Hakikat ve özgürlük yoldaşlığı

Önderlik gerçekliği ve paradigmayı anlama ve anlatmada öncüydüler ve öngörüleri yaşadığımız sürecin ruhunu yıllar önce nasıl yakaladıklarını da gösteriyor.

ALİ HAYDAR KAYTAN-RIZA ALTUN

Halk bilgesiydi, çağdaş dervişti Heval Fuat ama elinden de kitabı düşmezdi…

Hakikat deyince Önder Apo ile birlikte ilk akla gelen Heval Fuat’tır. Önder Apo’yu, Önderlik gerçekliğini sürekli anlatmayı tüm devrimci görevlerinin başına almıştı. Bugün Önderlik gerçekliğinin nasıl evrensel bir gerçeklik haline geldiğini bundan 20 yıl önce şu değerli sözlerle anlatmıştı:

“Önderler sadece yerel çözümler üretmekle yetinmezler, insanlığın ağırlaşan sorunları için de çözüm yolları önerirler. Bu nitelikleriyle ulusal veya yerel değil evrensel bir karakter taşırlar. Çözümleri parçalı değil bütünlüklü, yüzeysel değil derinlikli, ulusal değil evrensel özellikler taşır. Aynı şeyler Önder Apo için de fazlasıyla geçerlidir. Önderliğimizin gerçeği arayış yürüyüşünün daha çocukluktan itibaren tüm insanlık ve gerisindeki evren temelinde olduğunu bilmek bile, ulaştığı çözümün ulusal değil evrensel nitelik taşıdığını anlamaya yeter kanısındayım.”

Yine Önderlik gerçeğiyle “lider” arasındaki farkı şu sözlerle anlatmıştı:

“Lider bir sınıfın lideridir, bir ulusun lideridir, bir toplumun lideridir, bir cemaatin lideridir. Ama Önder esas itibarı ile bütün insanlığa hitap eden biridir. Bütün bir insanlık adına hareket eden, onlar için seçenekler sunan, bütün bir insanlık için yeni bir ahlak oluşturan, yeni bir toplumsal düzen-sistem oluşturan kişiliktir. Önderlik gerçeğimizde bunu somut olarak görebilirsiniz.”

Yaşadığımız süreç bu sözlerin en saf haliyle bir kez daha kanıtlandığını gösteriyor.

Heval Fuat Dersim soykırımının etkilerini aşıp ulus olarak var olmanın sembolü haline gelmiş ama aynı zamanda Önderliğin evrensel gerçekliğini özümseyip tüm insanlığın kurtuluşu anlamına gelen komünaliteyi yaşamında en özlü ve sade şekilde temsil etmiştir. Dersim şahsında bir ulusa dayatılan köleliğe karşı bir isyan çığlığıydı ve aynı zamanda bir barış savaşçısıydı. Bunu da 15 Nisan 2008 tarihli anlatımında şöyle dile getiriyordu:

“Biz bir halkız! Şunu iyi bileceksiniz: Bundan böyle artık ne bizi kendi köleleriniz olarak yaşatacaksınız ne de çocuklarımızı Yeniçerileştireceksiniz. Bizim halk olarak yok oluşumuzu kendiniz içi varlık gerekçesi yapmaya devam ederseniz, varlığınız hiçbir zaman güvencede olmayacaktır. Çünkü dirilişi gerçekleştirilen bir halk ölmez. Bu durumda bitmesi gereken birileri varsa, o da biz değil siz olacaksınız. Bize mezar yapmak istediğiniz bir ülkenin size vatan olmasına ve mezarlarımız üzerinde gülüp eğlenmenize asla izin vermeyeceğiz. Özgür kardeşler olarak bir arada ve aynı ülkenin toprakları üzerinde birlikte yaşamak için yaptığımız barış çağrısına hayır demeye devam ederseniz, sonuçta mutlaka siz kaybedersiniz. Biliyorum bu, özgür yaşamak dışında var olmayı haram sayan bir halkın kararlılığıdır. Bir kişi dile getirir, ancak gerçekte milyonların çığlıdır. Bu bizim özgürlük çığlığımızdır, başkalarının devletçiliğine karşılık kökleri bizde olan insanlığın çığlığıdır. Biz Önder Apo ile var olduk ve yine O’nunla özgürleşmiş bir halk olarak var olacağız. O hep bizdedir ve biz O’ndayız. Bizim Öcalan sevgimiz Öcalanlaştıran bir sevgidir. Biz bir’iz!”

Önderlik gerçekliği ve paradigmayı anlama ve anlatmada öncüydüler ve öngörüleri yaşadığımız sürecin ruhunu yıllar önce nasıl yakaladıklarını da gösteriyor.

