Karasu, “Süreç “tıkandı” değerlendirmelerine yol açan bir durum var. Bunu yaratan da iktidarın yaklaşımıdır. Kesinlikle bizim yaklaşımımız değil. Bizim yaklaşımımızda bu süreci geriye çeken bir şey yoktur. Ama bu sürecin de bir karakteri, bir diyalektiği, gereklilikleri var. Yapılması gerekenler var. Öyle ‘hiçbir şey yapmayacağız’ ya da ‘eskisi gibi olacak’ denilemez. Eğer böyle büyük bir sorunun çözümünden bahsediliyorsa o zaman kafaların değişmesi, politikaların, yaklaşımların değişmesi lazım. Yeni bir bakış, yeni bir yaklaşım, yeni bir söylem olması gerekiyor” dedi.
Devletin adım atmamasından dolayı toplumun ve dostların kaygılar yaşadığına işaret eden Karasu, “Kaygıyla hareket etmek mücadeleyi engeller, çabayı engeller. Biz bu sürece heyecanla katılmalıyız, örgütlemeliyiz, aktif mücadele yürütmeliyiz. Devlet ve hükümet üzerinde bir toplumsal baskı yaratmalıyız. Demokrasinin dili eylemdir. Demokratlar beklemez yani. Demokratlar örgütlenir, harekete geçer, talep eder, değiştirmeye çalışır; yasaları değiştirmeye çalışır” diyerek görevleri ortaya koyarken, herkesi Demokratik Toplum Çağrısı etrafında örgütlenmeye ve bu yönlü mücadeleyi geliştirmeye çağırdı.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu’nun Barış ve Demokratik Toplum Süreci başta olmak üzere Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu’da yaşanan güncel gelişmelere dair Medya Haber Tv’ye yaptığı değerlendirmelerin tamamı şöyle:
Haziran ayında şehit düşen, şehit Zîlan’ı, şehit Gulan’ı, şehit Sema’yı ve şehit Helmet yoldaşı saygıyla, minnetle anıyorum. Bu ayda şehit düşen Şêx Seîd ve arkadaşlarını da minnetle, saygıyla anıyorum. Bunları biraz değerlendirmeden önce, yine şehadet yıl dönümü yaklaşan Fuat arkadaşı minnetle, saygıyla anıyorum.
Fuat arkadaşın bizim için anlamı büyüktür. Fuat arkadaş, Önder Apo’nun ilk Apocu arkadaşı, Çubuk Barajı’na katılan arkadaşıydı. O günden şehit düşene kadar da Önder Apo’yu, çizgisini, mücadelesini izleyen, Önder Apo çizgisini en iyi biçimde pratikleştirmeye çalışan, bunun için en büyük çabayı gösteren bir yoldaşımızdı.
Fuat arkadaşın bu mücadelede yeri çok fazladır, emeği, kattıkları çok fazladır. Bunun altını çizmek istiyorum. Bizim hareketimiz en başta da bir ideolojik hareketti, bir düşünce hareketiydi. Bir felsefi hareket oldu. En başta da bu alanda etkili olarak özgürlük mücadelesini geliştirdi. Eğer PKK elli yıldan fazla mücadeleyi başarılı yürüttüyse, bunun nedeni Önder Apo’nun ideolojik, felsefi, teorik yaklaşımıdır. Bu Hareket’i her zaman ideolojik, felsefi, teorik olarak beslediği için, ideolojik ve teorik doğrultusunu doğru verdiği için, doğru vermeye çalıştığı için mücadele bugünlere geldi. Bunda da en büyük destekçisi, en büyük katkı sunanı Fuat arkadaş oldu.
ÖNDER APO’YU HEPİMİZDEN DAHA FAZLA ANLAYAN ARKADAŞIMIZDI
Fuat arkadaş gerçekten hepimizden daha fazla Önder Apo’yu anlayan, Önder Apo çizgisinin parti içinde somutlaşması için çalışan, çaba gösteren, Önder Apo’nun ideolojisinin, teorisinin, düşüncesinin kadrolar tarafından, halk tarafından kavranması için büyük çaba, gayret gösteren bir arkadaşımızdı.
Sürekli yazıyor, sürekli konuşuyordu; bu yönüyle de emeği çok fazladır. Sürekli üreten bir arkadaşımızdı. Fuat arkadaşın gerçekten de bizim mücadelemizin Önderlik çizgisinde yürümesinde, yürüttüğü ideoloji çalışmalarının, eğitim çalışmalarının çok büyük payı vardır. Gençleri, savaşçıları eğitmede çok büyük emek vermiştir. Yine önemli örgüt toplantılarında yaptığı değerlendirmelerle Önder Apo’nun çizgisini, doğrultusunu konferanslarımıza, kongrelerimize vermiştir. Yönetim toplantılarımızda da Önderlik çizgisinin yürütülmesi, doğru anlaşılması, doğru pratikleşmesi konusunda da gerçekten emeği çok fazladır. Fuat arkadaşı böyle bilmek gerekiyor.
Zaten Önder Apo, Fuat arkadaş için “beni benden daha iyi anlayan arkadaş” demiştir. Bu çok önemlidir. Bunu Önder Apo söylüyor. Gerçekten de Önderlik yoğunlaşması çok fazlaydı. Zaten onlarca, yüzlerce defa “Önderlik Gerçeği” dersi vermiştir. Önderliğin en iyi anlaşılması için çaba göstermiştir. Çünkü şunu her zaman görmüştür: Önderlik iyi anlaşılmadan bu mücadele doğru ve etkili yürütülemez. Bu konuda çok çaba göstermiştir.
Önder Apo’nun “beni benden daha iyi anlıyor” demesinin temel nedeni ya da böyle bir gerçekliğe sahip olmasının temeli ise, Fuat arkadaşın bir entelektüel, bir aydın olmasıdır. Edebiyat çok okurdu. Roman okurdu, felsefe, sosyoloji okurdu, tarihi okurdu. Bu yönüyle okumaları çok fazlaydı. Yine Ortadoğu’nun düşünce dünyasını yaratan felsefecileri, teologları, din adamlarını da okurdu. Ben şahidim; Ali Şeriati’yi defalarca okumuştur. Sühreverdi’yi okumuştur. Ebu Zer’i okuyup, Ebu Zer’in İslamiyet’in o toplumcu, o komünal yanını nasıl yaşadığını, yaşattığını ortaya koymuştur. Çünkü Hz. Muhammed, İslamiyet’in ilk düşüncesini ortaya atmıştır ama onun belki de en doğru pratikleşmesini Ebu Zer yapmıştır yaşamıyla, duruşuyla, kişiliğiyle...
ÖNDER APO İLE BİRLİKTE FUAT ARKADAŞI OKUYUP ANLAMALI
Bu tür konular Fuat arkadaş için önemliydi. Fuat arkadaşın, oryantalistlerin ya da modernistlerin Ortadoğu’ya baktığı gibi bir bakışı yoktu. Ortadoğu’yu Ortadoğu’da anlama, Ortadoğu tarihini derinlemesine çözerek anlama yaklaşımı vardı. Bu bakımdan da bir Ortadoğu önderliği olan, Ortadoğu’nun kültürel, siyasi birikimini -tabii ki diğer insanlık değerlerinin birikimini de- kendisinde somutlaştırmıştır Önderlik. Ama bunu yaparken kendi değerlerini temel alarak yapmıştır. Bu açıdan da Fuat arkadaş, bu birikimi nedeniyle Önder Apo’yu en iyi anlayan olmuştur. Bundan sonra da Fuat arkadaşın bu düşünceleri, birikimleri, verdiği Önderlik dersleri, Parti tarihi dersleri, gerçekten de Parti Önderliği’ni anlamak açısından çok önemlidir.
