Maraş’tan Uruguay’a Ermeni tehciri

Maraş’tan Uruguay’a Ermeni tehciri

Soykırımı yaşayan son Ermenilerden Anna ve Uruguay’daki 15 bine yakın diðer Ermeni, tehcir serüvenini anlattılar. Yakılan evler, karnı deşilen genç kadınlar, ardından Halep, Beyrut, Kudüs, Arjantin, Meksika ve Uruguay’da son bulan Maraşlı Ermenilerinin hikayesi, romanları aratmıyor.

“O zaman Adana’da ayaklanmalar olmuştu. Kalabalık, Ermeni mahallesini yaðmalamıştı. Altı yıl sonra çok daha büyük çapta olacakların habercisi gibi bir şeydi. Ama bu bile dehşetti. Yüzlerce ölü. Belki de binlerce.”

Eðer Amin Maalouf’u okuyorsanız; ya hayranlık ya da öfkeyle söylersiniz, ama mutlaka şöyle dersiniz: “Bir insan bu kadar mı hayalperest olur ve nasıl uydurur bu vahşet hikayelerini?” Öyle dersiniz, evet... Çünkü serüven serüveni doðurmuş ve inanılmayacak insan hikayelerinin içinde debelenip kalmışsınızdır. Hele de “Doðu’nun Limanları”nda...

Fakat ehven-i şer diye bir şey de vardır ve Amin Maalouf’un yazdıklarını hafif bulabileceðiniz insanlarla da karşılaşabilirsiniz günün birinde. Tıpkı Latin Amerika’da, Uruguay’ın başkenti Montevideo’da Maraş Ermenileriyle karşılaşabileceðiniz gibi…

Buradaki 15 bin Ermeni’nin çok büyük bir kısmının 1915 olaylarından sonra Maraş’tan Suriye’ye, oradan Lübnan’a, Beyrut’a geçen, ardından da Avrupa üzerinden Brezilya’ya, Arjantin’e, Uruguay’a kadar giden Maraş Ermenileri olduðunu öðrenip de hikayelerini dinleyebileceðiniz gibi... Dehşetle açılmış gözlerle, 90 yaşında bir kadının daha 4,5 yaşında terk ettiði Maraş’ı hangi imgelerle anlattıðını dinleyebileceðiniz gibi...

Ama buraya kadarı, sadece dehşet hikayesinin başlangıcı... Elbette Maraş’tan Uruguay’a gidip orada yaşayan 10 binlerce Ermeni’nin her birinin bir başka trajik hikayesi var. Her biri bir yaşam badiresini yenmiş de gelmiş buralara. Varlıðı tamamen tesadüfe dayalı insanlar her biri... Ama içlerinden biri var ki, karmaşık ve dramatik bir hikayeye sahip... 90 yaşında... Ýsmi Anna...

BUENOS AÝRES, MONTEVÝDEO VE SAO POLO’DA MARAŞLI ERMENÝLER

Anna, 1915 Ermeni Soykırımı sırasında henüz anasının karnında. Bir yıl sonra da dünyaya geliyor. 1918 olayları, 1920’deki göçü 4 yaşında yaşamış Anna. Ve Uruguay’daki Maraş Ermenileri içerisinde, Anna dışında, o günlerin canlı şahidi neredeyse kalmamış gibi... Çoðu yolda dünyaya gelmiş, Halep’te, Beyrut’ta, Lübnan’da ya da başka bir yerde dünyaya gelmiş.

Çünkü 1915 sonrasında Maraş Ermenileri yoðunlukla Suriye ve oradan da Lübnan’a geçiyorlar. Az bir bölümü ise Kudüs’e yerleşiyor. Çoðunluðu Marsilya ve ardından Güney Amerika’ya gidiyorlar.

Bu arada, yüzyılın başında Latin Amerika’ya, özellikle de Arjantin ve Uruguay’a Avrupa’dan yaşanan büyük göçün çıkış noktaları Marsilya limanlarıydı. Dolayısıyla Marsilya’ya gelen ilk Maraşlı Ermeni toplulukları da bu dalgayla kendilerini Buenos Aires, Sao Polo ve Montevideo limanlarında buluyorlar.

Halen Buenos Aires’te 25 bin, Montevideo’da 15 bin ve Sao Polo’da yaklaşık 5 bin Maraşlı Ermeni yaşıyor. Ermeniler genellikle el sanatları mesleklerine sahip olduklarından buralarda zorluk çekmiyorlar. Kısa bir sürede ekonomik ve sosyal hayata uyum saðlıyorlar.

Brezilya, Arjantin ve Uruguay devletleri, o dönemde kiliselerin devletler üzerindeki büyük etkisinden dolayı Montevideo, Sao Polo ve Buenos Aires’te Ermeni kiliselerinin inşa edilmesinde yardımcı oluyorlar. Ermeni kiliseleri çevredeki Ermenilerin kolektif yapılarını korumalarında belirleyici rol oynuyor. Bu nedenle her kilisenin içinde yada yanında bir kültür merkezi, ilkokul, ortaokul ve lise bulunuyor. Bu okullardaki eðitim halen Ermenice ve Ýspanyolca dillerinde yapılıyor. Ayrıca farklı meslek gruplarında çalışan Ermeniler kilise etrafında dayanışma ortamları yaratıyorlar ve düzenli olarak her pazar günü kilise ayinlerinde buluşuyorlar, her buluşmada da konuyu tartışıyorlar.

