Putin ve Erdoðan rejimleri arasında ciddi pareliliklerin olduðunu söyleyen Alman Yeşiller Partisi milletvekili Mehmet Kılıç'a göre "Krala hakaret" suçu artık Türkiye ile Rusya'da en büyük suçlardan biri. ANF'ye verdiði mülakatta AKP'nin iktidarını güçlendirmek için AB reformlarını kullandıðını belirten Kılıç "AB, artık AKP'ye ayak baðı oluyor" dedi.
Mehmet Kılıç'ı sayısı 20'yi geçen Almanya'daki Türkiye kökenli milletvekilinden ayıran birçok özellik var. Burada doðan göçmen siyasetçilerinin aksine, 23 yaşındayken Almanya'ya gelen Malatya-Erguvan doðumlu Kılıç, Türkiye'ye dönememesinin nedeni ise hayli bir ilginç. 1986 yılında Ankara Hukuk Fakültesi'nde okurken, 12 Eylül sonrası yapılan ilk öðrenci gösterisine katıldıðı gerekçesiyle haklarında dava açılan 141 öðrenciden biri de Kılıç'tı.
Kılıç, Heidelberg Üniversitesi'nde hukuk eðitimini sürdürürken, Ankara'da verilen hapis cezası kesinleşince Türkiye'ye dönmeme kararı aldı. 1998 yılında Güneybatı Radyo Yayın Konseyi'ne ilk yabancı üye olarak seçilen Kılıç, 2000-2010 yılları arasında ise Federal Göç ve Entegrasyon Konseyi'nde Yönetim Kurulu Başkanlıðı yaptı. 2009'da Federal Meclis üyeliðine seçilen Kılıç, Yeşiller'in Meclis Grubu Göç ve Entegrasyon Sözcüsü.
Federal Meclis'te Ýçişleri ile Dilekçe Komisyonu Üyesi de olan Mehmet Kılıç, Putin karşıtı gösterilerde gözaltına alınanların yargılama süreçlerini izlemek için geçtiðimiz Haziran ayında Moskova'ya gitmişti. Kılıç'ın içinde yer aldıðı Alman meclis heyeti, sivil toplum örgütü temsilcileriyle görüşerek Moskova'da incelemeler yapmıştı. Bu yüzden olacak ki Putin rejimi ile gençliðinde gösteriye katıldıðı hapis cezası aldıðı Türkiye'deki iktidar arasında paralellikleri iyi biliyor.
Ayrıca "Steiger Award" ödülünün Erdoðan'a verileceðinin açıklandıðında Mehmet Kılıç, buna sert tepki göstermiş, Bochum'da düzenlenen gösteride de konuşmuştu. Federal Meclis'te Erdoðan'ın ödül verilmesine karşı çıkan tek Türkiye kökenli parlamenter olmasıyla dikkat çeken Kılıç ile Rusya-Türkiye'deki iktidarlar arasındaki benzerlikleri, tıkanan AB üyelik sürecini, Alman hükümetinin Türkiye politikasını ve yakından izlediði Nazi cinayetlerinin aydınlanma sürecini konuştuk.
"RUSYA'DA 12 EYLÜL HAVASI VAR"
Geçtiðimiz hafta Rusya'da bir dizi görüşmeleriniz oldu. Bu arada Rusya'da gösteri hakları, düşünce ve basın özgürlüðü konusu da yeniden gündeme geldi. Putin rejimi nereye gidiyor? Bana göre Rusya otoriter rejime doðru giden bir ülke. 12 Eylül darbesini bizzat yaşayan birisi olarak Moskova'daki havayı 12 Eylül'e benzettim. Halbuki Rusya'da askeri darbe olmadı, ama hava öyle. Gösteri yasalarından tutun, gözaltı süreleri, gözaltı kurumunun kullanılması veya vergi dairesinin kullanılarak muhaliflerinin sindirilmesi; bunlar otoriter rejimin örnekleridir. Çünkü otoriter rejimler şunu yaparlar;
1- Fikir ve gösteri hürriyetini sınırlar. 2- Gözaltı süresini yasadışı bir şekilde kullanırlar, önüne geleni gözaltına alırlar. 3- Maliyeyi bir silah olarak kullanırlar, örneðin maliye memurlarını size gönderiler ve muhakkak bir açık bulurlar. 4- Krala hakaret önemli bir ceza alır. Krala hakaret etmeyeceksin, ettin mi yanarsın.