Bu yönüyle Parti Önderliği’ni anlamak isteyenlerin, tabii ki en başta Önderliği okumaları, Önderliği anlamaları, ama bununla birlikte Fuat arkadaşı okuyup anlamaları gerekiyor. Çünkü Önder Apo zindandaydı, bazı çözümlemeler, yazılar gönderdi. Sınırlı yani. Ama onların sürekli anlatılması, açılması, ne anlama geldiğinin ortaya konulması açısından Fuat arkadaşın birikimi önemliydi. Bu açıdan Fuat arkadaş hepimiz tarafından doğru anlaşılmalı. Bundan sonra da Fuat arkadaşı okuyarak, izleyerek Parti Önderlik gerçeğini daha derinlemesine anlamayı sağlamalıyız. Kendimiz de bunu yapmalıyız.
ZÎLAN’LA BİRLİKTE BİZDE FEDAİLİK ÖLÇÜLERİ YÜKSELDİ
Tabii ki şehit Zîlan gerçeği bizim için önemli. Şu bakımdan önemli. Şehit Zîlan’ın zaten bıraktığı mektupta nasıl bir Önderlik bakışı, nasıl bir özgürlük bakışı, nasıl bir mücadele bakışı ve tutkusu olduğu görülür. Bu çok önemlidir. Önderliğe bağlılığı çok derin olduğu gibi, Önderliğin bu mücadele için anlamı nedir, bu mücadele için ne ifade ediyor; bunu da çok iyi kavramış bir arkadaştır. Bu arkadaşın yaptığı bu fedailik eylemiyle bizde fedailik ölçüleri yükseldi.
Evet, bizde fedailik başından beri var. Şunu söyleyebilirim: Önder Apo’nun ilk sözcülükleri fedailiği ifade ediyor. Fedaice bir duruşu ifade ediyor. O dönemde o çıkışı göstermek, büyük cesaret işidir. Apoculuk böyle bir harekettir. Zindan direnişi, 14 Temmuz direnişi, şehadeti tabii ki PKK’de, Apocu Harekette fedailiği yükseltmiştir. Zîlan yoldaş da ölçüleri daha da yükselten bir tutumu ortaya koymuştur. Bu bakımdan Zîlan yoldaşın hem PKK’de fedailiğin derinleşmesi, güçlenmesi, kapsamlaşmasındaki rolü çok önemlidir hem de kadın özgürlük çizgisinin sıçrama yapması, kadın özgürlük çizgisinin, özgürlük tutkusunun daha da derinleşmesi açısından önemli etkisi ve rolü olmuştur.
Nitekim Önder Apo, Zîlan’ın şehadetiyle birlikte kadın özgürlük çizgisini daha da yoğunlaştıran, kadınların bu mücadelesini anlamak için kadın özgürlük çözümlemelerine daha da önem veren bir yaklaşım içinde olmuştur. Bu yönüyle de Zîlan arkadaşımızı minnetle, saygıyla anıyoruz.
ŞÊX SEÎD VE ARKADAŞLARININ DURUŞUNU UNUTMUYORUZ
Bugünlerde andığımız Şêx Seîd ve arkadaşlarının şehadeti var, idam edilmeleri var. Şêx Seîd ve arkadaşlarının idam edilmesi, Kürt tarihinde çok büyük bir olaydır, trajedidir. Özellikle Şêx Seîd ve arkadaşlarının idam sehpasındaki sözleri hala hepimizin kulaklarında çınlıyor.
Büyük bir yurtseverlikle, büyük bir cesaretle, iradeyle idam sehpasında sömürgecilere, Kürt’ü yok etmek isteyenlere karşı en ufak bir zaaf göstermiyorlar. Bu çok önemlidir. Bu yönüyle Şêx Seîd ve arkadaşlarını değerlendirirken, onları anlamlandırırken, özellikle onların bu duruşunu hiçbir zaman unutmamak lazım. Değerlendirmek gerekiyor.
Tabii ki Şêx Seîd ve arkadaşları, Lozan’la başlayan Kürdistan’ın dört parçaya bölünmesiyle Kürt inkarına karşı bir itiraz, bir tepkidir. Tabii ki yeterli hazırlık, yeterli örgüt yok; o yönlü eksik, yetersizlikler var. Zaten bir yönüyle de bu tepkinin, bu itirazın erkenden harekete geçmesini sağlayan devlet politikaları da var. Ama bir itirazdır yani. “Kabul etmiyorum, reddediyorum” çıkışıdır. Bu çok önemli, değerlidir.
Tabii ki eksiklikleri, yetersizlikleri vardır o direnişin. Olabilir. Biz niye 50 yıllık mücadeleyi doğru verdik? Çünkü Kürt tarihindeki hem olumluluklara hem onların o iradeli duruşuna, o tutumuna, o itirazlarına dayandık. Onlar da bizim için önemli değerdi. Ama diğer taraftan da neyi eksik, neyi yetersiz yaptık; tarihte Kürtler nerede eksik yaptı, nerede yetersizlik yaptı; onları da değerlendirerek 50 yıldan fazladır büyük mücadele verdik.
ŞÊX SEÎD’İN DİRENİŞİ HEM DEĞER HEM TECRÜBEDİR
Önder Apo daha cezaevindeyken, 1972’de Denizler, Mahirler niye erkenden katledildi, idam edildiler, şehit düştüler? Bunlar üzerinde yoğunlaşmıştır. Ve şunu demiştir: “Öyle bir mücadele yürütmeliyim ki bir daha bu devrimci hareketler, devrimci duruşlar erkenden tasfiye olmasın.” Bu çok önemlidir. Bu bakımdan Şêx Seîd ve arkadaşlarının direnişi, bizim mücadelemiz için hem büyük değerdir hem büyük tecrübedir. Bu tecrübeleri dikkate alarak doğruya ulaşıyoruz.
Eğer tarihten tecrübe almazsak, tarihimizdeki eksikleri, yetersizlikleri doğru değerlendirmezsek, o zaman başarılı bir mücadele de yürütemeyiz. Bu yönüyle Önder Apo her zaman, ilk Kürdistan tarihinden, işte Harpagoslardan başlayarak Kürt tarihindeki olumsuzlukları, yetersizlikleri değerlendirmiştir. Özellikle inkar tarihinden sonra… Çünkü son iki yüz yılda inkar siyaseti, yok etme siyaseti var. Bunların değerlendirilmesi çok önemlidir. Burada hem düşmanı değerlendireceğiz hem de kendimizi değerlendireceğiz.
PKK ilk çıkışında, “Kürt’ün yetersizliği nedir, eksiği nedir?” diye değerlendirerek kendini güçlendirip, soykırımcı sömürgeciliğe karşı güçlü mücadelesini yürütmüştür. Bu yönüyle Şêx Seîd ve arkadaşlarının mücadelesi, yarattığı değerler, o duruşlar, o tutumlar, bundan sonraki mücadelemizde de bize güç verecek, bizi başarıya götürecek tarihsel birikimimizdir, tarihsel değerimizdir.
SİVAS KATLİAMI ALEVİ KÜRT TOPLUMUNU MÜCADELEDEN UZAKLAŞTIRMAYI AMAÇLADI
2 Temmuz’da Sivas’ta katledilen aydınları, sanatçıları, devrimcileri, demokratları da minnetle, saygıyla anıyorum. Bu katledilenler de Türkiye tarihinin en önemli acılı günlerindendir. Diri diri yakılmışlardır.
Bu, aslında Türkiye’deki siyasal ve toplumsal gerçeğin ne olduğunu gösteriyor. Nasıl bir sorun olduğunu gösteriyor. Bu insanlar niye katledildi? Katledildikleri ortam 1993’tür. Bizim mücadelemizin yükselişte olduğu, soykırımcı sömürgeciliğe karşı mücadele yürüttüğü, bu antidemokratik, özgürlük karşıtı sisteme karşı mücadelenin yükseldiği dönemdir. Bu dönemde Alevi gençler, Türk, Kürt, Alevi gençler hareketimize yoğun katılım gösteriyor. Yine Alevi toplumunun mücadelemize ilgisi artıyordu. İşte kontrgerilla, devlet, bu gerçeği görerek Alevi toplumunu, özellikle Alevi Kürt toplumunu mücadelemizden uzaklaştırmak için bu katliamı gerçekleştirmiştir. Bu katliamı böyle anlamalıyız.
