2017: Savaşlar, krizler ve afetler eksik olmadı

2017 yılı da başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada çatışma ve savaşlar; doğal ve insan kaynaklı felaketler; siyasi ve insani krizlerle geçti.

2017 yılında birçok ülkede yönetimler değişti, savaşlarda müttefikler saf değiştirdi; bir kriz bitmeden bir diğeri başladı; iklim ve çevre konularında ise umutlar yine ertelendi:

KATALONYA’NIN İSPANYA DARBESİNE KARŞI YENİDEN DİRİLİŞ YILI OLDU

2017 son yıllarda İspanya’dan bağımsızlığını ilan etmek için çabalayan Katalonya için de oldukça yoğun geçti. 2014 yılındaki referandumun yasaklanması ardından 2015 seçimlerinde yeniden bölgesel hükümeti kuran bağımsızlık yanlıları, bu yıl içerisinde özellikle merkezi bütçe gelirlerinden Katalonya’ya aktarılan payın arttırılması için çabaladılar.

Ancak Başbakan Mariano Rajoy’un katı tutumuna karşı Katalonya Bölge Başkanı Carles Puigdemont’un da iradesiyle 1 Ekim’de yeniden referandum kararı alındı. İspanya Anayasa Mahkemesi’nin derhal yasakladığı bu referandum, İspanya’nın Franco diktatörlüğü sonrasındaki en ağır baskılarının yaşanmasına neden oldu. On binlerce polis eliyle binlerce sandık ve milyonlarca oy pusulasına el koyduran İspanya hükümeti, referandumun yapılmasını kısmen engelleyebildi.

1 Ekim referandumunda yüzde 90 oranındaki ‘evet’ oyunun ardından 27 Ekim’de Katalonya Bölge Parlamentosu tarafından bağımsızlık ilan edildi. Buna karşın anayasanın 155’nci maddesini devreye sokan İspanya, bölgesel kurumları ve parlamentoyu feshetti ve 21 Aralık’ta yeni seçim kararı aldırdı.

İspanya’nın bu darbeci kararına karşın seçimlere katılma kararı alan bağımsızlık yanlısı partiler, Rajoy’un hayallerini yerle bir ederek tekrar çoğunluğu yakaladılar. Seçimlerde 135 sandalyenin 70’ini bağımsızlık yanlısı Junts per Catalunya, ERC-Cat ve CUP adlı oluşumlar alırken, İspanya ile kalınmasını kesin olarak savunan partiler ise 57 sandalyede kaldılar.

2017 yılı Katalonya açısından oldukça zorlu geçse de, Rajoy’un darbesine rağmen 21 Aralık seçimlerinden tekrar güçlü bir biçimde çıkmayı başaran Katalan partileri, 2018’e pozisyonlarını daha da güçlendirmiş olarak girecekler.

KUDÜS KRİZİ

2017’nin son ayındaki en beklenmedik gelişme ise, Kudüs’ün ABD Başkanı Donald Trump tarafından İsrail’in başkenti olarak tanınması oldu.

6 Aralık’ta Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan Trump, 1995’te Kongre tarafından alınan bu yönlü bir yasayı yürürlüğe koyacağını duyurdu. Trump, ayrıca Tel-Aviv’deki büyükelçiliğin de Kudüs’e taşınması için talimat verdi.

Kudüs kararı neredeyse önde gelen tüm dünya ülkeleri tarafından yersiz ve ABD’nin ‘arabulucu rolüne ters’ olarak nitelendirilirken, Filistin’de de yeniden intifadanın başlatılacağı yönünde açıklamalar yapıldı. Hamas, bu yönlü kararını duyursa da, olayların şiddeti daha önceki intifadalardan düşük kaldı.

Zaten Kudüs kararını iç siyaset için kullanan AKP iktidarının sadece bazı İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) üyeleriyle duyurduğu bir karar tasarısı dahi İsrail’e karşı söylemlerin sahteliğinin ortaya çıkmasına yol açmıştı. İİT’nin tüm dünya ülkelerini Doğu Kudüs’ü Filistin’in başkenti olarak tanıması çağrısını Türk Dışişleri Bakanlığı kendi sayfasında “Doğu Kudüs’ü Filistin’in başkenti olarak tanıyoruz” şeklinde vermişti. Suudi Arabistan ve Mısır gibi ülkelerin de Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul’daki İİT şovuna katılmamaları da, Filistin halkının ülkelerin sadece bir iç propaganda malzemesi olarak kullanıldığını göstermişti.