Bu dört durumu maalesef orada gördüm. Örneðin görüştüðüm insanlardan birisi de, bir avukattı, kilisede "Meryem ana lütfen bizi Putin'den kurtar" şeklinde dua ettikleri için haklarında dava açılan 3 kadının davasına bakıyordu. Sözüne ettiðim kadınlar, Rus Ortodoks Kilesi'nin Başpiskoposu seçimde Putin'i desteklediði için bu gösteriyi orada yapmışlardı. Demokratik ülkelerde gösteri için izin alınmaz, sadece bildirilir. Ancak orada izin alınmak zorunda. Ayrıca rejim belirli noktalarda gösteri yapılmasına izin veriyor. Bu da şu demek; hep aynı yerde gösteri yapıldıðı zaman kimsenin dikkatini çekmeyecektir.
Ayrıca tutukluları kapalı araçlarla mahkemeye götürüyorlar. Avrupa'da o araçlarla dondurulmuş et taşınıyor, canlı hayvan taşınması yasak. Mahkemede gözaltındaki insanlar, sirk hayvanı gibi kelepçeyle kafes gibi bir bölmede demir paklıklar arkasında yargılanıyor. Mahkemenin önünde ise gösteri yapan, aðzını açan herkesi polis arabasına alıp götürdüler.
Tüm uygulamalara raðmen batı Avrupa, hatta Merkel hükümeti Putin'e sesini çıkartmıyor. Bu sessizliðin kaynaðı ne? Dünya hakikaten otoriter rejimlerle dolu. Demokrasiler dünyada çok yaygın deðil. Bu nedenle konuşacak memleket kalmayabilir. O yüzden şimdi konuşmakta yarar var. Tamamen sessiz denilemez. Çünkü başbakan Merkel, rahatsızlıðını dile getiriyor. Tabii ki bu yeterli deðil. Ekonomik baðımlıklar söz konusu. Enerji konusunda Rusya, Almanya için çok önemli bir ülke. Eski başbakanımız Schröder de Gazprom'un önemli bir çalışanı oldu. Edindiðim izlenime göre Rusya'da en iyi angaje olan, gelişmeleri izleyen yine Almanya temsilciliðiydi.
"TÜRKÝYE'DE GÖZALTI SÜRESÝ 10 YILA KADAR SÜREBÝLÝR"
Sözünü ettiðiniz otoriter rejimin özellikleri Türkiye'de de hayat buluyor. Erdoðan ve Putin arasındaki paralellikler nelerdir? En basitinden size saydıðım 4 kategori Türkiye'de de mevcut. 2 tane öðrenci "Parasız eðitim istiyoruz" diye pankart açtı. Bu öðrenciler 19 ay gözaltında kaldılar, daha sonra da 8,5 yıl hapis cezası aldılar. Burada da krala hakaret söz konusu. Çünkü o öðrenciler pankart açarken, Türk başbakanı Erdoðan konuşuyordu. "Erdoðan'a karşı gelirseniz, hakaret ederseniz biz böyle cezalandırırız" diye ders vermeye çalıştılar.
Muhalefeti bastırmak için kullanılan gözaltının süresi Türkiye'de 10 yıla kadar sürebilir. Türkiye'de birçok insan neden yattıðını bilmiyor, çünkü savcılık iddianamesi olmaksızın 3-5 yıl hapiste kalıyorlar. Seçilmiş insanlar, özellikle BDP'nin belediye meclis üyeleri, belediye başkanları ve milletvekilleri şu an gözaltında. Bana göre AKP'nin Kürt bakışı şöyle; Din ile yetinip Kürtlerin özgürlüðünü ve haklarını istemeyen Kürtler, iyi Kürtler. Bunun dışında AKP'yi seçmeyen herkes terörist.
Sözüne ettiðiniz ikinci Kürtler, tıpkı Rusya'daki muhalifler gibi cezaevine konularak cezalandırılıyor mu? Özel yargıç, özel mahkeme doðal olmayan yargılama süreçleri için vardır. Darbe beraberinde Devlet Güvenlik Mahkemesi'ni getirdi. Daha sonra da özel yetkili mahkeme geldi. Şimdi o da deðişiyor. Bu kurumlar kullanılarak sevilmeyen unsurların üzerine gidiliyor. Bir diðer nokta; maliyeyi kullanırsınız, gazetelerin, derneklerin üzerine salarsınız, onları bastırırsınız. Bu Rusya ve Türkiye'de de oldu. Türkiye'de yayınlanmamış kitaplar toplatıldı. Aslında böyle bir şey demokrasilerde büyük suçtur. Çünkü dünyada yasak olan her şeyi bir kitaba yazabilirsiniz. Ama bunu daðıtmadıðınız, eyleme geçmediniz sürece suç deðildir. Kısacası Rusya kadar Türkiye için de korku sahibiyim.