Bunun en uygun zemini Sivas’tır. Sivas’ta biraz Alevi-Sünni gerilimi var, iç içe yaşıyorlar. Bunun yarattığı tarihsel bir güvensizlik, önyargılar var yani. Ben 16-17 yaşına kadar orada yaşadım. Belki de her gün Madımak Oteli’nin önünden geçiyordum. Yani Sivas gerçeğini biliyorum.
Nasıl böyle bir huşuyla toplanıp yakıyorlar insanları? İşte bunun üzerinde durulması gerekir. Bu bir toplumsal gerçekliktir, bir siyasal gerçektir. Eğer bu değişmezse -ki hala tam değişmemiştir - yarın bu tür şeyler yine olabilir.
ALEVİLER İÇİN EN BÜYÜK İBADET DEMOKRASİ MÜCADELESİNE KATILMAKTIR
Türkiye tam anlamıyla demokratikleşmediği müddetçe, demokrasi ve özgürlükler gerçekleşmediği müddetçe, bu tür katliamlar her zaman olabilir. Bu yönüyle, tabii ki bunların olmaması için yapılması gereken, Türkiye’deki demokrasi mücadelesinde, özgürlük mücadelesinde yer almaktır. Alevileri bu tür durumlardan kurtaracak, inanç özgürlüğüne ulaştıracak şey, demokrasi mücadelesidir. Örgütlü demokratik mücadeledir. Bu mücadeleye katılmaktır. Aleviler için günümüzde en büyük ibadet, demokrasi mücadelesine katılmaktır. Bunu bütün Alevilerin, Alevi canlarımızın bilmesi gerekiyor. Bu bakımdan 1993’ten dersler çıkarmamız gerekiyor.
Bugünlerde Yas-ı Muharrem var. Aleviler Yas-ı Muharrem orucunu, 12 günlük orucu tutuyorlar. Muharrem orucu deniyor. 12 İmamlar da denirdi. Aleviler bu ayda her zaman bu orucu tutarlardı. Sonunda aşure ile Kerbela olayını bir daha anarlardı. Bizim evde de her zaman Muharrem orucu tutulmuştur. Yani ben öyle bir gelenekten geliyorum. Aile ve çevresi inançları güçlü olan, o konuda itikatlı olan bir aileydi. O bakımdan o kültürü de çok yakından bilen, tanıyan birisiyim.
Tabii ki Kerbela olayı ve Kerbela’ya karşı tutum, aslında Alevilerin duruşunu, düşüncelerini, pratiğini etkileyen bir olgudur. Bugün demokrasi mücadelesinde Aleviler eğilimliyse, demokrasi mücadelesine eğilim gösteriyorlarsa, bu da tarih boyunca o zulme karşı, o Kerbela’da olan zulme, haksızlığa karşı tepkilerini canlı tutmalarının sonucudur.
ALEVİLİK SAPTIRILMAYA ÇALIŞILDI
Bu vesileyle bir hususu belirteyim. Önder Apo’nun, İttihat ve Terakki’nin Aleviliğe yönelik, Aleviliği saptıran, kendine göre Alevilik anlayışını yaratan şeyine karşı Önderliğin değerlendirmesi olmuştu. Buna bazıları tabii bağlamından kopararak tepki göstermişler. Bu yaklaşım doğru değil.
Önder Apo’nun hareketi, Alevilerin kimlik mücadelesine, inanç mücadelesine en büyük katkıyı sağlamıştır. Bu konuda hiçbir şey beklemeden… Çünkü biz Hareket olarak bütün ezilenlerin, bütün özgürlük ve demokrasi ihtiyacı olanların hareketiyiz. Bunu böyle belirtmek gerekir.
Tabii Alevilik saptırılmaya, otantik özünden boşaltılmaya çalışılmıştır. Özellikle Türkiye’de “Orta Asya kökenlidir” denilmiş, “Türk kökenlidir Alevilik” teorileri yapılmıştır. Ben çocukluğumdan biliyorum. Evet, dedem çok itikatlı, inançlı, Alevi inancına çok bağlıydı. Kafasını koparsanız inancından vazgeçmezdi. Öyle bir insandı. Ama şehre gelmiş, etkilenmişti. “İşte biz Horasan’dan gelmişiz. Gerçek Türk biziz” teorileri vardı. Bunu herkes biliyor. Bilmeyen yoktur. Bu bakımdan evet, Aleviliği otantik özünden saptıran yaklaşımlar var. Alevilik 200 yıl önce otantik haliyle yaşıyordu. Ne olduysa Aleviliğe yönelik saldırılar, bu 200 yıl içinde olmuş. Alevilik asimile edilmeye, dönüştürülmeye, değiştirilmeye, Sünnilik içinde eritilmeye ya da Alevilik, Kürt soykırımında bir örtü olarak kullanılmaya çalışılmıştır. Bunlar gerçek.
Bu bakımdan ben o tür şeylere dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Özellikle Alevi dostlar, çevreler, Alevilik kurumları ve şahsiyetleri bu tür çarpıtmalara, bu tür şeylere kulak vermemelidir. Mücadelemizin 50 yıllık pratiği var, yarattıkları var, değerleri var, söyledikleri var, hala da söylediklerimiz var. Bunları dikkate almaları gerekiyor.
TECRİT HALEN SÜRÜYOR
Önder Apo üzerindeki tecrit hala devam ediyor. Evet, eskisi gibi değil, bazı görüşmeler oldu, bazı arkadaşlar da gittiler İmralı’ya ama bunlar yetersizdir. Bu bakımdan tecrit devam ediyor. Aslında 26 yıldır devam ediyor. Yani şöyle bakıyorlar: 26 yıl boyunca, özellikle son 10 yıl çok katı bir tecrit uygulandığı için şimdi biraz görüşme olunca sanki bir normalleşme olmuş gibi, tecrit kalkmış gibi bir algı yaratılıyor. Öyle bir şey yok. Hala avukatlar istedikleri zaman gidemiyor, aileler istedikleri zaman gidemiyor. Diğer zindanlardaki tutsakların aileleri 15 günde bir gidiyorlar. Avukatları gidiyor. Bayramlarda açık görüşler yapılıyor. Evet, en son açık görüş yapıldı fakat bunlar tecridin kalktığı anlamına gelmiyor.
Öte yandan Önder Apo, 1 Ekim’de Devlet Bahçeli’nin çağrısına cevap vererek bir inisiyatif ortaya koydu. Türkiye’nin en temel sorunu, Kürt sorunudur. Böyle çok temel bir sorun var ama bu temel sorunun muhatabı üzerinde hala tecrit sürüyor. Siyasilerle görüşemiyor. Evet, eğer bir çözüm olacaksa, gerçekten Türkiye Türk-Kürt kardeşliğine ulaşacaksa, o zaman Önder Apo’nun önünün açılması, rolünü oynamasını sağlaması gerekir. Bunun önemi görülüyor. Özellikle uluslararası alanda da bu görülüyor. Önderlikle görüşmek istiyorlar. Birçok kişi talep ediyor; yakında Türkiye’ye de gelecekler, Önderlikle görüşmek isteyecekler. Bu daha da artacak.
Türkiye’de de zaten görüşmek isteyenler var. Gazeteciler, siyasetçiler görüşmek istiyor. Aslında çok insan görüşmek istiyor. Çünkü diyorlar ki, bu Önder Apo’nun düşünceleri nedir; doğrudan kendisinden öğrenelim, tartışalım. Sorularımızı soralım, cevaplarını alalım. Ama böyle bir durum hala yok. Önderliğin görüşmesinin önü açılmış değil. Evet, bu çabalar önemli. Önemsiyoruz. Fakat özellikle Türkiye’deki sol, demokrat güçlerin daha fazla çaba göstermesi lazım. Onların daha fazla Önderlikle görüşmek istemesi gerekiyor.
