Ulaş ile direnmek!

2010 yılında Cîlo alanında göreve giderken yoğun kar yağışından dolayı yoldaşlarından koptuktan sonra şehadete ulaşan Gerilla Ulaş Pîr, özgürlük yolunda sadakatin en büyük örneği oldu.

Nisan’ın ilk haftasında saçlarım temiz, yüzüm traşlı görünürüm sana. Hafife mi aldım seni, sen ne dirayetlisin Cîlo’m. İskender varamamış senin yüce güzelliğine başkasına sana ne yapsın ki ama izin ver biz geçip gidelim yoldaşlarımla yolumuza. Hem yoldaşlarım çok endişelenir geç gidersek, fırtına çıkacağını tahmin edemezdim, yoksa gerilla kurallarında fırtına da çıkılmaz biliyorum. Sahi ne de hayalini kurmuştum zindandayken. Ayaklarına kara sular ininceye kadar koşmayı, yoldaşlarıyla yedi dakikada ateşte çay yarışına girmeyi, askeri bir kefiye ile sabah ateşin başında ısınmayı, aşkı dağlara sığmayacak kadar yüreğimde büyütmeyi. Özgürce kendi toprağımda bir gardiyanın “sayım var” sesini duymadan, zindan için değil, içtima için aceleyle uyanmayı, iki çorap üst üste giymeyi, uçurumlarda yaşamın diyalektiğinde ruhumu gezdirip sonra uçurumdan ürpermeyi, cambaz olup ip üstünde yürür gibi en ince yüksek patikalardan geçmeyi ne de çok hayal etmiştim.

Ayaklarım mı uyuşuyor yoksa bana mı öyle geliyor. Düşünmek istiyorum, düşünmeyi durdurmak istemiyorum. Sazım olsaydı yanımda keşke, şutik’ı bu kadar sıkmasaydım, belki de daha rahat nefes alırdım. Bu hafta da traş olmasaydım belki de ince sakallarım daha çok ısıtırdı yüzümü şu jilet gibi yanağıma batan kardan. Gittikçe daha da şiddetleniyor fırtına. Önümü göremiyorum, gözlerimi iyi ki boyadı arkadaşlar, yoksa şimdi yanmıştılar. Susadım da, kar da yiyemem ciğerim yanar. Sen bembeyaz öfke! Bağırsam bile kimse duymaz bu fırtınada, acaba başka arkadaş var mı dışarıda bizim gibi. Bizim gibi derken; “heval, heval, Hevallll” neredeyim, yoldaşlarım nerede, ya fırtınaya tutuldularsa, “heval, hevallll, hûn li ku ne? Bir bu eksikti, nasıl bulacağım şimdi sizi yoldaş. Daha yeni geldim Cîlo’ya. Aç bana toprağını Cîlo, dindir karların öfkesini, yetişeyim yoldaşlarıma, sana vereceğim emeğim var…

Zindandaki ilk gecem geldi aklıma. 14 Temmuz 2007 idi. Yalnızdım, terleyen gömleğim, sırtımdaki jop yaralarına değince ağrıyordu. Kemal Pir ile oturmak vardı 1982’de Amed zindanında ya da Mazlum’la üç kibritin sırrına erişmek. Olabilir ben de onların yolundan gidebilirim, Kemal’i, Mazlum’u yüreğimde yaşatıp, duruşumda tekrar var edebilirim. Soğuğa alışkınım. Hem de kuru kupkuru soğuğa. Ankara’da kışın her yer kar tutar Ocak aylarında, üniversiteden eve gidip gelene kadar kirpiklerim nasıl da kurur, donardı. Gerçi yoldaşlarım bana, “sen Sivaslısın” doğru diyorlar ama ben orada doğmadım. Fakat annem hep anlatırdı. Annem ile babam nasıl oldu da anlaştılar biri Türk, biri Kürt. Halkların ortak sevgisi bağları mı desem? Bu kızılca kıyamet savaşı, bu bitmek bilmeyen katliamların ilk sorumlusu kim, kim başlattı toplumsal ak’lığın yüceliğine tecavüz etmeyi, halkları birbirine düşman etmeyi.

