Kalkan: Çözülen sadece DAİŞ olmayacak

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Reqqa'nın özgürleşmesinin ardından çözülenin sadece DAİŞ değil, Erdoğan yönetimindeki Türk devleti olacağını; aslında Erdoğan-Bahçeli için geri sayımın başladığını söyledi.

Katar krizi, İran'a bağlı güçlerin yayılması, Esat güçlerinin Reqqa tarafına sürülmesi, Erdoğan yönetiminin çifte kıskaca alınması gibi gelişmelerin, Reqqa operasyonunun başlamasıyla ilgisi olduğunu vurgulayan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, "DAİŞ’in başkentinde yenildiği, ezildiği, Reqqa’dan atıldığı sonucunu düşünelim. Dengeler altüst olacak tabii. Reqqa zaferi sadece Suriye’de değil, Irak’ta ve tüm bölgedeki siyasi-askeri dengelerde ciddi değişiklikler yaratacak" dedi. DAİŞ çözülürken, yeni ilişki ve ittifakların ortaya çıkacağını ama bunun bazı gerçeklerin deşifre olması temelinde olacağını kaydeden Kalkan, "Reqqa operasyonu biraz daha ilerlesin, DAİŞ’te çözülmeler biraz daha gelişsin, birçok gerçek açığa çıkacak. Çözülen sadece DAİŞ olmayacak. Suriye’deki bu çete savaşının hepsi çözülecek. Çözülen DAİŞ, çözülen AKP-MHP faşizmi olacak. Çözülen Tayyip Erdoğan çizgisi ve siyaseti olacak. Bu siyasetin ne kadar kirli ve katliamcı olduğu ortaya çıkacak" diye konuştu. Erdoğan için artık geri sayımın başladığını belirten Kalkan, anti faşist mücadeleyi birlikte yürütecek yeni bir Türkiye’yi kuracak programa sahip alternatif bir ittifak durumu ortaya çıksa Erdoğan-Bahçeli diktatörlüğünün ömrünün haftalarla sayılabileceğini söyledi.

News Channel TV'deki 'Ülkeden' programının konuğu olan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Türkiye, Ortadoğu ve Kürdistan’daki gelişmeleri değerlendirdi.

Şu an Ortadoğu’da yoğun bir savaş yaşanıyor. Kürdistan bu savaşın merkezi haline geldi. Bu süreç açısından baktığımızda aslında Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın da savunmalarında yıllar önce işaret ettiği hususların gün gün yaşandığını görüyoruz. Tam böylesi bir süreçte Kürt Halk Önderliği üzerinde yoğun bir tecrit uygulanıyor. Sayın Öcalan’dan 5 Nisan 2015 tarihinden itibaren haber alınamıyor, görüşmeler yasaklanmış durumdadır. Sayın Öcalan’ın 5 Nisan 2015 itibariyle içinde bulunduğu duruşu nasıl tanımlayabilirsiniz?

Öncelikle gerçekten de tarihin en ağır zulümlerinden birinin İmralı’da uygulanmaya çalışıldığını belirtmek gerekiyor. Bunun ahlakla, hukukla, insanlıkla alakası yok. Ortada bir cezaevi, bir yargılama yoktur. Daha önce de ifade ettik, Önder Apo da net bir biçimde tanımladı. Açık bir rehine durumu vardır. Rehine almak da baskının en büyüğü demektir. Yaşam, bu durumda 24 saat baskı temelinde gerçekleşiyor. Psikolojik baskı bunun en büyüğüdür. Açıkça düşünceleri, inançları için insana baskı uygulanıyor. ‘Sen kendi beyninin çalışma sistemine göre, kendi özelliklerine ve çıkarlarına göre düşünmeyeceksin, benim istediğim gibi düşüneceksin, bana göre olacaksın’ deniliyor. Bu kölelikten de öte bir dayatmadır.

DİRENİŞİN BÜYÜKLÜĞÜNÜ ANLAMALIYIZ

Bu baskı ve dayatma, 19. yılındadır. Baskının dozajını iyi anlamalıyız. Tabii bir de bu kadar ağır baskı ve zulüm karşısında gösterilen direnişin büyüklüğünü anlamalıyız. Bu direniş, özgür insan direnişinin doruğu oldu. Hepimiz böyle bilmeliyiz ve anlamalıyız. Gerçekten de insanüstü bir direniştir. Önder Apo savunmalarda böyle bir direnişi neye dayanarak sürdürebildiğini ve direnişçi yaşamı neye dayanarak yürütebildiğini ifade etti. Gerçekten de yüce amaçlar, derin düşünceler olmazsa değil 19 yıl böyle direnmek, 19 ay, 19 gün, 19 saat bile insan o koşullarda mevcut dayatmalar karşısında direnemez ve ayakta kalamaz.

O halde Önder Apo’yu bu kadar süre böyle bir zulüm karşısında direnir kılan, inanç, bilinç, düşünce yoğunluğu, amacı nedir? Tüm bunları anlamamız önemlidir. Aslında savunmalarda Önder Apo bunları anlattı. Fakat daha iyi anlaşılması bu yaşama bakarak olur. Bu direnişçi yaşamın anlaşılması, anlaşılmaya çalışılması aslında Önder Apo’nun hakikatini, onu böyle büyük bir direniş gücü haline getiren gerçeklikleri daha iyi bilmemizi, açığa çıkartmamızı sağlar. Bu temelde direniliyor. Bunu herkes bilmelidir.

ÖZGÜR İNSAN DURUŞUDUR

Diğer yandan bu direnişin bireysel bir yanı yoktur. Böyle bir düşünce yoğunluğu ve direnişin kişiye kazandırdığı bireysel bir şey yoktur. Herhangi bir kişisel çıkar uğuruna olmuyor. Hatta böyle bir ailesel-aşiretsel çıkar da yoktur. Hepsi halk için, halklar için, insanlık için, kadınlar-gençler için, özgür yaşam için yapılıyor. Bu bir özgür insan duruşu, özgür yaşam için mücadeledir. Evet, Amed zindanında 82’de de direniş olmuştu. Orada büyük kahramanlıklar sergilendi ve büyük direnişçimiz Kemal Pir “Biz yaşamı uğruna ölecek kadar seviyoruz” dedi. Özgür yaşam tutkusu, insanlık tutkusu bu kadar büyük olmayanlar, böyle büyük direniş de geliştiremezler. Önder Apo’ya 19 yıl tarihin en ağır baskı ve zulmü karşısında böyle direnir kılan kesinlikle özgür yaşamı anlama, onu benimseme, her şeyini verecek kadar özgür yaşama bağlanma gerçeğidir. Kemal Pir’in ifade ettiği gerçeklik tamamen Önderlik gerçekliğiydi. Bir de bu yanının bilinmesi gerekiyor. Herkes bilmeli ki, insani duruş budur. Bundan başka insanlık yoktur. Önder Apo, bu duruşun anlaşılmasını söyledi. “Bu direnişi sadece bana özgü görmeyin, benden beklemeyin, benden istemeyin, hepimiz böyle olmalıyız” dedi. Doğru, özgür, insanca, namuslu yaşamın tek kriteri budur. Bunun dışında başka türlü yaşam olmaz. Bir de bu gerçekliğin anlaşılması lazım. Bilinmeli ki, Önder Apo insanlığın katledilmek istendiği bir ortamda, özgür insanlığı var etme ve yaşanır kılma, yaşatma amacıyla bu direnişi sürdürüyor ve bu herkes için bir direniştir. Tüm insanlık için bir direniştir.