TUPAMARO ÝÇÝNDE MARAŞLI GERÝLLALAR

Ne ki aradan üç nesil geçmiş olmasına raðmen Maraşlı kimliði ile Ermeni kimliði arasında canlı bir özdeşlik yaşatılıyor. Bu çerçevede de Yurtsever Maraşlı Ermeniler Birliði Derneði’nde düzenli olarak Maraşlılar yemeði düzenleniyor. Dernek bünyesinde spor salonu, kütüphane, restoran ve sosyal servisler bulunuyor. Buna raðmen Uruguay Ermenileri Uruguay toplumuna her anlamda entegre olmuşlar. Dolayısıyla farklı sınıf ve tabakalardan, farklı siyasi akımlardan Ermenilerle karşılaşmak mümkün. Efsanevi Tupamaro gerilla hareketi üyesi, diktatörlük döneminde uzun süre tutuklu kalmış ve şu anda Uruguay siyasi figürlerinin önde gelen isimleri de bu topluluk içerisinde bulunuyor, etkinliklere katılıyor.

Maraş Ermenilerinin Maraş’tan başlayıp Ortadoðu, Avrupa ve sonunda Latin Amerika’da sona eren katliamdan kaçış serüvenlerini canlı olarak anlatan isim ise Anna... Daha 4 yaşından itibaren başından geçen tehcir, sürgün ve ülke ülke savrulma trajedisine raðmen, “Hepimizin başında çok belalar geçmiş. Ama benim başımdan geçen belalar çok az var” diyor 90’ını devirmiş Anna...

‘BEREKETLÝ DOÐUM’ DÝYORLAR ANNA ÝÇÝN…

Ve Anna’nın doðumundan 6 ay sonra babası alınıp götürülmüş, bütün diðer Ermeni erkekleri gibi tecrit edilmiş ailesinden... “Anam bereketli doðmuş...” Bereketli doðum diyorlar Anna için ve koluna bir düðme takıyorlar. “Koyun” diyorlar bu düðmeye, “Allah’ın koyunu... Yüz koyunu vardı Allah’ın, birisini kaybetti” diyorlar ve Anna’nın hediyesi olduðunu söylüyorlar bunun...

Ve anlatıyor Anna: “Türkler bütün erkekleri sürgün ettiler. Babam gitmiş, anam orada kalmış. Xatunya mahallesi derler Maraş’ta. Anam oradanmış. Sürgünler dur bilmedi. Sonra bütün ahali protesto ediyorlar. Bütün Ermenilerin canları burnuna gelmiş çünkü. Diyorlardı ki Ermeniler, ‘Bizim kocamızı, babamızı, kardeşimizi askere götürdünüz. Ondan önce de bütün silahları aldınız. Rahatlık gelecek dediniz. Bizi silahsız ve kimsesiz bıraktınız. Böyle mi gelecek rahatlık?’ Protesto ediyorlar. Türkler de tellah çaðırıp şöyle söylettiler: ‘Kimin askeri varsa sürgüne gitmeyecek.’ Benim küçük dayım vardı. Ben de çok hastaymışım. Anam ve dayım ‘bir çaputa saralım. Kız ölecek. Eðer ölürse gömelim’ demişler.

Anlattıðına göre yaşamı diken üstünde başlamış Anna’nın. Babasının götürülmesinin ardından kendi ailesine sıðınan anası için de kavga olmuş aile içinde. “Ýki çocuðu var, onu da çolak kız gibi gezdiririz” demişler annesinin ailesi ve çocuk aklıyla duyduðu bu sözlere çok alınmış Anna. “Küpeli” derlermiş bu küçük kız çocuðuna. Henüz iki yaşındaymış, aðlar ve kimseyle konuşmazmış. Kapının önünde dururmuş küçük kız. Bir gün abisi, ‘Küpeli, niye duruyorsun orada. Görmüyor musun bizim için dövüşüyorlar’ demiş, işte bundan iki hafta sonra da başlamış sürgün serüveni. 40 sene sonra da anlatılmış Anna’ya o ilk çocukluk günlerindeki alınganlıkları, kapının önüne dikelmeleri...

‘BU GECE GELÝP SÝZÝ ÖLDÜRECEKLER’

Devam ediyor Anna: “Hatırlıyorum ama, iki çeşme vardı Maraş’ta. Su durmadan akardı. Bir gün sıçan gördüm. Cardın yani... Büyük babam gelmiş. Biraz göbekli. Ben de küçük. Karnına vurup ‘dede dede’ dedim. ‘Ne diyon yoklar olasıca’ dedi. ‘Şöyle uzun kuyruklar var. Göz var, ayak var. Gözüme baktı ve kaçtı’ dedim. ‘Amaaan cardın görmüş’ dedi. Harp bitmeden büyükbabam ölüyor. 67 yaşında ölüyor. Büyükbabamı götürüyorlar. Ben ‘Dedemi yıkamadan nereye götürüyorsunuz’ demişim. Sonra geri getireceðiz demişler. Bir bekle iki bekle, getirmiyorlar. Dede gelmiyor. Aðlamaya başlamışım. Yemek yemiyorum. Bekliyorum. Dedem gelmemiş. Zayıflamışım. Küçüklükten beri insanlara çok yakınmışım. Zayıflamışım. Ne edeceklerini bilmiyorlar. Sonra bir gün çingene geliyor. ‘Bu çocuða ne oluyor. Ne güzeldi. Zayıflamış’ diyor. ‘3-4 tane bit bulun. Bir ekmeðin içine koyun yedirin o iyi olur’ diyor. Aynısını yapıyorlar bana, yediriyorlar, iyi oluyorum. 3 yaşında falanmışım işte o zamanlar.

