Suruç’taki katil çok tanıdık-Cahit Mervan

DAİŞ adlı soysuzlar çetesi Suruç’ta sadece yıkılan ve yok edilen bir şehrin yeniden inşası ve insanların yarasını sarmak için karınca-kaderince bir çaba içinde olan sosyalist gençlere karşı kalleşçe bir saldırı yaptı...

DAİŞ adlı soysuzlar çetesi Suruç’ta sadece yıkılan ve yok edilen bir şehrin yeniden inşası ve insanların yarasını sarmak için karınca-kaderince bir çaba içinde olan sosyalist gençlere karşı kalleşçe bir saldırı yaptı. Hayatının baharındaki onlarca genci öldürdü, yüzlerce genci ise belki bir ömür boyu sakat bıraktı.

Bu kalleşçe ve alçakça saldırının görünürdeki katili DAİŞ adlı soysuzlar çetesi…  Ama arkası da var… Ve hem de çok tanıdık…

VAHŞET İLE VAR OLAN KORKAKLAR

DAİŞ, Türkiye, Katar, Suudi Arabistan ve Saddam rejiminin artıklarının patronajlığını yaptığı bir çete. Hem de uluslararası çapta bir çete. Çok farklı ülkelerde sarsıcı ve sansasyonel saldırılar yapacak güçte. Saldırılarını yaparken kendisini sadece vahşet ve dehşet kuralına bağlı sayıyor. Bu nedenle bu çete için insan hayatı bir hiçten ibaret.

İkincisi ise, DAİŞ vahşet ve dehşet saçtığı kadar korkak bir yapı. O, birçok yerde yüzünü göstermeden, kalleşçe saldırıda bulunuyor. Sivil insanları, savunmasız çocuk ve kadınları, erkekleri, gençleri ve yaşlıları hedef alıyor. Savaşın hiçbir kuralını tanımıyor. Yakıp-yıkma onun için en sıradan şeyler. Ne yazık ki, DAİŞ sayesinde insanlık her biri birbirinden dehşet verici onlarca yeni öldürme ve infaz çeşidiyle tanıştı.

Rastgele sokakta yürüyen insanları tarama, toplu kafa kesmeler, kafes içinde insanları diri diri yakmalar, yeni doğmuş bebeği annesinin gözleri önünde boğazlamak ve anneye o tarifi imkânsız acıyı yaşattıktan sonra öldürmek, bir araba içinde sağ iken insanları bazoka ile vurmak veya göz göre göre bir kafesin içinde insanları suya indirip boğmak gibi… Tecavüz, talan ise sıradan şeyler. Bu saydıklarımız tanık olduğumuz vahşetin sadece bazı karelerini oluşturuyor.

İşte bu vahşetten dolayı insanlık DAİŞ’ı ‘soysuzlar çetesi’, ‘katiller ordusu’, ‘tecavüzcüler çetesi’ gibi adlarla tanımlıyor. Bu tanımların hiç biri tek başına DAİŞ’ı anlatmaya veya tanımlamaya yetmiyor. 

DAİŞ, esas olarak yaptığı bu vahşet ve bununla yarattığı dehşet dalgası sonucu çok kısa zamanda Suriye ve Irak’ta hatırı sayılır bir alanı ele geçirdi. Suriye ve Irak ordusu bu çete karşısında birçok yeri terk etmek zorunda kaldı. Bazı stratejik öneme sahip yerler, örneğin Musul, âdeta teslim edildi. Hatta devir teslim yapıldı.

KÜRT DİRENİŞİ DAİŞ’IN FİYAKASINI BOZDU

DAİŞ’ın gelip çattığı ancak fiyakasının bozulduğu tek yer Kürdistan oldu. Soysuzlar çetesi Musul’u ele geçirdikten sonra, Hewler yönetiminin de içine düştüğü ciddi hatalardan yararlanarak Şengal başta olmak üzere Güney Kürdistan’a karşı çok büyük çaplı bir saldırı başlattı. Burada geçici de olsa kısmen ilerleme sağladı.

DAİŞ burada durma niyetinde değildi. O kazandığı ‘zaferi’ ileriye taşımak, mümkünse Kürtleri Kürdistan’dan dışarı atmayı amaçlıyordu. Bu kez yönünü Rojava Kürdistanı’nın en zayıf halkası olarak gördüğü Kobanê’ye çevirdi. 15 Eylül 2014 günü Musul’da Irak ordusundan, Raqqa’da ise Suriye ordusundan elde ettiği ağır silahlarla birlikte Kobanê’ye karşı büyük bir saldırı başlattı.

Amaç çok açıktı. Kobanê’yi düşürmek. Türkiye ile yüzlerce kilometreye varan bir sınır oluşturmaktı.  DAİŞ’ın arkasındaki ‘stratejik akıl’ kurulması düşünülen yeni bir ‘İslam devleti’ için Musul’un işgali, Şengal’ın Ezidilerden arındırılması kadar Kobanê’nin de  Kürtsüzleştirilmesini olmazsa olmazlar arasında görüyordu.