ÖNDERLİK TUTUMUNU NET KOYDU

Önder Apo, son görüşme notunda eğer çözüm olmazsa nasıl büyük tehlikeler olacağına dikkat çekti. Nasıl savaşlar gelişir ve katliamlar olur? Hatta Türkiye’nin başına ne büyük felaketler gelir? Bunları belirtti. Şimdi İmralı’yı bu biçimde tutan, yaşatan Tayyip Erdoğan “Türkiye’yi bölecekler” diyor. Önder Apo defalarca “siz doğruya gelmezseniz, biraz demokratik zihniyete ve siyasete sahip olmazsanız; bölünürsünüz de yıkılırsınız da katliamlar da yaşarsınız. Hep biz yaparız yanımızda kar kalır, kimse bize bir şey yapamaz sanmayın, size yapanlar da çıkar” dedi. Tayyip Erdoğan şimdi telaşa düşerek “Türkiye’yi bölecekler” diyor. Evet, bölecekler de neden bölecekler? Kimin siyaseti bu bölünme zeminini ortaya çıkarttı? Kim bundan sorumludur? Bunların hiçbirine değinmiyor. Bu bakımdan Önderlik tutumunu net koydu. “Hiç kimse beni kendi düşüncesine ve siyasetine alet edemez, etmesin” dedi. O tavrı bize karşı da koydu. “Gerçekten demokratik bir çözüm, demokratik yaşam olacaksa her türlü görev ve rol oynamaya hazırım” dedi. ‘Çözüm oluyor’ denilerek oyun oynanır gibi geliştirilen tutum ve duruşu reddederek herkesi ciddiyete ve demokratik davranışa davet etti. Aslında şu an Önder Apo’nun duruşu nedir, neyi ifade ediyor dendiğinde, herkesi her şeyden önce ciddiyete davet ettiği söylenilebilir. Demokratik olmaya, çözümleyici olmaya, en başta da Türkiye’yi yönetenleri davet ediyor. Dünyanın bütün siyasi güçlerini Kürdistan ile Kürt sorunuyla ilgili tüm güçleri buna davet ediyor. Ciddi ve doğru demokratik yaklaşım içinde olunmasını ifade ediyor, istiyor.

ÖZGÜR YAŞAM ÇAĞRISIDIR

Hareket ve halk için de direnip mücadele edip özgür ve demokratik yaşamı kazanmamızı istiyor. “Eğer yaşam diyecekseniz ancak öyle olur, onun dışında bir şeyi yaşam olarak kabul etmemelisiniz. Size verilmek istenen, giydirilmek, yedirilmek istenen kesinlikle özgür yaşam değildir. Köleliğin de ötesinde insanlık dışı bir durumdur. Bunu asla kabul etmemelisiniz. Onun için de bilinçlenmeli, örgütlenmeli, bu faşist soykırımcı zulüm düzenini yıkıp halklarla kardeşçe birlik içerisinde özgür ve demokratik yaşamı yaratmalısınız” diyor. Bu temelde Önder Apo’nun duruşu bir Özgür Yaşam çağrısıdır, Özgürlük Mücadelesi çağrısıdır, Demokratik Mücadele çağrısıdır. Türkiye’nin tüm demokratik, aydın, sanatçı kesimlerine Kürt halkının tümüne, tüm kadınlara, gençlere, demokrasiden ve özgürlükten yana olan herkese özgürlük ve demokrasi için bunu kazanıp doğru bir yaşama ulaşmak için mücadele çağrısıdır. İşte Önderlik duruşu bu anlama geliyor.

Bunun dışında bir Önderlik gerçeği yoktur. Bunu herkesin bilmesi gerekiyor. ‘Başka bir biçime çekeriz de oradan faydalanırız’ diye bekleyenler, hesap edenler boşuna bekliyorlar, onu bulamayacaklar. Ya doğru özgür insanca yaşamı arayacaklar, bulacaklar öyle yürüyecekler ya da Önder Apo’dan başka bir şey bulamayacaklar.

Sayın Kalkan, mücadeleden söz ettiniz. Gerillanın da baharla birlikte yoğun bir pratiği ortaya çıktı. Askeri anlamda da geçen yıllara oranla baktığımızda gerilla önemli bir askeri performans gösteriyor. Helikopterler düşürülüyor, Türk ordusunun verdiği kayıplar somut olarak görülebiliyor. Mevziler ele geçiriliyor, tanklar imha ediliyor, bu şekilde bir savaş yürüyor. “Baharla birlikte PKK’nin varlığı olmayacak” şeklinde Türk devletinin propagandası da vardı. Bunu söyleyenler bugün asker-polis cenazelerine gitmeyi temel mesaisi haline getirmiş durumdadır. Askeri savaşın Kürdistan’da açığa çıkardığı tabloyu nasıl izah edebilirsiniz?

Evet, Haziran ayındayız. Haziran ayı bizim “Fedailik Ayımız” oluyor. Gerçekten de derinleşmiş bir fedailik Kürdistan’da, Kürdistan gerillasında yaşanıyor. Kahramanca direnişler var. Ben bu direnişin faşizme ve soykırıma karşı gösterilen direnişin tüm şehitlerini bu vesileyle saygı ve minnetle anıyorum. Direnişi yürüten herkesi selamlıyorum. Özellikle gerillanın hesap soran eylemlerini kutluyorum. Gerçekten de bu hesap sormayı insanlık adına, özgürlük adına, halkların kardeşliği adına soruyorlar. Başka ne olabilir ki! Biraz bir düşünme ve tartışma oluyorsa bu dünyada gerillanın özgürlüğü, demokrasiyi dayatan bu kahramanlık çizgisindeki başarılı fedai eylemleri temelinde oluyor. Bunlar da olmazsa gerçekten de sanki katillerin, zorbaların, zalimlerin, diktatörlerin, faşistlerin yaptıkları yanına kalacak, bu hesap sorma eylemleri olmazsa sanki insanlık ve özgürlük unutulacak gibidir. İnsanlığın doğduğu alan olan Ortadoğu, Mezopotamya ve Mezopotamya’nın en kadim halkının varlığı unutulacak, halkların varlığı unutulacak. Kimse KürT'ün varlığından ve özgürlüğünden söz etmeyecek.

KAN KUSAN AĞIZLARI KİLİTLİYOR

Gerilla eylemlerinin felsefik, ideolojik, siyasi, örgütsel, tarihsel, toplumsal, demokratik karakterini iyi görerek anlamak gerekiyor. Diğer yandan aydınlatıcı gerçekleri açığa çıkartıcı karakterini ve özelliğini de iyi görmek lazım. Gerçekler gerilla direnişiyle ortaya çıkıyor. Gerillanın eylemleri dilleri açıyor. Zalim, kan kusan ağızları biraz kilitliyor. Bir denge ve eşitlik yaratıyor. Doğru nedir, yanlış nedir, iyi nedir, çirkin nedir, güzel nedir? Tüm bunları açığa çıkararak ölçü koyuyor. Ret-kabul ölçüsü açığa çıkartıyor. Gerilla öyle savaş yapan, zaferler kazanan büyük askerlik yapan güç olmaktan öteye her şeyden önce hakikatleri açığa çıkartan, gerçeği aydınlatan bir güç olma özelliği taşıyor. Gerilla mücadelesinin bu karakterini de görmek gereklidir.

DİRENİŞ DE TOPYEKUN HALE GELİYOR

Evet, Haziran ayı ile birlikte gelişmeler daha farklı olacak, diye daha önce de ifade etmiştik. Anti faşist direniş her cephede daha çok boyutlanacak. Gençlerin, kadınların, aydınların, sanatçıların, emekçilerin, köylülerin, ekolojistlerin direnişi var. En çok da ekolojistler direniyor. Gerçekten de onları da bu vesileyle selamlıyorum. Artvin’den başladı, Ege’ye kadar direniyorlar. Örgütsüzler, kuvvetleri yok ama amaçları iyidir, düşünceleri güzeldir. Daha direnişçi olmaları ve sonuç almaya kilitlenmeleri kendileri için de bütün insanlığın geleceği için de büyük sonuçlar ortaya çıkaracaktır. Ben buna yürekten inanıyorum, onların da inandıklarını biliyorum. Çünkü inanmazlarsa böyle bir mücadele yürütmezlerdi. Herkesin bir direnci var. Evini korumak için, sokağını korumak için, okulunu korumak için, şehrini korumak için, ağacını, dağını, ırmağını korumak için insanlar direniyor. Direniş de gerçekten topyekun hale geliyor. Nasıl ki Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğü topyekun faşist soykırımcı saldırıyı derinleştirmeye çalışıyorsa  buna karşı tüm halk kesimlerinin direnişi de topyekun hale geliyor, güçlü oluyor.

