Suriye’nin kaçırdığı fırsat

Halbuki Suriye büyük bir fırsat yakalamıştı. Eğer HTŞ, ülkedeki diğer bileşenlerle ortaklaşa bir hükümet kursaydı ve anayasa çalışmalarına onları da dahil eseydi, bugün bu çatışmalar olmaz, Suriye dış müdahalelere bu kadar açık hale gelmezdi.

ZEKİ BEDRAN

HTŞ’nin temsil ettiği zihniyet ve siyaset biçimiyle Suriye’de sorunlar çözülmez, istikrar ve demokrasi gelmez. Suriye, birden fazla halkı, inancı ve kültürü bağrında taşıyor. Uzun yıllar Baas sistemiyle yönetildi. Baskıcı, aşırı merkezi ve tekçi sistem, sonunda yıkıcı ve ağır bir iç savaşa neden oldu. Denenmiş ve felaket getiren bu yönetme biçimini HTŞ, daha kötü bir şekilde tekrar etmek istiyor. Arap milliyetçiliğinin yanına bir de bir mezhebin dar yorumuna dayalı dini ekliyor. Bu kafa ve dünya görüşüyle Suriye dünyayla nasıl bütünleşecek, barışa ve istikrara nasıl kavuşacak?

Suriye’ye karşı duyarlı olan ve sorumluluk taşıyan hiç kimse, devrimin çalınmasına ilgisiz kalamaz, kalmamalıdır. Evet, Suriye devrimi HTŞ eliyle çalınıyor. Devrim yerine darbeci yöntemler deneniyor. Halkları, kültürleri ve farklı inançları kucaklayamadıkları için çıkan sorunları şiddet ve silahla çözmek istiyorlar. Suriye’nin demokratik bir biçimde kurulmasına karşı çıkıyorlar. Demokratik çevreleri, sekülerleri ve örgütlü güçleri bilinçli olarak kuruluş sürecinden uzaklaştırıyorlar. Devleti, kendi anlayışlarına göre yapılandırmak istiyorlar. Sanki Baas’a karşı kendileri dışında kimse direnmemiş ve mücadele etmemiş gibi davranıyorlar.

HTŞ, Şam yönetimine gelince devrimin bütün canlılığını ve halkların beklentilerini bir tarafa bıraktı. Kendilerine biat etmeyen ve farklı talepleri olanları dışladılar. Böyle olunca iktidarda kendilerinden başka kimse kalmadı. Kürtler, Dürziler, Aleviler ve Hristiyan topluluklar ve seküler Araplar hepten süreçlerin dışında bırakıldı.

Şam yönetimi ile Özerk Yönetim’in imzaladığı mutabakatta, Suriye genelinde ateşkes sağlanacağı yönünde bir madde vardı. Ahmet Şara ve Mazlum Abdi’nin imzasını taşıyan bu madde yokmuş gibi, bugün Suriye’nin birçok yerinde silahlı çatışmalar var. HTŞ’nin imzaladığı anlaşmaların da bir anlamı yok gibi görünüyor. Böyle olunca, onların söylemlerine ve kararlarına kim, nasıl güvenecek?

Sözde Dürzilerden biri peygambere dil uzatmış. Olabilir; her toplumda farklı insanlar, farklı davranışlar ve zaman zaman provokasyonlar da olabilir. Bir suç varsa, yönetim bunu araştırır; yasaları ve yargıyı devreye koyar. Ama HTŞ, hem imzaladığı ateşkesi dikkate almıyor hem de yasal süreci işletmiyor. Direkt askeri gücünü Dürzilerin mahallelerine, üzerlerine gönderiyor. Bu çatışmalarda onlarca hatta yüzlerce insan can veriyor, toplumlar arası ilişkiler de tahrip ediliyor.

Dürziler, bu saldırılara karşı direndiler ve direneceklerini açıkladılar. HTŞ’ye güvenmediklerini, can ve mal güvenliklerine karşı kaygılı olduklarını duyurdular. Ayrıca uluslararası bir koruma talebinde bulundular. Bu sıradan bir durum değildir. Bazıları, “Bunlar ajandır, İsrail onları kışkırtıyor” gibi iddialarda bulunabilir. İsrail, HTŞ’ye karşı olduğunu açıktan söylüyor zaten.

Oysa HTŞ, kendi halkına karşı saygılı ve duyarlı olur, onların beklentilerine kulak verirse, İsrail oradaki hiçbir topluluğu harekete geçiremez. Şimdiye kadar izleyebildiğimiz kadarıyla Dürziler, Suriye’den ayrılmak istemediklerini dile getiriyor. Ama varlıkları tehlikeye girerse kim onlara el uzatırsa ona sarılacaklardır.

HTŞ, Alevilere yönelik saldırıları da soruşturacağını açıklamıştı. Güya bir komite kurmuşlardı. Ancak üzerinden aylar geçmesine rağmen ortada bir açıklama yok. HTŞ’yi yönetenler herhangi bir özeleştiri de yapmadı. Katliamı resmen üstlenmiyorlar ama yaşananları da gizleyemiyorlar. Süreci zamana yayarak unutturmaya çalışıyorlar. Eğer HTŞ bu konuda ciddiyse Alevilerden özür diler, onlara güven verir ve sorumluları yargının önüne çıkarır. Oysa şimdiye kadar Alevilerin katliamına katıldığı gerekçesiyle bir kişinin dahi tutuklandığını duymadık.

İsrail, Dürzilere yönelik saldırılara karşı sessiz kalmayacağını açıkladı ve Suriye’nin birkaç bölgesini hava saldırılarıyla vurdu. HTŞ ise bu saldırılara karşılık veremiyor. Çünkü gücü sadece kendi vatandaşlarına yetiyor; onları kıstırdığında kıyımdan geçirmekten geri durmuyor. HTŞ’nin iktidar anlayışı aşırı otoriter ve merkeziyetçidir. İktidarı elde tutmak için adeta bütün yol ve yöntemler mübahtır. Anlaşma, uzlaşma ve barış içinde bir arada yaşama kültüründen uzaklar. Bildikleri tek şey, kafa kesmek ve biat dayatmaktır.

Halbuki Suriye büyük bir fırsat yakalamıştı. Eğer HTŞ, ülkedeki diğer bileşenlerle ortaklaşa bir hükümet kursaydı ve anayasa çalışmalarına onları da dahil etseydi, bugün bu çatışmalar olmaz, Suriye dış müdahalelere bu kadar açık hale gelmezdi. Şimdi İsrail açıkça saldırdığı için müdahalesi görünüyor ve eleştiriliyor. Ama aslında Türkiye’nin müdahalesi daha derindir. Suriye’nin geniş bir bölgesi hâlâ Türkiye’nin işgali altındadır. On binlerce silahlı çete, hâlâ Türk emir komutası altında hareket etmektedir. Türkiye, Suriye’nin iç ve dış politikasını, devletin yapılandırılmasını yönetir ve yönlendirir durumdadır. 

HTŞ, bu politika ve yönetim anlayışını yürütmekte ısrarlı görünüyor. Bu nedenle de Suriye’deki bütün halklar kendilerini tehlike altında görüyor. Eğer uluslararası bir koruma olacaksa, bu sadece Dürziler için değil diğer halklar ve inançlar için de olmalıdır!

Kaynak: Ronahi Gazetesi