Çünkü Kürt sorunu Türkiye’nin geleceğiyle ilgilidir. Kürt sorunu, Türkiye’nin demokratikleşmesiyle, özgürleşmesiyle ilgilidir. Solun, demokratların geleceğinin ne olacağı da bu soruna bağlıdır. Bu açıktır. Bu sorun çözülmediği müddetçe demokratlar üzerindeki baskılar da devam eder. Şu anda Türkiye’de şikayet edilen baskı ortamı, otoriterlik var. Bu ortamı yaratan nedir? Neden bu ortam hala değişmedi Türkiye’de? Bunun cevabı Kürt sorununun çözümsüzlüğüdür. Herkesin bunu böyle görmesi, buna göre yaklaşması lazım. Bunun dışında özgürlük söylemleri, demokrasi, sosyalizm söylemleri kendini kandırmaktır.
Bu açıdan ben özellikle de sosyalistlerin, aydınların, toplum tarafından bilinen; yani solu temsil edecek, demokrat aydın kesimleri temsil edecek insanların Önderlikle görüşme talebinde yoğunlaşması gerektiğine inanıyorum.
ÖNDERLİĞİN SÜRECE AKTİF KATILMASI HALEN GERÇEKLEŞMEDİ
Bu sürecin başlangıcı neydi? Devlet Bahçeli’nin çağrısıydı. Dedi ki “Gelsin, DEM grubunda konuşsun. Örgütünü feshetsin. Silahlı mücadeleyi sonlandırsın.” Böyle dedi. Ve ondan sonra da dedi; “Umut hakkından yararlansın.”
Şimdi bu Devlet Bahçeli’nin sözü. Bahçeli’nin çağrısı Önderlik tarafından yerine getirilmiştir. Ama devlet başkanının verdiği taahhüt, umut hakkı, yani tecridin ortadan kaldırılması, Önderliğin bu sürece aktif katılması hala gerçekleşmemiştir. Böyle olunca da demokratik toplum süreci ya da Türk-Kürt kardeşliği denilen süreç fazla ilerlemiyor. Bu böyle olmaz.
Eğer Kürt sorunu ciddi bir sorunsa, eğer Devlet Bahçeli bu sorunu çok ciddi görüp öyle bir çağrı yaptıysa, bu kadar ciddi bir konuysa, o zaman da ciddiyetle yaklaşılıp gerekli adımların atılması gerekiyor. Önder Apo’nun bu durumu, gerçekten sürecin ilerlemesini etkiliyor, yavaşlatıyor. Yine birçok çevrenin süreci yeterince anlamamasına yol açıyor. Halbuki herkesin; hem bizlerin hem devletin, herkesin bu süreci doğru anlamaya çaba göstermesi gerekiyor. Bunun yolu nedir? Önder Apo’nun özgürlüğünün sağlanmasıdır. Umut hakkının sağlanmasıdır. Önder Apo’nun özgür çalışır hale gelmesidir. Bu açık yani. Tabii ki demokratik toplum sürecini etkiliyor. Böyle görmek lazım ve bu konuda eğer bu sorunu önemli görüyorlarsa, ciddi görüyorlarsa o zaman gereklerini yerine getirmeleri gerekir.
SÜRECİN GEREKLİLİKLERİNİN YERİNE GETİRİLMESİ LAZIM
Şimdi sürecin geldiği aşama, işte söyleniyor; tıkandı mı, tıkanmadı mı? Böyle tartışmalar var. Biz “tıkandı” demeyiz. Biz istiyoruz ki önü açılsın, gelişsin. Ama “tıkandı” değerlendirmelerine yol açan bir durum var. Bunu yaratan da iktidarın yaklaşımıdır. Kesinlikle bizim yaklaşımımız değil. Bizim yaklaşımımızda bu süreci geriye çeken bir şey yoktur. Ama bu sürecin de bir karakteri var, bir diyalektiği var. Bu sürecin de gereklilikleri var, yapılması gerekenler var. Öyle “hiçbir şey yapmayacağız” ya da “eskisi gibi olacak” denilemez. Eğer böyle büyük bir sorunun çözümünden bahsediliyorsa o zaman kafaların değişmesi lazım, politikaların değişmesi lazım, yaklaşımların değişmesi lazım. Yeni bir bakış, yeni bir yaklaşım, yeni bir söylemin olması gerekiyor. İktidarda bunu göremiyoruz.
Evet, şu anda hala süreç “tıkanmadı” deniliyorsa, DEM Parti böyle açıklamalar yapıyorsa nedeni, Önderliğin yaklaşımlarıdır. Önderlik bu süreci yürütmek istiyor. Ama Önderliğin de çabası, emeği, niyeti bir yere kadardır. Zaten kendileri demedi mi, “Tek kanatla uçmaz”?
Biz gereklerini yerine getirdik. Kongremizi topladık. Örgüt feshi yapıldı, silahlı mücadele sonlandırılması yapıldı. Mesela arkadaşın dediği gibi; daha ne istiyorsunuz? ‘Silah bırakıldı mı bırakılmadı mı?’ Dünyada böyle bir şey var mı? Sen hangi yasayı çıkarmışsın, hangi güvenceyi vermişsin? Böyle bir yaklaşım dünyada yok.
Kaldı ki Önder Apo, sürecin önünü açmak için dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir yaklaşımı baştan ortaya koydu. “Silahlı mücadeleyi sonlandırıyoruz, örgütü feshediyoruz” dedi. Dünyadaki çatışma çözüm pratikleri içinde böyle bir şey yok. Bu, Önder Apo’nun yaratıcı, sürecin önünü açmak, sonuca götürmek için gösterdiği bir tutumdur, bir inisiyatiftir. O zaman Türk devletinin gereklerini yapması gerekiyor.
İlk günlerde zaten bazıları televizyonlarda konuşuyordu. “Evet, silahlı mücadele sonlandı mı, PKK feshedildi mi yasaların çıkması lazım. Bunlar gelip nasıl siyaset yapacaklar? Nasıl siyasete katılacaklar? Ne olacak bu silahlı mücadeleyi yürütenler? Devletin bu konuda adım atması gerekir” diyenler vardı. Bunu diyenlere de hatırlatıyorum.
Şöyle olmaz: Gel, silahları bırak! Ne olacak? Kurda kuşa yem olun demek istiyor. Öyle bir şey yok yani. Ya insandır; kendi savunması vardır. Varlığını bile korumak ister. O bakımdan o tür tartışmalarla süreci muğlaklaştırmak, zehirlemek süreç karşıtlığıdır. Demek ki istemiyor. Biz bunu böyle anlarız. Bu bakımdan herkes doğru yaklaşmalı, doğru bir tutum içinde olmalı. Gerçekten yapılan bir şey yok. Ve olmadığı gibi hala bizden bekleniyor.
DEM’lilerin Adalet Bakanı ile bir görüşmeleri oldu. Orada neler konuşuldu? Büyük ihtimalle hasta tutsakların durumu konuşulmuştur. Öyle olması lazım, çünkü acil bir durumdur. Yine infazı durdurulanlar var. Böyle bir şey olabilir mi? Hukuk dışıdır! Mahkemeleri zaten olmuş; bu ikinci mahkeme nedir? Böyle bir şey olabilir mi? Zaten verdikleri cezayı yatmış. Mahkeme olduğu zaman da iyi halden indirim yapmamışlar zaten. Böyle bir şey olamaz. O bir yeniden yargılamadır, reddedilmesi lazım. Dünyada böyle bir şey yok. Bu, siyasi bir tavırdır. Dünyanın başka ülkelerinde ceza şöyledir: Topluma girerse zararlı mı olur, öldürür mü? O tür şeyler var. Ama bu böyle bir şey değil ki. Bu düşüncedir yani.
Şimdi Erdoğan ile de görüşme olacağı söyleniyor. Tabii biz hep iyimser yaklaşmak istiyoruz. Bizim yaklaşımımız teşvik edicidir. Yoksa ortada bir şey yok. Öyle bir görüşme varsa olumludur. İsteriz ki olumlu gerçekleşsin. Yakında Önderlikle bir görüşme olacağı da söyleniyor. Ama şu anda gerçekten iyimserlik yaratacak adımlar yok. Biz bu süreci sonuna kadar götürmek istiyoruz, destekliyoruz. Bu konuda bizim yaklaşımımızda, tutumumuzda herhangi bir yetersizlik yok. Biz netiz. Ama gereklerini yerine getirmesi gereken hükümet olmaktadır.