MİSLİYLE HESAP SORMA EYLEMLERİ

Bu noktada tabii hesap sorucu eylemlilik de gelişecek, dedik. Gerilla, AKP-MHP faşizminden yaptıklarının hesaplarını misliyle soracaktır. Şimdi ‘misliyle hesap sorma eylemleri’ her alanda Botan’da, Zagros’ta, Serhat’ta, Amed’de, Dersim’de oluyor. Serhat’tan-Amanos’a, Dersim’den-Zagros’a; Kuzey Kürdistan’ın dört bir yanında kahramanca gerilla eylemleri oldu. Bu yapılan eylemlerin görüntüleri de var. Biz bunları görüyoruz. Tanklar imha ediliyor. Helikopterler vurularak düşürüldü. “Ben fethedeceğim” diyen adam neyi fethettiğini bile bilmiyor. Sonuç olarak vuruldu gitti. Vurulduktan sonra kahraman ilan etmek istediler, halbuki biri çıkıp ‘bu adam buralarda ne geziyordu’ diyebilirdi. Ne kadar insan öldürdü, ne kadar mazlum Kürt insanının, gencinin kanına girdi? Bir de böyle bakmaları gerekiyordu. Öyle yapmadılar. Türkiye toplumunu kandırmak için boş edebiyat yapıyorlar. Şimdi bin bir türlü yalan da uyduruyorlar. O konuda gerilla karargahının zaman zaman gerçekleri ortaya koyan bu psikolojik savaşın yalanlarını teşhir eden açıklamaları oldu, oluyor. Doğru olanlar bunlar oluyor. Hatta az bile oluyor. Daha çok müdahaleci ve açıklayıcı olmalıdır. Çünkü toplumların, halkların, insanların gerçeği öğrenmeye hakkı var. En büyük insan hakkı doğruları, gerçekleri bilme hakkıdır.

TÜRKİYE HAPİSHANE HALİNE GETİRİLMİŞ

Faşizm, özel savaş, psikolojik savaş bu doğru edinme hakkını ortadan kaldırıyor. Bir hapishane haline getirilmiş Türkiye. Antep’ten başlanmış ta Kars’a kadar bütün sınıra duvar örmeye çalışıyor ve övünüyor Tayyip Erdoğan. Bütün utanç duvarları yıkıldı. Tayyip Erdoğan kendi duvarlarını utanç duvarları ile mi koruyacak? Kendisini duvarın arkasına gizleyerek mi var edecek? Bu ne kadar zayıf olduğunu, yıkılma noktasında olduğunu, utanç halinde olduğunu gösteriyor. O kalkıyor övünüyor. O bir sürü gazeteyim televizyonum diyenler “ya senin övünecek halin yok halin perişan” diyeceği yerde övmeye kalkıyorlar. Çünkü oradan yemleniyorlar. Kimse de bir şey anlamaz diyorlar. Birçok şeyi halktan gizlemek için tam bir karartma var. Ters yüz etme ve gizleme var. Bu konuda özgür basına, gerçekten de halkı doğru bilgilerle donatmaya kendini adamış basıncılığa ihtiyaç var. Türkiye’nin de, dünyanın da basın çevrelerine çağrı yapmak istiyorum. Türkiye’nin gerçeklerini AKP’nin borazancılarının söylediklerinden öğrenmeye çalışmayın, onların hepsi yalandır.

SOYKIRIM GERÇEĞİ GÖRÜLMELİ

Şimdi Sur’da 2 sene önce ne olmuş, bilmem 15 sene önce Botan’da ya da Mardin’de ne tür katliamlar yapılmış? Bunları araştırıyor bazıları. ‘Rojbaş’ derler insana, zamanında neredeydiniz? Bilinmeyen bir durum muydu? Biliniyordu ama o zaman AKP’nin veya mevcut savaş iktidarının aleti oldular. Adalet zamanında olursa adalettir. Geç kalınmış adalet, adalet değildir denilmiştir hukukta. Ben çok hukuk anlamam ama bu tür söylemler var hukukta. Hukukçular dile getiriyor, gerçek olan da doğru olan da o. Ama şimdi böyle yapılıyor, yani bazı şeyler siyasete, çıkara alet edilmemeli. Siyaseti çıkar haline getirmişler, çıkarcı kılmışlar ama insanlar can veriyor, katlediliyorlar. Sur’daki, Şırnak’taki, Cizre’deki insanlar evinden barkından oluyor. Bunun siyaset yapacak, tartışacak bir yanı yok. Burada en temel insan hakkı, yaşama hakkı yok ediliyor. Yaşama hakkı imkanları yok ediliyor. Bir soykırım ve katliam var. Bu gerçeği herkesin görmesi lazım. Şimdi bunlar görülmüyor mu? Görülüyor, nasıl görülmesin? Ama hesabına gelmediği zaman susuyorlar. Ne zaman isteseler o zaman gerçekleri açığa çıkartıyorlar. Bu doğru değildir. Böyle olmaz.

TOPLUM İNİSİYATİFLERİ OLMALI

Her şeyi devletten beklememek lazım. Toplumculuk olmalı, toplum inisiyatifleri olmalı. Devrimci kurum ve kuruluşlarının en çok örgütlenmesi ve işlevsel kılınması gerektiği bir dönemden geçiyoruz. Gerçekler karartılıyor. Bir yandan ağır bir zulüm, katliam, soykırım yürüttü Tayyip Erdoğan yönetimi. Gerçekleri böyle gizlemeye çalışıyor. Üstünü örtmeye çalışıyorlar, bu gerçekler görülmeli. En ağır insanlık dışı katliamlar oldu, bunlar görülmeli. Şehitlikler bombalandı. İnsanların yer altındaki kemiklerine bin kiloluk bombalar atıldı. Bunun hukukmuş, adaletmiş, siyasetmiş; bunlarla değerlendirilecek yanı var mı? İş böyle oldu mu artık her şey bitmiştir. İnsanlığın hiçbir şeyi kalmaz. İnsanlık ötesi varlıklar bile olunmaz. Şimdi Kürdistan’da bunlar oluyor.

GERİLLA YÜZDE 30'LA BÖYLE

Diğer yandan Kürt halkı, kadını, genci, kahramanca direniyor. Gerilla önemli bir performans ortaya çıkardı, çıkarıyor ve daha fazla da çıkaracak. Kendini dönemin koşullarını, teknik gücünü öğrenerek, anlayarak eğitiyor ve örgütlüyor. Daha eğitimli ve örgütlü mücadele edecek. Gerillanın yapabileceği o kadar çok şey var ki! Demokratik modernite çizgisinin gerillasının, daha yapılabilecek olanın yüzde 30'unu yaptığı bile denilmez. Yüzde 80 daha vuruş ve taktik gücünü, yaratıcılığını, tarz zenginliğini geliştirme gücü ve kapasitesi var. Kürt gerillasını herkes böyle bilsin. O bakımdan da halk gerillaya inancını güvenini desteğini sürdürsün. Gençler gerillaya daha fazla katılım göstersinler. Çünkü hesap soracak, sonuç alacak esas mücadele gerilla mücadelesidir. Hesap sorucu mücadele içerisinde olmak lazım. Herkes bilsin ki Kürt halkı da onlarca yıl direnir. Yüzlerce yıldır var olmak, özgürlüğü yakalamak için direnmiş bir halktan söz ediyoruz. Kürdistan gerillası da daha düşmandan kat kat hesap soracak güce, enerjiye, iddia ve kararlılığa sahiptir. Açılım gücü olacak kapasitesi vardır. Bunlar yapılıyor, daha da fazla yapılacak.