Buna rağmen BM’de yapılan bir oylamada 128 ülke, Trump’ın kararını geri çekmesi ve Kudüs’ün statüsünün müzakerelerle belirlenmesini isteyen bir tasarıyı kabul etti. Tasarıya ABD ve İsrail’in dışında karşı çıkan diğer 7 devlet arasında hiçbir büyük devlet yoktu.

YEMEN’DE İTTİFAKLARIN DEĞİŞTİĞİ, YIKIMIN AĞIRLAŞTIĞI YIL OLDU

Yemen’de 2014 yılı yazında başlayan ve 2015’te Suudi Arabistan öncülüğündeki Arap Koalisyonu ülkelerinin de dahil olduğu iç savaş, bu yıl içinden daha da çıkılmaz bir hale geldi. 26 milyonluk ülkede nüfusun yarısı insani yardıma muhtaç halde yaşama tutunmaya çalışırken, 1 milyona yakın kişi de kolera salgınına yakalandı.

Yemen’de Şii Husiler ile ittifak yaptıkları eski Devlet Başkanı Ali Abdullah Saleh öncülüğündeki güçlere karşı savaşan Devlet Başkanı Mansur Hadi’ye bağlı güçlere ise Suudiler öncülüğündeki koalisyonun hava saldırılarıyla desteği devam etti. Ancak savaşı oldukça farklı bir boyuta eviren gelişme ise, bu yılın Aralık başında yaşandı. Suudilerle uzlaşma seçeneğini gündeme getiren Ali Abdullah Saleh’e bağlı güçler ile Husiler arasında çatışma çıkarken, Husiler, 4 Aralık günü bir baskınla Saleh’i öldürdüklerini duyurdular.

Saleh’in öldürülmesi ardından ittifak dengesi Arap Koalisyonu destekli Mansur Hadi lehine değişse bile, Husiler Kasım ayından bu yana Suudi Arabistan’a birkaç kez füze fırlatmışlardı.

İRAN-SUUDİ GERGİNLİĞİ

Yemen’deki savaş aynı zamanda Suudi Arabistan ile İran arasındaki güç savaşının en önemli ayaklarından birini oluşturuyor. Şii Husi milisleri tarafından Suudi Arabistan’a fırlatılan füzeler, askeri anlamda dengenin oluştuğu Yemen iç savaşında hem İran desteğinin etkili olduğunu hem de savaşın artık Suudi topraklarına da yayılma riskinin var olduğunu göstermişti.

Hem rakamsal hem de oransal olarak Şiilerin yaşadığı en büyük ülke olan İran ile ‘İslam’ın doğduğu topraklar’ olması itibariyle öncü olma iddiasındaki Suudi Arabistan arasındaki gerginlik bu yıl Yemen’in yanı sıra Suriye ve Irak’ta değişen dengeler nedeniyle devam etti. Irak ve Suriye’de DAİŞ çetelerinin İran desteğiyle yenilmesi, 2016 sonunda Halep’in cihatçı gruplardan temizlenmesi gibi gelişmeler Tahran yönetiminin etkinliğinin arttığını gösteriyordu.

Suriye ve Irak’ta DAİŞ’in kaybetmesi ve Yemen’de Şii Husilerin 3 yıla yakın Suudi müdahalesine rağmen geriletilememeleri de İran’ın etkinlik savaşında avantajlı konuma geçtiği şeklinde görülüyor. Suudiler buna karşın özellikle Kasım ayından sonra ABD ile birlikte İran’ın Yemen’deki milisleri silahlandırdığına dair belgeleri sunmaya başladılar. Ancak İran halen bu iddiaları reddediyor.

Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin Kasım başında Suudi Arabistan’da bulunduğu bir esnada ülkesindeki Hizbullah etkisini gerekçe göstererek istifa etmesi de iki ülke arasındaki gerginliğin arttığı bir döneme denk gelmişti. Ancak daha sonra yapılan birçok yorum ve değerlendirmede, Hariri’nin Şii Hizbullah örgütünün Lübnan’da artan etkisini kırmak amacıyla Suudiler tarafından istifa ettirildiği savunuluyordu.

