Kemalizmin kendini yenileyebilecek potansiyeli yoktu

Kemalizmin kendini yenileyebilecek potansiyeli yoktu

Son yıllarda Kemalizm ve Kürtler üzerine geliştirdiði tezleriyle öne çıkan ve bu konuda dünyanın önemli üniversitelerinde konferanslar veren Anglia Ruskin Üniversitesinden Kürt araştırmacı yazar Dr. Welat Zeydanlıoðlu ile Türkiye’de Kürtler Kemalizm ve AKP süreci konusunda çarpıcı deðerlendirmelerde bulundu.

Zeydanlıoðlu’na Kürtler ve Kemalizm konusunda kafamızın bir yerlerinde duran soruları yönelttik. Örneðin “Kürtler olmasaydı Kemalizm Türkler için nasıl bir ideolojik zemin sunardı” şeklindeki bir sorumuza Zeydanlıoðlu şu çarpıcı cevabı veriyor: “Nazizm’in Yahudilerle ilgili uygulamalarını bir tarafa bırakırsak Almanlar açısından demokrasinin gelişmesine uygun bir ideolojik zemin sunuyor muydu’ gibi bir soruyu kendimize sormuş oluyoruz. Doðası gereði bir aşaðılık kompleksiyle yoðrulmuş ve otoriter-militarist-şovenist bir ruhla hareket ettiði için Kemalizm’in Türklere de demokratik bir ortam sunması mümkün deðildi.”

Aynı zamanda Kürdistan üzerine akademik çalışmalar yürüten dünyadaki 500'den fazla araştırmacı ve akademisyenin buluştuðu ortak bir platform olan Kürt Araştırmalar Aðı’nın (Kurdish Studies Network) koordinatörü de olan Zeydanlıoðlu bize Kemalizm ve Kürdistan’da din olgusu, AKP’nin Türkiye’nin ideolojik yapısında yarattıðı deðişikliklerin niteliði ve Kürt sorununa yaklaşımı konularını deðerlendirdi.

KEMALÝZMÝ KÜRT SORUNUNDAN BAÐIMSIZ DEÐERLENDÝRMEK ZOR

Kemalizm’i deðerlendirirken Kürtlerle ilgili uygulamalarını bir tarafa verirsek Türkler açısından demokrasinin gelişmesine uygun bir ideolojik zemin sunuyor muydu?

Bunu iddia etmek gerçekten zor ve aynı zamanda Kemalizm’i Kürt sorunundan bütünüyle ayırmak güç, çünkü Kemalizm’in hem kuruluşundan gelen çarpıklıklar hem de kuruluş sonrası politikalarını göz önünde bulundurursak pratiði ve uygulamaları kendini tanımlamasında büyük rol oynamıştır. Kemalizm’in Kürt ve Kürdistan politikalarını bir yana bırakmaya yeltensek bile önümüzde Ermeni jenosidini uygulamış bir milliyetçi devlet geleneði var. Onu da bir yana bırakırsak ve kendimizi sadece Cumhuriyetin kuruluş sonrasıyla sınırlarsak bu sefer Musevi, Hıristiyan, Süryani, Yezidi ve diðer dinsel grupların maruz kaldıðı politikalar ortada. Onu da bir yana bıraksak devletin absürt Alevi veya Sünni Ýslam politikası var. Başka bir “ötekiler” olarak solcuların gördüðü muamele ortada.

“Nazizm’in Yahudilerle ilgili uygulamalarını bir tarafa bırakırsak Almanlar açısından demokrasinin gelişmesine uygun bir ideolojik zemin sunuyor muydu” gibi bir soruyu kendimize sormuş oluyoruz. Doðası gereði bir aşaðılık kompleksiyle yoðrulmuş ve otoriter-militarist-şovenist bir ruhla hareket ettiði için Kemalizm’in Türklere de demokratik bir ortam sunması mümkün deðildi. Baas ideolojisinin Araplara ne kadar hayrı olmuşsa o kadar. Bu sistem, ona benzeyen başka otoriter ve anti-demokratik sistemler gibi, çarpık iç politik ve ekonomik güç dengelerini doðalmış gibi gösterme pahasına sürekli kendi ötekisini üretmeye ihtiyaç duyan; hatta buna mahkûm olan bir sistemdir. Büyük bir hamle ile kendini yenileyebilecek bir potansiyeli yok, çünkü en küçük bir kritiðe tahammüllü yok. Farklı düşünebilen, yenilik getirebilecek insanları çok çeşitli biçimlerde cezalandırıyor, hapishanelerde işkencelerden geçiriyor. Vicdanlı aydın insanları, yenilik getireni, farklılık göstereni susturup, sindirip itibarsızlaştırmaya çalışan, bunu başaramadıðında ortadan kaldıran, seksen senedir insanların en temel deðerlerini ve haklarını çiðneyen ve bunda ısrar eden bir sistem tabiki evrim geçir(e)miyor. Kıral çıplak diyen kralın hışmına uðruyor. Ama kıral çırıl çıplak olduðu içinde sistem bir türlü rahat etmiyor. “Öteki” hep görüntüyü ve imajı bozuyor. Her söylediðin havada kalıyor. Kapıdan atsan bacadan giriyor. Türkiye’deki ve Ortadoðu’daki kralın çıplaklık gerçeði Kürt sorunudur, Kürdistan’ın işgalidir.