TÜRK ORDUSUNUN SALDIRILARI AÇIKÇA PROVOKASYONDUR
Devlet Bahçeli’nin çağrısı olmuş. Önder Apo ona olumlu yaklaşmış. Hareket hemen buna karşı, silahlı mücadelenin durdurulması çağrısı olduğu için, ilk önce kongreden önce ateşkes ilan etti. Herhangi bir eylem yapmıyor, herhangi bir eylem planı yapmıyor.
Kongre oldu; fesih kararı alındı, silahlı mücadelenin sonlandırılması kararı alındı. Buna rağmen bu saldırıların yürütülmesi açıkça bir provokasyondur. Kim bunu kabul ediyor? Hangi hükümet yetkilisi veya devlet yetkilisi bunu böyle kabul ediyor, hangi siyasetçi bunu kabul ediyor? Böyle bir şey olabilir mi? Tabii ki oradaki insanlar kendini savunacaktır. Sen öldürmeye gidiyorsun, kimyasal kullanıyorsun, yasaklı silah kullanıyorsun. Bu gerçekten çok ciddi bir durumdur.
Biz bunu şöyle değerlendiririz: Devlet içinde bir kesim bu süreci bozmak istiyor. Bunun anlamı budur. Sen niye saldırıyorsun o insanlara? Herhangi bir eylem yok, eylem girişimi, çabası, planlaması yok. Bu ciddi bir durumdur. Tabii ki bu tür şeyler toplumda kaygı yaratıyor, herkeste kaygı yaratıyor. Evet, devletin içinde bir kesim, sürece karşı sabotaj yapmak istiyor, diyoruz. O zaman devletin de, süreci götüren hükümetin de buna müdahale etmesi gerekir. Bunu seyretmemesi gerekir.
KAYGIYLA YAKLAŞMAK YETERLİ DEĞİL, AKTİF MÜCADELE YÜRÜTMELİYİZ
Toplum açısından, dostlar açısından kaygı verilecek çok etken var. Biz bu bakımdan, niye kaygılanıyorlar, diyemeyiz yani. Hasta tutsaklar bırakılmıyor. Ölüme terk ediliyor. Hala tutuklanmalar var. Muhaliflerin üzerine gidiliyor, gazeteciler tutuklanıyor. Biz önemli adımlar attığımız halde… Çok önemli bir şey silahlı mücadelenin bırakılması. PKK’nin feshi çok önemli bir şey. Buna rağmen devletten, hükümetten adım atılmaması tabii ki kaygı yaratıyor. Dostlarda da, halkta da... Bu yönüyle bunu da biz anlıyoruz. Fakat kaygıyla yaklaşmak yetersizdir. Evet, kaygılı olabilir dostlarımız, halkımız böyle düşünebilir ama önemli olan bu sürece sahip çıkmak, bu sürecin başarıya götürülmesi için mücadele etmektir. Bunu yapmak gerekiyor. Kaygıyla hareket etmek mücadeleyi engeller, çabayı engeller. Coşkuyla katılımı engeller. Biz bu sürece coşkuyla katılmalıyız. Yani heyecanla katılmalıyız, örgütlemeliyiz, aktif mücadele yürütmeliyiz. Devlet ve hükümet üzerinde bir toplumsal baskı yaratmalıyız. Görev budur. Evet, eleştirelim, eleştiriyoruz, biz de eleştiriyoruz. Fakat “niye yapmıyor, niye devreye girmiyor?” demek, hep böyle söylemler geliştirmek yanlıştır, yetersizdir.
Biz mücadele edeceğiz. Biz demokratik mücadeleyi, örgütlenmeyi geliştireceğiz. Barış ve demokratik toplum sürecini bütün topluma mal edeceğiz. Yani toplumsal bir baskı haline getireceğiz, yaygınlaştıracağız. Böyle yaparak görevimizi yerine getireceğiz. Çünkü bu, sadece hükümetin yapacağı bir şey değildir. Toplum sahiplenmezse, demokratik siyasiler sahiplenmezse, sosyalistler sahiplenmezse, böyle bir toplumsal güç olmazsa, böyle bir sürecin arkasında devlet, iktidar bu konuyu arşivleştirip geçebilir. Geçmişte oldu yani. Bu yönüyle sadece kaygı belirtmek gerçekten yetersizdir.
DEMOKRASİNİN DİLİ EYLEMDİR; DEMOKRATLAR BEKLEMEZ
Bütün toplumsal kesimler, kadınlar, gençler, Aleviler, işçiler, emekçiler, sosyalistler, ekolojistler, tüm farklı toplumsal kesimler örgütlenip, Barış ve Demokratik Toplum Çağrısına, sürecine sahip çıkmalı ve hükümet üzerinde, devlet üzerinde baskı yürütmelidir. Demokrasi böyle gelişir. Demokrasi bir gerilim sonucudur. Yani toplumun mücadelesiyle, talepleriyle, taleplerinin örgütlü hale getirilip eylemsel hale gelmesiyle olur.
Önder Apo şöyle dedi: Demokrasinin dili eylemdir. Eylem derken silahlı eylemi kastetmiyorum, demokratik eylem diyorum. Demokratik eylemin bin bir çeşidi var. Böyle olursa gerçekten o zaman demokrasi mücadelesi verdiğimizi, bu süreci sahiplendiğimizi söyleriz. Diğeri doğru bir yaklaşım değil. Diğeri demokratik bir yaklaşım değil. Demokratlar beklemez yani. Demokratlar örgütlenir, harekete geçer, talep eder, değiştirmeye çalışır; yasaları değiştirmeye çalışır. Bu bakımdan herkesi bu Demokratik Toplum Çağrısı etrafında örgütlenmeye ve bu yönlü mücadeleyi geliştirmeye çağırıyoruz.
KÜRT SORUNU ÇÖZÜLMEDEN TÜRKİYE’YE ÖZGÜRLÜK GELMEZ
İktidarın CHP ile İstanbul merkezli başlattığı baskı operasyonları aralıksız bir şekilde devam ediyor. Hatta artık CHP’ye kayyum atanma tartışmaları, bilinen mesele tartışmaları arasına girmiş durumda.
Kürt sorunu bir demokratikleşme sorunudur. Demokratikleşme de bir mücadele sorunudur. Sadece dediğim gibi devletten bekleyerek, iktidardan bekleyerek olacak bir sorun değildir.
Kuşkusuz hükümetin bu çabalarını anlamlandırmak gerçekten zordur. Yani Demokratik Toplum Çağrısı anlamında söylüyorum. Çünkü dünyanın her yerinde çatışma çözüm süreçlerinde iktidarlar, hükümetler, muhatap olanlar toplumsal desteği, siyasi desteği artırmaya çalışırlar. Böyle yaparak sorunu çözmek isterler. Bu, genel bir kuraldır. Herkes bunu ister. AKP’nin de, MHP’nin de istemesi gereken, CHP dahil tüm muhalif kesimlerin bu sürece destek olmasını sağlamaktır. Şimdi bu tutuklamalarla o desteği sabote ediyor. Bu destek verilmesini engelleyen bir durum ortaya çıkarıyor. Tersi bir durum oluyor aslında. Bu ters tutumun da ters etkisi oluyor muhaliflerde. Bu bakımdan, aslında muhalifler diyor ya işte, bu kadar demokrasiye saldırı var, antidemokratik uygulamalar var, nasıl çözülecek? Bunlara siz haksız diyebilir misiniz?
Bu yönüyle gerçekten doğru bir tutum, doğru bir yaklaşım değil. Böylece sürecin samimiyetini de sorgulayan bir yaklaşım, bir tutum haline geliyor.