Heval Rıza sistem okullarını sevmemişti, birkaç yıl okuyup bırakmıştı ama devrimci yaşamda onun kadar okuyan azdı. Üstelik herkes dijital okurken o halen valiz valiz kitap taşıyordu. Ondaki teorik-entelektüel birikim muazzamdı. Bir insan isterse kendisini ne kadar güçlü geliştirebileceğinin sembolüydü. Süreç değerlendirmeleri dikkat çekici şekilde bütünlüklüydü. Evrensel tarih ve Ortadoğu kitabını yazmıştı. Bu kitapta dile getirdiği gerçeklikler paradigma değişimi ve yenilenme çabalarımızın özeti gibidir. Şöyle diyor kitabında:

“Sürekli kapitalist modernite zihniyetinin araçlarıyla kendisini ifade eden kısır bir döngü içerisindeydik. Bunu belirtirken hiçbir şey yapılmadı anlamında elbette belirtmiyoruz, ama pozitivizmin, laikçiliğin, dinciliğin, cinsiyetçiliğin vb. anlayışların ağır etkisi altında kısır bir döngü içerisinde kalıyorduk. Ne kadar mücadele edersek edelim iktidar ve devlet üreten bir mekanizmanın parçası olmaktan kendimizi kurtaramıyorduk. Bu durum tarihte bütün devrimcilerin ve devrimlerin başına gelen en temel felaketlerden bir tanesidir. Uygarlığa karşı ilk direniş olan kadının direnişinden sonra ortaya çıkan bütün toplumsal direnişlerin ortak bir kaderi haline gelmiştir…

Önderlik savunmalarının temel noktası burasıdır. Çünkü tarih boyunca birikmiş bir anlayışın, zihniyetin bireyde şekillenmiş ifadesi çok köklüdür. Alışkanlıklarıyla, davranışıyla, düşünce sistemiyle herkes bir birikimi ifade eder ve uygarlığın en son biçimidir. Uygarlık bütün birikimlerini şu veya bu biçimde o bireyde ifade ettirir. Mevcut uygarlıkların tarihsel gelişiminin bir ifadesi olarak şekilleniyoruz. Düzene karşı en militan duruş içerisinde olduğumuzu sandığımız bir dönemde bile, bilerek ya da bilmeyerek onu ifade ediyoruz. Temel bir ayrım noktası ortaya çıkartamıyoruz. Bu açıdan özgürlük adına, bağımsızlık adına vb. erdemler adına yürüttüğümüz mücadelede savrulmalar yaşanıyor. İşte bu savrulma uygarlığın bireyde ve toplumda inşa ettiği zihniyet yapılanmasından kaynağını alıyor. Her şeyden öne Önderlik savunmalarının bize öğrettiği, bu temel hakikatten kopmanın gerekli olduğu konusunda büyük bir ikna gücü ortaya çıkartıyor. Herkesi önce kendisiyle yoğun bir çatışma içerisine sokuyor. Bu çatışma sürecinde bireyi kendi yaşam ve davranışıyla bir çatışma içerisine sokarak uygarlığa karşı mücadele etmenin paradigmasal kapasitesine ulaştırıyor. Bu da moderniteden kopuşu ifade eder. Bu kopuş gerçek anlamda bir özgürlüğün, eşitliğin mücadelesini vermenin oluşumu demektir.”

Paradigma üzerinde en iyi yoğunlaşan yoldaşlardı. Onların hakikat ve özgürlük yoldaşlığındaki büyüklük sürekli olarak Önderlik gerçekliğiyle bütünleşme arayışından kaynaklanıyordu. Bunu oldukları her ortama yansıttıkları gibi binlerce yoldaşın eğitimiyle de ilgilenmişlerdi. Akademilerin en çok aranan öncüleriydiler. Oldukları yeri yeşertir, etrafa yaşam ışıkları saçar, moral kaynağı olurlardı. Yaşamda onların yanında herkes kendisini rahat hissederdi ve mutlaka bir şeyler öğrenirdi.

Bir rüyaydı. Gaipten bir ses “dile benden ne dilersen” dedi. Ben de “Xızır kimdir, onu bana söyle başka bir şey istemem” dedim. “Olur, bak işte geliyor” deyince karşıya baktım Heval Fuat’ın geldiğini gördüm. Bunu ona anlattığımda her zamanki mütevaziliğiyle “ama Xızır kendisini Xızır diye göstermez” dedi. Tam da dediği gibi Xızır’dı ama söylemiyordu. Hikmet sahibi olmak böyle bir şeydir…

Konuşmaya başlarken bazen şu ifadeyi kullanırdı: “Arkadaşlar! Var ya!” İşte bunu söylediğinde gözümüzü, gönlümüzü açacak yeni tespitlere ulaştığını ve bunu paylaşacağını anlardık.

Heval Rıza en çetrefilli sorunlar karşısında sakinliğini korur ve bir çözüm yolu bulurdu. Sevilen, aranan, özlenen, efsanevi kişilikler haline gelmişlerdi. En büyük özlemleri Önder Apo’nun özgürlüğüydü.

Bir kez daha sonsuz sevgi, saygı ve minnetle anıyoruz. Onlara yoldaşlık sözümüzdür: Gözünüz arkada kalmasın, “gözünüz aydın” diyeceğimiz günler yakındır!

Kaynak: Yeni Özgür Politika