OTORÝTER VE DARBECÝ

Onun için aynı zamanda Kemalizmi “Kemalizm” yapan da bir anlamda Kürt sorunudur başka her şeyi bir yana bıraksak bile... Kemalizm zaten Kürtlerin ve Kürdistan’ın inkârı ve işgali üzerine kurulmuş bir sistem olduðu için demokrasinin gelişmesine uygun bir ideolojik zemin sunması da bu gerçekliðe aykırı olurdu. Bu sistemik-handikap zaten bunu imkansız kılıyordu. Zaten 19. yüzyılın başlarındaki Türk milliyetçiliðinin içinde oluştuðu ortamın otoriter atmosferini, “Batı” ve Batı modernitesiyle ve dolayısıyla “kendi” toplumuyla kurduðu çarpık ilişki vardı. Sonrasında Soðuk Savaşın oluşturduðu boðucu atmosferi, kendi insanına darbe yaparak toplumsal mühendisliðe soyunmuş ve toplunu sindirmeyi rutinleştirmiş bir ordunun emriyle yönetilen bir sistemin getirdiði kısıtlamaları da göz önünde bulundurursak böyle bir demokrasi potansiyeli imkânsız görünüyor. Demokrasinin olmazsa olmazı ifade özgürlüðüdür. Buda Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca var olmamıştır.

“Vatandaşlarının” (diyelim) yüzde yirmisinin etnik kimliðini, en temel ve sorgulanmaz haklarını inkâr eden bir ana damar politika üzerine kurulmuş, koskoca Ýslam dinini milliyetçi ve ırkçı bir paradigmanın aleti etmiş, “kendinden” olmayan herhangi bir insanı veya görüşü düşman ilan etmiş, militarist bir talan ve sömürü ekonomisi üzerine kurulmuş ve senelerdir bir sürü uluslararası güç tarafından deðişik nedenlerden dolayı ve deðişik dönemlerde desteklenmiş böyle bir sistemin kimseye demokrasi vaat edebileceðini sanmıyorum.

DEVLET ÝÇÝN KÜRTLERÝN “KÜRTLÜÐÜ”, “ MÜSLÜMANLIÐINDAN” DAHA TEHLÝKELÝDÝR

Kürtlerin etnisite ve dininin (yani Kürt ve Müslüman olmaları) Kemalizm tarafından büyük tehdit olarak algılandıðını vurguluyorsunuz. Ama sonraki dönemlerde devletin Kürt bölgelerindeki dini akımları ve tarikatların desteklendiði ve teşvik ettiðini görüyoruz. Bu nasıl deðerlendiriyorsunuz?

Kemalizm veya Türk milliyetçiliðinin herhangi bir rengi açısından, Kürtlerin “Kürtlüðü” veya “Kürdistaniliði”, ilk etapta Kürtlerin “Müslümanlıðından” daha tehlikelidir. Onun için devletin deðişik dönemlerde Kürdistan’da dini akımları desteklemesi yâda bunlara “dokunmaması” devlet açısından “mantıklıdır”. Kürtlük bilincini ortadan kaldırmak için bunları destekler ama zamanı geldiðinde de ortadan kaldırır, ezer, yâda beklemeye alır veya kendisine eklemler. Kendi yörüngesinde olmayan herhangi bir hareketi veya ideolojiyi sindirir, kontrol altına alıp yönlendirir. Birde Kürtlerin dini pratiklerine ve var olan dini strüktürlere, mesela medreselere, yeni kurulan milli ve üniter sistemde yer yoktu ve bunlar “eski”yi hatırlatan modern olmayanı temsil edendi.

