Öcalan'a yaklaşım ve AKP'nin 'dindar aile' tarifleri -Analiz-

Öcalan'a yaklaşım ve AKP'nin 'dindar aile' tarifleri -Analiz-

Tarihte büyük diktatörlerin hemen tümünün saðcı veya aşırı saðcı oldukları bilinir. Bunlardan en bilinenleri Ýspanya’da Franco, Şili’de Pinochet, Ýtalya’da Musolini, Almanya’da Hitler ve Küba’da Batista’dır. Batıda Ortaçað karanlıðı, iç savaşlar, katliamlar, kanlı seferler de din maskesi altında yaşatıldı.

Solda kapitalizmin diktatör sınıfına koydukları var: Stalin, Mao ve Castro. Birincisi, Lenin öncülüðündeki devrimden sonra kanlı bir sol iktidar deneyimini temsil etmesine raðmen, Nazi işgaline karşı da kalkan oldu. Mao, Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurucusu. Kapitalist tarih yazımına göre dayattıðı ekonomi politikaları nedeniyle milyonlarca insanın öldüðü belirtiliyor. Küba lideri Castro halen yaşıyor. Başta ABD olmak üzere acımasız bir ambargo uygulayan Batılı iktidarlar Küba’yı da özellikle gazeteci ve muhaliflerin tutuklanmasını gerekçe göstererek “diktatör” olarak yansıtıyor.

SAÐCI VEYA SOLCU DÝKTATÖRLER

Günümüz dünyasında diktatörlerin çoðu Ýslam topraklarında bulunuyor. Eðer olaya basit bir yaklaşım sergilenirse, bunların tümü “inançlı ailelerde dünyaya gelen insanlar” olarak sınıflandırılabilir. “Ýyi diktatör”, “Kötü diktatör” gibi yanlış bir ayrıma girmeden, bir kıyaslama yapmak gerekirse, saðcı olarak kategorize edilen diktatörlerin tarihe katliamlar ve yıkım dışında kazandırdıðı bir şey olmadıðı söylenebilir.

Saðcı diktatörlerin hangi koşullarda yetiştiði veya çocukluk ya da gençlik yıllarında ne tür travmalar yaşadıðı ayrı bir konu. Diktatörler ister saðcı olsun ister solcu olsun, hiçbiri içinde bulundukları koşullardan baðımsız ele alınamaz. Bunlardan bazıları toplumsal ve sınıfsal çelişkiler üzerinden iktidara geldi. Her ne kadar mevcut realite saðcıların diktatörlüðe geçişe daha yatkın olduðunu gösterse de, bu yaklaşım üzerinden deðerlendirmeler ciddi eksiklikler içerebilir ve yanlış sonuçlara götürebilir. Bu tür tanımlamalar ve sınıflandırmalara gitmek gibi bir yanlışa düşmeden, sadece AKP’nin sorunlara yaklaşım biçimi üzerinden konuyu ele almak ve çıktıðı kapılara işaret etmekte fayda var.

Zira hayata dar bir çerçeveden bakanlar ve tüm yaşamı “din terbiyesi” (muhafazakarlık) üzerinden anlamaya çalışan bir kısım iktidar çevreleri, sorunların kaynaðını çocuðun hangi “dini şartlarda” yetiştiðinde arıyor.

ÖCALAN’A VE KÜRT SORUNUNA ÇAPSIZ YAKLAŞIM

Şimdi bunların güncel Kürt sorunu ile ilgisi ne? Bu tarihsel gelişmeler, AKP iktidarının Kürt sorununa yaklaşımda içine düştüðü çıkmaz ve benzerlikler açısından önem taşıyor. Eðer hayata Erdoðan iktidarının yaptıðı sorun tarifleri üzerinden bakılırsa, kendi iktidarının durduðu yer, kendisini nasıl konumlandırdıðı veya gideceði yer konusunda ipuçları verebilir. Ýktidar zihniyetiyle sorunlar ele alındıðında, yıkım getiren “dindar nesiller” listesi uzayıp gider. AKP iktidarı Kürt sorunu ve muhataplarını tanımlarken, farkında mı bilinmez ama muhalefete ve analistlere dahi fırsat vermeden kendi tanımını yapıyor.