EKSİK YOLDAŞLIĞIMIZ OLMASAYDI İMRALI OLMAZDI

Aleviyim ben, korkuyordum okulda söylemeyi küçükken. Annem iyi tembihlemişti sabahları. “Kimseye deme Alevi olduğunu oğlum, bu ülke bize düşman, bu ülke kendi rengi dışındaki herkese düşman” der dururdu. İyi ki Önderliğimiz var. Şu eksik yoldaşlığımız olmasaydı İmralı olmazdı. Ama yok hayal değil, çabamızla, emeğimizle, alın terimizle, eylemlerimizle, vereceğimiz bedelle buluşacağız Önderliğimizle. Önderliksiz bir yaşam bizim için haramdır, düşmana da bu sevinci tattırmayacağız. Bazen içimden değil de, morallerde ve toplantılarda bağırıp bunu haykırasım geliyor. Bu sebeple gittim ben Özel Kuvvetlere. Önderliğin fedaisi olmak için, yaşamımı onun ve yarattığı değerlere feda etmek için. Hem halkımıza olan borcumuzu yoksa nasıl öderiz, nasıl bakarız ülkemin asi, inatçı, savaşçı kadınlarına, özgürlüğü nasıl bahşederiz yarınların çocuklarına. Uykum gelmeye başladı. Bağırıyorum ama sesim bana bile gelmiyor. Sis gri mi, beyaz mı bir şey göremiyorum ki “hevalll, hevalll hûn li ku ne?”

Ayaklarım gidemiyor daha fazla, iyice takatsiz düştüm. Yanımda biraz tuz vardı aslında, dizlerime güç verirdi belki, ellerim hareketsiz. Vurmak istiyorum silahımla belime, ayaklarıma, ellerime ama kıpırdayamıyor ellerim. Raxtım bu kadar ağır mıydı? Yoldaşlarım merak edecekler beni şimdi, telaşa verecekler. Düşsem de korkmuyorum, biliyorum ki bir gün güneş doğacak. Kardelen misali Güneş’i kucaklayacağım Cîlo’da. Korkmuyorum sadece biraz özlem var içimde ve yapacak daha fazla görev. Hem ben şimdi şehit olamam ki daha hesabım var düşmanla, yoldaşlarıma doymadım, bir fotoğrafımı anama yollamadım bile. Korkmuyorum. Biliyorum, biliyorum bulacak beni yoldaşlarım, er ya da geç bulacaklar beni. “Tarih canlıdır” diyordu ya Önderliğimiz; hatırla Ulaş, hatırla!

Korkmuyorum ama borcumuzu ödemedik bu halka, Önderliğimize. Bir bu kalmış yüreğimde. Bedenimin donması, parçalanması korkutmuyor beni. Kalbimin üstündeki kızıl yıldızlı rozetim, cebimdeki defterim, zindan hatırası olan siyah kalemim üstümde kalacak. Haftada bir temizlediğim silahım. Sazım ne durumda acaba, kimse çalar mı arkamdan, o kadar öğreteyim birinize dedim. Makaplarım hafif yırtılmış ama dayanır daha. Yoldaşlarım beni hep anımsar, ne zaman kar düşse Cîlo’ya beni anımsar doğa ana. Kızgın değilim sana doğa ana. Sana da borçluyuz ya en nihayetinde. “heval, hevalll hûn li ku ne?” Direndiğimi bilir mi yoldaşlarım, onları çok aradığımı, uyuma gözlerim, uyuma sana güzel geliyor ama uyuma. Kara basıyorum ama neden hiç ses yok. Annem, anneme yazılır mı bir mektup ama ben sadece annemin oğlu değilim ki artık Kurdistan’ın oğluyum. Hem özgürlük suyu içmiş ruhum artık solmaz ki, aşkla buluştu yüreğim artık ölmez ki, ölümsüzlük iksirine ulaştım, Önderlikle artık kaybolmam ki, varlığımı oluşturdum dağlarla artık yok olmam ki…

Şu kar bir erise, fırtına dinse, traş olsam, kar suyuyla bir çay demleyip eylem hazırlığına başlasam. Eylemde öyle çarpışacağım ki düşmanla karanfil kokacak göğsüm, ellerim barut. Eylem sonrası elimde sazım arkadaşlarla ateş başında oturup onlara hep söylediğimiz şarkıyı söyleyeceğim.

“Sen bize umut oldun, sen bize hasret oldun.

Karanlıktı dünyamız, gün oldun, güneş oldun.

Yaz oldun, kış oldun, gözümde ki yaş oldun.”

Gerilla Ulaş Pîr (Emre Saçlı) 2010 yılında Colemêrg’e bağlı Cîlo alanında göreve giderken yoğun kar yağışı ve sisin oluşuyla yoldaşlarından kopar. 2011 yılında cenazesinin üzerinden çıkan malzemelerden cenazenin gerilla Ulaş Pîr’e ait olduğu anlaşılır. Gerilla Ulaş Pîr, özgürlük yolunda sadakatin en büyük örneği oldu.