'AKP ÝKTÝDARI ŞARK KURNAZLIÐI YAPIYOR'
Kürt sorunun çözümü için neler öneriyorsunuz? Tabii bu konuda uzman deðilim. Ama aklımın yettiði, dilimin döndüðü kadar yanıt verebilirim. Birincisi; Kürtlerin ne istediði konusunda hem toplumun diðer kesiminin tamamı ve hem de Kürtlerin kendisi de saðlıklı bir düşünceye sahip olmalı. Ýkincisi; birliktelik konusunda kararlılık varsa, ötekileştirmemek gerekir. Bu konuda ihmallerle var. Üçüncüsü; Bu sorun siyasi partiler arasında bir çekişme ve oy potansiyeli gibi deðerlendirilmemeli.
Şimdi birinci maddeye dönersem; Türkiye ilk başta herkesi Türk ve Sünni Müslüman ilan edersem, herkesi tek dil, tek millet, tek din ve tek mezhep yaparsam hiç bir sorun kalmaz diye düşündü. Bu olmadı. 12 Eylül'den sonra ise ceza yasasıyla bir dili konuşma cezası getirildi. Fransızca veya Ýngilizce Türkiye'de serbest, hatta bu dili okulda öðretiliyor. Eðer Ýngilizce bir Ýngiliz'in anadiliyse, konuşması yasaktı.
Peki her hangi bir Ýngiliz turist hapse atıldı mı? Ya da mahkeme çıktıklarında onlara tercüman bulundu mu, bulundu. Peki Kürtlerde nasıl oldu? Savunmasını Kürtçe yapmak isteyenler yıllarca hapiste bekletildi. Bir kere bu yaşananları bilmek gerekir. Ýkincisi de hep ekonomi sorunu denildi. Peki aş, iş olursa Kürtlerin sorunu biter mi? Kürtler "Biz de kimliðimizle yaşamak, dilimizle konuşmak istiyoruz" diyor. Toplum bunu görmezse hata eder. Ýsterseniz bütün Kürtleri milyoner yapın, eðer özgürlükler verilmezse bu iş çözülmez.
Peki iktidar bu sorunun nasıl çözüleceðini bilmiyor? Bence iktidar şark kurnazlıðı yapıyor. Azınlıkların şarkı söyleme ve dans etme özgürlüðü vardır. Bu hak Hıristiyanlara, Alevilere, Kürtlere verildi. Ama temel deðişiklikler, kalıcı çözümler yapmaktan kaçıyor. PKK ile müzakerelerin yapıldıðına dair ses kasetlerinin çıktıðı bir dönemde başbakan ortaya bir ses bombası attı ve Alman vakıflarını PKK'ye destek vermekle suçladı. Halbuki çıkıp "Evet bu sorunun çözümü için görüşüyoruz" diyebilirdi. Demedi, çünkü oy kaygısı ön planda. Belki birçok Kürt arkadaşım bana karşı çıkacak, ama ben Kılıçdaroðlu'lu CHP'nin daha samimi bir pozisyona girdiðini düşünüyorum. CHP içindeki bazı kesimler böyle bakmıyor olabilir, ama CHP olumlu bir istikamete doðru gidiyor.
'ERDOÐAN-GÜL, PUTÝN- MEDYEDEW'
Erdoðan da Putin gibi bir 10 yıl daha tahtta kalmanın yollarını arıyor. AKP iktidarını Putin rejimiyle karşılaştırmaya devam edersek, her iki ülkeyi daha hangi sürprizler bekliyor? Putin ve Medyedew sürekli yer deðiştiriyor. Türkiye'de de öyle bir şey gözüküyor (gülerek). Maalesef bunlar dünyada olan şeyler. Otoriter rejimler, sürekli güç korkusu yaşadıðından dolayı ve bu gücü sürekli ellerinde tutma arzusu içindeler. Onlarda bırakma büyüklüðü yoktur. Bu bırak git anlamında deðil. "Gerekirse bırakırım" meselesini gündeme getirmiyorlar.
Bence Türkiye'de iktidarda kalmayı ekonomik gelişme belirliyor. Ancak şimdi üzülerek söylüyorum; bu gelişme saðlıklı bir gelişme deðil. Türkiye sıcak paranın girdiði bir memleket oldu. Başbakan "Kaynaðını sormayacaðız paraları yurda getirin" çaðrısını yaptı, bunun için yasa da çıkartıldı. Ýkincisi, hükümetler kaynakları bittiðinde özelleştirmeye yönelirler. Bol bol özelleştirme yapıldı. Diðer yandan Amarika'da veya Ýspanya'da kriz öncesi yaşananların hepsi şimdi Türkiye'de yaşanıyor. Bakın Türkiye'de herkese kredi kartıyla yaşıyor. 90'lı yıllarda Ýspanya'nın her yerinde binalar dikiliyordu, insanlar taksitle ev alıyordu. Şimdi Türkiye'de de öyle. Bu balon 2-3 yıla kadar patlar.
