Sosyo Politik Saha Araştırma Merkezi Koordinatörü Yüksel Genç, Ekim’den bu yana devam eden sürecin halkta yarattığı etkileri bakımından değerlendirildiğinde üç farklı görüş ortaya çıktığını ifade etti. Sahada hala sürmekte olan çalışmalarından hareketle bu eğilimlerin ilkinin; ‘Önder Apo ve devlet zaten belli çerçevelerde anlaşmışlar, her şey yolunda’, ikincisinin; ‘bekleyelim ve görelim’, üçüncüsünün ise; sürece ‘güvenmeyen’ bir yönde olduğunu aktardı.
Sürecin başladığı günden bu yana ilk başlarda kaygı olduğunu dile getiren Yüksel Genç, 27 Şubat’ta Önder Apo ve 12 Mayıs’taki PKK’nin kongre açıklamalarının da belli kırılmalar yaratığını ifade etti. Hem bu kırılmalara hem de farklı eğilimlere rağmen Kürt halkının ortak bir düşüncesinin olduğunu belirten Sosyo Politik Saha Araştırma Merkezi Koordinatörü Yüksel Genç, bunun da devletin somut adım atmasına yönelik beklenti olduğunu dile getirdi.
‘İLK BAŞTA KAYGI VE GÜVENSİZLİK VARDI’
Sürecin başından bu yana sahada halkın eğilimlerini araştıran Sosyo Politik Saha Araştırma’nın elde ettiği veriler çerçevesinde bir tablo çizen Yüksel Genç, ilk etapta halkta kaygıların var olduğuna değindi.
Yüksel Genç, bu kaygıların belli dönemeçlerde dağıldığını şöyle dile getirdi: “Sürecin başından beri aslında halk sürece karşı ilgili ama biraz da kaygılı, belli açılardan güvensiz bir ruh haline sahip. 27 Şubat deklarasyonu aslında sürece dönük olası kaygıların en çok yansıdığı anlardan bir tanesiydi. Buradaki mesele Sayın Öcalan’ın deklarasyonun içeriğine katılmamak ya da barış sürecine, demokratik çözüm sürecine inanmamak değil. Şimdiye kadarki yaşanan süreçlerin ortaya çıkardığı bir tecrübe olarak, devletin bu konuda sürekli bir oyun oynayacağına dair güvensizlikti.
Bir de 41 yıllık bir mücadele dönemi içerisinde halk sanıldığından çok daha fazla aslında PKK'yi kendisini koruyan, güvenceye alan, hak ve hukukunu savunan bir örgüt konumunda benimsemiş görünüyor. Dolayısıyla fesih ve silahsızlanma kararına dair bir çağrı yapıldığında insanlarda bir anda bir boşluk ve burukluk oluştuğunu gözlemledik biz. Esas olarak PKK'nin silahsızlanma ve kendini feshetme sürecine dair ilk başta insanlardaki ağırlıklı duygu şuydu: ‘Neye karşılık, niçin, nasıl güveneceğiz?’
Fakat 27 Şubat sonrasında Sayın Öcalan’ın deklarasyon içeriğinin anlatılması, halkla paylaşılması, süreç hakkında halkın bir şekilde bilgilendirilmesi ve halkın giderek bu kararın stratejik bir mücadele, yöntem değişikliği konusunda ikna olmalarıyla bağlantılı olarak, 12 Mayıs'ta kongre kararları açıklandığında saha büyük oranda bu kararı bekliyordu. Bekliyor olması 27 Şubat'taki o şok ve aşırı duygu hanesini yaşamalarını belli açılardan dengelemiş olsa bile yine de pek çok insan konuşurken kendilerini bir anda bir boşlukta hissettiklerini, belli açılardan hala kaygı ve güven sıkıntılarının giderilmediğini söylüyor. Ayrıca barışa inansalar da çözümün, barışın onurlu ve haysiyetli bir süreç içerisinde gelişeceği konusunda devletin tutumunun kaygılarını korumalarına neden olduğuna dair çok güçlü söylemler de almıştık.”