“1918’de büyük harp bitiyor. 20’de Maraş’ın içinde Fransızlar varmış. Sonra Fransızlar satmış orayı. Neyse… Orada bir dað vardı, Ahır daðı. Oradaki kaleden top atıyorlar. Şimdiki gibi aklımda. Bizimkiler ekmek pişirirken, fazla duman çıkmasın diye kömürle yapıyorlardı. Pirinç pişiriyorlar. Bakıyorlar ki harp çıkacak. Erkeklerin hepsi gidiyor. Dayılarım, kardeşim, amca çocukları hepsi gidiyor. Biz 10-12 kadın evde bekliyoruz. O zaman işte bir Ermeni kadın, Türklerden birisinin konuşmasını duyuyor. ‘Bu gece baskın olacak, hepsini öldüreceðiz’ diye. Kadın gelip kapıyı vuruyor. Büyükanam ‘kimsin nesin’ diyor. Kadın ‘Hadi hazırlanın. Bu gece gelip sizi öldürecekler’ diyor. Hazırlanıp gidiyoruz.”

NERDE ÖLDÜRDÜYSELER ORAYA GÖMDÜLER

Ýşte o gece, bütün diðer Ermeniler gibi Anna’nın ailesi için de can pazarı başlıyor. “Ben o zaman 4.5 yaşındaydım. Mayıs ayıydı. Mallarını, yiyecek miyecek götürebildiklerini götürüyorlar. Anam da beni arkasına alıyor. ‘Eðer kurşun gelirse ikimiz beraber analı kızlı ölelim’ diyor. Bizi öldüreceklerini söyleyen kadın bizi yoldan geçiriyor. Son dakikada onu öldürmesinler mi? Bizi kurtardı, kendisi canını verdi kadın. Nerde öldürseler oraya gömerlerdi. Onun için ‘Hani ispatınız’ diyorlar.

Nerde öldürdüyseler oraya gömdüler. Derken o zaman kaçtık, sonunda Katolik bir işhanına ulaştık. Diðerine gidemedik. Çünkü kaleden top atıyorlardı. Sonra gece bazen gizli gidip malları getiriyorlardı. Gizli gizli. Orada annem bir kadın görmüş. Hamileymiş. Karnını açmışlar. Çocuk daha kımıldıyormuş. O zaman annem biraz delirdi. Kriz geçirdi. Neyse… Katolik işhanında durduk. Bir gelin yeni evlenmişti. 40 gün sonra annesinin evine gitmesi gerekirdi. Annem çok gözü açıktı. Gelini getirmek için gitti. Ama bir türlü gelmedi anam. Ýki gün, 3 gün gelmedi. Büyükanneme ‘Gördün mü? Babamız yok. Anamı da gönderdin. Şimdi ne anamız var, ne babamız’ demişim. Orada duranlar hüngür hüngür aðlamışlar. Meðerse bomba atıyorlar diye gelememiş. 5 gün sonra geldi. Daha sonra anamı bırakır mıyım?!.. Abooov. Çeşmeye giderdi, ben de eteðinden tutardım, ben de çeşmeye giderdim, anamı bir daha kaybetmemek için. Sonra Katolik işhanına öte taraflardan yangın geldi. Su döküyorlar. Benim de küçük bir satılım vardı. Ben de su götürüyorum. Ateşi söndürmek için. Çok atikmişim. Şimdiki gibi aklımda. Sönmüyor.

Bir adam dedi ki, ‘Yavrularım. Ýlkin ben çıkarım. Öldürürlerse beni öldürürler’ dedi. Ama o sırada derlerdi ki duvara bir melek gelmiş, kanatlarını şöyle açmış ve yangını söndürmüş. Melek duvarın üzerinde durmuş, ateşin içinde. Kanatlarını şöyle etmiş ve söndürmüş ateşi. Ateş bize ulaşamadan söndürüldü işte. Sonra geri içeri gittik. 40 gün 40 gece içeride kaldık.

O zamanlar Fransızlar da Türkleri öldürüyor, altınlarını alıyormuş. Sonra Amerikalı biri gelmiş, aralarını bulmuşlar etmişler, 40 gün sonra harp durdu. Ermeni evlerinin hepsini boşaltmışlar. Türkler geliyor oraya, bazı Türk komşular iyiydi. Ama bazı kötüler geliyorlardı. Gelen Ermenilere neler etmişler, neler etmişler… Kızlara, çocuklara… Arkasında tahta sokarlarmış… Bayrak gibi sallarlarmış. Kazık sokarlarmış. Erkeklerin önünde tecavüz ederlermiş ve öldürmüşler.

Bir kere de kadınlara, ‘sizi kocanızın yanına götüreceðiz’ demişler. Bir açık yere götürmüşler. Gaz dökmüşler. Ateş vermişler. Etraflardan birkaç tanesini kurtarmışlar, ama geriye kalan bütününü yakmışlar. Ölüler de ortada kalmıyor, kül olup gidiyor. Kemikleri bile bırakmıyorlar.”

SAVAŞTAN SONRASI YETÝMHANE VE SÜRGÜN

Sonra savaş bitiyor, çilesi bitmiyor fakat Ermenilerin. Anna’nın da...

