddet temelli bir örgütlenmeden kaynaklı devlet yapıları ile eş görüldüler. Oysa bütün o hiyerarşik yapı/örgütlere raðmen çocukların ve kadınların bütün bu politik sürecin özneleri olduðu gerçeðini görmemize engel olmamalıdır. Öte yandan yerinden/yerel yönetim, yatay örgütlenme, kadın mücadelesi, komün deneyimleri ile başka mücadele alanlarına da işaret eden gene bu yapılardır.
Bütün bunları görmek, anlamak için büyük teoriler kumaya gerek yoktur. Kaldı teorinin kendisi zaman zaman hayatı anlamanın önünde en büyük engellerden biri de olabiliyor. Onun için sokaklara bakmak yeterlidir, daha bir kaç gün önce cezaevlerinde yaşanan süresiz açlık grevlerinden dolayı Amedden Gazi Mahallesine, Ok Meydanından Hakkariye, Nusaybine, Batmana eylem koyan, söz geliştiren bu kadınlar ve çocuklar oldu. Devletin zulmüne karşı mücadele yürüten bu çocukları ve kadınları görmemek için bu ülkede biz anti-militarist ve de anarşistler olduðumuz için şiddetin her türüne karşıyız sözü bariyer gibi durmaktadır. Anlamak için yan yana durmak gerekiyor. Ancak kendi atıl hayatları içinde zaman zaman görünüp bir kaç söz söyleyen, sonra da her şey normalmiş hayatlarına devam edenlerin anlayabilecekleri bir şey deðildir elbette.
Çeşitli muhalif yapı ve de partilerde bu süreçlerde Kürtlerin yanında olmak için bir çaba içinde oldular. Ancak bu yanında olma hali destekçi olmanın ötesine geçmedi. Bu noktada destekçi olmak deðil, doðrudan içinde olmak gerekirdi. Destek için eylemde olmak, destek için sokakta olmak, destek için söz geliştirmek. Destek için hareket edenler kendi evlerine döndüklerinde Kürtler için yaşam deðişmedi.
Oysa Kürt çocukları ve de kadınlarının talepleri, Kürt politik hareketlerinin talepleri bütün bir insanlıðın talepleridir; biz kendi haytalarımız üzerindeki zulmün bitmesini istiyoruz diyor ve bunun için mücadele ediyorlar. Bu zulme karşı geliştirdikleri mücadele yöntem ve de taktiklerini tartışmak başka bir şey; savaşın her türüne karşıyız basitliðine düşerek görmezden gelmek çok başka bir şeydir. Elbette anarşist felsefeler arasında hatırı sayılır bir çeşitlilik vardır. Şiddetin anarşizmdeki yeri, ne tür bir ekonomik sistemin olması gerektiði, çevre ve endüstriyalizm hakkında sorular ve diðer hareketlerde anarşistlerin rolleri gibi farklı alanlarda çeşitli görüşler bulunmaktadır. Bu tartışmalarda görüşleri de bireyselleştirmeden, seviyeyi koruyarak yapmak gerekir.
Çünkü hiç de kolay olamayan süreçlerin içinde çıkmaya çalışıyoruz: cezaevlerinde binlerce Kürt siyasi tutsak açlık grevinde/ölüm orucundaydı. Ýçerisi ve dışarısı ile tıkanan barış sürecinin/müzakerelerin önünü açmak için bedenlerini orta yere koydular. Beden üzerinde son yıllarda daha çok konuşur olduk, özellikle de kadın bedeni üzerinde yaşanan tartışmalardan biliyoruz. Kadınlar, bedenim benimdir diyerek benden üzerinde kültürel ve de siyasal bir mücadele alanı oluşturdular. Açlık grevlerine giren siyasi tutsaklar da benzer bir süreç geliştirdiler. Eylem yöntemi olarak doðru/yanlış bulmak başka bir şeydir, kendi bedenini dışarıya karşı hiçbir zarar vermeden yok etme kararı, güçlü olanın, muktedir olanın yöntemlerini zayıflatıp işe yaramaz bir hale getirir. Çünkü artık siyaset konuşulurken vicdan da konuşulmaya başlar.
Kürt siyasi tutsakların neden açlık grevlerine girdiklerini anlamak için ne yaşadıklarını yakından bilmek gerekiyor. Uzak olma halleri; savaşın her türü, şiddetin her türü, hiyerarşik mücadelenin her türü bariyerleri ile de anlamak mümkün deðildir. Durduðun yerden kurduðun teorilerinden çıkıp sokaklara inmen gerekecek nelerin yaşandıðını öðrenmek için; bugün cezaevlerini dolduran siyasi tutukluların tamamı bitmeyen savaşın esirleri. Anadillerinde savunma hakları yok. Mahkemelerde itilip kakılıyor, azarlanıyorlar. Dava dosyaları hukuk skandalı. Anlatıldı, yüzlerce kere yazıldı. Ama bir şey deðişmedi. Açlık grevleri tercih ettikleri bir mücadele yöntemi deðil dışarısı egemen/militer sisteme karşı mücadele etmede yetersiz kaldıðı için yaptıkları açlık grevleri ile kabul etsek de etmesek de kendilerini bir bütün olarak büyük zulmün işareti kıldılar.
Bütün bunlar yaşanırken bir grup anarşist insan ise açlık grevleri karşısında eylemde olan, tutsakların taleplerini çaðıran, insanları tavır almaya çaðıranlar için devlet/Tayip Erdoðana yakın bir dil kurarak; başkasının ölümü çekiyor sizi! söylemi ile sürece karşı cevaplarını vermiş oldular. Açlık grevlerinde olan her bireyi adeta nesneleştirerek örgüt kararı ile açlık grevindeler demek neyi açıklar. Elbette hiyerarşik bir yapı/örgüt var, işleyiş biçimine dair de çok şey söylemek mümkün. Ve elbette bu halk kendisi için örgütümdür, partimdir, önderimdir dediði bir gerçekten konuşuyor. Ancak bu hiyerarşik yapı bir halk hareketinin de kendisidir. Kürtler bir halk olarak bu yapı içinde mücadelelerini yürütüyorlar. Şimdi de açlık grevlerinin büyük acılar yaşanmadan bitmesine sevinmek yerine biz dememiş miydik diyerek sözde kalmaktan ısrarlarını sürdürüyorlar. Ýnsan hayatı karşısında o kuru teorilerinizin hiç bir anlamı yoktur.
Bu ülkede ben anarşistim, savaş karşıtıyım diyenler öncelikle savaşın devam ettiði şu 30 yılda dönüp neler yaptıklarına bakmalılar. Vicdani retçiyim, askere gitmiyorum, savaşın insan kaynaðını kurutuyorum demeler yetmiyor. Sokakları ırkçı hezeyanlar ile dolu bir ülkede yaşıyorsak, bir köyünde 34 insan bedeni yerde yatarken diðer yandan birileri havai fişekler ile yılbaşı kutlamaları yapıyorlarsa bu ülkenin anarşistleri, savaş karşıtları o kadar söz yapacaklarına dönüp de yapmadıklarının ne olduðunu anlamaya çalışmalılar. Bu ülkenin anarşistleri bu topraklarda yaşayan bütün halklara özür borçlular. Çıkıp önce özür dilemeli ve özeleştirilerini vermeli Kürt kadın ve çocuklarına. Savaşa karşı mücadelenin bütün yükünü bu insanlara bırakıp sıcak köşelerinde bolca teori kurdukları için.
*Ercan Aktaş-Vicdani redçi