Nusra ve Türkiye’nin 'Efrin' anlaşması!

Türk Devleti’nin Nusra ile yaptığı anlaşmada “Hedefimiz sizinle savaşmak değil, Afrin’i kuşatarak Rakka’dan sonra ilerlemek isteyecek QSD güçlerinden sizi korumak” dediği ortaya çıktı.

Türk Devleti uzun bir süredir İdlib’deki El Kaide örgütü olan Cephet El Nusra’ya karşı operasyon yapacağı algısı oluştururken, son dönemde bu söylemini sınıra getirdiği ÖSO, tankları ve yetkilileriyle daha da yükseltmişti.

Fakat 8 Ekim günü bambaşka bir tablo ortaya çıktı. Türk ordusuna bağlı zırhlı araçlar Nusra çeteleri refaketinde İdlib’in sınır bölgesine girdi. Daha sonra ise Nusra ve Türk devleti arasında bir anlaşma yapıldığı kamuoyuna yansıdı.

DAİŞ’ten sonra terör örgütleri listesinde yer alan ve onlar gibi kafa kesme yöntemleriyle ün salan El Nusra’yla bu anlaşmaya şu ana kadar ne ABD, ne Rusya, ne de İran herhangi bir tepki vermiş değil.

ABD, Rusya, İran ve Suriye rejiminin terör örgütü olarak gördüğü Nusra’yla bu anlaşmaya sessiz kalması yanı sıra anlaşmanın ulaştığımız detaylarından anlaşılıyor ki Suriye aslında bu devletler arasında paylaşıldı. Ve hedefte de QSD’nin ilerleyerek Suriye’nin gerçek anlamda demokratikleşmesinin önünü açmasını engellemek var. Eldeki veriler bu sonuca varıyor.

TÜRKİYE’DEN NUSRA’YA HEDEFİMİZ SİZ DEĞİLSİNİZ

Güvenilir kaynakların verdiği bilgiye göre Türk Devleti, Nusra’ya bu görüşmede kendisine saldırmayacağına ve rejimin de saldırmasını önleyeceklerine dair şu şekilde söz verdi: “Bizim size karşı savaşmak gibi bir amacımız yok. Amacımız gelip sizleri Kürtlerden korumak. Çünkü Rakka sonrası Kürtlerin İdlib üzerinden Akdeniz’e ulaşma gibi bir niyetleri var ve sizi vuracaklar. Meşruiyetinizi sağlamak için lojistik destekle geliyoruz. Biz gelip arkanızdaki 3 noktayı alacağız ve Kürtler size saldırmak istediğinde uçakla vurup size destek olacağız. Biz artık Rejim’in de size saldırmasını engelleyeceğiz.”

Bu anlaşmada bahsedilen lojistik desteğin de Astana’da ulaşılan karar doğrultusunda çatışmasızlık bölgelerine insani yardım olduğu sonucunu çıkarmak çok zor değil.

QSD yetkilileri bu anlaşmayla Nusra’ya farklı bir biçim verilerek aslında Afrin ve Kürtlere karşı daha fazla kullanılmasının da hedeflendiğini düşünüyor.

ERDOĞAN’IN İTİRAF ETTİĞİ İLİŞKİLER ASTANA’YLA GERİLMİŞTİ

Birçok kişi Türkiye ile Nusra arasında gelişen bu anlaşmaya şaşırmadığını zira bu Nusra ve Türk Devleti arasındaki ilişkilerin bizzat Erdoğan tarafından itiraf edildiğini söyleyebilir. Evet, Erdoğan kameralar önünde 2014 yılında “Nusra’ya neden terörist diyorsun?” diye ABD’ye çıkışmış; 24 Ocak 2015’te gelişen uçak krizi ardından ilk defa bir araya geldiği, 9 Ocak 2016 Putin görüşmesi sonrasında ise Halep’deki Nusra’yı ve diğer cihatçı gurupları kast ederek onlarla ilişkilerini itiraf etmişti.

2016 yılı sonlarında Rusya’yla Haleb’e karşı BAB anlaşması yapılmış. Türkiye tarafından cihatçılar İdlib’e geçmeye ikna edilmiş Rusya’da Türk devletinin Şehba’yı işgalini onaylamıştı.