“Sonra harp bitti. Bilmiyorum kaç ay geçti, bizi Maraş’ta öksüzhaneye koydular. Oraya gittik. Yalınayak. Kar yaðıyor, ayaklarımız donuyor. Neyse öksüzhaneye ulaştık. Ýki tane vardı. Bir kızların mektebi vardı, bir erkeklerin. Orada soba vardı, sıcak olsun diye. Bize orada çay verdiler, yiyecek verdiler. Amerikalılardı o öksüzhaneyi çevirenler. Nereye gittiysem beni severlerdi. Oraya bir doktor geldi. Doktorla amigo oldum ben. Doktora kapıcılık ederdim. Hastaları kapıya götürürdüm, getirirdim. 5 yaşında yoktum. Bilmiyorum nasıl ederdim. Sonra çember oynardı doktor. Bütün mektebi alır çember oluştururdu. ‘Hani benim beşim’ derdi. Bana öyle söylerdi. Orada epey durduk. Sonra kardeşim gelirdi. Odun yarardı.

Sonra ne kadar durdum bilmem, haber ettiler ki kim gidecek buradan. Çünkü Ermenilere zahmetlik veriyorlardı. Kim çocuklarını çıkartırsa, kim Maraş’ı terk ederse 2 desterline verilecek diye duyurmuşlardı. Biz iki taneydik. 4 desterline ediyor. Bizimkiler bizi çıkarmaya geldiler. Ben doktoru bekledim. Doktor geldi ve ‘Aman beşim gidiyor musun’ dedi. Beni kucakladı, sevdi, öptü. Ceplerini aradı. Bir tane küçük 20’lik buldu ve bana verdi. Öptü sarıldı. Onu da öyle bıraktım.”

ÝLK DURAK, BEYRUT KAMPI

“Şam’a götüreceklerdi bizi. Ama oraya götürmediler, Beyrut’ta bıraktılar. Trenle gidiyorduk. Ben yerdeydim. Anna nerdesin deyi anam. Beyrut’a gitmeden Halep’e gitmiştik. Bir kazanı bir ekmeðe satarlardı. Bir küpeyi bir ekmeðe deðiştirirlermiş. Ondan sonra dayım para yollamış. Ondan sonra Beyrut’a gitmişiz. Beyrut’a ulaştık. Kamp derlerdi. Orada çadır kurdular. Çadırda 8-10 kişi yatardık. Yemek yok, erkek yok. Erkek kardeşim 11 yaşındadır. Ne iş tutacak? Beyrut’un pazarına gittik. Pazarda gizlice bazı malları ucundan düşürürdük, ki düşenleri, eskileri, işe yaramayan malları sandıklara atarlardı. Oradan toplardık sonra. Patlıcan, kabak toplardık. Malları taşıyan trenin orada da toplardık. Benim fistanım çingene fistanıydı. Kardeşim ‘Anna fistanını tut ve yapış’ derdi. Trenin aralıðında duruyorduk. Onun için ‘fistanını kaldır’ derdi. Tren gidince onu da öyle kurtardık. Sonra eve geldik. Patlıcanı doðradılar, biraz da bulgur varmış. Onu pişirdiler yedik.”

Beyrut kampındaki yaşamları çileyle başlayan Anna’nın ailesi, daha sonra çocukların karınlarını doyuramayınca, orada da öksüzhaneye başvurur. Gerçi tehcirden kaçan dayıları da var Anna’nın, ama onlar da her biri bir yerde kalmış. Buluşamamışlar, toparlanamamış aile hemen bir araya... Bu yüzden Anna öksüzhaneye... Kaçıp kurtulmak istediði öksüzhaneye yani.

YENÝDEN ÖKSÜZHANE...

“Sonra bakıyorlar ki çok darlık var. Beni öksüzhaneye gönderdiler. Orada dayım vardı. Birisi Kudüs’teymiş. Ben de sanıyorum ki bizimkiler göklere gidecekler, bir daha görmeyecekler beni. Çok canım sıkılıyordu o yüzden. O zaman beni niye buraya veriyorlar diye hayıflanıyordum. Orada 1 ay durdum. Bizi hastaneye koydular. Çünkü zayıftık. Ama dayanamıyorduk orada. Derken bir gün bir arkadaşımla konuştuk. ‘Gel kaçalım’ dedik. Hazırlık için ekmeðimizi yastıðın içine koyduk. Baktık ki kapı açıldı. Ekmekçi, sütçü gelecek. Büyük kapı açıldı. Kapı açılıp bekçi içeri girdikten sonra fırsat bulduk, kaçtık. Yarım saat koştuk. Sonra durduk bir ara. ‘Yavaş dur bakayım mektep görünüyor mu’ diye. Durduk, baktık. Nerde görünecek. Görünmüyor. Kaçtık, oradan yürüdük. Yolda oynaya seke gidiyorduk ki yoldan geçenler anlamasınlar. Saklambaç oynardık. ‘Ya şunda ya bunda keçe kulak başında’ deyip de öyle dediðimiz tarafa giderdik. Gittik. Baktık ne göreyim… Kentten öksüzhaneye giderken gördüðüm köprü. Orayı tanıdım. O dakikaya kadar neredeyim bilmiyordum. Köprüyü görmeyene kadar kör gidiyor, yol gidiyor...