FAŞİZM ÇÜRÜME YARATTI

Süreç gerçekten de anti faşist direnişi güçlendirme ve faşizmi yıkma sürecidir. Bu faşizmin varlığı Türkiye’yi de, Ortadoğu’yu da çok kokuşturuyor. Bundan bir an önce kurtulunması lazım. AKP-MHP faşizminin DAİŞ ile birlikte yaptıkları bakın Ortadoğu’da neredeyse kendi tarihinden değerinden uzaklaşmış bir gerçeklik ortaya çıkardı ve çürüme yarattı. Yeniden doğmak, dirilip canlanmak için bu hastalığı kesinlikle yok etmek, ortadan kaldırmak gerekli ve bu yapılabilinir. Halklar mücadele ederlerse başarırlar, kazanırlar. Türk devlet yöneticileri tarafından PKK’ye 40 yıldır ömür biçiliyor. Yıllar söyleniyor, takvimler belirtiliyor. “Yok ettik, ediyoruz, şu kadar vurduk vuruyoruz” deniliyor. Sonuç ortadadır. “Ya bitecek ya bitecek” diyenlerden,

SOYLU KELLE AVCILIĞI YAPIYOR

“bitiriyoruz, bitecek” diyenlere gelindi. Ama başarılı olamadılar. Ama kelle avcısı durumuna gelmişler. Süleyman Soylu, Bakan filan değildir. Kelle avcılığı yapıyor. Onunla aynı türden olduğu için insan kendisinden utanıyor. Böyleleri nasıl bu dünyada, hem de yanı başımızda yetişmiş? Bu kadar da insan basit, zalim olur mu?

KÜRTLÜK, ÖZGÜR İNSANLIĞI SAVUNUYOR

Fakat yapmadıkları, eksik bıraktıkları bir şey yoktur. Bunlar söylediler de yapmadılar, dememek lazım. Söylediler ve yapabilecekleri her şeyi yaptılar. İnsanlık dışı her şeyi de yaptılar. Bu kadardır, bundan başka yapabilecekleri bir şey yok! Güya Mart’a çıkamayacaktık, Nisan’a çıkamayacaktık. PKK’den kimse söz etmeyecekti. PKK unutulmuş olacaktı. Oysa şimdi PKK en güçlü, en kudretli dönemindedir. Ortadoğu’nun öncüsü olma durumuna gelmiş, özgür insan olmaya öncülük yapıyor. Önder Apo’nun düşünceleri her yerde gençler, kadınlar, emekçiler tarafından okunuyor. Sosyalist hareketler, demokratik güçler tarafından okunuyor. Önder Apo’yu gittikçe daha fazla dünya tanır hale geliyor. PKK’yi, Kürt halkını tanıyorlar. Kürtlük özgür insanlığı savunan bir düşünce ve halk gerçekliği olarak bütün halklar tarafından ezilenler, gençler, kadınlar tarafından tanınır hale geliyor.

GERİLLA 4 CEPHEDE SAVAŞIYOR

Şimdi mücadele olarak da dört cephede birden mücadele ediyoruz. Gerilla öyle bir noktaya geldi ki geçmişte bir cephede, en fazla iki cephede savaşabiliyordu. Şimdi üç-dört cephede birden kahramanca savaşıyor. Hiç kimsenin savaşamadığı güçlere karşı Kürdistan Gerillası savaşıyor. DAİŞ’e karşı savaş bunun en somut kanıtıdır. Hala çökmüş DAİŞ karşısında bile azıcık direnç gösterdi mi kaçıyor herkes. DAİŞ’i durdurmak üzere Kürdistan gençliği direnç gösterdi. Kürt gerillasının, gençlerinin ve kadınlarının kahramanlıkları oldu. AKP-MHP faşizmini bu duruma getiren, Türkiye’de bu faşist soykırımcı sistemi, zihniyeti kıran ve siyaseti değiştirme noktasına getiren gerçekten de kahramanlık çizgisinde süren mücadele oldu.

Onların söyledikleri günlük propagandalardır. Toplumu böyle yanlış bilgilerle umutlu kılmaya, kendi gerçekliklerinin üstünü örtüp toplumu göremez, karşı çıkamaz hale getirmeye çalışıyorlar. Hepsi amaçlıdır. Psikolojik savaş kapsamındadırlar ve gerçekle herhangi bir alakaları yoktur. Öyle olmadığı da ortaya çıktı. Bugün “PKK’yi bitireceğiz, Kürt mücadelesini yok edeceğiz” diyenler dün bunu diyenlere ne oldularsa öyle olacaklar. Bunda ısrar edenler er geç mutlaka kendinden öncekilerin düştüğü duruma düşecekler. Şimdi geçmişte bunları diyenlerin esameleri bile okunmuyor. Ama Kürt halkı ve Özgürlük Hareketi dünyaya yayılan bir umut, insanlık ve kardeşlik hareketi olarak büyüyor, tanınıyor.

Geçtiğimiz hafta içinde Türkiye’de önemli gelişmeler oldu. CHP milletvekili Enis Berberoğlu tutuklandı. Sizin daha önce AKP-MHP karşısında ortak mücadele konusunda yaptığınız açıklamalarda da “susma sustukça sıra sana gelecek” diyerek uyarılarınız olmuştu. Bu sıra şimdi CHP’ye gelmiş gibi gözüküyor. Buna karşı CHP bir yürüyüş başlattı. Bu yürüyüş doğru bir mücadele yöntemi olarak ele alınabilir mi? CHP’nin bu yeni politik tavrı hakkında neler söyleyebilirsiniz?

“Susma, Sustukça Sıra Sana Gelecek” sözünün doğruluğu dünya devrimlerinden çıkan bir derstir. Faşizme karşı direniş bu biçimde yaşanmış, böyle bir tecrübe insanlığa mal edilmiştir. Biz de bundan yararlanmak durumundayız. Faşizm direnilerek yok edilir, yıkılır. Faşizme boyun eğilmez. Faşizmden medet beklenmez. Ondan bir şey istenmez. Adı üzerinde faşizm, insanlığı yok etme hareketidir. Bir katliam ve zülüm düzenidir. Faşizme karşı kurtuluş mücadelesi yürütülür ve kurtulunur. Biz bunu dünya halklarının deneyimlerini okuyarak öğrendik. Türkiye’de de bunu anlamaya çalışanlar var. Bu yönlü bir hareketlenme oldu. Bu hareketler gittikçe gelişiyor. Ama bunlar acı deneyimler yaşayarak oluyor. Ne yazık ki başka halkların yaşadıklarından ders çıkartarak, aynı durumu yaşamamak, aynı zülüm altında ezilmemek varken, tekrarlamak iyi bir durum değildir. Şu an gelinen nokta, önemli ölçüde tekrarlama noktasıdır. Başka halkların yaşadığının bir benzerini yaşama noktasıdır.