Son günlerde AKP iktidarı yöneticileri ve medya PKK lideri Abdullah Öcalan ve Kürt sorununu “bir varmış bir yokmuş” ile başlayan hikayelerle anlatmaya çalışıyor. Diðer bir ifadeyle “dindarlık” yıllarında bir sorun görülmezken, deðişen eðilimlerinden dolayı bugünkü sorunların kaynaðı olarak ifade ediliyor. “Kürt sorununu Öcalan doðurmuş” gibi çapsız bir anlayış ortaya çıkıyor. “Dindar gençlik” yetiştirmek isteyen bu zihniyete göre Müslüman dindar olanlar, kötülüklere asla bulaşmaz! Ancak bunu anlatırken, kendilerine ve pratiklerine bakmadan söylerler. Bu nedenle kimi tarif ettikleri anlaşılmaz. Zira kendilerini tarif ediyorlarsa eðer, bu durumda başka bir tablo ortaya çıkıyor.

Sayın Öcalan’ın çocukluk yılları üzerinden Kürt sorununu “bireysel eðilimlerden” kaynaklı bir sorun olarak yansıtmak, bugüne kadarki inkar ve yok etme politikasının başka bir yüzü olmaktan öteye gitmiyor. Kürt sorunu ile ilgili hiçbir geçmişi olmayan, hiçbir demokratik hak mücadelesinde yer almayan Erdoðan klanının çözümden anladıðı da ancak bu kadar oluyor.

Sadece Türk Cumhuriyeti dönemi ele alınırsa 100 yıla yakın bir geçmişi olan Kürt sorununu “bir varmış bir yok muş” masalları ile izah etmeye kalkışmak, Sayın Öcalan’ın yetiştiði aile ortamına baðlamak, aynı zamanda aðır bir cehalet ve kapasitesizliðin açık bir göstergesidir.

DÝNDAR ERDOÐAN’IN MAÐDURLARI

Türk rejiminin kanlı baskılarından dolayı maðdur olan koca bir halk gerçekliði var. Bu baskı ve inkar ortamında doðan milyonlarca çocuk var. Ýster dindar bir ailede dünyaya gelsin, ister solcu veya ateist bir ailede doðsun. Hepsi bu baskıların maðduru. Dün bu koşullarda doðan milyonlarca insan, rejime karşı Kürtlerin hakları ve insanca yaşam için mücadeleye girişirken, bugün de kendisini “dindar” olarak tanımlayan iktidarın maðduru milyonlarca insan doðdu. Bu baskı öylesine şiddetli hale geldi ki, 10 yıldır iktidarda hükümetle aynı yaşta olan Kürt çocuklar bile polise taş atıyor, acımasız bir şekilde kurşunların ve bombardımanların hedefi oluyor.

Kürt sorununun çözümü bugün sayın Öcalan’da temsilini buluyor. Ýktidardakilerin Kürt sorunundan anladıðının çok ötesinde bir anlama sahip. Evet, inançlı bir ailede doðdu, namaz kıldı, tıpkı milyonlarca başka çocuk gibi. Daha sonra rejimin baskıcı yüzüyle erken yaşlarda tanıştı, dili yasaklanmıştı, kültürü yasaklanmış, kimliði yok sayılıyordu. Bugün bir halk mücadelesine önderlik yapıyor. Milyonlarca kişi onu takip ediyor ve minnettarlık duyuyor. Tarihin en büyük açlık grevleri onun için yapılıyor.

Ancak dün Öcalan’ı doðuran koşullar, bugün onu tecrit altında tutuyor. Bunu yapan da kendisini “dindar” olarak sunan Erdoðan klanı. Hepsi de muhtemelen “dindar” ailelerde doðdu. Sonra dindar ortamlarda eðitim gördü ve bugün devleti yönetiyorlar.