Köprüyü gördüm. Çok sevdim. Çünkü buldum. Çünkü o dakikaya kadar bilmiyordum nereye gidiyoruz, ne olacak. Köprü de şöyle yerleri açık, düz deðildir. Yavaş yavaş gittik. Arkadaşımın ablasının evine gittik. Köprüye yakınmış evleri. Gittik kapıyı vurduk. ‘Ne tutuyon burada’ dedi ablası. ‘Bacı mektepte tatil verdiler. Herkes kendi evine gitsin diye’ dedi arkadaşım da. Onu öyle kandırdık. Ama oradan kente kadar 20 sokak vardı. Gittim. Baktım ki büyükanam bir satılın içinde çamaşır yıkıyor. Yukarısından baktı. Bir ayak gördü. Gözünü açtı örttü. ‘Anna sen misin’ dedi. ‘Hee’ dedim. ‘Ne tutuyon burada’ dedi. ‘Jerusalem’e gideceksiniz. Beni burada bırakacaksınız. Kaçtım, geldim’ dedim.

Bir şey demedi. Darılmasını, dövmesini bekledim. Hiçbir şey olmadı. Ne darıldı, ne öptü. Çünkü terbiyesizlik yaptım. Biliyorum suçluyum. Ben de kendilerinden ne yemek ne bir şey istemedim. Bir şey istemiyorum. Yeter ki kendileriyle beraber olayım. Sabah saat 8’de ekmekçi geldi öksüzhaneden. Papaz geldi. ‘Ýki kız kaçmış’ dedi. ‘Biri burada’ dediler. Büyükannemi çaðırdılar. Ben de debeleniyorum. ‘Gitmem gitmem…’ Aðlıyorum. Bir şaplak vurdu büyükanam ‘Niye gitmiyorsun’ diyerek. Beni bir kamyona koydular. Herifler kocaman. Ben o zaman 7 yaşındaydım. Beni kendirle kamyona baðladılar. ‘Aðlama’ dediler. ‘Orada yemek, yatak var, orada okul var, sabah adam olacaksın, burada ne yapacaksın’ dediler. Neyse okula ulaştık. Kızlar başımda. Beni kandırırlarmış o zaman kızlar, anama mektup yazdırırlardı, anamdan da bana mektup geliyormuş gibi yaparlardı. “Annene ne söyleyeceksin’ derlerdi. Sanki ondan mektup geliyormuş gibi okurlardı bana. Hepsi yalanmış. Ben de ne dersem güya anama yazıyor. Öyle beni rahatlatıyorlardı.”

“KUŞLARIN KANATLARI VAR VE KUŞLAR UÇARLAR...”

“O öksüzhanede yere otururduk. Kara tahtaya yazarlardı. Harfleri yazarlardı. Defter yok, kalem yok. Alfabeyi böyle öðrendik. Sonra bir kitap verdiler. Birinci kitabımda Ermenice, ‘Kuşların kanatları var. Kuşlar uçarlar’ yazılıydı. Okuyordum, deli olurdum. Okumayı öðrendiðim için deli oluyordum. Ýngilizce okudum. Arapça güzel bilirdim. Böyle böyle alıştık.

Seneler geçti. O öksüzhaneden öbürüne götürürlerdi. Kim istiyorsa evlatlık verilirdi. Bana da sordular o zaman, ‘No’ dedim. ‘Deli misin sen’ dedim. ‘Bu rahatlıðı bırakıp nereye gideceðim’ dedim. ‘Kim bilir kimdir? Birisinin ismi Qazir idi. Şimdiye kadar da öyleymiş. Derken öksüzhanede kaldım, kaldım. Birtnes’e götürdüler sonra. Öksüz büyüdüm ama balıkların içinde büyüdüm. Bize de Ýngilizce öðretirlerdi. Tiyatro yapardık. Ýsa’nın doðuşunu yapardık. Amerikalı şefin doðuş günüymüş. Biz ‘iyi ki doðdun’ derdik Ýngilizce. O uyuyordu. Uyanırdı. Çok güzel... Öyle öyle seneler geçti. Öksüzhanedekilerin kimi musika öðrendi, kimisi fistan dikmesini… Bizim fistanlarımızın üzerinde numara vardı. Benimki 125 idi. Nakış yapardık. Ben de sonra öðrendim. Çok güzel nakış ederdim. Ýjama 5 tane hediye ettim.”

DOÐUMUNDAN YARIM YÜZYIL ÖNCE BAŞLAYAN ÇÝLE

Anna’nın diðer Ermenilerden farklı olmayan katliamdan kaçış hikayesi, Beyrut’tan sonra Brezilya ve Uruguay’a kadar sürüyor. Ama hikaye, yarım yüzyıl daha geriye giden bir kadere sahip. Ve tıpkı Amin Maalouf’un romanlarındaki gibi, “doðumundan yarım yüzyıl önce başlıyor” Anna’nın hayatı. Halep’te, bir kilisede, bir çıðlık atıyor çocuðun biri. Obsonna ismi çocuðun. Anna’nın annesi... Büyükbabasının durumu fena sayılmaz. Yün işi de yapıyor. Boyayıp satıyor yünleri. Çok para kazanıyor. “O vakit, 1883” diyor Anna... Halep’te vaftiz ediliyor Obsonna. Annesinin Santuryan’ı yani... Aile Halep’ten ayrılıp Kudüs’e gidince evde bırakılıyor Sartunyan... Henüz çocuk, 7 yaşında yani... Büyük dayısı Osmaniye’den geliyor, tesadüf...