Türkiye’de faşizm olacak, baskı olacak, Kürdistan’da demokrasi olmaz, dedi. Bu böyledir. Demokrasi olacaksa hem Kürdistan’da hem Türkiye’de olacak. Bir yerde faşizm varsa her yerde vardır. Bu kesin öyledir. Fakat burada bazı söylemler gerçekten anlaşılmazdır. Böyle olmaz. Sanki Kürt sorunu çözülmüş, Kürdistan’a demokrasi gelmiş, Kürdistan güllük gülistanlık olmuş da Türkiye’de hiç olumlu bir şey yok! Kürdistan’da böyle bir durum mu var? Hala on binlerce tutuklu var.
Ne demek? Bir Kürt etnisitesi var mı? Var. Bir de Türk etnisitesi, ulusu var. Peki Kürt neyi kullanıyor? Hangi hakları var? Dilini mi kullanıyor, kültürünü mü kullanıyor, öz yönetimi mi var? Hiçbir şey yok. Böyleyken sanki Kürtler her şeyi elde etmiş de Türkiye’de anadilde eğitimi kısıtlanmış, ulusal haklari kısıtlanmış, Türkler sanki baskı altına alınmış. Kürtler ne hak elde etmiş? Hangi temel hakkı hukuki güvenceye kavuşturulmuş? Onları dinleyen sanki gerçekten Kürdistan’da her şey güllük gülistanlık, her şey verilmiş de Türkler eziyet görmeye başlamış. Neredeyse diyecekler ki Türkiye’de anadil eğitimi yok, kültürü yok, kendini yönetmesi yok. Neredeyse öyle diyecekler, öyle demeye getiriyorlar. Şunu bilmeleri gerekir; Kürt sorunu çözülmeden Türkiye’ye demokrasi ve özgürlük gelmez.
Eğer Türkiye’de özgürlük, demokrasi konusunda şikayet ettiğiniz bir şey varsa, nedeni Kürt sorununun varlığıdır, Alevi sorununun varlığıdır. Bu iki temel sorun çözülmeden Türkiye’ye nasıl demokrasi, özgürlük gelecek? Bu bakımdan samimilerse, gerçekten demokratlarsa, gerçekten özgürlükten yanaysalar bu diyalektiği bilmeleri gerekiyor. Bu bir denklemdir. Ne sıkıntıları, sorunları varsa, kaynağı; Kürt sorununun çözümsüzlüğüdür.
Bu bakımdan o tür basit propagandif söylemler, Türk toplumunu da provoke eden söylemlerdir. Bu bir nevi Kürt karşıtlığıdır. Bundan uzak durmak lazım.
ÖNDERLİK FELSEFİ BAKIŞLA DÜNYAYI, SOSYALİZMİ, MÜCADELEYİ DEĞERLENDİRİYOR
Önder Apo’nun yoğunlaşmaları çok çok önemli. Zindanda, biraz da zindanları değerlendirerek… Tarihte böyle olmuştur; zindanda kalanlar, bir nevi zindanları düşünce derinleşmesi, ideolojik, teorik derinleşme, kişilik derinleşmesi haline getirmişlerdir. Bunun tarihteki en büyük örneği Önder Apo’dur. Tarihte başka örnekler var ama en çarpıcısı Önder Apo’dur. Önder Apo, son 10 yılda yoğunlaşmalarını aktardığı bir süreç yaşıyor. Koşulları yetersiz. Yani o yetersiz koşullarda 10 yıllık yoğunlaşmalarını Kürt halkına, Türkiye halklarına, dünya halklarına aktarmak istiyor. Özellikle son değerlendirmeleri, daha sonra da eklemeleri de Önderlik yapmış.
Esasta bir felsefi bakış var. Önderlik yeni bir felsefi bakışla dünyayı, olguları, sosyalizmi, demokrasiyi, mücadeleyi değerlendiriyor. Bir felsefi bakış. Bu önemli. Biz ilk sosyalizm mücadelesini verince ilk Felsefenin Başlangıç İlkeleri’ni, sonra Felsefenin Temel İlkeleri’ni, Tarihsel Materyalizm’i okuduk. İşte Engels’in Doğanın Diyalektiği kitabı vardı.
Bu yönüyle bir felsefi bakış ortaya çıktı. Tabii ki reel sosyalizmin eksikliklerinde bu felsefi bakışın eksikleri de var. Önderlik onu da değerlendiriyor. Tarihsel materyalizmi değerlendirmeyi, felsefi olarak eksikliklerini, yetersizliklerini değerlendiriyor. Reel sosyalizmin eksikliği oradan kaynaklanıyor. Önderliğin, bu eksiklerin felsefi temelini düzeltmek için önemli felsefi yoğunlaşması var. Bu konuda önemli değerlendirmeleri var. Önder Apo diyor; doğanın yasaları vardır ama toplumsal alanın yasaları, doğa yasaları gibi değildir. Eğilimler vardır. Bu önemli bir felsefi yaklaşımdır.
Bu yönüyle Önderliğin değerlendirmelerini tabii ki herkes okumalı, tartışmalı. Gerekirse eleştirmeli. Eksiği varsa söylemeli. Bu konuda bir sorun yok. Doğru, samimi, niyetli olduktan sonra eksik görebilir, eleştirebilir, tam anlamayabilir. Yani doğru yaklaşmak lazım.
Bu konuyu daha önce de ben defalarca programlarda dile getirdim. Marx’ın söylediklerini 150 yıl sonra aynen tekrarlamak, Marx’a, Engels’e bağlılık değildir. 150 yıl önce fizik bilimi ne düzeydeydi, şimdi ne düzeyde? Toplumsal bilimler, sosyal bilimler ne düzeydeydi? Önemli bir yaşanmışlık da var. Bunları dikkate alarak Önder Apo, Marx’ın, Lenin’in değerlendirmelerini eleştiriyor. Yani bunları anlamak lazım. Önder Apo, onların emeğine saygının gereği yapıyor. Doğru sosyalizm, sonuç alan sosyalizm yaratmak için yapıyor.
ÖNDERLİKTE EKSİKLERİ ELEŞTİRİP DOĞRUYU YARATMA FELSEFESİ VARDIR
Şunu söyleyebilirim. Bugün dünyada gerçekten derinlikli, kapsamlı, doğru anti-kapitalist Önder Apo’dur. Tarihin en derin, en kapsamlı toplumcusudur, yani sosyalistidir. Biz böyle görüyoruz. Tamam, okuyup eleştirilebilir ama ucuz yaklaşımlar olmamalı. Propagandif yaklaşımlar olmamalı. Tartışılmalı, değerlendirilmeli. Bir yönüyle Önderlik herkes adına yoğunlaşmıştır. Başkalarının yapması gereken yoğunlaşmaları da Önder Apo yapmıştır. Bunu bir kere böyle anlayalım. Yeni sosyalizm anlayışı konusunda, mücadele anlayışı konusunda yaklaşımları böyledir.
Evet, geçmişte yetersizlikler, eksikler vardı. Birikim o kadar değildi. Arkeolojide keşifler yenidir. Bizim zamanımızda, Engels’in Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni kitabı vardı. Morgan’ın ilkel topluma dair yazdığı şeyler vardı. Şimdi o kadar arkeolojik çalışmalar yapıldı ki, İşte en son Göbeklitepe’dir, daha başkaları da var… Bunlar tabii ister istemez tarihe bakışı, yorumu değiştiriyor, değiştirecek. Bunu böyle anlamak lazım.
Yoksa şöyle değil. Önder Apo’nun felsefesinde, yaklaşımında kapitalizme karşı, devlete karşı, diktatörlüklere karşı az mücadele verme, onları kabul etme yoktur. Aksine, onların gerçek yüzünü açığa çıkarıp, daha etkili mücadele verilmesinin önünü açıyor. Onların gerçeğini çıplak ortaya koyuyor. Bu yönüyle Önderliğin şu eleştirileri haklı. Marx, kapitalizme karşı olmuştur ama kapitalist sistemi çok fazla değerlendirememiştir.
