1990’lı yıllarda JİTEM tarafından kaçırılan ve bir yıl boyunca rehin tutulan HDP yöneticisi Osman Kündeş, “Şimdi de 90’lı yıllardan bir farkı olduğunu düşünmüyorum en azından o dönemde sokağa çıkma yasağı yoktu. Sokağa çıkan insanlar kurşunlanmıyordu. Bu durumda kaybedecek olan Türkiye’dir” dedi.
Batman’da 6 Ocak 1995 yılında Belediye-İş Sendikası Başkanı iken, Beyaz Toros ile kaçırılan Osman Kündeş, bir yıl boyunca rehin tutuldu. Bir yıllık esaretin ardından özgürlüğüne kavuşan Kündeş, uzun yıllardır insan hakları mücadelesi veriyor.
Kürdistan’da JİTEM’in cirit attığı yıllarda kaçırılan ve bir yıl yer altı sığınaklarında rehin tutulan İHD yöneticisi Osman Kündeş, kaçırılma sürecini ve kontra güçlerinin işlediği cinayetlerle ilgili ANF’ye konuştu.
Siz de JİTEM’in Beyaz Toros ile kaçırıldınız, o andan söz eder misiniz?
Belediye – İş Sendikası Başkanı olarak zaten sürekli gözlem altındaydım. 6 Ocak 1995 yılında bir gün sendikaya 2 polis geldi. Polisler, çay içmeye geldiklerini söylediler ancak saatlerce sendikadan çıkmayınca ben de kendilerine; ‘çayınızı da içtiniz çıkabilirsiniz’ dedim. Onlar da bana oruç ayı olduğu ve zaman geçirmek için burada durduklarını söyledi. Akşama doğru iftarımı açmak için Gök Taksi durağının bulunduğu sokaktaki evime giderken sokak başında bekleyen beyaz Toros’tan inen iki kişi, bana ‘bir ifadeniz var karakola kadar gelmeniz gerekiyor’ dedi. Oruçlu olduğunu, iftardan sonra kesinlikle geleceğimi söylememe rağmen kendileri bu talebimi kabul etmediler. Daha sonra ellerim ve gözlerimi bağlayarak kaçtılar. Beni nereye götürdüklerini de bilmiyordum. JİTEM beni kaçırdı ve bir yıl boyunca yer altında kazılan sığınaklarda tuttu. Aslında ben o günleri anlatmak istemiyorum çünkü tekrar o anları yaşıyorum.
Peki bir yıl aradan sonra nasıl serbest bırakıldınız? Sizi infaz etmeyeceğini hiç tahmin etmiş miydiniz?
Bir yıl sığınaklarda kaldıktan sonra JİTEM elemanları yer altındaki sığınağa inerek bize ‘sizi serbest bırakacağız’ dediler. Biz onlara inanmadık çünkü daha önce de yanımıza gelerek ‘sizi serbest bırakacağız, sizi götüreceğimiz yere kadar ses çıkartmayın’ diyorlardı. Bunu bizi farklı bir sığınağa götürmek için söylüyorlardı. Bize ‘sizi araçtan indirdikten sonra ellerinizi ve gözlerinizi kendiniz açacaksınız’ dediler. Daha sonra akşam saatlerinde hiç bilmediğimiz bir yerde bizi araçlardan indirdiler ve serbest bıraktıklarını fark ettik. Ama hangi şehirde olduğumuzu da bilmiyorduk. 5 arkadaştık ve bir yıldır kaldığımız sığınakta üstümüzdeki giysiler dahi çürümüştü. Saç ve sakalımızı bir yıl boyunca kesmemiştik, o karanlıkta bizi görenler şok geçiriyordu ve sorduğumuz soruya dahi cevap vermiyorlardı. Zaten o dönemde karanlık bastığında halk evlerine çekilmek zorunda kalıyordu. Biz de bir yıl boyunca gökyüzünü göremediğimiz için şuurumuzun yüzde 60’ını kaybetmiştik. Dışarıda bizi görenler kaçınca biz de ışıkların yoğun olduğu yere ilerledik. Daha sonra gözüme çarpan ‘Mehtap’ yazılı bir taksi durağının tabelasının tanıdık geldiğini fark ettim. Arkadaşlarıma ‘biz Batman’dayız’ dedim. İnsanlar bizi o halde tanımasından kaygılanıyorduk. Evime çok yakın bir caddede olmamıza rağmen hatırlamıyordum. Taksi durağında evimizin bulunduğu mahalleyi sordum ancak taksici sadece el işareti ile bana gideceğim yeri tarif edebildi. İçimizde aynı mahallede oturmayan sadece bir kişi vardı, onu da kendimle eve götürmek istedim. Evimizin bulunduğu sokağı buldum, ancak evin avlu kapısını çıkartamadım. Tahminen bir evin kapısını çaldım. Kapıyı başta yeğenim açtı ancak beni tanıyamadı ve kapıyı yüzüme kapattı. Daha sonra büyük oğlum kapıya gelince, bir yıl boyunca yıkanmamış, saçı sakalı birbirine karışmış ve sadece bir iskelet gibi karşısında duran babası olduğunu fark edince düşüp bayıldı. İşte bize bunları yaşattılar.