Anna anlatıyor: “Osmaniye’de bir büyük dayım geliyor. Anamın emmisi. Bakıyor ki ev bomboş. Sukün. Ne oldu. Gittiler diyorlar. Çocuðu 7 yaşındaymış. Küçük diye götürmediler diyor. Anamın emmisi de ‘Üç aylık çocukları götürüyorlar, bunu nasıl götürmüyorlar. Hazırlayın götüreceðim’ diyor. Onlar arabayla gidiyor, büyük dayım atla... Ýki gün gecikiyorlar ama Halep’te ulaşıyorlar. Halep’te buluyor onları. Bir oyun oynayalım diyor büyükdayı. Büyükanneme ‘Santuryanı istiyor musun’ diyor. ‘Ýstiyorum tabi. Nasıl gelecek. 4 gün oldu çıktık. Orada bıraktılar’ diyor. Büyükdayı sonra bir çubuk çıkarıyor. Bir iki Arapça cümle kullanıyor sihirbazlar gibi. ‘Santur sana emrediyorum ki hazırlan yola çık’ diyor. Sonra ‘Santuryan sana emrediyorum içeri şuraya gir’ diyor. Hemen içeri giriyor Santuryan. ‘Aman yavrum nasıl ettin, nasıl geldin’ diyor. Ötekiler de güle güle bayılıyorlar. 3 ay Kudüs’te duruyorlar.” Maraş tehcirinden önceki hikaye işte böyle.

KADERÝM OLACAKTI, NE KADERE DÜŞÜRDÜLER BENÝ…

Velhasıl Anna’nın trajik öyküsü devam ediyor... “Beni buraya getirdiler” diyor Anna. Diyor demesine ya, hiç de kolay deðil, bir çırpıda gidilmiyor Uruguay’a... “Beni buraya getirdiler. Vapurdan kaçtık. Bizim vapurun içinde Topal Artin vardı. Kaçak geldi. Sonra Santosa geldi. Birinin pasaportuyla indi. Geceydi saat 10 vaktindeydi. Ýndi. Orada durdu. Brezilya’da kaldı. Biz de burada geldik. Burada 9 kişi öldü. Kızamık çıkarmışlar. Bizi kabul etmediler. Brezilya kabul etti. Yoksa 40 gün Arjantin’de karantinada kalacaktık. Sonra gemiye bindirdiler. Dayım kayıkla geldi. Atlayın dedi. Kaptan da ‘Kaçabilirsiniz, ben görmeyeyim’ dedi. Yaðmur yaðıyordu. Vapurların lastikleri ve kendiri vardı. Kardeşim oradan indi. 19 yaşındaydı. O kusuyordu. Bana bir şey olmadı. Oradan kaçtı.

Gittik. ‘Ýki saat sonra dayım Anna sen de in, kardeşinin yanına git’ dedi. ‘Yaðmur yaðıyor, nasıl gideyim’ dedim. Daha 14 yaşında deðilim. Anam ‘erkeklere bakma, şeker verirse alma’ derdi. Bilmiyorum ne var. Hepsini kardeşim gibi görüyordum. Aklım yetmiyordu. Kardeşim iki saat oldu gitti. Dayım seni kim getirecek dedi. Affedersin dayı ben istemedim Amerika’ya gelmeyi. Ýkincisi ne buradan inerim ne de Amerika’ya geri gelirim’ dedim. Ýnmedim. Sonra geri gittik. Taa son hudut Brezilya’nın Viktoria’ya geldik. Orada da bir karı koca var. Kendisi Fransızca bilirdi. Dayımın malları vardı. O nedenle geri Kudüs’e gitti. Orada indik. Boşanmış bir kız vardı Maraşlı. Bir de Nacar vardı. Oraya gittik. Fransızca konuştu. Neyse… Orada da şu kızı bana ver, nereyi istiyorsan sana vereyim’ demiş, dayım da, ‘Veremem Bunun nişanlısı var, bunun kocası var.’ Demiş, öyle kurtardım.

Neyse... Orada bize iyi baktılar. Tren gelecekti. Günü geldi. Bileti çıkarttılar. Bize de tatlı bir ekmek aldılar. Nona tarta aldılar, hediye ettiler. Akraba gibi bay bay ederek bizi gönderdiler. Rio Xani’re geldik. Araplar vardı orada. Arapça da güzel bilirdik. Simbar Araplar vardı. Dedi ki ‘Gelenler bir yerde toplanıyorlar.’ Sonra simsar oraya gidip ‘böyle böyle kişiler geldi’ diyor. Ben de kardeşime mektup yazdım. ‘Sevgili kardeşim buradayız. Bize para gönder’ diye. Çünkü Rio’ya da onun parasıyla geldik. Bankayla göndermiş para, geldi. O herif beni de götürdü almak için. Aldım kendisine verdim. Hiç gözüm delik olmamış. Onun için param eksik deðildir. Çok yok, az da deðil.

Oradan San Paulo’ya gittik. Anamın akrabası vardı 30 kilo metre ötede. 3 ay orada durduk. Sonra kardeşim San Paulo’ya gelip kunduracılık ederdi. Sonra orada bir oðlan varmış. Bacısı da varmış. Oðlan güzeldi. Beyrut’ta gelirken deniz kenarında kolkola takılırdık. Bana evlenme teklifi eder diye düşünüyordum. Orada istediler. Gönlü kaldırmayan komşulardan biri Uruguay’daki dayıma mektup yazmış. ‘Sizin kızı ona vermeyin. Çünkü Mirkirim kızı onun oynaşıdır’ diye yazmış. Yalan!.. Kız hanım gibiydi. Hepimiz bir evde oturuyorduk. Nasıl onun oynaşı olabilir. Kocası var üstelik o kızın, oðulları var. Nasıl oynaşı olabilir. Sonra diðer dayım Uruguay’dan para göndermiş durmayın gelin demiş. 70 peso gönderdi, aldık buraya geldik. Öksüzhaneden iki ay istemeseydi Amerika’ya evlatlıða götüreceklerdi beni. Ne kaderim olacaktı, ne kadere düşürdüler beni. O oðlan ne olmuş biliyor musun? Matadero’nun büyüðü olmuş. Kudüs’te... Ne kaderim olacaktı, ne kadere düşürdüler beni...”

