Özgökçe: Özyönetim Ceza Hukukunun konusu değildir.
HDP Van adayı Bedia Özgökçe, öz yönetimlerin ülke yönetimine aktif katılım içerdiğini ifade ederek öz yönetimin kriminal bir konu olmadığını yönetim ve yönetime katılma, Kophenag siyasi kriterleri, Anayasa ile ilgili olduğunu söyledi.
ANF
VAN
Çarşamba, 30 Eylül 2015, 07:01
1 Kasım Genel Seçimleri için Van’dan HDP listesinde aday gösterilen avukat Bedia Özgökçe, son dönemde ilan edilen öz yönetimleri değerlendirerek “Yurttaş varlık ve meşruluğunu devletten almaz. Aksine devlet varlık ve meşruluğunu yurttaştan alır” şeklinde konuştu.
Bedia Özgökçe ile 1 Kasım seçimlerine giderken Türkiye ve Kürdistan’daki durum ve HDP’nin hedeflerini konuştuk.
HDP’nin 1 Kasım aday listelerinde yaptığı kısmi değişikliklerle Van adayı olarak belirlendiniz. Sizce 7 Haziran da yapılan ve 1 Kasım da yapılacak seçimleri farklı kılacak hangi gelişmeler yaşandı?
Aday gösterilmem partimizin takdiridir. Benim açımdan ise büyük bir onur ve büyük bir sorumluluktur. Aslında ben her seçimde aynı heyecanı duyuyor ve bulunduğum alandan katkımı yapar çalışırım. Bu anlamda değişen şey bu kez sorumluluğumun daha da ağır olması. Ötesi, partimiz temsilde kimi uygun görürse buna saygı ve aynı coşkuyla katkı sunmak. Partimize gönül vermişlerin tümü de böyledir, böyle davranır. Türkiye’de hangi gelişmeler yaşandı ve hangi farklar oldu veya olacak şeklindeki sorunuza cevaben o kadar şey oldu ki, o kadar çok şey değişti ki! 7 Haziran öncesi hızla barışa doğru gidiyorduk şimdi savaşın ve kaosun içindeyiz. 7 Haziranda barışa çok yakındık şimdi biraz daha uzak. Kötü ve yanlış politikalarıyla içerde ve dışarıda meşruluğu dibe vurmuş siyasi iktidar tam bir pervasızlık içinde tüm savaş gücünü devreye sokmuş dağ, taş, şehir, kasaba demeden bombalıyor, öldürüyor, öldürtüyor. Kendi güvenlik güçleri dahil ona oy kazandırma potansiyeli olan hiç kimsenin yaşam hakkına saygı duymuyor, yaşamı kutsamıyor tam bir gözü dönmüşlük delilik En tepeden yapılan açıklamalarla toplumun farklı kesimlerinin ötekilerin can, mal demeden tüm yaşam alanlarına saldırılar gerçekleşiyor. Bunu kimi zaman bizzat gizli kadrolar bazen de galeyana gelmiş gruplar yapıyor.
AKP hükümeti neden ısrarla halklara savaşı dayatıyor?
Gerek içerden gerekse de ABD, AB, BM, NATO tüm bu uluslar arası devlet ve kuruluşlardan gelen “PKK ile barış sürecine dönülmesi, orantısız güç kullanılmaması” çağrılarını Erdoğan ve Davutoğlu ısrarla reddetmektedirler. Bugün için barışı istemiyorlar. Çatışmasızlık, barış masaları bugün onların siyasi çıkarlarına hizmet etmemektedir. Bir tarafta barış isteyen bizler bir tarafta topluma savaşı dayatan iktidar. Daha söylenebilecek bir dolu olumsuzluk. İşte bu şartlarda 1 Kasım seçimlerine gidiyoruz.
Özyönetim ilanlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Özyönetim basit tarifiyle yaşadığın coğrafyada karar alma mekanizmalarına aktif bir katılımdır. Yaşadığın coğrafyada sadece yönetilen olmak değil aynı zamanda yöneten olmaktır. Yanlış veya eksik gördüğün alanlarda pasif ve kaderci kalmak yerine aktif bir katılımdır. Özyönetim, sınırların değişmezliği prensibini de gözeterek ulusların kendi kaderini tayin hakkının güncel ifadesinin Kürtler tarafından yeniden isimlendirilmiş halidir, diyebilirim. Bilindiği üzere 1. Dünya savaşından sonra ulusların kendi kaderini tayin hakkı prensip olarak kabul gördü. Dünya savaşından sonra kurulan BM kapsamında ise hem bu ilke hem de çizilen sınırlara saygı veya sınırların değişmezliği prensibi diye ifade edilen prensipler birlikte kabul edildi. Fiilen yönetilemez duruma gelmiş doğu Avrupa ülkelerinde istisnalar uygulandı. Bunun dışında BM’nin söylediği özetle sınırların değişmesi talebi varsa ben pozitif katkı sunmam. Ancak sınırlar değişmeksizin nasıl yönetileceğine dair alınacak kararlar prensip olarak desteklediğim, sözleşmelerde de belirttiğimiz asgari standartlardır. Özyönetim Ceza Hukukunun konusu değildir. Kriminal bir konu değildir. Özyönetim yönetim ve yönetime katılma ile ilgilidir. Kophenhag siyasi kriterleri ile ilgilidir. AB Yerel yönetimler özerklik şartı ile ilgilidir. Anayasa ile ilgilidir. Dünyanın birçok yerinde vardır. Bir tek bizimkiler gocunuyor.