‘ÜÇ EĞİLİM ORTAYA ÇIKIYOR’
Yeni bir araştırma için hala sahada olduklarını belirten Yüksel Genç, halkta ortaya çıkan üç ana eğilimi şöyle ifade etti: “Biz zaten hala sahadayız. Kongre sonrası süreci takip ettiğimizde üç duygu hanesiyle karşılaştık. Birinci grup, ‘Öcalan ve devlet zaten belli çerçevelerde anlaşmış, onlar süreci yürütüyor, her şey yolunda’ diyor. İkinci grup, ‘bekleyelim görelim, nereye gidecek, ne yapılmak isteniyor’ diyen bir grup. Bir grup da hiçbir biçimde sürece güvenmeyen, ‘bizi kandıracaklar, günün sonunda bunca yıllık mücadelemizin heba olma riski var’ kaygısını daha çok dillendiren, bu kaygıya odaklı olan bir kesim. Ama her üç kesim açısından da henüz süreç demokratik toplumun inşasında işleyecek biçimde sorumluluk yüklenme konusunda yeterince kendisini ortaya koyamadı. Yani toplumsal sorumluluk, sürecin reel bir hale, kalıcı barışı evrilebilmesi ve çözüm sürecini evrilebilmesi için toplumun kendini katılımcı bir yerden henüz konumlandıramadığını, ne olacağı konusunu henüz tarifleyemediğini söylemek mümkün. Üç aşağı beş yukarı halkın duygu hanesinde olan bu. Bir kısım ‘ne yapabiliriz’ diyor. Önemli bir kısım ise ‘izleyelim, görelim, bakalım ne olacak’ diyor. Ama devlete dönük kaygı ve güvensizlik hala çok yüksek.”
‘HALK NE SÖYLENDİĞİNDEN ZİYADE YAPILACAKLARA BAKIYOR’
Halkın devletten beklentisine dair ne gibi eğilimlerin ortaya çıktığını sorduğumuz Yüksel Genç, özellikle devletin kurduğu dilin kaygıyı artırdığını söyledi. Yüksel Genç, şunları aktardı: “Açıkçası süreç başladığından bu yana AKP iktidarına dahil olanlar ve o iktidarın temsil alanlarında olanların kurmuş oldukları söylem biçimleri kaygıya neden oluyor. Çünkü söylemler sürecin sorumluluklarını üstlenen bir yerden değil de sanki bir taahhüdün gerçekleşme anına ait bir şeymiş gibi davranılıyor. Ötekileştirme dili, üstenci dil, ‘teslim olacaklar’ ya da ‘devletin demir yumruğunu tadacaklar’ manasına gelen ya da benzer sertlik ve otoriterizm içeren, insanların barış süreçlerine geçiş atmosfer ve duygusunu yaratmayan dilin kendisi ve bu dile sistematik olarak başvuruluyor olması, toplumun güven duygularının tamir edilmesinde ya da oluşturulmasında ciddi bir handikap olarak öne çıkıyor.
Bir de Ekim’den bu yana başlayan süreç içerisinde çok önemli iki büyük adım atıldı. Bir tanesi Sayın Öcalan'ın çağrısı ve deklarasyonu, diğeri PKK'nin kongresi ve sonuçları. Bunlar oldukça cesur, oldukça radikal, oldukça stratejik adımlar ama devletin bu adımlara denk düşecek sorumluluğunu gösteren somut hiçbir adım atmamış olması toplumun kaygı düzlemini, sürece dönük beklentisini yer yer zayıflatıyor. Kürt halkı somut adım bekliyor. Zaten halk artık söze bakmıyor. AKP iktidarının ne kadar güzel barış kardeşlik söylemi kuracağına da bakmıyor; ki şimdiye kadar bunu da görmedi bu süreç içerisinde. Eşitleyen bir kardeşlik dili de henüz duymadı ama oraya da bakmıyor. Ne dediğine değil ne yaptığına bakmak istiyorum diyen bir toplum var. Çünkü 93'ten bu yana yaşanan süreçler, hele hele 2013-15 sürecindeki kırılmanın kendisinin ortaya çıkardığı sonuçlar, insanların sözlerden çok pratik sonuçlarla ilgilendiğini, devletin de tıpkı PKK gibi radikal dönüşüm ile eşitleştiği bir Türkiye formülüne gireceğine dair daha ciddi daha somut teminatlar sunması gerektiğini düşünüyor.”