“SEVGÝNÝ VERDÝN YA, NE VAKÝT YEMEK YAPARSAM ARTACAK”

Ve Uruguay’a varıyorlar Annalar... Bir dükkan kuruyor dayısı. Bir yıl sonra da Kudüs’teki dayısı geliyor. Biraz cimri biri öteki dayı... Anna’nın erkek kardeşi de yanında çalışıyor cimri dayının... “Kardeşim 2 peso veriyor, oraya 1.5 yazıyor. Ýki defter varmış. Bir sahte biri gerçek. Birine 2 birine 1.5 yazıyor. Sonra dayım senin borcun var dedi kardeşime. ‘Dayı dayı döşeðin altında iki defter var’ dedim. ‘Ne sıçan olmadan çulda mı yoluyorsun’ dedi. Sonra araları iyi gitmedi. Korktum dövüşecekler. Biri dayım, biri kardeşim. Yüreðim acıyordu. Neyse… 6-8 ay durduk. Beni bu kocama nişanlandırdılar.

Bu kocamı sevmedim. Ben seçmedim. Ermenilerin dediði gibi namusum, şerefim üzerinde duracaðım derler. ‘Dayı niye evlendiriyorsun’ dedim. ‘Evlenmezsen seni kim besleyecek’ dedi. ‘Ne edersen et!’ dedim. ‘Burada hizmetçi, orada hizmetçi! Aynısı’ dedim. Sonra dayım bıraktı. Büyük kardeşi gelirse o zaman dedi. Bir kız geldiðinde hemen evlendiriyorlardı. Güzeldim Allaha şükür. Ama ben derim ki kız yoktu. Ben kendimi övemem. Bütün Uruguay’da methettiler ‘ne güzel kızı bir maymuna verdiniz’ dediler. Kocam çok çalışkandı ve iyiydi. Ama anasının yanına gittiðinde yüzü asık gelirdi. Kocam çalıştı dükkân kurdu, toprak aldı, ev yaptı. Ben 15 yaşında gelmiştim. 21 yaşında yazdırmışlar.”

Sonra kocasının ailesiyle geçinemiyor Anna... Ayrılıyorlar aileden, Anna’nın doðum gününde, yani bir 1 Mayıs günü ayrılıyorlar evden, eşiyle bir kulübeye taşınıyorlar, sonra biri yardım ediyor Annalara... “Kudüs’ten gelen somya eski döşeklerden verdi. Kudüs’ten iki kaşık, iki çatal, bir küçük kazan, bir ocak verdi. Sekiz gün içinde kocam kazandı. Geri gönderdik. Sonra prima duymuş. Kocam oraya gitti. Orada perde çektirdi. Perdenin arkasında 1 ay kaldık. Sonra ayrıldık, Posidosa gittik. Orada ev kiraladık. Kocam çok çalışkandı. ‘Bana gösterdiðin sevgi nedeniyle bütün dünya benimdir şimdi. Ben ne vakit yemek yaparsam artacak’ dermiş...

Anna’nın hikayesi böyle... Uruguay’daki Maraş Ermenilerinin en yaşlısı. Katliamın canlı tanıðı Anna... Ama 15 bine yakın Maraş Ermenisi var Uruguay’da... Hepsi Maraşlılıðı, Ermeniliði ile yaşama tutunuyor. Nasıl geldiklerini anlatıyor her biri...

‘ULAN MARAŞLI OLSUN ÇAMURDAN OLSUN…’

Harparçim Ganinyan. Altmış yaşlarında. Maraş Derneðinin Başkanı. “Burada, Uruguay’daki Ermenilerin 80’i Maraşlıdır” diyor. Demekkine biz 1925-26-28’de buraya geldik. Rahmetli rahmetli babamızın babasını Türkler öldürdü. Türkler öldürdüler bizim babalarımızı, çocuklarımızı, hepsini… Oradan Halep’e, Beyrut’a, dünyanın her tarafına gittiler kalanlarımız. Biz Halep’e. Babam rahmetli Hayri Halep’teydi. Orada amcam vardı. O Halep’e geldi. Bana, “Siz Uruguay’a gelin. Burası sizin için daha iyi” dedi. Biz bütünümüz sanatkarız. 4 kardeşiz. Mecburen buraya geldik. Buraya geldikten sonra çalıştık, yaptık. Bu topraðı aldık. Evvel Maraş’ın başka yeri vardı. Yani bütün Ermenilerdir hepsi. Gençlerimiz var. Burada top, veleybol oynarlar. Veleybol, futbol her çeşit takım var. Bizim taştımız var.

Herif demiş ki ‘Maraşlı olsun çamurdan olsun.’ Bir iş varkine, burada nereye gidersen git, derler ki “Ulan Maraşlı olsun çamurdan olsun.”

