Mihail Bulgakov’un romanı: “Köpek Kalbi” - Veysi Sarısözen

Mihail Bulgakov’un romanı: “Köpek Kalbi” - Veysi Sarısözen

Şu anda ne oluyor? KCK davası Ýstanbul’da görülüyor. Büşra Ersanlı, Ragıp Zarakolu da içinde insanlar yargılanıyor. Bu yargılamanın arkasındaki “irade” nedir? Bu “iradeye” “inanmak” doðru mudur? Bu soruları özgün bir konu içinde yanıtlayalım:

Leyla Zana’nın “Başbakan’a inanıyorum” demesi, belli oluyor ki, bazı Kürt çevrelerinde AKP yanlısı “Kürtlük” eðilimini açıða vurma konusunda esaslı bir teşvik rolü oynadı…

Ve Orhan Miroðlu, Taraf Gazetesinde “AKP yanlıları” adına, bu gazetenin Başyazarı ve gazeteye tüm yayın hayatında “ruhunu” veren Ahmet Altan’a karşı “bayrak” açtı. Şöyle yazdı:

“Sabah ilk işim Taraf’ı baştan sona okumaktır. Ýlk okuduðum yazı her zaman Ahmet Altan’ın yazısı olurdu. Olurdu diyorum çünkü epey zamandır Ahmet Altan’ın yazılarına sadece göz atıyorum. Çünkü kendisini tekrarlayan yazılar bunlar ve okunduktan sonra akılda işe yarar bir şey kalmıyor.”

Nasıl?

Uzun yıllar Kürt özgürlük hareketiyle birlikteyken, ansızın cepheleşen bu yazar, şimdi de Taraf Başyazarına duyduðu derin muhabbetten sonra, Leyla Zana olayını “işaret” saymış olmalı ki, “inandıðı” Başbakan’ı eleştiren Ahmet Altan’a karşı işte bu “aşaðılayıcı” lafları etti. “Yazılarına göz atıyormuş”. Bu yazılar “okunduktan sonra akılda işe yarar bir şey kalmıyormuş”…

Bence doðru söylemiyor. Miroðlu’nun aklında bir şeyler kalıyor. Ýşte Miroðlu’nun aklında kalanlar, bizzat onun kaleminden aktaralım, şöyle:

“Erdoðan’ı Esat’a benzetmek, hükümeti devirme çaðrıları yapmak, “barış olacak ama dikkat edin, bu başbakan barış olsa bile yarınlarda bize ve barışa ihanet edebilir, ona güvenilmez” manasına gelen tuhaf yazılar yazmak; Stratejik Derinlik gibi çok az kimseye nasip olabilecek bir kitaba imza atmış ve benim gözümde yeni Türk dış politikasını 21. yüzyılın ufukta beliren yepyeni parametrelerini hesaba katarak, akademik kariyeri ve bilgisiyle yeniden şekillendirmiş olan Davutoðlu’nu Osmanlılıðı diriltmeye çalışan bir sadrazam olarak görmek ve göstermek insafla baðdaşmaz.”

Bu nasıl bir şey? Türk devletine verilmiş bir “dilekçe” mi, acaba Hariciye Vekaletine “Hewler’de münhal kavaslık” için bir müracaat arzuhali mi? Yoksa ancak, örneðin Barzani ile Davutoðlu’nun diplomasi masasında yaptıkları “kadeh konuşmalarını”, hakiki görüşler sanan bir saf dilin, bunları “tekrarlamasından” ibaret bir özentili yaklaşım mı?

Bana bu sonuncusu gibi geliyor. “Diplomasi” ile “siyaset” özdeş deðildir. Barzani Davutoðlu’nu ve kitabını “övdüðü” zaman bu “diplomatik nezaket” olur; ama Miroðlu aynı işi yaptıðında bu, Barzani’ye, onun istemeyeceði bir dalkavukluk olarak görünür; çünkü Barzani “Stratejik Derinlik” kitabını “överken”, bu kitabın ana tezini bilir; onun “bölgesel güç merkezi” olma stratejisini çizdiðini, bu stratejinin kapsamına tüm Kürdistan pazarlarında egemen olma ve Kürdistan’ı Türk nüfuzuna alma hedefleri olduðunu da düşünür. Davutoðlu’na gelince… Miroðlu’nun bu “övgüsü” karşısında bence Davutoðlu’nun yüzünde bir tebessüm belirecektir. Şöyle düşünecektir: “Zavallı acemi ve gönüllü diplomat, beni elma şekeriyle kandırmaya çalışıyor”. Sonra onu “zamanın ruhuna uygun davranan hakiki bir Kürt aydını” olarak “halkla ilişkiler şubesi”nin reklam listesine kaydettirecektir.

Öyle ya da böyle… Deðişmeyen şudur: Miroðlu “Başbakan yanlısı Kürtlük” adına, kendisine “PKK karşısında kol kanat geren”, müfterilerin uydurduðu “suikast” maskaralıðına karşı PKK düşmanı kampanyayı ayyuka çıkaran Taraf Gazetesinin başyazarını bir kalemde “ceffal kalem” “harcıyor”. Roboski suçlularına “inandıðını” ispat için…

Üstelik ne zaman?

Ahmet Altan “ben de Leyla Zana gibi Erdoðan’dan hala ümidimi kesmedim” diye yazdıktan hemen sonra… Yani Ahmet Altan’ın hala Başbakan’dan “ümit” kesmemesi, Miroðlu’nu “kesmemiş”. Şu laflara bakınız:

“Neo-Ýttihatçılar silahlı kanat liderleri ve mütefekkirleriyle beraber şimdi Silivri’deler.

Onları orada tutan irade AK Parti’nin ve Başbakan Erdoðan’ın siyasi iradesinden başka bir şey deðildir.”

“Ýrade”ye olan bu hayranlık, Miroðlu’na yakışmış. Çünkü o “irade” onbin BDP’liyi de şu anda “Kürdistan 1 Nolu Cezaevinde” tutuyor. Devam edelim:

“Ve eðer bu irade olmasaydı, bu irade, ülkenin en devrimci dinamiði olan Ýslami kesimle buluşmasaydı, bu buluşmaya güven duymasaydık, sahip olduðumuz bu düşüncelerle, hiçbirimiz bu ülkede kalmayı sürdüremezdik.

Neo-Ýttihatçılar yenilgiye uðramasa ve kafalarına koydukları planları hayata geçirebilselerdi, sanırım sevgili Ahmet Altan’da romanlarını çok uzak diyarlarda yazmak zorunda kalırdı.”

Hay Allah, “roman” deyince aklıma Mihail Bulgakov’un “Köpek Kalbi” adlı romanı geldi. Profesör, bir kış günü, üzerine sıcak su dökülen zavallı bir köpeði alır eve getirir. Kendisi aslında büyük bir cerrahtır. Evindeki laboratuarında, bir adama köpek kalbi plantasyonu yapar. Olay Rus devrimi günlerinde geçmektedir. Adam ilk günler “sahibine” yaltaklanır. Çok kibardır. Giderek serkeşleşir. Sonra ÇEKA üniforması giyer ve “sahibinin” evine devlet adına el koyar…

Ýlahi Ahmet Altan… Senin neyineydi “alternatif Kürt” cerrahi işlemleri