Bu nedenle Kobanê, DAİŞ ve ona karşı direnen Kürtler açısından da bundan sonraki sürecin gidişatını kökten etkileyecek sonuçlara mahkûmdu.  

Yani DAİŞ Türk Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın arzuladığı gibi Kobanê’yi düşürmeyi başarmış olsaydı, stratejik olarak ‘yenilmez’ olduğunu kanıtlayacak ve Türkiye ile yüzlerce kilometre sınırı olan devletini ‘rasyonelize etmeye’ başlayacaktı.

DAİŞ’IN PATRONLARININ HESABI KÜRDİSTAN’DA ÇÖKTÜ

Gelişmeler DAİŞ ve patronlarının hesapladığı gibi olmadı. YPG-YPJ öncülüğünde amansız bir direniş verildi, destanlar yazıldı. Bu öyle bir direnişti ki, DAİŞ karşıtı uluslararası koalisyonun politikasının değişmesine yol açtı.

Örneğin; Kobanê direnişinin ilk günlerinde ‘öncelikli hedefimiz petrol gibi stratejik alanları korumaktır’ diyen ABD, savaşın sonucunu etkileyecek politika değişikliğine gitti. Kobanê’nin kendisini savunması için ihtiyaç duyduğu koridoru açmayan müttefiki Türkiye’yi boşa iterek, direnişçilere havadan askeri ve insani yardım yaptı. Erdoğan’ın aksine PYD’yi bir ‘terör örgütü’ olarak görmediklerini ve sahada YPG’yi ‘güvenilir partner’ olarak gördüklerini deklere ettiler.

DAİŞ her yerde ‘zafer’ kazanırken, Kürdistan’da peş peşe ağır yenilgiler aldı. Kobanê’yi kuşatmasına, şehir merkezinin yüzde 75’ten fazlasını ele geçirmesine rağmen, burada stratejik bir yenilgi aldı. Hayalini kurduğu Kürtleri Kürdistan’dan sürme ve ilan ettiği uyduruk devletin sınırlarını güvenceye alma hamlesi çöktü. Kobanê’de yüzlerce, hatta binlerce üyesini kaybederek, çekilmek zorunda kaldı. Kobanê çeteler için adeta cehenneme döndü. 

Güney Kürdistan’da da aynı oranda olmasa da işgal ettiği birçok yerden sökülüp atıldı. Şengal’de çok istemesine rağmen hâkimiyet sağlayamadı. Kerkük’ü işgal etme planları işlemedi. Bununla birlikte Kürdistan’ın her iki parçasının kesiştiği sınır boyundan sökülüp atıldı. Öyle ki Irak-Suriye sınırında kontrol ettiği kapı teke indi.

YENİLDİKLERİ İÇİN KALLEŞÇE SALDIRIYORLAR

15 Temmuz 2015’te YPG/YPJ güçlerinin başlattığı 'Şehit Rubar Qamişlo Hamlesi' ise DAİŞ’ı çok geniş bir alandan söküp attı. İlk önce Kizwan dağı, Til Temir bölgesi ve Serêkaniyê köyleri ile Alya hattı DAİŞ’ten temizlendi. Bu DAİŞ’ın Kobanê’den sonra aldığı en büyük darbeydi.

Ancak YPG güçleri 'Şehit Rubar Qamişlo Hamlesi’'nin ikinci ayağında Cîzîrî ve Kobanê kantonları arasında bulunan ve iki yıldan buyana işgal edilen Girê Spî’yi özgüleştirmek vardı. Till Abyad olarak ta adlandırılan bu yerleşim yeri DAİŞ açısından son derece stratejik öneme sahipti.  DAİŞ Türkiye üzerinden güçlerini buradan geçiriyor, ikmal ve lojistik sağlıyordu. Ayrıca her iki kanton arasındaki kara iletişimini büyük oranda engelliyordu.  

Her iki kantondan savaşçıların katıldığı hamlede Girê Spî özgürleştirildi. YPG-YPJ ve Burkan El-Fırat güçlerinin Girê Spî’yi özgürleştirmesi bölgede yaşayan Arap, Türkmen ve Kürtleri memnun etti. Zaten Kürdistan’ın bu coğrafyasına musallat olmuş yabanotu DAİŞ’ten herkes rahatsızlığını şu veya bu şekilde dile getiriyor, farklı yol ve yöntemlerle YPG-YPJ güçlerine Girê Spî’nin özgürleştirilmesi için çağrı yapıyorlardı.  

Ancak bu özgürlük hamlesine en büyük tepki Türk devletini yönetenlerden geldi.  Erdoğan ve adamları, kiralık basını ve kalemleri bir taraftan PYD’yi ‘etnik temizlik yapmakla’ suçlayarak, asılsız bir iddia ile baskı altına almaya çalıştılar. Öte yandan DAİŞ’in YPG-YPJ güçlerine darbe vurmaları için ‘avuç içi’ operasyonlara gittiler. Bu ortak operasyonlarını haklı kılmak için ‘PYD DEAŞ’ten daha tehlikeli’ türden manşetler attılar. 