‘DEVLETİN BARIŞ PARADİGMASINA GİRMESİ GEREKİYOR’
Sahada hala devam etmekte olan çalışmalarından öne çıkan eğilimleri de aktaran Yüksel Genç, halkın anti demokratik uygulamaların neden hala var olduğu konusunda sorgulamalarının olduğunu şöyle vurguladı: “Sahada mesela belli başlı sorular ortaya çıkıyor, ‘Niye şimdiye kadar hasta tutsaklar bırakılmadı? Niye cezası bittiği halde insanlar hala cezaevinde tutuluyor?’ Bırakın barış sürecini ortalama bir hukuk devletinde bile olmaz bu. ‘Niçin hala Öcalan’ın örgütüyle veya halkla arasında sağlıklı ilişki sağlanmıyor? Neden hala ziyaretler devletin istek ve ihtiyaçlarına bağlı olarak ya da iznine bağlı olarak yürütülebiliyor. Neden hala siyasetçi, hukukçu, gazeteci olmak dışında bir şey yapmamış insanlar tutuklu?’ gibi sorular bunlar, ayrıca muhalefete dönük, CHP üzerinden ortaya çıkan gözaltı, tutuklama furyasının bu süreçle arasındaki ilişkinin nereye denk geldiğine dair kaygılar da var. Bütün bunların için henüz neden bir şey yapılmıyor, halk bunu anlamıyor. Bunu niyetin bir yansıması olarak görüyor.
Yine devletin, hükümetin daha önce ‘silah bırakacaklarını deklare etsinler’, sonra ‘kongrelerini toplasınlar görelim’ şimdi de ‘önce silahları bıraksınlar’ dediği ve sürekli bir ön koşul öne süren ama bir türlü sürecin kendi gereklerini ve sorumluluklarını üstlenmeyen tavrı karşısında da sıkıntı duyuyorlar. Halk, devlet ne yapacağını ilan etsin ve görelim duygusuna kapılıyor.
Bir de Türkiye toplumu barış sürecine hazırlanmıyor. Aslında savaşın ortaya çıkardığı sonuçlarla da yüzleşmiyor. Kürt halkı, Türk toplumunda ortaya çıkmış olan kışkırtıcı milliyetçiliğin kendisine maruz kalmayı da çok anlamlı bulmuyor. Toplumun Kürt meselesinin çözümü ve barışa ihtiyaç olduğuna dair hazırlanmıyor olması, buna dönük siyasetin, dilin kurulmuyor olması, sivil toplum ve medyanın dilinin değişmemiş olmasını güncel sıkıntılar olarak görüyor. Zaten bunları yapmak için öyle çok özel yasal düzenlemelere ihtiyaç yok. Sadece devletin barış paradigmasına girmesi gerekiyor. Şimdiye kadar olanlardan kaynaklı halk, devletin ve iktidarın barış paradigmasına girmediğini düşünüyor.”