Bu yönüyle Önder Apo’ya hakkını vermek lazım. Önder Apo, -bir daha belirteyim- her şeyin hakkını verir. Hiçbir şeye haksızlık yapmaz. Ne Lenin’e, ne Marx’a, ne Engels’e; hiçbirine haksızlık yapmaz. Ne İsa’ya, ne Muhammed’e, ne Musa’ya; hiç kimseye haksızlık yapmaz. Derler ya “Sezar’ın hakkını Sezar’a ver” diye. Önderlikte böyle bir ahlak, böyle bir vicdan vardır. Ama bir eleştirel düşünce vardır. Eksikleri eleştirip doğruyu yaratma felsefesi vardır. Önderlikte bu çok güçlüdür.
Önderlikte kabul-red ölçüleri vardır. Her şeyi kabul etmez. Doğru olmayanı doğru kabul etmez, reddeder. Bu bakımdan ben özellikle sol kesimleri, sosyalist kesimleri Önderliği daha doğru anlamaya, hakkını vermeye, eleştirileri de propagandif, duygusal değil, yapıcı biçimde yapmaya çağırıyorum. Evet, göremedikleri, anlamadıkları yeri eleştirebilirler, tartışabilirler. Biz buna bir şey demiyoruz. Tartışanlarla bir sorunumuz yok. Ama kasıtlı, maksatlı, iyi niyet taşımayan yaklaşımlar olmamalı.
ELEŞTİRİYLE ORTAYA ÇIKARILAN KÜRT, DÜNYANIN EN GÜZEL HALKIDIR
Bazı olumsuz yaklaşımlar var. Gerçekten PKK’ye, Önder Apo’ya karşı 50 yıldır bir karşıtlık var bazı çevrelerde. Bunlarda bu bitmemiş. Aslında söyledikleri birçok şeyi 50 yıl önce de 30 yıl önce de, 10 yıl önce de söylemişler; şimdi de söylüyorlar. Hiçbir şey değişmemiştir onlara göre. Yaptıkları bir şey de yoktur. Bu insanlığa, Kürt halkına, özgürlük ve demokrasi mücadelesine yaptıkları hiçbir katkı da yoktur ama PKK ve Önder Apo karşıtlığı nedeniyle, diyorlar ya; “gözünüzün üzerinde kaş var”. Böyle kişiler ve çevreler var. İsim vermek istemiyorum. Bir tanesine baktım; gerçekten utanmazlık yani.
Evet, Önder Apo ilk Apocu düşünceye de Kürtleri eleştirerek başlamıştır. Kürtlerin eksikliğini kabul etmemiştir. Yanlışa öfke duymuştur eksikliğine, yanlışına. O öfke, Önderliği büyük devrimci yapmıştır. Bizleri o öfke büyük devrimci yapmıştır, 50 yıldır mücadele içine koymuştur. Öfkemiz büyüktür yani. Eksiğe, yanlışa karşı. İlk önce kendimizdekine öfke büyüktür. Kendimizdeki eksiği düzeltmeden, düşmanı nasıl yerle bir edeceğiz, nasıl püskürteceğiz? Bu bakımdan, “Önderlik Kürt tarihinde bilmem şurayı eleştirmiş, bilmem Kürtleri eleştirmiş.” Evet eleştiriyor, bizi de her gün eleştiriyor. Bu, Önder Apo’nun karakteridir. Eksikliği kabul etmez, yanlışlığı kabul etmez. Eksiklikle yan yana yaşamaz. Yanlışlıkla yan yana yaşamaz. Kürt’ün yan yana yaşamasını istemez. Onun için şimdi güzel Kürt’ü ortaya çıkarmıştır. Şu anda ortaya çıkarılan Kürt, dünyanın en güzel halkıdır. Evet, eksiği, yetersizliği hala vardır. Hala işbirlikçisi vardır. Hala Kürt toplumundan, Kürdistan gerçeğinden kopuş vardır ama şu anda 50 yıldır yaratılan Kürt, Kürdistan gerçeği, Kürt kadın gerçeği de bu eleştiriler temelinde olmuştur.
ÖNDER APO BİR ‘KÜRT AKLI’ YARATMAYA ÇALIŞIYOR
Vallahi Kürt erkeği ilk önce eleştirilince çok zoruna gitti. Bizler bile kadın özgürlük mücadelesini ilk önce kabul eden ve o temelde kendimizi değiştiren durumda olmadık. Önderliğin eleştirileriyle, zorlamasıyla bu çizgiye geldik. Kürt şu anda mücadele ediyorsa, şu anda gençlerimiz daha da fedaiyse, büyük bir yurtseverlik varsa, Önder Apo’nun fikirlerinden etkilenen Rojava’da, Rojhilat’ta, her yerdeki Kürt mücadele içindeyse; eksikleri, yetersizlikleri eleştirerek olmuştur. Bunu kalkıp demagojiye çevirmek… 50 yılda hangi Kürt değerleri yaratıldı? Neler ortaya çıktı? Bu mücadele olmasaydı hangisi var olabilirdi? İnsan konuşurken biraz utanır ya!
Ta ilk Hurilerden, Gutilerden, Medlerden bu yana bütün Kürt tarihindeki o olumlu değerleri açığa çıkararak Kürt’ü var etti. Daha çıkarılmayan çok şey var. Kürt’e bir tarihsel temel kazandırıyor. Önder Apo, “Ben bir Kürt aklı yaratmaya çalışıyorum” diyor. Bu çok önemli.
Eskiden Kürt’ün aklı hep başkasına hizmet ediyordu, kendi çıkarlarını göremiyordu, kendisine hizmet edemiyordu. Önderlik şimdi Kürt’ün kendisine hizmet edeceği, -kendisine hizmet ederken böyle milliyetçi, dar değil– sadece kendisine değil, kendisine ve bütün halklara, bütün insanlara hizmet edecek bir Kürt aklı yaratıyor. Karşıtlaşan Kürt halkı değil, düşman olan Kürt halkı değil. Hem kendisini yüceltecek hem de kendisiyle birlikte çevresini yüceltecek bir Kürt aklı yaratmaya çalışıyor. Bütün Kürtler bu Kürt aklını anlamaya, öğrenmeye çalışsın. Bu bakımdan o bazı Kürt çevrelerindeki eleştirileri gerçekten hiç ciddiye almamak lazım. Gayri ciddidir yani. Sen ne konuşuyorsun, neyin var?
Bu konuda bir şey belirteceğim. Gerçekten arkadaşlar görmüş, gönderdiler bana. Bu Ali Kemal Özcan, bir YouTube kanalında bir röportaj yapmış; orada güya bizi eleştiriyor. Yani Önderliğin çözüm süreçlerine, bu şeylere engel bizmişiz gibisinden.
Toplumda yanlış anlamalar olmasın diye dedim, “herkes bilmeli ki, Önder Apo ne aldatır ne aldanır. Herkes bu gerçeği bilecek”. Aldanan, aldatan bir Önderlik değildir. Bunu programda açık söyledim.
Ali Kemal Özcan kalkmış demiş ki: “Ben Karasu’yu dinledim. Mealen diyor ki Önderliğimizi kandırıyorlar.” Ya bu kadar ters yorum mu olur? Bu kadar ters değerlendirme mi olur? Sen güya akademisyendin, profesördün. Araştırma, inceleme yapıyordun, güya doğru söylüyordun. Sen okuduğun her şeyi böyle mi anlıyorsun? Dinlediğini böyle mi anlıyorsun? Ben diyorum, “Bu Önderlik aldatılamaz bir önderliktir”. Sen kalkmış diyorsun, “Karasu, Önderliğimizi aldatıyorlar.” Bu senin düzeyini gösteriyor.
Tabii onun üslubuna da girmek istemiyorum. Gerçekten böyle olabilir mi yani? Başka arkadaşlar için de uydurma, yalan şeyler söylüyor. Anlaşılıyor ki, bize karşı önyargılı olduğu için, ona göre bu örgüt Apo’ya karşı… Böyle bir önyargı oluşturduğu için, bizi dinleyince tersinden anlıyor. Bu yaklaşımı bırakmalı.
Tamam, değerlendirme yapıyor Önderlikle ilgili. Doğru, yanlış… Fakat bir gerçeği bu kadar tersyüz etmek de kimseye yakışmaz.