İşte tam da bu psikolojik savaş sonrası DAİŞ Türkiye’nin patronajlığında ve planlamasıyla 25 Haziran’da 80-100 kişilik çete grubu ile Kobanê şehir merkezine sızarak yüzlerce insanı katletti. Bir kez daha Kobanê’yi düşürmeye çalıştı. Başaramadı ve aksine Hesekê’de önemli mevziler yitirdi.

DAİŞ KAYBEDİNCE EN ÇOK ERDOĞAN RAHATSIZ OLUYOR

DAİŞ’in Kobanê başta olmak üzere Kürdistan’da uğradığı hezimet en çokta onun patronlarını rahatsız ediyor. Onları çılgına çeviriyor. Bu çılgına dönenlerin başında ise Erdoğan var.

Bu nedenle Suruç’taki vahşi ve dehşet verici katliamdan sonra Erdoğan ve adamlarının yaptığı ‘kınama’ açıklamaları samimiyetten uzaktır. İnandırıcı değildir.

Çünkü bu saldırıdan bağımsız olarak Erdoğan ve adamları Suriye’deki iç savaşa çok angaje oldular. DAİŞ, El-Nusra çeteleriyle ortak iş peşine düştüler. Sadece bu kadarla kalmadılar. Kobanê, Rojava ve PYD’ye karşı düşmanlıkta çıtayı o kadar yukarı çektiler ki, her saldırıda insanlara sadece dönüp bakacakları tek adres bıraktılar: Erdoğan ve adamları.

Erdoğan’ın adamlarının DAİŞ, El-Nusra gibi küresel çetelerle ne işler karıştırdıklarını dünya âlem çok iyi biliyor. Örneğin Suruç’ta kalleşçe saldırı gerçekleştiği günün (20 Temmuz) akşamı Almanya’nın WDR televizyonunda ekrana gelen  ‘Dschihad in den Köpfen-Kafalardaki Cihad’ adlı haber-belgeselde konuşan bir DAİŞ’çi ‘bizim için Türkiye en rahat çalıştığımız yerdir’ demesi bir tesadüf olmasa gerek.

SON KATLİAMDAKİ KATİL ÇOK TANIDIK

Suruç’taki son saldırıya nereden bakarsanız bakın tipik bir ‘avuç içi operasyondur.’ Yani Türk istihbaratı planlamada yer almamışsa bile, uçan sineği dahi izlediği bir yerde, yapılacak saldırıyı önlememiştir. Bu saldırıyı önlemek yerine, onun sonuçlarıyla ilgilenmiştir. Çünkü bu saldırının en büyük amacı Kürtlerde, demokrasi ve sosyalist güçlerde korku ve dehşet yaratmak, onları siyasi, toplumsal ve kültürel çalışmalardan alıkoymaktır. Olası erken seçimleri ‘olağanüstü hal’ içinde yapmaktır. Erdoğan’ın çok arzuladığı 400 vekili kapmaktır.

Tutar mı, elbette ki tutmaz. Kürtler ve demokrasi güçleri ölümüne bu katillerin üstüne gidecektir. Kimsenin bundan şüphesi olmasın. Kimse korku ve dehşet üzerinden yanlış hesap yapmasın.   

Kaldı ki saldırının siyasi sorumluğu Erdoğan ve adamlarına aittir. ‘Kürtler DAİŞ’ten daha tehlikeli’ diyen kimse, Suruç’taki katliamın ortağıdır. Bu sadece ‘nereden gelirse gelsin teröre karşıyız’, ‘saldırı Türkiye’ye yapılmıştır’ türünden arabesk açıklamalarla geçiştirilecek, üstü örtülecek bir durum değildir. Çünkü bu saldırının planlandığı ve geldiği yer de bellidir, hedefi de bellidir. 

Üç yıldır DAİŞ’i şu veya bu şekilde koruyan, kollayan, ona hoşgörü ile yaklaşan, esas tehlikeyi saklamak için her türlü kirli propaganda yapan kim varsa bu katliamın suç ortağıdır. Adana ve Mersin’de HDP’ye bomba koyanlar, Amed’te âdeta polis korumasında mitingte katliam yapanlar, en son DAİŞ çetelerinin Türkiye’den Kobanê’ye sızarak katliam yapmasına ön ayak olanlar kimse, Suruç’taki saldırının da failleri onlardır.

Unutmayalım ki, daha birkaç hafta önce Türk Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Kürtleri açıktan tehdit ederek, ‘Tüm dünyaya sesleniyorum. Bedeli ne olursa olsun Suriye’nin kuzeyinde, Türkiye’nin güneyinde devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz’ demişti.

Bu açık tehdit ortada iken katili çok uzaklarda aramanın bir manası var mı?  Adam Suruç katliamından önce itirafta bulunmuş. Katil çok tanıdık. O gözümüzün önünde duruyor.