Bu durum, iktidarın sonunu getirebilir mi? Getirebilir, fakat AKP'nin şöyle bir özelliði var; başarısız olan her şeyi başkası yapmıştır, başarılı olanı da kendisine mal ediyor. Eðer halk da "Yeter, bu krizin sorumlusu sizsiniz, size inanmıyoruz" derse, bu durum o zaman AKP'nin tek başına iktidar olma şansını ortadan kaldırabilir.
"TÜRKÝYE AB'DEN VAZGEÇTÝ AMA SÖYLEMÝYOR"
Hem Türkiye'deki bu tablodan hem de Avrupa'daki ekonomik krizden dolayı AB üyeliði için hala bir şans var mı? Prensipte bir şans olduðunu düşünüyorum. Bana kalırsa Türkiye AKP iktidarıyla üyelikten vazgeçti ama bunu söylemiyor. AKP bu konuda stratejik bir yaklaşım içinde. Geçmişte AKP için üyelik süreci iyi bir fırsattı. Örneðin askerin gücünü azaltma konusunda. Bana göre AKP, Avrupa'da alabildiklerini aldı. Yani reformları kendisi için kullandı. Şimdi AB, artık AKP'ye ayak baðı oluyor. Neden? Çünkü AB aynı zamanda basın özgürlüðünü talep eder, cezaevlerini kontrol eder, azınlıkların hakların konusunda samimi adımların atılmasını ister.
Öyle gözüyor ki AKP'nin üyelik sürecinde çaba harcaması için her hangi bir nedeni kalmadı. Bir şeyi iddia ederken fala bakmamak gerekir, eldeki verilerle konuşmak gerekir. Bir tane veriden söz edeyim. 2010 yılının ortasında Almanca yayınlanan Financial Times gazetesi Türkiye'ye bir sayfa ayırmıştı. Oradaki bilgilere göre AB, yeni açılacak bir üyelik maddesi için Türkiye'ye tarım alanındaki sübvansiyonları soruyor, ama aylarca cevap alamıyor. Bilgi verilmiyor. Bu "Açmayın kardeşim" demek.
"ERDOÐAN VAKIFLAR ÝÇÝN ÖYLE DEMEDÝ' YANITINI ALDIM"
Son dönemlerde Almanya'nın AKP politikasında bir deðişiklik var mı? Erdoðan, geçtiðimiz yıl Alman hükümetini ve vakıflarını suçlamasından sonra sanki bir sessizlik hakim. Almanya, tehditlere boyun mu eðdi? Bana göre Almanya korkmadı, sadece karşısındakinin uluslararası diplomaside çok akıllı davranmadıðını fark etti. Almanya, küçük hesaplar uðruna Türkiye'deki muhatabının bütün ilişkileri gözden çıkaracaðını gördü. Bu nedenle mesafeli yaklaşıyor. Örneðin Türkiye'de yerel seçimler vardı, başbakan Davos'ta sahneyi daðıttı. Milli maç kazanmış futbolcu gibi karşılandı. Malatya'daki kurulan radarların Ýsrail'i korumak için kurulduðu ortaya çıkınca da Erdoðan çıkıp "Gazze'ye yardım gemisi göndereceðiz, engellerlerse savaş çıkartacaðız" dedi. Bir ay sonra gemi yola çıktı, Ýsrail gemileri onu limana çekti ve Türkiye hiç bir şey yapmadı. O zaman fark edildi ki Türkiye'de her söylenenle hareket etmek doðru deðil. 'Bazılarını bırakacaksınız konuşsunlar' dendi.
Erdoðan'ın suçlamasından sonra aralarında partinize yakın Heinrich Böll Vakfının da bulunduðu Alman vakıflarını engelleme söz konusu mu? Hayır, öyle bir şey yok. Hatta Türkiye vakıflarımızdan o kadar çok memnun ki hiç bir adım atılmadı. Eðer bir kanıt olsaydı, bunu ortaya koyar ve vakıfları Türkiye'den kovardı. Eðer varsa ve yapmamışsa demek ki Türkiye korkmuş. Türkiye'nin de burada diyaneti, örgütleri var. Otoriter rejimler Rusya'da veya Türkiye'de kendi güçlerini korumak için dış düşman gösterirler. Rusya'da öyle yaşıyor, güya herkes Rusya'yı yıkmaya çalışıyor. Bizi kim kurtarabilir? Putin kurtarabilir. Böyle bir izlenim veriliyor.