Öte yandan Suudilerin yeni Veliaht Prensi Muhammed bin Salman’ın etkisini arttırmaya başladığı bir dönemde artan gerginlikte İsrail ile ABD Başkanı Donald Trump’ın İran karşıtlığı da etkili oldu. Barack Obama tarafından imzalanan 2015’teki nükleer anlaşması ardından uluslararası yaptırımlar kaldırılırken, buna karşı çıkan ülkelerin başında İsrail’in yanında Suudi Arabistan bulunuyordu. Suudiler, İran’ın nükleer silah üreteceğinden ve bölgedeki etkinliğini daha da arttıracağından endişe ediyorlar.

KÜRTSÜZ ÇÖZÜM ARAYIŞLARI SURİYE’YE BU YIL DA ÇÖZÜM GETİRMEDİ

2017 yılı aynı zamanda Suriye’de değişen askeri denge sonrasında kurulacak yeni düzeni oluşturmaya yönelik çabalara da tanıklık etti. Rusya, İran ve Türkiye’nin daha fazla etkinlik elde etmek için başlattıkları Astana görüşmelerinde tek önemli sonuç olarak bazı ‘çatışmasızlık bölgeleri’ oluşturulması çıkarken, Rusya’nın Soçi’de düzenlediği Kasım ayındaki zirveden de kayda değer bir sonuç çıkmadı.

Bu yıl yine BM tarafından 2012-2016 arasında 3 kez düzenlenen Cenevre görüşmelerine bu yıl 5 tane daha eklendi. Ancak Suriye sorununun çözümüne yönelik demokratik sistemi pratikte hayata geçiren Rojava’sız yapılan ve gerçekten kimi temsil ettiği bilinmeyenlerin yer aldığı önceki görüşmeler gibi bu görüşmeler de başarısız oldu. BM Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura da, halen sorunu Kürtler başta olmak üzere demokratik sistemden yana olan halkların temsilcileri olmadan çözüm aramaya devam ediyor.

DOĞAL VE İNSAN KAYNAKLI AFETLER 11 BİNİ AŞKIN CAN ALDI

Dünya üzerinde 2017’de doğal veya insan kaynaklı afetler en az 11 bin kişinin yaşamına mal olurken, yüz milyarlarca dolarlık da maddi zarar oluştu.

Neredeyse her yıl olduğu gibi Hindistan, Bangladeş, Tayland ve Pakistan başta olmak üzere Asya ülkelerindeki yağmurlar sonucu binlerce kişi hayatını kaybetti. Bu yıl küresel ısınmanın da etkisiyle okyanuslardaki hava fenomenlerinin tetiklediği çok sayıda kasırga Karayipler ve ABD kıyılarını vurdu. Harvey, Irma ve Maria kasırgaları birçok ada ülkesinde ağır tahribatlara yol açarken, ABD’nin Kaliforniya ile diğer birçok eyaletinde kuraklıklar nedeniyle veya insan eliyle çıkan yangınlar milyonlarca hektar ormanlık alanı yok etti.

Bu yıl içerisinde meydana gelen onlarca deprem de binlerce kişinin yaşamını yitirmesine neden oldu. 7 Eylül’de Meksika’nın Chiapas eyaletindeki 8,2 şiddetindeki depremde 100 civarında kişi yaşamını yitirirken, 12 Kasım’da Doğu ve Güney Kürdistan sınırındaki depremde ise 600’ün üzerinde kişi hayatını kaybetti.

Swiss Re adlı bir sigorta şirketinin tahminlerine göre, 2017 yılında dünya genelinde meydana gelen doğal veya insan kaynaklı felaketler 306 milyar dolar maddi hasara yol açtı.

SALDIRI VE KATLİAMLARIN ARKASI KESİLMEDİ

2017 yılında çoğunluğu DAİŞ ile El Kaide bağlantılı çete grupları tarafından düzenlenen saldırıların da ardı arkası kesilmedi. Binlerce insanın yaşamını yitirdiği saldırıların neredeyse tümünü radikal İslamcılar üstlendi.