CHP ÖNEMLİ BİR GÜÇTÜR

CHP bu durumuyla çok tehlikeli bir konumdadır. Ne olduğunu açıkça ortaya koymalıdır. Ne olacağını, ne olmak istediğini ortaya koymalıdır. CHP’nin yaptıkları faşizmin değirmenine su taşıdı. AKP’nin iktidarına su taşıdı. 15 yıldır AKP’yi Tayyip Erdoğan değil, CHP’yi yönetenler iktidarda tuttular. Bu iyi anlaşılmalı. Bu durumu özeleştirel yaklaşımla düzeltmeliler. Bunun nasıl olduğunu ispatlamaya hazırım. 15 yılı irdeleyelim. Bu gerçeği görürüz. Şimdi fark etmişler de, yürüyüşe geçiyorlar. Ama kiminle? Faşizme karşı iki durum geçerlidir; direnilir ve birlik olunur. Anti faşist cephe ve ittifak diye bir deyim var. Hitler faşizmine karşı böyle mücadele edildi. Faşizm böyle yıkıldı. Dünyada birbirine en karşıt olanlar bile faşizm karşısında bir araya geldiler. CHP böyle yapıyor mu? Yapmıyor. Kendi etrafında bir grup oluşturmuş, kendi dışındakileri kovuyor, bölüyor, parçalıyor. Anti faşist birliği yaratacak ve cephe oluşturacak güçleri parçalıyor. Bundan kim faydalanıyor? Faşizme karşı mücadele faydalanmıyor. Bu tutum faşizmin değirmenine su taşıyor, faşizmin ekmeğine yağ sürüyor. Her şeyden önce buradan çıkılması gerekir.

CHP önemli bir güçtür. Tabanı birçok yerde mücadele de ediyor. Devrimci, sosyalist, yurtsever, demokratik güçlerle dayanışma içindeler. El eledirler. Çok militan ve cüretli bir kitle tabanı da var. Fakat mevcut partinin izlediği politikalar yanlıştır. Mesela CHP yönetimine şu soruyu sormak gerekir: “Bugün Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli’nin oluşturduğu iktidar faşizm midir, değil midir?”

CHP KİMİNLE İTTİFAK YAPABİLİYOR?

Bir defa tanımı iyi koymak gerekiyor. Türkiye’de ne var? Nasıl bir iktidar var? 20 temmuz OHAL darbesi ne getirdi? Burada muğlaklık var. Eğer “faşizm var” diyorsalar mevcut yönetimin izlediği politika doğru değildir. CHP “herkes gelsin, bana katılsın, bana kuyruk olsun” diyor. Kimse öyle olmaz. O zaman CHP de bir parça olarak kalır. Bu gidişle hiçbir zaman yönetimi ele geçiremezler, iktidar olamazlar. CHP’liler bunu görsünler, yönetimlerine bunları sorsunlar. CHP kiminle ittifak yapabiliyor? Kendine yakın birkaç güçle elbirliği etmiş, onun dışındaki herkesi itiyor. Sendikalarla, kadın ve gençlik hareketleriyle ilişkisi nasıldır? Hepsinden önce DAİŞ faşizmine karşı bu kadar savaşmış, soykırım karşısında insanlığın onurunu korumuş bir hareket olan Kürt direnişi karşısında durumu nasıldır?

KILIÇDAROĞLU'NU DA HAPSE KOYACAK

Faşizme karşı savaşıyoruz. Faşizme karşı savaşanlar, sosyalistler, devrimciler, sosyal demokratlar tarafından kahraman sayıldılar. Bunu da bir yana itelim. Bu kadar Kürt halkı var. Dernekler, demokratik kuruluşlar, siyasi kurumlar var. HDP, HDK var. Yüzde 13 oy almış, Meclis'e bu kadar milletvekili sokmuş, 100 tane belediye kazanmış bir parti, bir demokratik siyasi hareket var. CHP bununla bir ittifak yapmıyor. Onlarla birlik olmuyor. Bunun yerine onların hapse girmesinin yolunu açtı. Milletvekili dokunulmazlıklarını kim kaldırdı? O zaman kendi çevremdekilere şöyle söylemiştim; “inşallah en önce Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendisini hapse koyarlar”. Eğer halklar, devrimciler, demokratlar direnerek bu faşizmi yıkmazsa gün gelecek Kemal Kılıçdaroğlu’nu da hapse koyacak Tayyip Erdoğan. Hiç gözünün yaşına bakmaz, bunu net söylüyorum. Şimdi kendi milletvekili de hapse kondu, öbürü de konacak. Bence o milletvekilleri zamanında düşünmeli, daha etkili mücadele etmeliydiler. Biz o zaman da CHP içerisindeki güçlere ve milletvekillerine ‘bu sizi de vurur’ dedik. Fakat gelinen nokta budur.

FAŞİZME KARŞI İTTİFAK LAZIM

CHP tabanını bilinçlendirmek gerekiyor. Tatlı bir iki laf söylüyorlar, kimse buna kanmamalı. Söylenen sözlerin ve yapılan işlerin sonucu nedir? Sonuç nereye gidiyor, kime hizmet ediyor, bu görülmeli. Kimin değirmenine su taşıyor? Bir miting, bir yürüyüşle faşizm yıkılmaz. Öyle kimse kimseyi kandırmasın. Kılıçdaroğlu Yenikapı’ya da gitti konuştu, faşizme ortak oldu. Bu ancak biraz ilişki, ittifakla olur. İnsanlar birbiriyle anlaşıp ortak mücadeleye yönelirse bu gerçekleşir. Umarım faşizme karşı etkin mücadeleye geçerler. Ama boşuna umutlanmaya, hayal ve beklentilere girmeye gerek yok, çünkü sonra hayal kırıklığı yaşarlar. Çünkü bu işler böyle olmaz. Faşizme karşı anti-faşist ittifak lazım, birlik lazım, cephe lazımdır gerekirse. Bu da var mı, yok mu? Buna girmeyen, böyle bir birlik ve mücadele eğilimi göstermeyen herkes faşizm karşısında ezilmeye, yenilmeye mahkûmdur.

Türkiye’nin dış politikada Ortadoğu’yla ilişkilerle de başı oldukça dertte. Özellikle Katar krizinden sonra bu durum daha da belirginleşti. Körfez ülkeleri Katar’a yönelik bir yaptırım uyguladı. Türkiye hemen Katar’ın yardımına koştu, asker göndermek için hazırlanan bir yasayı onayladı. Türkiye-Katar ilişkilerini nasıl anlamak gerekiyor?

Niye Katar’a yaptırım uyguladı Arap ülkeleri?

Üç neden ortaya konuluyor; Mısır’da İhvancıları, Filistin’de Hamas’ı, Suriye’de DAİŞ’i savundu. Bir de terörü destekleme suçu ifade ediliyor.

AKP, Tayyip Erdoğan niye sahip çıkıyor ona? Böyle değiller mi , yoksa böyle olmaları normal mi, diyor. Aslında Tayyip Erdoğan’a göre bunlar suç değil, ben onun için sordum. Elbette sahip çıkar. Eğer bunlar suçsa suç olarak söylenenler Tayyip Erdoğan’ın ilke olarak esas aldıkları, doğrudur diye savunduklarıdır. Hamas’la durumun öyle olduğunu çok sanmıyorum. Hamas Türkiye’ye de geldi kaldı. Bazı anlaşmalar karşılığında sonunda Türkiye’den de çıkardılar. Orada da kalıyordu. Öyle bir durumu yok. İhvancılarla ilişkileri nedir, onu da bilemem. Fakat biz şunu biliyorduk: Suudi, Katar, AKP ittifak halinde DAİŞ’in arkasındaki güçtürler. Kimisi eğitiyordu, kimisi silah veriyordu, kimisi de mali olarak finanse ediyor, savunuyor, haberini yapıyordu. Bunun içinde Katar özellikle mali finansman bakımından çok fazla bunu yapıyor görünüyordu. Türkiye ise esas örgütleyip yöneten konumundaydı.

