Grup Munzur: Baskılar üretimlerimizi durduramaz

Newroz kutlamasındaki Kürtçe performanslarından dolayı yasak getirilen ve ceza verilen Grup Munzur, şaşırmadıkları gibi susmadan müziklerini buluşturmayı sürdüreceklerini söyledi.

Türk yargısının “Zindana Diyarbekir” ve “Serhildan Jiyane” stranlarını okuduğu için ceza verdiği Grup Munzur, halkın şarkı söyleme, dinleme, icra etme hakkının da gasp edildiğini belirtti.

İzmir’de 1992’de kurulan çok dilli protest şarkı ve türküleriyle bilinen Grup Munzur’a, 2017’de Van’daki Newroz kutlamasında okudukları “Zindana Diyarbekir” ve “Serhildan Jiyane” stranlarından dolayı yasak geldi. Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi bünyesinde çalışmalarını yürüten Grup Munzur’a 10 ay hapis cezası verildi. Mahkeme, hükmün açıklanmasını geri bırakılmasına karar verdi, ancak Grup üyelerine 5 yıl boyunca aynı “suçu” işlemeleri halinde hapis cezası verilecek. Gurup Munzur üyeleri, haklarında açılan dava ve verilen cezayla ilgili sorularımızı yanıtladı. 

Grup olarak toplumsal olaylara dair şarkılarınızın yasaklanmasını nasıl izah ediyorsunuz?

Grup Munzur Kolektifi olarak 1992’den bu yana yaşanan birçok toplumsal sürece biz de üretimlerimizle ses olmaya çalıştık. Ötekileştirilen, kimliksizleştirilmek istenenlerin dilinden şarkılarımızı söyledik ve söylemeye de devam edeceğiz. Bugüne kadar grup üyeleri hakkında çeşitli soruşturma ve davalar açılarak bir çok kez susturulmak istendi. Sanatsal anlayışımızın karşısında bandrollü albümlerde yer alan ve yıllardır birçok sanatçı tarafından seslendirilen şarkıların yasak diye önümüze konulması da bizi şaşırtmadı açıkcası. Bu yasak; bizden olmayanın, bizim gibi düşünmeyenin, bizim gibi yaşamayanın bizim düzenimizde yeri yok, demenin bir biçimi. Ülke koşullarında birçok sanat etkinlikleri ve festivaller yasaklanıyor. Bu yasaklamalar toplumu tek tipleştirmeye yönelik dizayn politikalarının bir parçası. İçerisinden geçtiğimiz siyasal sürece bakıldığında bu gibi yasaklamaların devam etmesi mümkün fakat her ne olursa olsun sanatımızı halkla buluşturmamıza engel olmayacağını belirtmek isteriz. Bizim için önemli olan yasaklara rağmen birbirimizin sesini, sözünü, varlığını taşımak; sanat anlayışımızı her yerde daha güçlü birlikteliklerle buluşturabilmek. Bu yüzden sahne aldığımız Van Newrozu’nun da böyle anılmasını istiyoruz. Belleğimizde kalanın, maruz bırakıldığımız hukuksuzluktan öte o günkü gibi güçlü, çoşkulu bir arada olmasını istiyoruz. Bu güçlü birlikteliklerin de çoğalmasını temenni ediyoruz.

İnsanların müzik dinleme hakkının da gasp edildiğini düşünüyor musunuz?

Elbette ki, tarihten bu yana sanata yönelik yasaklamalara baktığımızda; hepsinde ortak siyasal, etnik, kültürel bir tek tipleştirme paydayasına rastlarız. Özelde sanat olmak üzere temsiliyetin hakim odaklı kullanımı öteki sayılan sanatı yok etmeye yöneliktir. İnsanların müzikal arzularını, siyasal, kültürel ve kimliksel var oluşlarından bağımsız düşünmek pek mümkün değil. İcra edenin de kendi varlığını o yapıtta görüp dinleyenin de en kaba haliyle duygu, düşünce ve ifade hakkı gasp ediliyor. Sanatçının sanatsal ifade özgürlüğü gasp edilirken, dinleyicinin de bir sanatsal yapıta erişim hakkı gasp ediliyor. Bunların temelinde de her konuda olduğu gibi tek tipleştirme, zorla kültürleme ve asimilasyon politikaları yer alıyor.

Yakın zamanda grubumuza açılan davadaki söz konusu eserlere baktığımızda; her iki eser de yıllardır yok edilmeye çalışılan Kürt dilindedir. Geçen yıllarda TRT’nin de açıkladığı yasaklı parçaların çoğu yine Kürtçedir, yıllarca dilden dile söylene gelmiş ve hala halkın dilinde dolanan kültürü, geleneği temsil eden eserlerdir.

Hal böyle olunca halkın şarkı söyleme, dinleme, icra etme hakkı da gasp edilmiş oluyor. Bir halkın kültürü, geleneği de zorla kültürleme yapılarak veya asimile edilerek yok sayılıp bu şekilde hakları gasp ediliyor. 

Zorlama kültürlemeden kastınız nedir?

Burdaki zorla kültürlemeden kastımız; bir halkın müziğini, kültürünü veya sanatçıların müziğini icra etme sınırlarını, devletin kendi kurumlarını kullanarak bir çembere alması, davalar ve yasaklarla değiştirme çabasıdır.

Verilen bu cezalara ve yapılan suçlamalara karşı ne yapıyorsunuz?

Daha önce de belirttiğimiz gibi çok şaşırdığımız bir durum değil. Ülkemizde bir çok dönem sanat ve sanatçılar bugünkü gibi yargılanmış bir çok kişi haksız cezalar almıştır. Bu cezalar sanat ve sanatçılar için hiçbir zaman belirleyici güce dönüşmemiştir. Bizim de odak noktamız üretimlerimizi sürdürmek, halkla daha çok buluşturmak ve birlikteliklerimizi güçlendirmek. 1992’den beri birçok kez buna benzer cezalar ve durumlarla karşılaştık. Bu bizi hiçbir zaman üretimlerimizden alıkoymadı, koymayacak da. Çalışmalarımıza devam ediyoruz. Yeni üretimlerimizle yakında dinleyicilerimizle buluşmayı planlıyoruz.

En zorlu süreçlerde bile üreten ve bunu paylaşan bir grup olarak bir önceki dönemlerle bu süreci kıyasladığınızda nasıl bir tablo çiziyorsunuz?

İktidarın temsiliyeti, sınıfsal karakteri değişmediği müddetçe cezalar yalnızca biçim değiştirir, yani aslında değişen bir şey yok. Kendi alanımız için yorumlayacak olursak; hala sanatsal ifade özgürlüğünün olmadığı, sanatın yargılandığı bir ülkede yaşıyoruz. Bunun adı geçmişte de kendinden olmayanı yok sayan bir iktidar anlayışının tek tipleştirme politikasıydı, bugün de öyle.