Yılbaşı gecesi İstanbul’daki Reina adlı gece kulübüne Özbek asıllı DAİŞ çetesi Abdulkadir Maşapirov tarafından düzenlenen saldırıda çoğunluğu turist 39 kişi yaşamını yitirdi, 70’in üzerinde kişi de yaralandı. Saldırı, yılbaşı ve Noel öncesinde Diyanet başta olmak üzere birçok kurum ile hükümet medyası tarafından Türkiye’de Hristiyanlık inancına karşı nefret söyleminin yoğunlaştığı bir dönemde meydana gelmişti.

29 Ocak’ta Kanada’nın Quebec bölgesinde bir İslam kültür merkezine yönelik düzenlenen saldırıda 6 kişi yaşamını yitirirken, 7 kişi de yaralandı.

22 Mart Londra Westminster Bridge’de bir araçla yapılan saldırıda 5 kişi yaşamını yitirdi, 20 kişi yaralandı.

3 Nisan Saint Petersburg’da metrosunda Kırgızistan vatandaşı çete Ekbercan Celilov tarafından düzenlenen intihar saldırısında 14 kişi yaşamını yitirirken, 50 kişi de yaralandı.

7 Nisan’da İsveç’in başkenti Stockholm’ün merkezinde bir kamyonla düzenlenen saldırıda 4 kişi yaşamını yitirirken, 15 kişi de yaralandı. Saldırıyı düzenleyenin Özbekistan vatandaşı olduğu duyurulurken, DAİŞ çeteleriyle bağlantılı olduğu iddia edilmişti.

22 Mayıs’ta İngiltere’nin Manchester kentindeki Arena’da bir konser çıkışında düzenlenen intihar saldırısında 23 kişi hayatını kaybederken, 64 kişi de yaralandı. Saldırıyı DAİŞ çeteleri üstlendi.

31 Mayıs’ta Afganistan’ın başkenti Kabil’de diplomatik temsilciliklerin bulunduğu alana yönelik bombalı kamyonla düzenlenen saldırının aralarında olduğu onlarca katliam düzenlendi. Sadece 31 mayıs’ta 150’yi aşkın kişi yaşamını yitirirken, yıl boyunca 2 bini aşkın sivil patlama ve saldırılarda hayatını kaybetti.

3 Haziran’da Londra Köprüsü’nde araçla düzenlenen saldırı ile 3 çetenin bıçaklarla Borough Market’te düzenledikleri saldırıda 8 kişi yaşamını yitirirken, 3 saldırgan polis tarafından öldürüldü.

7 Haziran’da DAİŞ çeteleri tarafından İran Parlamentosu’na ve Ayetullah Humeyni’nin mozolesine yönelik düzenlenen silahlı saldırılarda 5 çeteyle birlikte toplamda 23 kişi öldü.

17-18 Ağustos tarihlerinde Katalonya’nın başkenti Barselona ile Cambrils’de araçla düzenlenen iki ayrı saldırıda 18 kişi yaşamını yitirdi. Cambrils’deki saldırının Katalan polisince erken fark edilmesi sayesinde DAİŞ üyesi 5 saldırgan olay yerinde etkisiz hale getirilmişti.

1 Ekim’de Las Vegas’ta düzenlenen bir konsere yönelik Stephen Paddock adlı kişi tarafından bir otel odasının pencesinden yapılan silahlı saldırıda 58 kişi hayatını kaybetti, 600’e yakın kişi yaralandı. Saldırı, ABD tarihinde bir kişi tarafından düzenlenen en büyük toplu katliam olarak kayıtlara geçti.

14 Ekim’de Somali’nin başkenti Mogadişu’da toplu taşıma araçlarının kullandığı bir istasyon yakınlarında bomba yüklü kamyonla gerçekleştirilen saldırıda en az 512 kişi yaşamını yitirirken, yüzlerce kişi yaralandı. El Kaide bağlantılı Eş Şebab çetelerinin sorumlu tutulduğu saldırıdan sonra 60’ı aşkın kişinin de kayıp olduğu duyurulmuştu. Saldırı, 2017 yılında dünyadaki en kanlı saldırı olarak kayıtlara geçti.

24 Kasım’da Mısır’ın Sina vilayetine bağlı El-Ariş kenti yakınlarındaki Bir-al-Abed kasabasında sufilerin kullandığı El Rawda camisine yönelik onlarca çete tarafından düzenlenen saldırıda 310’un üzerinde kişi hayatını kaybetti.