Ve Maraş’ın harikatıs asılı derneðin duvarına... “Aşaðı Pazarcık, Yukarı Pazarcık, Tilkili, Emirli… Burada bir köy var. Ýsmi Pulyanlı. Kışın buraya, yazın buraya gelirler.” Her birini hatırlıyor Maraşlı Ermeniler...

MARAŞ, URUGUAY’DA FUTBOL ŞAMPÝYONU

Ve Ganinyan anlatıyor: “Bizim burada 85 çocuðumuz var. 6 yaşından 37 yaşına kadar. Ne yaparız? Geçenlerde 30. senesi oldu. Çocukları alırız. Hepsi buraya gelirler. Şarkı söylerler. Ermenice. Çocuklarımızın hepsinin Ermenice öðrenmelerini isteriz. Büyükler de top oynarlar. Şampiyonlar yaparız. Yahudiler, Fransızlar, Almanlar gelirler. Burada vergi vermezler. Çünkü burası bizimdir. Kaç sene önce Maraş şampiyon oldu. Uruguay’ın içinde bura gibi başka bir kulüp yoktur. Gelmişsin, Ermenisin… Ehlen ve sehlen. Hepimiz bir aileyiz. Bir ay evvel gelişimizin yıldönümünü yaptık. Arapça şarkı söyledik. 180 kişi vardı. Başka yerimiz yoktur. Burada radyomuz var. Ýki tane Ermeni radyosu var.”

“BÝRÝNCÝSÝ ERMENÝYÝZ, ÝKÝNCÝSÝ MARAŞLIYIZ”

Bizim Ermeni çocuklarımız Ermenice konuşsunlar. Birinci Ermeniyiz, ikinci Maraşlıyız. Bak bu genç bir çocuktur. Teknik direktördür. Yani ayrılıðımız yoktur. Hepimiz biriz. Ama bir kişi olmalı ki o disiplin yapsın.”

Uruguay Ermenileri, bölgenin kültürünü, Ortadoðu’daki gelişmeleri de yakından izliyorlar. Aram Dîkran’ı dinliyorlar. Geceleri sokaklarda eðlenceler yapıyorlar. Latin darbukaları çalınıyor. Kadınları darbuka çalanların önünde latin dansı yapıyor. Gençler sokakta çalıyor, ateş yakıyorlar sokaklarda Maraş Ermenileri, ateş eşliðinde çalıp eðleniyorlar. Ermeni şarkılar eşliðinde topluca halay çekiyorlar.

MARAŞIN GERÝLLASI NEZÝRYAN’IN URUGUAY YOLCULUÐU

Ve Neziryan adında bir Ermeni... Onun da soyu katliamdan kurtulmuş... “Allah yüzümüze baksın. Maraş’tan geliyoruz” diyor. Babası 40 sene önce, gittiði sürgünlükten Uruguay’a gelip yerleşmiş. Başka bir kadın, “Maraşlıyım” diye giriyor söze. Babam 3 yaşındaydı geldi. Biz 3 bacıyık. Babam küçüktü. Üç yaşındaydı. Katliam onu getirdi. Benim büyükbabam Toro Nergizyan Maraş’ın gerillasıymış.

“ABD’NÝN KATLÝAMI TANIMASI SÝYASETÝN BÝLECEÐÝ ÝŞTÝR...”

Başka birinin babası ise 1936’da Beyrut’a gidenlerden. “Maraşlıyım” diye başlıyor söze diðerleri gibi... “Babam 1936’da gelmiş. Beyrut’tan gelmiş. 1918’de kaybettiði anasını emmisini orada bulmuş. Beş sene Maraş’ta, 9 sene Adana’da kalıyor. Anasının Beyrut’ta kaldıðını duyuyor, oraya gidiyor. Ben şimdi Californiya’dayım. Beyrut’tan Californiya’ya geldim. 27 sene oldu. Ýki oðlan, bir kız var. Çok iyi Ermenice konuşurlar. Californiya’da Ermenice okulumuz, gazete, radyo, televizyonumuz var. Orada da Maraşlı Ermeniler var. Kulübümüz de var orada. Çocuklar Ermenililiklerine baðlıdır. Ama bazıları Ýngilizce konuşurlar. Hanımım da Ermenidir. Amerika şu sebeple soykırımı kabul etmiyor. Türkiye kendisine gerekli. Onun için şimdi kabul etmiyor. Türkiye ile arası çok iyi. Ermeniler için partilerin bir farkı yok. Ýsrail de kabul etmiyor. Çünkü onların da Türklerle arası iyidir. Ýsrail kendi ahalisinden başka kimseyi sevmeyen birisidir. Ben öyle bilirim. Amerika o kadar deðil. Amerika siyasetini bilir. Türkiye daha kendisine gerekli. Nereye kadar gideceðini siyaset bilir. Her başkana söylüyoruz. Onlar da bize, ‘Biz sizi tanırız. Türkler sizi kesti’ diyorlar. Başkan olunca unuturlar. Çünkü başkanın elinde deðil.

Maraş’ın Ermenileri Uruguay’da yeni bir dünya yarattı fakat... Brezilya’da, Şam’da, Kudüs’te, Arjantin’de, her bir yerde kendi dünyalarını yarattı Ermeniler... Tarih ise siyasetin dengeleriyle sarsılsa da, canlılıðını koruyor ve tıpkı Anna gibi, Neziryan gibi, Ganinyan gibi... Binlerce, onbinlerce...

ANF NEWS AGENCY