İktidar sürekli ‘artık 90’lı yıllar geri gelmeyecek’ propagandasını yapıyor! Sizce 1990’lı yıllar ile 2015 arasında ne tür bir fark var?
Şimdi de 90’lı yıllardan bir farkı olduğunu düşünmüyorum en azından o dönemde sokağa çıkma yasağı yoktu. Sokağa çıkan insanlar kurşunlanmıyordu. Bu durumda kaybedecek olan Türkiye’dir. Bugün herkese düşman gözüyle yaklaşılıyor. Ancak bu devlet halkı ile barışık yaşamak zorundadır. Çünkü biz insanız ve insanca yaşama talebi de bizim en doğal hakkımızdır. Yıllardır bunun mücadelesi veriliyor, ama gel gör ki kendi koltuklarını, kendi çıkarlarını düşünerek ülkeyi ateşe atmaktan vaz geçmiyorlar.
O dönemde beyaz Toroslarla ‘insan avına’ çıkanlar nasıl tespit edilecek? Bunca cinayet bu ülkede yaşandı, peki devlet kendisini aklayabilir mi?
Şimdi bu ülkede 17 bin fail cinayetten söz ediliyor. Bu ülkede siyasetçi, gazeteci, işçi, iş insanları kaçırıldı. Halen de aileler çocuklarının kemiklerini arıyor. Böyle bir vahşet ile karşı karşıya kalan yüzlerce aile, çocuklarının tekrardan aralarına geleceğinden umudunu kesmiş ama kemikleri dahi teslim edilmiyor. Devlet bunu üç beş kuruş tazminatla nasıl temize çıkaracak. Bugüne kadar bu katillerden hesap sorulmadı. Cemal Temizöz gibi yüzlerce JİTEM’ci Fırat’ın doğusunda konumlandırıldı. 1990’lı yıllarda işlenen bu kirli cinayetler açığa çıkmadığı sürece kimsenin bu ülkede demokrasi, insan hakları ve özgürlüklerden söz etmesi mümkün değil. Hakikatleri Araştırma Komisyonun kurulması için çözüm süreci tekrar başlatılmalı ve bağımsız bir komisyon kurularak bu kirli cinayetlerde parmağı olanlar açığa çıkartılmalıdır. Barış olmadan, faili meçhul cinayetlerin de açığa çıkacağını düşünmüyorum. Devletin arşivlerinde var, kim nerede cinayet işledi hepsi kayıtlarında mevcuttur. İHD’nin 20 yıllık raporlarında dahi faillerin kimler olduğuna ilişkin yüzde 80 bilgi yer alıyor.
Siz de uzun yıllar mağduru olduğunuz JİTEM hakkında açılan davaları ile ilgili bir girişiminiz oldu mu?
1990’lı yıllarda Fırat’ın doğusu Kürdistan bölgesinde çok büyük acı dramlar yaşatıldı. Faili meçhul cinayetler, kayıplar, köy boşaltmalarına varan baskı ve şiddet ortamı içerisinde kendimizi bulduk. Son yıllarda bazı JİTEM elemanları, Abdulkadir Aygan gibi bir takım JİTEM itirafçıların Şırnak, Cizre, Silopi üçgeninde ‘çok sayıda kişiyi alıp sorguladık ve infaz edilerek asit kuyularına attık.’ İtiraflarını esas alarak biz İnsan Hakları Derneği olarak 2009 yılında Şubat ayının ilk haftasında asit kuyularının bulunduğu Silopi’de ‘kayıplar bulunsun, failler yargılansın’ eylemini başlattık. Orada da 55 insanın infaz edildiğini yaptığımız inceleme sonucu da biliyorduk. O dönemde Albay Cemal Temizöz ile Belediye Başkanı Kamil Atak ve akrabaları ile birlikte çok sayıda insanı alıp sorguladığı ve daha sonra infaz ettiklerine dair bizim raporlarımızda mevcuttur. Aslında devlet te bunu inkar etmiyor. Bir kısmı tutuklandı ancak kısa sürede tutuklanan zanlılar tekrar serbest bırakıldı. Bölgede infazları ile nam salan JİTEM sanığı Cemal Temizöz şimdi mahkemece beraat adildi. Bu ülkenin demokratikleşmesi isteniyorsa ve devlet geçmişi ile yüzleşmek isteniyorsa 17 bin insanın katledilmesi ancak Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurulmasını defalarca talep ettik, Meclis gündemine de taşıdık. Maalesef devleti yöneten hükümet buna yanaşmak istemiyor. Çünkü devlette bu cinayetlerde parmağı var. Cinayet şebekesi olan JİTEM ve kontra güçleri devlet tarafından beslenen yapılardı. Zaten bu ülkede iktidar olan siyasi partilerin sorumluluğunu yerine getirmiş olsaydı biz şimdi bugünleri yaşamayacak olacaktık. JİTEM’in işledikleri tüm cinayetler devlet arşivinde bulunuyor ama bu arşivlere dokunulmadan mağdur olan ailelerinin de açtığı davaların tümü zaman aşımına uğruyor.