O da söylemiş bazı “Çürükkafalılar”ın söylediği gibi… Ben kongreye katılmamışım, bilmem ne olmuş. Bu da kalkmış, “Karasu kongreye katılmamış, umarım sağlıklıdır.” Zaten senin kafanın ne olduğu belli. Demek ki senin kafan da o “Çürükkafalar” gibi çalışıyor. “Çürükkafalar’a göre nasıl ki Apo PKK düşmanıysa… Böyle değerlendiriyor. Sen de benzer bir yaklaşım içine giriyorsun.
Bu konuda da şunu belirteyim. Kürtler, aydınlar, doğru anlayanlar bunlara tutum takınmalı. Herkes meydanı boş bulup bu kadar ucuz konuşmamalı. Bu kadar ucuz yaklaşımlar olur mu? Bilmem, ben kongreye katılmamışım da, acaba sağlığı yerinde midir? Umarım yerindedir… Kemal Özcan söylüyor. İlginç bir adam fakat gerçekten bu kadar tersyüz etmek, bu kadar kamuoyunu aldatmak, bizim hakkımızda kamuoyunda olumsuz algı yaratmak için bu kadar gayret göstermek... Pes doğrusu!
EGEMEN GÜÇLER BÜTÜNLÜKLÜ BİR İRAN İSTİYOR
Orta Doğu’daki yeni gelişen süreç, nasıl bir Orta Doğu yaratmak istiyorlar, bu Orta Doğu’nun hegemon güçleri, kapitalist güçleri ne yapmak istiyor; anlatıldı. Bu yönüyle sıranın İran’a geleceği defalarca söylendi. İran gelişmeleri doğru değerlendiremedi zaten.
Bu Hamas olayı, Hizbullah’ın İsrail’e saldırması, Yemen’deki saldırılar, aslında İran’ın kendi bindiği dalı kesmesi hatta kendi kendini vurmasıydı. Siyasette güncel gelişmeleri somut koşullarına göre -somut tahlil denir- değerlendirmekle olur.
Geçmişte bir ideoloji, bir politika belirledin. Bunlar ayrı. İdeolojik yaklaşımlar olabilir. Ama aslında İran, geçmişte çok politik bir toplum, bir devlet.
Hizbullah ezildi, Suriye düştü. Vekil kuvvetler yıpratıldı, böylelikle İran hedef haline geldi. Açıkça ABD de, İsrail de İran’a, “Bizim Orta Doğu politikalarımızın önünde engel olmayacaksın. Buna uyum göstereceksin” yaklaşımını gösteriyor. “Uymazsan yöneliriz, ezeriz” dediler.
Şimdi şu gerçek de var: İsrail, İran’a çok öfkelidir. ABD de çok öfkelidir. İsrail’in çok öfkeli olmasının tarihsel nedenleri var. Şunu bilmek gerekir. Tarihte belki de en uzun süreli duygusal, stratejik ilişki, Yahudiler ile İranlılar arasında olmuştur. İranlılar ile Yahudilerin ilişkisi tarihseldir. Yahudiler kendi varlıklarını bir yönüyle de İranlılara bağlarlar. Bu da bir gerçektir. Persler, Yahudilerin var olmasında çok önemli bir rol oynamışlardır. Destek olmuşlardır. Tarihsel bir ilişki var. Bu, onlarda tarihsel bir ilişki haline gelmiş.
İran İslam devrimi ve daha sonrası bu kadar İsrail karşıtı olunca, İsrail’de büyük bir öfke… “Bizim tarihsel dostumuzu, tarihsel İran’ı, en iyi ilişkide olduğumuz bir toplumu, bir devleti sen bize düşman yaparsın. Bizi böyle bir şeyden mahrum bırakırsın” anlayışı da bu kadar öfkeli, tepkili olmalarını sağlamıştır. Yani İsrail’in güncel, bölgesel tepkileri yanında böyle tarihsel bir gerçekliğe dayanan tepkileri de vardı.
Bu, aslında bir yönüyle ABD’nin de tepkileri. Çünkü İran biraz Orta Doğu’ya da dayanıyor. Asya’ya, Rusya’ya dayanıyor. Böyle bir jeopolitik konumu var. Türkiye açısından böyle diyorlar ama aslında İran’ın da jeopolitik konumu çok önemli. Bu bakımdan İran’ı zayıflatmak istediler. Teslim almak da istediler fakat şunu gördüler. Çok da ileri giderlerse İran’daki bir kaos, bir kargaşanın kendi çıkarlarına olmayacağını… Onlar biraz da -benim düşüncem- bütünlüklü İran istiyorlar. Kendilerine bağlı, onların stratejilerinde rol oynayan bir İran olsun yaklaşımları oldu. Göze alamadılar yani. İran’ın dağılmasını, İran’ın belirli yönleriyle çökmesini, sonuçlarını, belirsizlikleri göze almadılar, durdurdular. Ama zayıflattılar yani. Şu anda zayıflamışlar. Aslında şu anda bundan sonra bu zayıf İran üzerinden kendi politikalarını yürütmeye çalışacaklar. Öyle anlaşılıyor.
Eğer İran devleti bu konuda yaratıcı politika üretmezse, kendisini güçlendiren politika üretmezse, tabii ki bu mevcut durumu uzun süre sürdüremez.
Türkiye açısından da geçerli. Şimdi iç cepheyi güçlendirme diyorlar. İç cephe nasıl güçlendirilecek? Demokratikleşmeyle güçlendirilecek. Diğer toplulukların haklarına, özgürlüklerine sahip çıkarak, tanıyarak güçlenecek. İran’ın, tabii Türkiye’nin de kendilerini güçlendirmeleri için, iç cepheyi güçlendirmemeleri için demokratikleşmeleri gerekiyor.
Aslında İran tarihi buna yatkındır. Ama son yıllarda, son süreçte ulus-devletçi anlayışla tarihinden uzak bir yaklaşım oldu. Bu açıdan İran’ın geleceği, biraz da kendi politikalarını değiştirmesine, dönüştürmesine bağlıdır.
ROJHILAT GÜÇLERİ ORTAK PROGRAMLARINI ORTAYA KOYABİLİR
Kuşkusuz Orta Doğu altüst oluyor, değişiyor. İran da bir altüst oluş yaşadı, zayıfladı. Belki bundan sonra daha da ağırlaşacak. Bu yönüyle hem Rojhilatlı Kürt güçlerinin hem bütün İran halklarının, demokratlarının bu dönemde yaklaşımları, milliyetçilikten uzak, farklı din ve etnisitelere otoriter yaklaşım içinde olmayan, onları demokratik sistem içinde gören bir demokrasi anlayışıyla, demokratik ulus anlayışıyla, demokratikleşme anlayışıyla ortak programlarını ortaya koyabilirler.
Böyle bir programı ortaya koymak, aynı zamanda devletle de bir uzlaşma programı olabilir, olmalıdır. Nasıl ki şu anda Önder Apo, Bakur’da böyle bir program ortaya koymaya, uzlaşmaya çalışıyorsa, Rojhilat’ta da böyle bir programla; yani bütün İran’daki demokratikleşmeyi, İran’daki bütün farklı etnik ve dinsel toplulukların özgür ve demokratik yaşamını, onların yerel demokrasisini esas alan bir programla mücadelelerini yürütmeleri, duruşlarını ortaya koymaları gerekiyor. İran’ın ihtiyacı olan budur.
Dışarıdan saldırılar olur. Başka şeyler olur. Bunlar kendileri dışında bir konu. İran’da zaten dış saldırıların olmasının nedeni de İran’ın böyle bir demokratik sistem, böyle bir demokrasi olmaması nedeniyledir. Artık demokratik olmadan, kendi toplumunun demokratik gücüne dayanmadan kimse anti-emperyalist olamaz. Dıştaki bir saldırıya karşı sadece silahlarla karşı koyamaz. En büyük öz savunma, en büyük direnç kaynağı, kendi toplumunla barışarak demokratik bir sistem haline gelmektir.