KATAR'A SÖYLENENLER ERDOĞAN'ADIR

Şimdi kriz çıktı. ABD Başkanı Trump krizi açıkça kendisinin çıkardığını söyledi zaten. Trump bu olanları şöyle izah etti; ‘Ben teröre finans sağlanıyor, oralarda birileri var, dedim. Oradaki devletler -Katar yapıyor- dediler, suçlu açığa çıktı. O zaman tutum alınacak denildi ve herkes birlikte tutum aldı’. Şimdi İran’a karşı mücadele öne çıkınca Suudi bu cepheden biraz ayrılır gibi oldu, Amerika’yla ilişki kurdu. Tayyip Erdoğan da İran’a karşı mücadele edecekseniz sizinle olayım, dedi. Gitti Amerika’yla görüştü, Amerika onu hiçe saydı. Tayyip Erdoğan’ın bu politikası boşa çıktı. Amerika Suudi’yi kabul etti. Suudi’nin yaptığını Erdoğan yapmak istedi, başarılı olamadı. Çünkü yaptıkları demek ki daha fazla, daha ağır suçlu durumları var. Geriye aslında Türkiye ile Katar kalmıştı. Türkiye’yi zaten eleştirdiler. Katar’ın öne çıkarılması gerçekleri biraz daha iyi açığa çıkarıyordu. Çünkü Katar’dan başlanınca hoplayan Tayyip Erdoğan oldu. Onun için sahipleniyor. Çünkü Katar’a söylenenlerin kendisine söyleniyor olduğunu biliyor. Kendisinin Katar’la birlikte yaptıklarıdır onlar, suç ortağıdır yani. Bu çok açık bir durumdur. Ama bunun üzerine gerçekten ne kadar gidilecek, bilemiyoruz.

'DAİŞ YOK OLACAK' KAYGISI

DAİŞ durduk yerde çıkmadı. Birileri onu çıkardı, besledi. Bunlar zaten biliniyor. Gerçekten DAİŞ’e destek verenlerin üzerine gidiliyor mu? Gidilecek mi? Musul’un ve Reqqa’nın üzerine gidiliyor. DAİŞ çökme noktasında. Hiç olmazsa şimdiye kadar DAİŞ’i desteklemiş olanlar, suçlu olanlar açığa çıksın. Diğer yandan gerçekten şimdi DAİŞ’in yok edilmesinden yana mıdırlar? Ben öyle görmüyorum. Bazı çevreler öyle ki, DAİŞ yok olacak diye kaygıya düşmüşler. DAİŞ’i yok olmaktan nasıl kurtaracaklar, onun arayışı içindeler. Çünkü DAİŞ gibi istediği yerde kullanacağı bir provokasyon gücünü kullanarak siyaset yapan çok güç var ortada. Onu ele geçirmek istiyorlar, bu anlamda başka birçok politikalar var bunun içerisinde.

GERÇEKTEN BU KATAR NEDİR?

Fakat şu ilginç oldu, Katar DAİŞ’e destek verdiği gibi Haşdi Şabi’yi de destekliyormuş diyorlar. Çok farklı örgütlere, başkalarının terör örgütü dediği örgütlere destek verirmiş. Biz şöyle biliyorduk; Suudi, Katar, Türkiye, DAİŞ mezhep olarak birbirine yakın oldukları için durum böyledir. Şimdi işin içerisine eğer gerçekten Haşdi Şabi’ye destek verilmesi de girmişse bu tespit ortadan kalkıyor. O zaman gerçekten bu Katar nedir, kimdir, ne yapmış şimdiye kadar? Bunların yeniden incelenmesi lazım.

İRAN VE TÜRKİYE BOYUTU VAR

Şimdi Katar’la karşı karşıya geldiğini söyleyenler dün Katar’la dosttular, birlikteydiler. Hangi nedenlerle mali destek vermişse açığa çıksın, anlaşılsın, görelim. Bunlar ciddi durumlardır. Bölgede yaşanan Üçüncü Dünya Savaşı’nın geldiği noktadır. Savaşın bölgede yayılması ve derinleşmesiyle bağlantılı olarak Katar üzerinden Türkiye ve İran gerçeği açığa çıkarıldı. Türkiye ve İran demek, Ortadoğu’da ulus devlet statükoculuğunu ayakta tutan güçler demektir. Bunlar dönüşmeden Ortadoğu’da değişim ve dönüşüm olmuyor. Köşe taşıymış Katar, öyle olunca da müdahale oldu. Bu bakımdan bunun bir İran boyutu vardır. Ayrıntıları nasıl çok bilemiyorum ama bir de esas olan Türkiye boyutu vardır. Aslında yapılan herhalde bir tür mali soruşturmadır. Fakat burada şu unutulmamalı; ABD, Katar üzerinde mali soruşturma denen bu süreci geliştirirken tabii Türkiye çıktı müdahale etti. Hemen AB de devreye girdi ve Türkiye’ye verdiği 2.5 milyar euronun nerede kullanıldığını şimdi soruşturuyor. Avrupa da Türkiye için mali soruşturma açtı.

TÜRKİYE ÇİFTE KISKAÇTA

Şimdi Katar ABD ve Ortadoğu’daki diğer devletlerin kuşatması altındadır. Türkiye ise çifte kıskaç altındadır. Bir taraftan Katar müdahalesinin doğrudan bir parçasıdır, diğer taraftan Avrupa da aynı müdahalede bulundu. Demek ki Avrupa verdiği paraların terör örgütlerine, DAİŞ’e verildiğinden kuşku duyuyor ve şimdi açığa çıkarılmasını istiyor.

TEPEDEN TIRNAĞA KİR OLDU

Bu tabii Tayyip Erdoğan yönetimi için çok zorlayıcı bir durum. Çünkü tepeden tırnağa kir oldu. Yolsuzluklara karşı mücadele edeceğim diye 15 yıl önce iktidara gelip de bu kadar yolsuzluğa batmak gerçekten örneği az bulunur bir durumdur. Ama bu hale geldiler, bu durumdalar. Daha Rıza Zerab davası da var. Herhalde arkadan bunlar da giderek gündeme gelecektir.

DIŞTA DA KUŞATMA ALTINDA

Tayyip Erdoğan faşizminin sonu geliyor, bunu söyleyebilirim. Kesinlikle içerideki mücadeleler yanında bir de bunlar var. Zaten halklar, demokratik güçler, kadın ve gençler mücadele ediyor, yıkacaklar. Aynı zamanda dışta da kuşatma altındadır. Yaptıklarının hesabını soracaklar. Kendini akıllı sandı, herkesten para aldı, istediği gibi kullandı, yedi içti, çete örgütlenmesine harcadı. Şimdi tabii herkes verdiğinin hesabını soracak. Benden aldın, ne yaptın diyecek, hakkı vardır. Tayyip Erdoğan’ın da hesap vermesi gereklidir. Bu bakımdan daha çok zorlanacak. Kısacası; Erdoğan-Bahçeli diktatörlüğünün sonu geliyor. 16 Nisan Referandumundan sonra bir sistem kuruldu. Referandumdan sonra gelişen bu diktatörlüğün, faşizmin yıkımı olacak, kurumlaşması değil. Bunu herkes bilmeli ve zaten buna göre de etkili, aktif mücadele etmelidir.

Bölgedeki gelişmeler eşzamanlı oluyor. Katar krizinin patlak vermesi, Türkiye’nin köşeye sıkıştırılmasının yaşandığı bir dönemde Reqqa operasyonunda sona gelindi. QSD şehir merkezine girdi, buna paralel Bab, İdlib gibi yerlerde de Türk devletinin desteklediği çeteler kendi aralarında çatışır hale geldiler. Tüm bunlar DAİŞ’in çözülüşü anlamına gelen gelişmeler olarak okunabilir mi? Bölgede yaşanan gelişmelerin Reqqa operasyonuyla bağlantısı nasıl kurulabilir?

Şunu görelim, Demokratik Suriye Güçleri son hamleyi, Reqqa’yı kurtarma hamlesini başlatıyoruz, dedi ve ilk günde başarılarını da ortaya koydu. 10 tane emir yakalandı, teslim oldu. Şu kadar çete elemanı öldürüldü, şu kadar çevre köy ele geçirildi diye haberler geldi. Bu büyük bir çıkıştı.