Yine Lozan konferansına ve anlaşmasına bakarsak, ki Türkiye nin uluslar arası kuruluş anlaşmasıdır, bu süreçte meclis hükümeti olması nedeniyle etkin olsunlar veya olmasınlar Kürtler de devlet yönetimine katılmakta idiler. Kendi isimleriyle kendi temsilleriyle. Yerelde muhtariyet dışarıya karşı birlik. Özü bu olan tartışmalar, verilen sözler, yazılan talimatlar ve tüm bunlar sonucunda kader birliği etmiş iki halk. Kürtlere çoğunlukta oldukları yerlerde özerklik / özyönetim / muhtariyet tanınacağı bizzat Atatürk’ün teyit ettiği bir gerçekliktir.
Bunların hiçbiri olmasaydı dahi gerek Kürtler için gerekse de Türkiye’nin her bir tarafı için özyönetim yönetime aktif katılma ve kendi kaderi hakkında karar verme, belirleyici olma, taleplerini içermesi sebebiyle başlı başına hak ve meşru olacaktı. Yurttaş varlık ve meşruluğunu devletten almaz. Aksine devlet varlık ve meşruluğunu yurttaştan alır.
En nihayetinde devlet de temsili bir yapıdır. Asilin talep ve beklentilerini ona uygun bir şekilde yerine getirmekle yükümlüdür. Bu gözden kaçırıldı mı temsilde meşruluk sorunu ortaya çıkar.
Bugün Türkiye kamuoyunda özyönetim doğru bir zeminde tartışılmamaktadır. Bunun bir nedeni iktidarın tam da böyle birşey istiyor olması. İkinci nedeni de özyönetim ilanlarının çözüm veya barış sürecinin sekteye uğraması, rafa kaldırılması, sebebiyle yönetime etkin ve aktif katılmanın bir uyum ve uzlaşı ile olması olasılığının bizzat iktidar tarafından reddedilmesi nedeniyle tek taraflı olarak hayata geçirilmesi iradesinin ortaya konması, devletin buna sıkıyönetim, güvenlik bölgesi ilanları eşliğinde silahlı gücünü buralara yığması, buna karşı gelişen direniş ve silah kullanmaların gerçek ile algının birbirinden ayrıştırılmasını olabildiğince zorlaştırmış nihai olarak iktidarın da arzu ettiği şekilde emrindeki basının da katkısıyla sapla saman, olanla olmayan hemen her şey karışmış, karıştırılmış.
Her fırsatta ve tüm enerjimizle barış dolu sürdürülebilir bir ortak yaşam arayışı içindeyiz. Silahı ve çatışmayı tümüyle dışarıda bırakan çözümler arıyoruz aramalıyız.
HDP’nin topluma vaadi budur. Egemenlerin halkları en temel haklardan sindirerek vazgeçirme çabası talepkar bir topluma karşı boş ve haksız bir çabadan başka bir şey değildir.
Yaklaşık 2 aydır bir savaş süreci yaşanıyor. Toplumda genel anlamda bir karamsarlık söz konusu. Sizce Türkiye ye barış nasıl gelir?
Toplumda bir karamsarlıktan ziyade iktidara güvenin kaybedilmesi oluştu. Kürt seçmen AKP den tamamen uzaklaşırken bir taraftan da bu savaşta resmen ölüme gönderilen güvenlik görevlilerinin eşleri, anneleri, babaları, çocukları “oyunun farkındayız, kabul etmiyoruz, itiraz ediyoruz” diyerek onay vermediklerini ortaya koydular. Yine de HDP seçmeni inançlı ve sağlam duruşunu korudu diye düşünüyorum. Bu inanç AKP’nin barışa katkı sunabileceği inanç değildir. Bu inanç tamamen kendine, kendi dinamiklerine olan inançtır. Yani, bir halk, bir toplum savaşa itiraz ediyorsa, barışı istiyor ve bu uğurda sağlam ve inançlı bir şekilde mücadelesini sürdürüyorsa eninde sonunda varılacak sonuç barıştır.
İki şey çok değerlidir. Birincisi HDP yi destekleyenlerin ısrarlı barış isteyen duruşları. İkincisi de iktidarın savaşta kullanmakta olduğu kesimlerin yükselen itirazları
Çıkarları için haksızlıkları görmeme tavırlarına sıkça şahit olduğumuz devletlerin uluslar arası topluluk veya kuruluşların bu kez barış konusunda bizimle benzer bir dil kullanıyor olmaları dış dinamiklerin de barıştan yana olduğunu gösteriyor.
Van ve Türkiye için seçim tahmininiz nedir?