KUZEY KORE-ABD GERGİNLİĞİ

Kuzey Kore’nin önceki yıllardaki bazı füze denemeleriyle nükleer programına ilişkin gerginlikler, ABD’de Donald Trump’ın göreve gelmesi ardından 2017’de had safhaya ulaştı. 4 Temmuz’da ilk başarılı kıtalar arası balistik füze denemesini gerçekleştirdiğini duyuran Pyongyang yönetimi, Hwason-14 adlı füzenin ‘dünyanın herhangi bir yerini vurabilecek’ kapasitede olduğunu duyurmuştu.

28 Temmuz’da ikinci denemeyi gerçekleştirdiğini duyuran Kuzey Kore ile ABD arasındaki karşılıklı restleşmeler, neredeyse tüm dünyayı germişti.

Birleşmiş Milletler’in (BM) çok sayıda yaptırım kararına rağmen Kuzey Kore’nin nükleer ve füze programlarından taviz vermediği görülürken, son olarak Aralık ayında Rusya’nın arabuluculuk girişimleri yaşanmıştı. Ancak Kuzey Kore eksenli gelişmelerin önümüzdeki yılda da dünya gündemindeki yerini koruması bekleniyor.

KOLOMBİYA BARIŞI: SİLAHA VEDA, SİYASİ YAŞAMA GEÇİŞ

2017, Kolombiya’da 2016’da imzalanan tarihi barış anlaşmasının ilk önemli maddelerinin uygulandığı yıl oldu. Kasım 2016’da imzalanan anlaşmanın öncelikli maddelerinden olan Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri’nin (FARC) silahlarını BM yetkililerine teslimi işlemi Haziran ayı sonunda tamamlandı.

FARC’ın 7 bini aşkın gerillasının silahlarını bırakması ardından Ağustos ayındaki olağanüstü kongrede de siyasi yaşama geçişin en önemli adımlarından biri atıldı. Siyasi arenada Halk İçin Alternatif Devrimci Gücü adı seçilirken, bu ismin kısaltması da yine ‘FARC’ olarak kaldı. FARC, 2018 devlet başkanlığı seçimlerinde ilk kez halk desteğini sınama imkan bulacak.

Ancak FARC’la barışta henüz tarımsal alanların köylülere dağıtımı, tarımsal faaliyetler için destek verilmesi, savaş sırasında işlenmiş suçların aydınlatılması gibi diğer konular henüz sırada bekliyor. Aralık başında ‘Hakikati Açığa Çıkarma Komisyonu’ adıyla kurulan 11 üyeli komisyonda ise, akademisyen, gazeteci, tarihçi ve insan hakları savunucuları bulunuyor.

Kolombiya’da barışın kalıcılaşması için 2 bin 500 civarında silahlı gerillası ve 7 bini aşkın milis gücü bulunan Ulusal Kurtuluş Ordusu (ELN) ile müzakerelerin sonucu bekleniyor. ELN ile Kolombiya hükümeti arasında Ekvator’un başkenti Quito’da sürdürülen müzakerelerde Ekim ayından bu yana çift taraflı ateşkes ilan edilmesine rağmen kimi yerlerde ordunun kimi yerlerde ise paramiliter grupların saldırıları devam etti. Başkanlık seçimleri ortamında Kolombiya’da yaşanabilecek tüm olumsuzluklara rağmen barış konusunda umutlar korunuyor.

KÜRESEL ISINMADA UMUTLAR YİNE ERTELENDİ

Küresel ısınmaya karşı 2015 sonunda Paris’teki COP21 iklim zirvesinde kararlaştırılan ve Nisan 2016’da BM gözetiminde imzalanan İklim Anlaşması’yla önemli bir aşama kaydedilmişti.

Tüm dünyanın yetersiz bulsa da umut bağladığı anlaşmaya imza atan selefi Barack Obama’nın aksine karşı çıkan Donald Trump’ın aldığı karar olumsuz gelişmelerden biri oldu. Haziran ayında ABD’nin anlaşmadan geri çekildiğini duyuran Trump, diğer birçok önde gelen ülke tarafından sert bir biçimde eleştirilmişti.