BÜTÜN BUNLAR REQQA BAŞLARKEN OLDU

Bunun yankısı etrafta çok fazla oldu. Her tarafı etkiledi. Daha sonra Haşdi Şabi hareketliliği oldu, bence bununla alakalıydı. İran hemen müdahalede bulundu. ABD bile Koalisyon olarak bunun içindeyken Ürdün ve diğer yerlerden etkide bulundular. Esat kuvvetlerini harekete geçirdiler. Katar krizinin de, Tahran’daki olayların da Reqqa’da DAİŞ’in başkentini özgürleştirmeyi hedefleyen kurtuluş hamlesinin başlamasıyla bağı vardır. Bu olaylar hep aynı değiller ama birbirleriyle de bağlantılıdır.

DENGELER ALT ÜST OLACAK

Reqqa’yı özgürleştirme operasyonu, hamlesi şimdiden bu kadar etkide bulundu. Onu anlatmak istiyorum. Bir de bunun ilerlediği, DAİŞ’in başkentinde yenildiği, ezildiği, Reqqa’dan atıldığı sonucunu düşünelim. Dengeler altüst olacak tabii. Çok değişecek. Reqqa zaferi sadece Suriye’de değil, Irak’ta ve tüm bölgedeki siyasi-askeri dengelerde ciddi değişiklikler yaratacak. Yeni ilişki ve ittifaklar, yeni çatışmalar gündeme gelecek. İşte bu Tahran’daki olaylardan Reqqa’ya kadar hepsi biraz bununla bağlantılı. Yani nelerin olacağını gösteriyor. Daha başlangıcının rüzgarı bu tür olaylar oldu. Sonucunun etkileri çok daha fazla olacak.

DAİŞ İLE BİRLİKTE ONLAR ÇÖZÜLECEK

DAİŞ çözülürken, yeni ilişki ve ittifaklar ortaya çıkacak. Ama bu bazı gerçeklerin ortaya çıkması temelinde olacak. Bu DAİŞ neydi, kimdi nasıl ortaya çıkarıldı, kimler ne kadar içinde yer aldılar, desteklediler? Arkasında kimler vardı? Daha önemlisi niye Kürtlere saldırtıldı? Üstümüze kaldı. Kürt halkı ve özgürlük güçleri olarak öyle hiç istemediğimiz, hazır da olmadığımız bir ihaleyi zorunlu olarak aldık. Neden 3 Ağustos 2014’te örneğin Êzîdî halka soykırım yapmak üzere Şengal’e girdi? Kim yaptırdı bunu, gerçekten DAİŞ kendisi mi yaptı? Evet, DAİŞ’te de şoven milliyetçilik var, Kürt düşmanlığı var. Fakat daha kendisini yeni ortaya çıkarırken niye bu kadar Kürt soykırımı yapmaya yöneldi? Orada önü Kürt gerillası tarafından, HPG, YJA Star güçleri tarafından kesilmiş olmasına, soykırıma fırsat verilmemesine rağmen dönülüp niye Kobanê’ye saldırıldı? Kim Kobanê’ye 15 Eylül 2014’de DAİŞ’i saldırttı? Bunlar açığa çıkacak. Reqqa operasyonu biraz daha ilerlesin, DAİŞ’te çözülmeler biraz daha gelişsin, birçok gerçek açığa çıkacak. Çözülen sadece DAİŞ olmayacak. Suriye’deki bu çete savaşının hepsi çözülecek. Bu çeteler neydi, kimdi, nereden çıktılar, kim arkalarında oldu? Çözülen DAİŞ, çözülen AKP-MHP faşizmi olacak. Çözülen Tayyip Erdoğan çizgisi ve siyaseti olacak. Bu siyasetin ne kadar kirli ve katliamcı olduğu ortaya çıkacak.

ERDOĞAN İÇİN GERİ SAYIM BAŞLADI

AKP, çetelere dönük desteği açığa çıkarmak isteyenlere yönelerek gerçekleri örtmek istemişti...

Gazetecileri, Can Dündarları kovdu. Bir MİT TIRları dediler diye evinden barkından, yurdundan kovdu insanları. Halbuki Can Dündar, Mustafa Kemal filmi yapmıştı. Bu kişi TC denen devletin kurucusu üzerine film yapmıştı. Türkiye toplumunda o kadar tanınan bir kişiydi. “Vay sen niye MİT TIRları dedin!” diye yurttan kovuldu, zindanlara kondu, kaçırtıldı. Şimdi bu gerçekler açığa çıkacak, çözülecek. Esas suçlunun, arkadakinin kim olduğu açığa çıkacak ki, Erdoğan için artık geri sayım başlamıştır. Herkes bunu görmelidir. daha Erdoğan’dan umut bekleyenler boşa bekliyorlar. O artık herkes için umutsuz bir vakıadır. Anti faşist mücadeleyi birlikte yürütecek yeni bir Türkiye’yi kuracak programa sahip alternatif bir ittifak durumu ortaya çıksa Erdoğan-Bahçeli diktatörlüğünün ömrü haftalarla sayılabilir. Hemen çökertilebilir. Böyle bir durumdalar ama işte esas zayıflık mücadeledeki zayıflıktan kaynaklanıyor.

Ortadoğu’daki bu savaş sürecinde Kürdistan, merkezi bir konumda yer alıyor. Ama Kürdistan’da farklı siyaset yürüten siyasi partiler var. Örneğin KDP Güney Kürdistan’da bu süreçte yaşanan krizleri fırsata çevirme eğiliminde bir referandum gündemi açtı. Bağımsızlık oylamasına gideceğini söyledi. Ama bu kararı parlamentoda almadı. Size göre bu süreçte Kürtler adına yapılması gereken doğru tutum bu mudur? Kürtler durumun yarattığı fırsatı böyle mi değerlendirmelidir? Hareketinizin öngördüğü Ulusal Kongre tercihi var. Bu mu daha doğru yöntem olur? Bu referandum tartışmaları hakkında ne söyleyebilirsiniz?

KDP kendi başına Kürt gündemi oluşturamaz. Güney Kürdistan’daki durum da yalnız başına Kürt gündemini belirleyemez. Bundan da uzak durulmalı, vazgeçilmeli. Tarih açıklanmış ama olup olmayacağı belli değil. Acaba gerçekten ayrıldınız, ayrı bir devletsiniz, gelin bir devlet yönetimine göre sistem oluşturun, deseler KDP bunu kabul edecek mi? Ben ona tam emin değilim. Bana öyle geliyor ki kabul etmeyecek, reddedecek. Çünkü mevcut haliyle öyle bir duruma hazır falan değil. Şöyle bir propaganda yapılıyor, yani bu referandum konusu bazı güçlere karşı bir propaganda olarak sürdürülüyor. Sanki bazı güçler Türkiye’yi ve İran’ı tehdit etmek istediler de mi KDP yönetimine bunu söyletiyorlar?

KDP YÖNETİMİ PKK'YE KARŞI YAPIYOR

Birileri var, yaptırıyorlar. KDP yönetimi de bize karşı güya bunu yapıyor. PKK eskiden devletçi paradigmayı çok güçlü savunan bir hareketti. Aslında Kürdistan’a devlet olgusunu PKK getirdi. KDP o zaman programına devlet yazamıyordu. Söylemekten bile acizdi, güçsüzdü. Biz öyle dönemleri çok gördük. Ama PKK bunu çok güçlü yaptı. Toplumda böyle bir bilinç oluşturdu, güçlendi. Şimdi şöyle sanıyorlar; “PKK böyle söyledi, bundan dolayı güç kazandı. Biz de böyle söylersek PKK’nin kazandığı gücü biz de kazanırız, PKK’yi de bununla zayıflatırız”. Bu boş bir yaklaşımdır, başarıya götürmez. Yanlış çıkış noktasından kaynaklanıyor. Bununla bizi toplum nezdinde zorlamak ve zayıflatmak istiyorlar. Hâlbuki öyle değildir. Evet, PKK geçmişte farklı bazı düşünceler savundu şimdi de savunuyor. Ama PKK sadece söylediklerinden dolayı toplumdan destek almıyor. Söylemek var, söylemek var. Bir de söylenene sahip çıkma, sahip çıkmama var. PKK söyledikleriyle değil, nasıl söylediğiyle ve söylediklerine nasıl sahip çıktığıyla ve tutarlığıyla toplumdan destek aldı hep. Onun için KDPliler yanılıyorlar. Söyleyip duruyorlar, zannediyorlar herkes peşlerinden gelecek, PKK’den kopacak. Sıkıştırdık PKK’yi! Öyle değildir.