Adil olmayan, basın üzerindeki baskının hat safhaya çıktığı, savaşın oy ve iktidar için sürdürüldüğü, seçim hilelerinin bir stratejiye dönüştürüldüğü, cumhurbaşkanının başını çektiği tüm devlet kurumlarıyla sürdürülecek olan bir seçim süreci içinde rahatlığa yer yoktur.
HDP’nin baraj sorunu olmaması bizler için tesellidir. Ancak söylem siyasi kadroları ve seçmeni rehavete sevk etmemelidir. Buna dikkat etmek lazım.
7 Haziran’dan sonra başlayıp halen devam eden savaş ve kaos ortamı nedeniyle HDP’nin zorunlu olarak enerjisinin hatırı sayılır kısmını bu alana harcamak zorunda kalması nedeniyle oylarının yine de bir miktar artacağını ama asıl sıçramasını yaşamın her alanında ilkeli duruşuna uygun çalışmalarıyla bir sonraki seçimde yapacağını düşünüyorum.
Kadın mücadelesinin toplumda yarattığı olumlu değişiklikler nelerdir, Kadın mücadelesi konusunda ne düşünüyorsunuz?
Devlet ve onun dizayn ettiği her alan erkeği baz almıştı. Her şey erkek egemen dizayn edilmişti. Kadın mücadelesi bunu sarstı. Kürt siyasal hareketinin kadını önceleyen devrimci çıkışı toplumsal gücü kat be kat arttırdı. Kadın tüm temsil alanlarında önce pozitif ayrımcılık içeren bir kota ile sonra de eşit sayıda katılım ile bir anda hem sosyal hem de siyasal alana damgasını vurdu. Bugün dış dünyadan bakıldığında oluşan algı şudur: gerek burada gerekse de Kürtlere ait diğer coğrafyalarda biz İran’a Afganistan’a Arabistan’a benzeşemiyoruz. Biz daha çok modern dünyanın kabul etmek isteyeceği bir toplum olmuşuz. Bizi kendilerine daha yakın daha benzer görüyorlar. Rojava’da İŞİD barbarlarına karşı Kürt kadını destansı bir mücadele vermektedir. Bu mücadele batı dünyasında bir hayranlık yaratmıştır. Yaratılan bu hayranlık bu devrimci hamle ile başlatılan ve geliştirilen kadın mücadelesinden ayrık değildir. Ortadoğu’nun bu coğrafyasında kadının yeniden güçlü bir şekilde tarih sahnesine çıkışı şüphesiz ki Sayın Öcalan’ın öngörüsü ve eseridir. Türkiye’de iktidarın kadın hakları mücadelesine temkinli ve mesafeli yaklaşmasının bir nedeni de budur. Türkiye’de kadın hakları mücadelesine değerli katkıları olan gerek bireysel gerek se örgütlü kadın hakları savunucularının hakkını da teslim etmek gerekir. Hatırı sayılır yasal değişikliklere vesile olmuşlardır. Ancak Türkiye’de bu mücadelenin sosyal alana yansıması sınırlı, siyasal alana yansıması ise daha da sınırlıdır.
Kürt kadınının mücadeledeki önemini biraz anlatabilir misiniz?
HDP’nin milletvekili, belediye başkanı, meclis üyesi vs seçilmişlerinin yaklaşık yarısının kadın olmasının sistem partilerini zorladığına bazen tabanlarından gelen kadın talepleri bazen de ele güne karşı ayıp olmasın diye kadın temsilci sayısında bir artış da gözlemekteyiz. Bu da nihai olarak pozitif bir gelişme olarak görülebilir. Kadın mücadelesine dair düşüncelerime geçmeden bir anekdot paylaşmak isterim. Yıl 2000 Hakkari merkezde kadın kimliğine ve kişiliğine yönelik de ağır işkenceler gördüğü bize aktarılan iki kadın tutuklu ile görüşüp tespit yapmak gerekiyordu. Bu işi muhakkak ki bir insan ve kadın hakları savunucusunun yapması gerekiyordu. Bir erkeğin yapabileceği ya da yapmasının doğru ve yerinde olmayacağı bir husustu. Fakat orada bunu yapabilecek kimsemiz yoktu. En yakın yer Van’dı. Van’dan ise gidip bu görevi yapabilecek başka kimsemiz yoktu. Ben ise 6 aylık hamileydim. O şartlarda gidip tespit yapıp dönmek zorunda kalmıştım. Şimdi bakıyorum böyle bir durumda bırakın Van’ı bizzat Hakkari’de böyle bir sorunu layıkıyla sahiplenecek ve gereğini eksiksiz yapabilecek bir dolu kadın aktivist, hukukçu arkadaşımız vardır. Gelişmeler bu iken benim de bir insan hakları ve kadın hakları savunucu olarak düşüncem ancak şu olabilir. Evet doğru yoldayız. Kadın mücadelesi yaşamın her alanında kazandırıyor ise, etkileri pozitif ise, tarih, yakın geçmiş, bilim her biri bunu doğruluyor ise doğru yoldayız. Mücadeleye devam.