Ancak ABD’nin geri çekilmesi kararına rağmen İklim Anlaşması’nın devamından yana olan ülkelerin tavrı da belirleyici oldu. Küresel ısınmaya yol açan sera etkili gazların yaklaşık yüzde 15’inden ABD sorumlu tutulurken, Çin, Avrupa Birliği (AB), Hindistan gibi diğer önemli aktörlerin küresel ısınmayı önleme konusunda ‘kararlı olduklarını’ duyurmaları önemli görülüyor. Son olarak Almanya’nın Bonn kentinde yapılan COP23 zirvesinde ise anlaşmanın uygulama aşamasına yönelik detayların önümüzdeki yıla bırakılması kararlaştırıldı. Aynı zirvede birçok dünya ülkesi de kömür enerjisinden çıkma kararı aldıklarını duyurdu.

ERDOĞAN’IN KORKULU RÜYASI: ZARRAB DAVASI

2017’de AKP iktidarının korkulu bir biçimde beklediği Reza Zarrab’ın soruşturma ve davası, Zarrab’ın işbirliği yaparak tanık statüsüne geçmesiyle farklı bir boyut kazanmıştı.

İran’a yönelik Amerikan yaptırımlarını delerek, İran’ın petrol ve doğalgaz gelirlerini altın ticareti ve sahte gıda ithalatı yoluyla bu ülkeye aktaran Reza Zarrab’ın başında olduğu sistemin ayaklarından Halkbank’ın eski Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla, davadaki tek tutuklu sanıktı. Mart 2016’da tutuklandıktan sonra yargılandığı davada sanık iken tanık statüsüne geçen Zarrab, Türk bankalarına ciddi yaptırımlar getirmesi beklenen uluslararası dolandırıcılık sistemi hakkında önemli bilgiler verdi.

Kasım ayı sonunda başlayan davanın ilk 7 gününde tanık sıfatıyla ifade veren Reza Zarrab, İran’a yönelik Amerikan yaptırımlarını delmek amacıyla kurdukları sistemi detaylarıyla anlatmıştı. Rüşvet verdiği kesimleri tek tek anlatan Zarrab, Recep Tayyip Erdoğan’ın ise Türk bankalarına İran’la altın ticareti için talimat verdiğini söylemişti. Davada Hakan Atilla’nın suçlu bulunması halinde Halkbank başta olmak üzere rüşvet çarkında yer alan Türk bankalarına yönelik on milyarlarca dolara kadar para cezası verilmesi gündeme gelebilir.

HANGİ ÜLKEDE KİM BAŞA GELDİ, KİM GİTTİ?

2016 yılında tüm anketlerin tahmininin aksine ABD başkanlık seçimlerini kazanan Cumhuriyetçi Donald Trump, Ocak ayında görevi devraldı. Beklendiği gibi Trump’ın hem içerde göçmenler ve güvenlik konularında hem de dış siyasette aldığı kararlar dünya gündeminde belirleyici oldu. 7 Müslüman ülkenin vatandaşlarına seyahat yasağı, İklim Antlaşması’ndan geri çekilme, Kuzey Kore’ye yönelik sert söylem ve Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma gibi kararlar alan Trump, bugüne kadarki başkanlardan daha sansasyonel çıkışlar yapmasıyla biliniyor.

ABD’nin yanı sıra Avrupa’nın en büyük 3 ülkesinde yapılan genel ve cumhurbaşkanlığı seçimleri de gündemdeydi.

Fransa’da Nisan ayında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Marine Le Pen oyların yüzde 22’sini alarak, 2002'den sonra ikinci kez 2’inci tura kalan ırkçı siyasetçi oldu. Sosyalist François Hollande döneminde 2 yıl Ekonomi Bakanı olarak görev yapan 39 yaşındaki Emmanuel Macron’un medya desteğiyle yüzde 24 aldığı seçimlerde devrimci-sol kesimlerin adayı Jean-Luc Mélenchon yüzde 20 gibi yüksek bir oya ulaşmıştı. Ancak Fransız seçmeni 2002 yılında olduğu gibi aşırı sağcı bir lideri seçmemek için gönülsüz de olsa oylarını Macron’a vermek zorunda kaldı.