REFERANDUM NETLEŞMİŞ DEĞİL

Önder Apo da savunmada yazdı. Gerçek olan da oydu. “Ne söylediklerine değil nasıl yaşadıklarına bakarak halk PKK’lilere inandı” dedi. PKK’nin yaşamı, söylediğiyle söyleme tarzı, söylediğine inanma ve yapma tarzı esastır. Şimdi de PKK çok güzel şeyler söylüyor. Geçmişteki yanlış yetersiz bilincini eleştiriyle düzeltti. Toplumla daha uyumlu hale geldi. Kendini daha toplumcu kıldı. Yaşadıklarıyla söyledikleri şimdi daha uyumludur. Dolayısıyla PKK bu anlamda daha güçlü dönemindedir. Toplumu daha çok inandıran dönemindedir. Gücünü oradan alıyor. Bu tür sözlerle PKK’nin geriletilmesi ve zayıflatılması da mümkün olmaz. Çünkü böyle bir şey yok.

Referandum daha netleşmiş değildir. Tabii parlamento karar almamış. Hele bir somutlaşsın, biz o zaman görüş oluşturacağız. Fakat ben şunu söylemek isterim toplum açısından, devlet olmak her şey olmak değildir. Ulusal sorun devlet sorunu değildir. Ulusal sorun, adı üzerinde, bir toplumun var olma ve kendi kendini yönetme sorunudur. Yönetim eşittir devlet değildir. Bu egemen sömürü güçlerinin halkları kandırmak için uydurdukları bir şeydir. Yönetim toplumun kendi kendini yönetmesidir. Kürtler eskiden aşiret ve kabile olarak kendilerini yönetiyorlardı. Devlet değildi mesela. Ama toplum olarak kendi yönetimleri vardı. Bugün de var, yönetim odur.

SERXWEBÛN PKK'NİN İLKESİDİR

Devlet bir baskı ve sömürü aracıdır. Kimse öyle başka türlü tanımlayamaz. Herkes de öyle tanımlıyor zaten. Bütün kitaplar da öyle yazıyor. O nedenle önemli olan devlet olmak değil, önemli olan toplumun kendi kendini örgütlemesi ve yönetmesidir. Özgürce, bağımsızca kendini yönetmesidir. Bu özgür bağımsız Kürdistan yönetimini PKK savunuyor. PKK özgürlük ve bağımsızlıktan bir milim öteyi savunmuş değildir. Devletin özgürlükle bir alakası yok. Baskı ve sömürü aracıdır. PKK kendisini ondan kurtardı. Özgür ve demokratik yönetim olma ilkelerini ortaya çıkardı. Bunu savunuyor.

Kürdistan’ın bağımsızlık hareketi PKK’dir. Serxwebûn PKK’nin şiarı ve ilkesidir. Azadî ve Serxwebûn, PKK ile var oldu ve yürüyor. KDP eskiden ne savunuyordu? Açıklasınlar programlarını. Fakat burada bir yanılgı vardı. İşte ulusal sorun da özgürlük ve bağımsız devlet olma şeklinde ele alınıyor ki biz gördük; bağımsız hiçbir devlet yok. Devletlerin hepsi birbirine bağlı, hem de baskı ve sömürüyle kölece bağlılar. Devletler bağımsız olamıyorlar. Toplumlar bağımsız oluyorlar. Zihniyette bağımsız olunur. Bağımsızlık düşüncede, ideoloji ve ilkede olur. Bu PKK’nin özüdür, Önder Apo’nun karakteridir. Dolayısıyla da yanlış çıkış noktaları oluyor. Toplum bu gerçekliği bilsin.

Bildiğiniz üzere Ramazan ayındayız ve halkın Müslüman kesimi İslami ritüellerini yerine getiriyor. Buna paralel Amed’in merkezi Sur’da bir direniş var. Yeryüzü sofraları kuruluyor. Aslında İslami demokratik değerler bir nevi direniş unsuru durumuna dönüşmüş durumda. Hem Sur’da kurulan yeryüzü sofraları, hem de Sur direnişi ve Ramazan vesilesiyle neler söylemek istersiniz?

Ramazan’da Müslümanlar oruç tutuyorlar, kabul edilmesini diliyorum. İslami toplum büyük bir özveriyle zorluk içerisinde oruç tutuyor. Allah kabul eder, buna inanıyorum. Yine bayram geliyor, bayramlarını kutluyorum şimdiden. Oruç ve bayram toplumsal var oluşta önemli özellikler. Bir anda ortaya çıkmamışlar. Toplumlar yaşayarak ortaya çıkarmışlar bu değerleri. Oruç nefis için en önemli mücadelelerden birisi. Kendi dışındakileri anlamayı, tanımayı, yoksulu, aç kalanı anlamayı, dolayısıyla paylaşımcı olmayı ifade ediyor. Bayramda da paylaşıyorlar zaten. Onun sonunda ortak yeme, içme nasıl heyecan veriyor, insanları bir araya getiriyor. Gerçek olan budur.

O SOFRA YIKIMA KARŞIDIR

Bunu şimdi faşizme karşı mücadele içerisinde gerçekten de bir dayanışma türü olarak geliştiriyor toplumumuz. Bu bakımdan o yaratıcı girişimleri çok önemli buluyorum. Daha fazla geliştirilmeli aslında. Her alanda olmalıydı, sadece Sur’da değil. Toplum yaşamına mal olmuş ve toplum yaşamının özünden çıkmış bu tür ibadetlerin paylaşım, kardeşleşme özelliklerinin daha çok geliştirilerek daha da ilerletilmesi ve geliştirilmesi gerekiyor. Öyle bunları reddeden olmamalı. Ama anlamsız da yaklaşmamalıyız. Gerçekten de anlamına ulaşmalıyız.

Şimdi Sur’da sofra kurmak neden önemli? Çünkü öbür taraftaki yıkıyor. O sofra, yıkıma karşı insanların var olma ve paylaşma, ortaklaşmasının sembolü ve işareti oluyor. Ama yıkanı da görmek lazım. O da “ben Müslümanım” diyerek yıkıyor, oruç da tutuyor. Anlaşılır gibi değildir. Yani bütün mülk kendi evi olmuş. İstediği gibi yiyebiliyor, kullanabiliyor. Öbürünün ne durumda olduğunu bilmiyor. Demek ki doğru yaklaşmıyor. Geçen gün Sur’da, eylemde söylüyorlar; “Böyle bir kutsal günde, oruç gününde ev yıkılır mı?” Su yok, elektrik yok, bunları kesiyor. Adeta zulmediyor insana. Hem güya “Müslümanız, oruç tutuyoruz, bayram yapacağız” deniliyor, hem de oruç tutan, bayrama hazırlanan insanlara zulmediliyor. Elektriğini ve suyunu kesiyor, evini yıkıp yakıyor. Bu çok kötü bir durum, bir ucu budur. Bunun karşısında buna karşı direnmek için bir araya gelen, bütün inancı, dini, bilinci ortak yaşamın ve zulme karşı direnişin aracı haline getiren duruşları çok önemsiyorum. Bunlar gerçekten de değerlidir ve daha çok değerlendirilmelidir. Bu anlamda doğrunun ne olduğu bulunmuştur. Yeryüzü sofraları önemli bir dayanışma ve yaşam biçimi oldu. Daha fazla geliştirmesini diliyorum. Bir kere daha halkımızın yaklaşan bayramlarını şimdiden kutluyorum.