Türkiye, Rusya arasındaki yakınlaşma ve Haleb anlaşmasıyla Türkiye ve Nusra’nın bazı gurupları arasında çelişkiler yaşansa da Şam’ın Fethi ismini kullanan Nusra, Türkiye’nin bu önerisine pratikte biat etmişti. Öte yandan binlerce selefi cihatçının Halep’ten İdlib’e taşınmaları basına da yansımıştı.

Fakat Erdoğan ve öncülüğündeki Türk Devleti diğer ortaklarına yaptığı ihaneti 2017 başlarından itibaren Nusra’ya da yapınca ortaklık tümden bozulmaya doğru evrilmişti.

Ocak 2017 sonunda geliştirilen ilk Astana Görüşmesi Türk Devleti ve Nusra arasında da temel gerilim noktası olmuş Nusra, Astana’yı tanımayacağını duyurmuştu.

Astana görüşmelerinin başlamasıyla Mart 2015’te, İdlib’in Suriye ordusundan alınması için “Fetih Ordusu” adı altında Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan organizasyonuyla bir araya getirilen çete koalisyonu dağıldı. İdlib’deki cihadi selefi çeteler karşıt iki ayrı koalisyon şeklinde ayrıştı. Bu ayrışmanın başını Astana Anlaşması’yla Türkiye’yle çelişkiye giren Cephet El Nusra ve yine Türkiye’ye tabiliğiyle bilinen Ahrar Şam çekti.

Fetih El Şam (Cebet El Nusra) Astana’yı tanımadığını ifade ederken Ahrar-u Şam, Astana görüşmelerine katılmadı; fakat burada muhalif guruplarla bir anlaşmaya varılması durumunda bunu destekleyeceklerini açıkladı.

Nusra ve Ahrar Şam arasındaki bu ayrışma diğer guruplarda da bu yönlü bir ayrışmayı geliştirmiş; Nusra Cephesi, Nurettin Zengi, Ceyşül’l Sünne, Ensaruddin ve Liva El Hak gurupları, Heyet Tahrir Şam’ı kurarken; Sukur-el Şam, Fastakim Kema Umirt, Ceyşül İslam, Suvvar el Şam, Mücahidi İbni Tevmiyye, Şam Cephesi, Ceyş El Mücahid ve El Mikdat Tugayı da Ahraru’ş Şam Hareketine (AŞH) katıldı.

NUSRA AHRAR ŞAM’A SALDIRIYA GEÇEREK İLK PLANI DARBELEMİŞTİ

İlk Astana görüşmelerinden 14-15 Eylül tarihlerinde gerçekleştirilen 6. Astana görüşmelerine kadar tüm toplantılarda, El Nusra terör örgütü olarak tanımlanırken bir başka El Kaide kökenli cihadi selefi örgüt olan Ahrar Şam terör listesine girmedi. Türkiye süreç içerisinde Ahrar Şam’ı Astana’ya göre değişime uğrattı.

Astana Anlaşması’yla Rus planının Türk Devleti eliyle Nusra karşısına cihatçı gurupları çıkararak, Nusra’yı bu şekilde bitirme planları birçok kez yorumlandı ve değerlendirildi.

Kendisine karşı geliştirilen bu planların farkında olan Nusra Cephesi, Temmuz 2017 başlarında Ahrar Şam Hareketi’ne karşı saldırı başlattı ve büyük bir darbe vurdu.

Nusra olarak tanımlayabileceğimiz Heyet Tahrir El Şam, İdlib’in güneyinde Hama’nın kuzeyinde Ahrar El Şam kontrolündeki Karsa, Raşa, Tremala, Maraat al-Seen, Barabu, Qasabiya, Cebel Şişabuh bölgesindeki el-Faqiya köy ve kasabaları; İdlib merkeze bağlı Saqarep, Ma’arrat Misrin ve Kefr Yahmul kasabaları ile İdlib’in kuzeyinde Bab El Hawa etrafındaki Ad-Dana, Aş Şêx Hesen, Aqrabat, Atmeh, Sarmada ve Bab El Hawa kırsalını alarak insiyatifi ele geçirdi.