Amaçları bu vakıfları tehdit ederek, azınlıklar, Aleviler ve Kürtlerin bu yabancı kuruluşlarıyla bir araya gelmesini engellemekti. Bu bir stratejiydi, ama tutmadı. Parti başkanımız Claudia Roth ile Türkiye'ye gittiðimizde Egemen Baðış "Başbakanımız yanlış anlaşıldı" dedi. Ýnternetteki videolara baktım, Erdoðan 5 gün içinde bunu 3 kere söylemiş ve ısrarla vakıflar diyor. Bunun üzerine Alman hükümetine soru önergesi verdim, ben de benzer bir yanıt aldım; "Biz bunu Türkiye'ye sorduk. Davutoðlu bize başbakanın yanlış anlaşıldıðını aktardı".
'ASIL SORU; IRKÇI ELEMANLAR KÝM?'
Aslında sizinle en çok Almanya'daki göçmenleri ve her gün yeni skandallarla gündemde kalan Nazi cinayetlerini konuşmak istiyordum, fakat buna sıra gelmedi. Nazi cinayetlerindeki sis perdesinin tamamen aralanacaðına inanıyor musunuz? Umudum zayıf da olsa var. Sadece Araştırma Komisyonu'nun bu işi çıkartacaðına inanmıyorum. Ýş çok boyutlu, dinlenilmesi gereken çok kişi var. Fakat seçim dönemi yaklaştıðı için süre çok az. 2013 Eylül'ünde bu işin kapanması gerekiyor. Ayrıca iktidar partileri ve muhalefet olayı güvenlik birimleri arasındaki ilişki yetersizliðine baðlıyorlar. Sonuç raporunu yazmış durumdalar ve buna yönelik soru yöneltiyorlar.
Sonuç şu; Güvenlik birimleri daha iyi bilgi-alışverişi yapsalardı, kıskançlık yapmasalardı, bu cinayetlerin hepsi zamanında açıða çıkardı. Çözüm; Bütün verilerin bilgisayar ortamında 6 ay boyunca saklanması. Ýkincisi; birimler arasındaki ilişkinin yasal hala getirilmesi. Sorun bitti. Ancak asıl şu soru şu; Güvenlik birimlerinin içinde yabancı düşmanı, kendisi bu anayasayla baðışık olmayan ırkçılar var mı? Halit Yozgat, Kassel'de 2006'da öldürüldüðünde orada olan istihbarat elemanını hala çalışıyor mu diye soru önergesi verdim. Bana verilen yanıt şuydu; "Soruşturmanın gizliliði için yanıt veremiyoruz."
'ESKÝDEN GÖÇMENLER ALMAN POLÝSÝNE ÇOK GÜVENÝYORDU'
'Zayıf da var' dediðiniz umudunuz hangi konuda? Burada mesele göçmenleri korumak deðil, mesele Almanya'nın imajını korumak. Çünkü Almanya, 2. Dünya Savaşı'ndaki sıkıntısından dolayı ırkçı cinayetlerle anılmak istemiyor. Daha önce polis cinayet veya kundaklama yerine varmadan Ýçişleri Bakanı "Bu işin arkasında siyasi nedenler yoktur" açıklaması yapıyordu. Bunu bizzat yaşadım. Umutluyum, çünkü kısmen de olsa Araştırma Komisyonu'nun çalışmaları var ve en önemlisi baðımsız basın var. Biz birçok ayrıntıyı basından öðrendik. Son olarak her ne olursa olsun ben Alman yargısına güveniyorum. Bu federal yapı diðerinin yaptıðını ortaya çıkartıyor. Yakın zamanda olmazsa da ortada vadede bu işlerin açıklıða kavuşacaðına inanıyorum.
Cinayetler göçmenlerin uyumunda bir kırılma yarattı mı? Tabii ki, göçmenlerin Alman güvenlik birimlerine olan güveni sarsıldı. Eskiden göçmenlerin bu güveni Almanlara göre üç kat daha fazlaydı. Etrafımızda "Alman polisi iyi çalışır", "Alman istihbaratı hemen bulur" sözünü çok duymuşuzdur. Güvenin olmadıðı yerde uyum da saðlam olmaz. Güveni yeniden güçlendirmek için de bütün araştırmalar kamuoyunun önünde yapılmalı.