HALK NASIL KATILIMCI OLACAĞINI BİLEMİYOR
Yüksel Genç, Kürt halkının sürece kendilerinin nasıl katılımcı olacağını kestiremediğini, bunun Türkiye’deki otoriter havadan da kaynaklı olduğunu kaydetti. Olası bölgesel fırsatlar yakalayan Türkiye’nin bu anlamda rotasını değiştirebileceği ihtimalinin de sürece güveni zayıflattığını belirten Yüksel Genç, şöyle konuştu: “Bir yandan bütün bu kaygılarla bekleyiş var ama diğer yandan Kürt toplum açısından söyleyeyim, sürece nasıl katılacağını, nasıl dahil olacağını henüz kestirebilmiş değil. Sürecin parçası olabilme yönünün de biraz önünün açılması ve bu konuda rahatlamaları, güvencede hissetmeleri gerekiyor. Çünkü halkın özellikle son 10 yıl içerisinde siyasal, hukuksal, eylemsel ve fikirsel haklarını kullanmasına yönelik cezai yaptırımlar uygulandı. Bu anlamda aslında hukukun başlarında Demokles’in Kılıcı gibi sallandırılması mantığının kaldırılması gerekiyor. Çünkü hakikaten insanlar bu sürece nasıl katılacağını henüz tam olarak oluşturabilmiş değil. Kaygı çok daha etkin. Türkiye'de hala çok güçlü bir otoriter hava mevcut ve uygulamalar ne yazık ki hala bu otoriterizmin renginden besleniyor görünüyor.
İnsanlar dolayısıyla şimdiye kadar bir tür beklenti yaratılan, söylenenleri takip eden, izleyen olarak konumlanmıştı. Ama hem halkın nasıl katılımcı olması gerektiğinin hem de Türkiye toplumunun da barış sürecinin gerekliliğine ikna edilip, yaşadığı krizlerin, ortaya çıkan yaşamsal sorunların nedeninin bu savaş ve çözümsüzlük olduğunu gösterilip; bir şekilde çözüm ve barışın taleplerinin toplumsal olarak kurulmasının zamanı geliyor. Aksi halde pek çok sıkıntı ortaya çıkar. İkincisi süreç özellikle silahsızlanma kararından bu yana, tıpkı 99-2004 arasındaki gibi süreci provoke eden, bozan ve farklı oyunlarla yol almak isteyen çevreleri harekete geçirmiş görünüyor. Özellikle eşitlik talebini reddeden ve bundan rahatsız olan bir statükocu toplum grubu var. Bu grupların ve bu statükoculuğun bir şekilde karşısında durulması gerekiyor.
En önemli risklerden biri de bölgesel güç dengelerinde Türkiye'nin Kürt meselesini çözerek ve barışı sağlayarak Orta Doğu ve dünya düzlemine dahil olmak yerine; siyasal, konjonktürel, pragmatist yönelimlerin ortaya çıkaracağı fırsatlara odaklanan bir iktidar aklının da yer yer geliştiğini görüyoruz. Trump'ın her an farklı bir yaklaşım sergilemesi ve Türkiye'nin Ortadoğu'daki dizayn sürecinde yer alacağına dair yapabileceği bir açıklama anında Kürt meselesine dönük iktidarın pratik sorumluluklarını yerine getirmesini engelleyebilir. Ya da Ahmed Şara veya Körfez ülkeler üzerinden Türkiye farklı bir türde, kendisi için yeni düzenini ortaya çıkardığı riskleri bertaraf edecek ve yeni olanaklara açılacak bir imkan bulduğu anda Kürt meselesinin çözümü ile barışçıl ve demokratik bir Türkiye formunun gereklerini yerine getirmekten vazgeçebilirmiş gibi görünüyor. Bu tip süreçlerin yerel, bölgesel ya da dünya konjonktürüne bağlı olarak bozulması Türkiye'nin aleyhine olur. Bu tip bir bozuluşun etkilerden uzak durmak gerektiğini ve Türkiye'nin kalıcı demokratik bir model olarak bölgenin de önemli bir aktörü olabilmesinin aslında en sağlam en temel gücünün, barış ve Kürt sorunu çözümü olduğunu görmesi gerekiyor.”