RAKKA BAŞARISI VE DERAZOR OPERASYONU GELİŞMELERİ HIZLANDIRDI

Astana görüşmeleriyle başından bu yana çeşitli noktalarda anlaşma sağlanırken 3-4 Mayıs tarihinde gerçekleştirilen anlaşmada, 4 güvenli bölgeden bahsedilmiş bunlardan birinin de İdlib olduğu ifade edilmişti. Fakat Cephet El Nusra’nın İdlib’de insiyatifi ele geçirmesi, Rakka’nın sonlara doğru yaklaşması bir de İran, Rusya ve BAAS rejiminin hesaplarının olduğu Derazor’un doğusuna QSD ve Dêrazor Askeri Meclisi tarafından Cizire’nin Fırtınası hamlesinin başlatılması gelişmeleri daha da hızlandırdı.

14-15 Eylül tarihinde geliştirilen Astana 6 Anlaşması’nda Heyet Tahrir El Şam (Nusra Cephesi) bir kez daha terör örgütü olarak tanımlandı ve İdlib güvenli bölge ilan edildi. Bu anlaşmaya göre Rejimin elindeki yerlerin İran ve Rusya garantörlüğüne bırakılacağı, muhaliflerin denetiminde olan yerlerin ise Türkiye garantörlüğüne teslim edileceği belirtildi.

NUSRA SIKIŞTIRILDI

14-15 Eylül’de gerçekleştirilen Astana 6 Anlaşması sonrası Türkiye’nin Rusya planı doğrultusunda İdlib’e gireceği değerlendiriliyordu ki Türk Devleti zaten sürekli İdlib’e bir askeri operasyon geliştireceği propagandasını yapıyordu.

Bu doğrultuda hemen Astana sonrası Rusya ve Rejim güçleri İdlib’e hava saldırılarını yoğunlaştırdı. Stratejik savaş uçakları bu saldırılarda kullanıldı yüzlerce İdlibli sivil yaşamını yitirirken binlercesi yaralandı. Ayrıca Nusra’nın da komuta kademesinden ciddi kayıpların olduğu Rusya tarafından açıklandı.

Bunun beraberinde Türk Devleti İdlib’e giden her 3 sınır kapısından giriş çıkışları kapatarak burayı ablukaya aldı. İdlib içinde Nusra’ya karşı halk gösterileri Türk Devleti’ne bağlı guruplar ve istihbarat eliyle örgütlendi ve Nusra köşeye sıkıştırıldı.

Devrimci Güçler komutanı Hacı Ehmed 5 Ekim tarihinde bu konuda konuştuğumuzda verdiği bilgilerle birlikte 2-3 gün içerisinde Nusra ile Türk Devleti arasında bir anlaşma gerçekleştirilebileceğini ifade etmişti.

HANİ NUSRA TERÖR VE ASTANA ANLAŞMASININ DIŞINDAYDI

5 Ekim’den itibaren Türk Devleti “İdlib’e operasyon yapıyorum” diye kıyamet koparıp; Genel Kurmay Başkanı’ndan Hakan Fidan’a kadar sınır hattına yığmasına rağmen, 8 Ekim günü tüm dünya basınına bambaşka görüntüler yansıdı.

Türk Ordusu’na bağlı askeri güçler ve araçlar Nusra eşliğinde İdlib’e girdi ve tüm dünya yapılan bu anlaşmayı konuştu.

Bu anlaşmanın detayları tam bilinmese de basına yansıması sonrası en çok merak edilen konu Rusya, ABD gibi ülkelerin tavrının ne olacağıydı. Zira tüm Astana anlaşmalarında El Nusra’nın terör örgütü olduğu; bu anlaşmanın dışında kaldığı ve kendisine karşı mücadele edileceği ifade edilmişti.

Astana 6 sonrası Rusya’nın yorgun ve gücünün çoğunu Derazor’a yöneltmiş olan Rejim gücünden dolayı Türk Devleti’ni İdlib’e sokup, İdlib’i Nusra’dan temizlemek istediği değerlendirmeleri birçok kesim tarafından yapılmıştı. Türkiye ister ÖSO adıyla olsun isterse de kendi gücüyle İdlib’i temizleyecek ve Astana Anlaşması’nda ifade edilen “Suriye’nin toprak bütünlüğü” vurgusuna göre İdlib’i Rejime teslim edecekti.