Britanya’da Brexit referandumu sonrasında başbakanlık görevine gelen muhafazakar lider Theresa May, erken genel seçim kararından dolayı büyük bir pişmanlık yaşadı. 9 Haziran’da düzenlenen seçimler öncesinde yüzde 50’lere yakın oy alacağı öngörülen May’in Muhafazakar Partisi, yüzde 42,4’te kalırken, Avam Kamarası’ndaki çoğunluğunu da kaybetti. Bu sonuçlarda, İşçi Partisi’ni (Labour) daha sol politikalarla seçime götüren Jeremy Corbyn’in etkisi büyük oldu. İşçi Partisi, 9 puanlık bir artışla yüzde 40 oranına ulaşmıştı.

Almanya’da ise 2005 yılından bu yana başbakanlık görevini yürüten Angela Merkel’in başında olduğu CDU Eylül ayındaki seçimlerin galibi oldu. CDU ve ortağı CSU’nun ciddi oy kaybı yaşadığı seçimlerde, eski Avrupa Parlamentosu (AP) Başkanı Martin Schulz’un başında olduğu sosyal demokratlar (SPD) yüzde 20,5 oy ile 1949’dan sonraki en düşük oranlarına gerilediler. Aynı seçimlerde aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif (AfD) adlı parti yüzde 12,6 ile Federal Meclis’te üçüncü parti olmayı başardı.

Avusturya’da ise özellikle Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı sert söylemleriyle bilinen genç Dışişleri Bakanı Sebastian Kurz’un başında olduğu muhafazakar ÖVP seçimleri kazandı. Ancak ÖVP, 2000 yılından sonra ikinci kez aşırı sağcı Avusturya Özgürlük Partisi (ÖVP) ile koalisyona gitti.

Mart ayında Hollanda’da yapılan seçimleri, Türkiye’deki 16 Nisan referandum oylaması öncesi Erdoğan rejimiyle neredeyse planlı bir atışma havasında götüren Mark Rutte liderliğindeki liberal sağ VVD oy kaybına rağmen kazandı. Hollanda’da aynı seçimlerde sol partilerin yanı sıra aşırı sağcı Geert Wilders liderliğindeki Özgürlük Partisi (PVV) de oy artışı sağladı.

Japonya’da ise 22 Ekim’de yapılan erken genel seçimlerde liberal demokrat Jiminto adlı parti yine galip çıktı. Bu sayede 2012 yılından bu yana görevde olan Başbakan Shinzo Abe’nin partisi mecliste 465 sandalyenin 284’ünü alarak, tekrar iktidar oldu.

Güney Amerika ülkesi Şili’de sağcı devlet başkanı Sebastian Pinera, Kasım ayında ikinci tura kaldığı seçimlerin 17 Aralık’taki 2’inci turundan galip çıktı. Şili’de solun dağınıklığı nedeniyle 2010-2014 arasında başkanlık görevinde olan Pinera’nın kazanması kolaylaştı.

Nisan ayından bu yana sağ muhalefetin protesto gösterilerinde yüzlerce kişinin öldüğü Venezuela’da, ekonomik krizin sorumlusu olarak gösterilen sosyalist lider Nicolas Maduro’nun istifası isteniyordu. Birçok batılı ülkenin istifasını istediği Maduro, parlamentoyu feshederek ‘Kurucu Meclis’ ilan etmiş ve yapılan seçimlerle farklı toplumsal kesimleri temsilen 545 üyesi için Temmuz ayında seçimler yapılmıştı. Buna karşılık sağ muhalefet ise alternatif referandum düzenlemişti.

Her iki seçimdeki katılım oranları, Venezuela’da toplumun tam bir kutuplaşma halinde olduğunu göstermişti. Petrol fiyatlarındaki düşüş nedeniyle ekonomisi zarar gören ülkede 2018 cumhurbaşkanlığı seçimleriyle karşılıklı gerginliğin bitip bitmeyeceği ise kestirilemiyor.

2017 yılı dünyanın görevdeki en yaşlı liderinin de ‘4 tankla’ başlatılan bir darbeyle devrilmesine de şahit oldu. Zimbabwe’yi 1980 yılından itibaren başbakan, 1987’den bu yana ise devlet başkanı olarak yöneten 93 yaşındaki Robert Mugabe, ordu tarafından görevini bırakmaya zorlandı.