EÐER DÝNDARLIK BUYSA…

Hayatı “dindar” ve “dindar olmayanlar” şeklinde sadece iki kategoride anlayacak kadar cehalet içerisinde olan bu iktidarın pratikleri Ýslam açısından da en kötü örnekleri oluşturuyor. Halk, “dindar nesil” yetiştirmek isteyen Erdoðan klanına baktıðında ve gördüðünde, ya “ gerçek Ýslam bu deðil” ya da “Ýslam kötü” diye düşünecekler. Zira bu “dindarlar”, Roboski’de Kürtleri katletmekten, onlarca Kürt çocuðunu sokakta polis kurşunlarına kurban etmekten, işkence yapmaktan, komplolar düzenlemekten, tüm bir toplumu cezaevine atmaya gidecek kadar faşist bir yönelimlerde bulunmaktan çekinmiyor. El Beşir gibi katliamcılarla işbirliði yapan, “dindar olmayanlar” sınıfına koydukları kapitalist devletlerle ortaklık yapanlar, “terörist devlet” dediði Ýsrail ile yoðun işbirliði içinde olanlar, faili olduðu Kürdistan’ın dört parçasındaki katliamların yanısıra Suriye, Libya ve dünyanın daha birçok yerindeki katliamlara da ortak olanlar, yine bu “dindarlar”dan başkası deðil.

“Dindar mı deðil mi” ayrı bir konu ancak kapitalizmin temsilcisi ABD, Afganistan, Irak ya da Suriye’deki sivil ölümlerde en önemli pay sahibi. Bunlara karşı Ýslam topraklarında mücadele ettiklerini söyleyen çok sayıda örgüt, Ýslam dini adına kafa kesiyor, sivilleri hedef alan katliamlar gerçekleştiriyor. Eðer sorunlara, “aldıðı din terbiyesi ve eðitimi” üzerinden yaklaşılırsa, hem gerçeklerden uzaklaşılmış olur hem de bu tespiti yapanlar aynada kendisiyle karşılaşır.

KAPASÝTESÝZLÝK

Kürt sorununa bu kadar hafıza yoksunu ve samimiyetsiz yaklaşanlar, genel olarak karmaşık sorunlar karşısındaki kapasitesizliklerini de ele veriyor. Ama söylemleri ve tanımlamaları da kendilerini anlatıyor. Dindar olmayanları “tinerci mi olsun” diyerek aşaðılayan Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoðan, Kasım ayında Simav’daki bir konuşmasında "Bizim gözümüzde kadının konumu farklı, çünkü cennet anaların ayaklarının altında. O anaların ayaklarının altı öpülür. Onlara şiddet olmaz, bunu yapanlar ya cehaletlerinden ya da Nazi ruhu, faşist ruhu taşıyorlardır" diyordu. Neylersiniz ki, kadına şiddet ve kadın cinayetleri hiç olmadıðı kadar bu iktidar döneminde yaşanıyor. Katiller ve şiddet uygulayanlar da en çok bu iktidar döneminde aklanıyor. Bu durumda iktidar “Nazi ruhu, faşist ruh” taşıyor demektir.

BUMERANG

Basit söylemler, yalanlar ve temelsiz tanımlamalarla toplumsal sorunlar deðerlendirilmeye çalışıldıðında ya da manipüle edilmek istendiðinde, bumerang gibi döner dolaşır gelir sahibinin yüzüne çarpar. Bugün milyonlarca insan din kisvesi altındaki mevcut iktidarın politikalarının maðduru haline geldi. Onbinlerce insan cezaevlerine dolduruldu. Hükümet mevcut yapısı ve taşıdıðı zihniyet ile hiçbir sosyal, dini veya etnik soruna çözüm geliştirecek kapasiteye sahip deðil.

VE HÝKAYENÝN SONU…

O halde kaçınılmaz son şöyle olabilir: “Bir varmış bir yokmuş, 2002 yılında ekonomik kriz ortamında Batı desteðiyle daha yeni ismi duyulmuş bir parti iktidar olmuş. Bukalemun gibi her kılıða girerek, bir tarikatla birlikte devletin her organına sızmaya başlamış. Bunu yaparken halka yalan söylemekten asla çekinmemiş, bütün hilelere başvurmuş, bütün münafıklıkları yapmış. Medyayı, polisi, istihbaratı, orduyu ele geçirince, artık maskesini çıkarmış. Daha sonra başta Kürtler olmak üzere bütün muhalifleri susturmak için sert bir baskı kampanyasına başlamış. Aðır bir cehalet ve iktidar sarhoşluðu içerisinde sorunları çözmek yerine diktatörlüklerde olduðu gibi ve kendi hayallerinde resmettikleri ‘ecdatları’ gibi bastırmakla uðraşırken, milyonlarca kişi maðdur oluşmuş. Hikayenin sonunda, yine diðer baskıcı iktidarlar gibi zulümle abad olunamayacaðını bile anlayamadan tepe taklak gidivermiş.”