Fakat 8 Ekim günü yansıyan görüntülere ve Nusra’yla yapılan anlaşmaya ne Rusya’dan ne de ABD’den herhangi bir tepki yok.

4 DEVLET SURİYE’Yİ KENDİ ARALARINDA PAYLAŞTI

Türk Devleti’nin bu anlaşmayla göre sadece Dart İze, Atme, Şêx Berakat Tepesi’nde güçlerini konuşlandırarak Afrin’e çembere alma planı aslında kendileri tarafından da bizzat yansıtılıyor. Yine anlaşmada Nusra’ya söylediği gibi “Size karşı savaşmayacağız hedefimiz QSD’nin önünü almak” sözü de Rusya ve diğer devletlerin bu anlaşmaya karşı sessizlikleri aslında Astana’nın rengini ortaya koyuyor.

Astana’da Suriye’nin toprak bütünlüğüne vurgu yapılırken Suriye egemen devletler ve güçler tarafından çokdan parçalanmış ve paylaşılmış. Bununla birlikte yapılmak istenen de Suriye’nin parçalanmasını engelleyen tek güç olan ve birbiri ardına DAİŞ işgali altındaki alanları özgürleştirip buraları halk yönetimlerine devreden; Suriye’yi demokratikleştiren QSD’nin ve öncü güç Kürtlerin demokrasi projelerini boşa çıkarmak.

Bu konu hakkında konuştuğumuz üst düzey bir YPG komutanı, “Aslında ABD ve Rusya Suriye’yi Fırat’ın doğusu ve batısı olarak parçalamışlardı. Ama İran ve Türkiye pürüz çıkardı. Zaten son dönemlerdeki yakınlaşmaları bunun içindi. Şimdi anlaşılıyor ki İdlib’i Türkiye’ye, Derazor’u da İran’a bırakmak istiyorlar. Böylece İran ve Türkiye’nin Suriye’yi yeniden şekillendirmelerinin önünü almasını engellemeyi amaçlıyorlar. Hem de bununla Afrin ve Şehba’daki Kürtleri Türk Devletiyle, Cizire’dekini İran’la denetleyecekler. Çünkü Kürt güçleri ve QSD halkların çıkarları için çeşitli uzlaşmalar yapsa ve siyaset yürütse de hiçbir gücün yedeğine girmiyor” sözleriyle bu planla hedeflenebilecekleri oldukça güzel özetliyor.

PLAN TÜRK DEVLETİNİN BAŞINA PATLAYABİLİR

Böyle bir planın Suriye’de aslında bir çözümü geliştirmekten ziyade krizi daha da derinleştirecek. Zira Türk Devleti’nin temel hedefi Şehba işgalinde olduğu gibi Kürtler ile Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu’nun coğrafik olarak tamamlanmasını engellemek ve halkların demokratik projesini boğmak.

Fakat Kürtlerin, özgürlük ve Suriye’nin demokratikleşmesi umudunu demokratik federasyon projesinde görüp; 22 Eylül’de gerçekleştirilen komün seçimlerinde yüzde 70 gibi büyük bir oranla irade beyan eden halkların ve kadınların bu plana baş eğeceğini sanmak onları tanımamak olur.

QSD, Kuzey Suriye Federasyonu yetkililerinin, halkların ve 4 parçada ruhta birliğini yaratmış olan Kürtler, bu plana karşı da büyük bir direniş geliştirecekler.

Bu direnişle birlikte Kürtleri Rojava’da boğmak isteyen Türk Devleti’nin elinde patlayıp; Türkiye’nin de Suriye gibi bir müdahale sahası haline gelmesi hiç beklenmeyecek bir durum olmaz.

Çünkü bütün planlar bozulabilir. İktidarcı uygarlık güçleri nasıl ki kendi çıkarları için başarı ve başarısızlık durumuna göre planlarını yeniliyorlarsa; demokrasi güçlerinin mücadelesi ve duruşu da bu yeni planlarını sekteye uğratıp Türk ulus devletinin çatırdayarak yıkılmasına neden olabilir.