Zaten devlet Kürdistan’da “dini” kullanırken her zaman “kendi” dinini yani Türk milliyetçiliðine ve militarizmine endekslenmiş bir “Müslümanlık” anlayışını desteklemiştir. Tabi bu Türkiye’deki Müslümanlıðı inanılmaz derecede kirletmiş, Ýslami vicdandan ve deðerlerden uzak, milliyetçiliði Müslümanlık sanan bariz çelişkilere sırıtarak cevap veren, Filistin’e aðlayıp Kürdistan’a bomba yaðdıran, Dünya Türkçe Olimpiyatları düzenleyip “Somalililere öðrettik bu Kürtlere hala niye Türkçeyi ve medeniyeti öðretemedik” diye yakınan bir “Müslümanlık” anlayışı ortaya çıkmıştır. Onun için devlet Kürdistan’da sadece ve sadece Kürtlük ve Kürdistanlık bilincini köreltecek ve unutturacak bir din anlayışını destekler. Bugünde olan bundan ibarettir.

AKP’NÝN KÜRT POLÝTÝKASI MANÝPÜLATÝFTÝR

Kürt etnik kimliðinin Türklerin isteðinin dışında politikleşmesi Türkiye’nin ideolojik yapısını nasıl etkiledi?

Devlet söyleminde yarılmalara neden oldu, inkâr söyleminde geri adım atmaya zorlandı, devlet bunun yerine bocalayarak yeni söylemsel stratejiler üretmek ve PKK ile masaya oturmak zorunda kaldı. Beton gibi sunulan milli kimlikte tamir edilemez çatlaklar oluştu. Klasik Kemalist inkâr söyleminin iflasına neden oldu. Burada ilginç olan şöyle bir ayrıntı olduðunu düşünüyorum. Son 30 senelik mücadele ve mobilizasyon inkâra dayalı deðerler dizisinin iflasında en büyük rolü oynadı. Ama bir ayrıntıyı öne çıkaracaksak buda AKP’nin “reformcu” söyleminin sanki çok devrimci bir şeymiş gibi ortaya çıkmasını kolaylaştırdı. “Artık inkâr yok” deyince çok yeni birşey söylüyormuş gibi bir atmosfer oluştu. AKP için böyle ilginç bir imkân oluştu ve “yenilik” söyleminin başarısında önemli rol oynadı. Hâlbuki gerçek “Artık inkâr edemiyorum” du ama bunu da uzun süre ambalajlamayı becerdiler. Burada koskoca Kürt haraketinin etkisini tabiî ki böyle bir ayrıntıya indirgemiyorum ama böyle bir ayrıntı var diye düşünüyorum. Kürt etnik kimliðinin devlet kontrolünün dışında gelişmesi devleti klasik inkâr söyleminden geriye adım attırdı. Şimdi devlet artık “inkâr” etmiyor ama aynı sindirme ve imha politikalarını devam ettiriyor. Ama bunu “inkâr” dan ziyade daha manipülatif sembolik ve stratejik hamlelerle sürdürüyor.

MÜSLÜMAN KARDEŞLÝÐÝ POSTUNA BÜRÜNMÜŞ BÝR TÜRK MÝLLÝYETÇÝLÝÐÝ

AKP’nin devletin Kemalist ideolojisini deðiştirdiðine ilişkin genel kanıyı nasıl deðerlendiriyorsunuz?

AKP gerek duyduðu yerde ideolojik ve strüktürel uyarlamalar yaptı ve kendi ihtiyaçları gerektirdikçe yapacaktır. Mesela Irak Kürtlerini hor gören ve aşaðılayan kaba söylemlerden uzak duruyor ve burada Kemalist ideolojiyi en azından bu katmanda deðiştirdiler diyebiliriz. Ama burada klasik Türk devletinin Kürt politikasını deðiştirdiler diye bir sonuca varamıyoruz. Güney Kürtleriyle iyi ilişkiler üzerinden Kuzeydeki Kürtleri kontrol etmeye ve “silah bırakmaları” için etkilemeye çalışıyorlar. Aynı zamanda Güney Kürdistan’da da hem ekonomik hem ideolojik hegemonya kurmaya çalışıyorlar. Bilindiði gibi sistem el deðiştiriyor ama sistem deðişmiyor. AKP sistemin kurumlarını ve ideolojisini kendine ve ihtiyaçlarına göre kodluyor ve programlıyor. Örneðin YÖKe, Diyanete, RTÜK’e, orduya veya yargıya dokunmuyor. Ama klasik Kemalizmin bazı takıntılarını aşabiliyor, Kürtlerden, Kürt halkından, Diyarbakır zindanından, Ehmedê Xaniden, Şivan Perwerden, dini kardeşlikten bahsedebiliyor, bundan gocunmuyor kendi amaçları ve stratejileri için kullanmaya çalışıyor. Bunu “klasik inkâr”dan “manipülatif tanımaya” geçiş olarak tanımlayabiliriz. . Ýmha ve uzun etaplı asimilasyon politikalarını da aynı zaman diliminde sürdürebiliyor. Kürt sorununu “terör” paradigmasından çıkarmıyor. Kürtleri meclisten atmaya çalışıyor. Zerdüştlük olgusunu Kürtlere karşı bir ötekileştirme aracı olarak kullanabiliyor. Gerekirse zaten varolan söylemsel cephanelikten “Ermeni dölu” gibi “silahları” da rahatlıkla çıkarıp Kürtlere karşı kullanabiliyor. Ama böl-yönet politikasına benzer “tanı-eklemle-erit” politikası ile Kürt hareketini ezmeye-eritmeye çalışıyor. “Tanıyarak” Kürtlerin sisteme tehlikeli gelen taraflarını yontarak, kırparak AKP’deki Kürt milletvekillerini “tanıdıðı” gibi tanıyor. Özellikle de sisteme kafa tutan Kürtleri, Müslüman kardeşlik postuna bürünmüş bir Türk milliyetçiliði ile uyumlu ve uslu bir hale getirmeye çalışıyor. Bu noktada klasik Kemalist Kürt politikasıyla ayrışıyor diyebiliriz, ama burada Kürtler açısından yeni bir şey yok, daha da tehlikeli ve manipulatif bir politika var. Son tahlilde Kürtleri Türkleştirilmesi ve “Müslümanlaştırılması” (“Diyanetleştirilmesi”) ve böylece de “uygarlaştırılması”, zorla kontrol altında tutulması ve sindirilmesi gereken bir obje olarak görmeye devam ettiði için “Beyaz Türkler”in yükünü omuzladıklarını rahatça söyleyebiliriz.

KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ ÝÇÝN TÜRK HALKINI ÝKNA ETMEK ZOR DEÐÝL

Türkiye iktidarı yâ da devleti Kürt sorununu çözmek için Türk halkını ikna etmekte güçlük çektiðini iddia ediyor. Bu doðrumu? Türk halkını ikna etmek güç mü?

Şimdi şöyle ikili bir resim var. Bir yandan histerik bir milliyetçi durum var. Türk milliyetçiliði aşırı bir şekilde topluma enjekte edilmiş ve işlemiş, her gün her yerde yeniden üretiliyor ve her tarafa asılan bayraklar her gün gittikçe büyüyor. Artık sadece devletin veya elitin ideolojisidir diyemiyoruz. Bunun inkâr edilmeyecek günlük faşizan ve holigan bir kitleselliði de var. Bildiðimiz gibi çok ta çabuk provoke edilebiliniyor, özellikle de medya tarafından. Bir iki söylentiyle hemen bir iki bin kişi bir araya geliyor veya getirtiliyor, bunlar hemen histerik bir kvama gelip Kürtleri linç etmeye kalkışabiliyor. Asker cenazelerinde, gösterilerde bu refleks hemen histerik linç ve pogromlara dönüşebiliyor. Bunun tarihte de bir sürü örneði var. Zaten devlet söylemiyle, milli eðitimle, medyayla, askerlikle, milli bayramlarla, camisiyle vb. ile belli bir milliyetçilik hep pompalanıyor, ayakta tutuluyor. Gerektiðinde direkt Kürtlerin üstüne de sürülebiliyor. Bu potansiyel Türkiye’nin bütün tarihinde olduðu gibi bugünde yerli yerinde durduruluyor ve bekletiliyor.

Ama aynı zamanda biliyoruz ki gerçekten Kürt sorununu çözecek bir irade ve niyet olsa aynı şekilde meclis, medya, okullar, spor kulüpleri ve zemini, dini kadrolarıyla yani bütün kurumların seferber edilerek barış ve deðişim için uygun bir atmosfer yaratılıp ikna geliştirilebilinirse Türk halkı barışa karşı çıkmayacaktır. Türkiye’de medyanın rolü her zamanki gibi çok öne çıkıyor, çünkü medya toplum mühendisliðinin hep en önemli ayaklarından birini oluşturmuştur. Onun için resmi duruşa ve tavra baðlı bir durumdan ve süreçten bahsedebiliriz. Eðer uzun etapta sorunu çözecek samimi ve “vicdanlı” bir niyet ve istek olursa; devlet tarafından ve saðlıklı şartlarda eðitici, insancıl ve mantıklı bir ortam ve amaçları belli bir süreç hazırlanırsa marjinal kesimler hariç Türklerin genelinin “çözüme” karşı çıkacaðını sanmıyorum.

SADECE “ÝYÝ ŞEYLER” OLACAKMIŞ GÝBÝ BÝR HAVA ESTÝRÝLÝYOR

Ama Türk devletinin doðasından kaynaklanan handikabı eðer beklenmedik sistemik deðişiklikler ve gelişmeler olmazsa saðlıklı bir politikanın ve adil bir çözümün ortaya çıkmasını uzun süre engelleyecektir. Bu ne anlama geliyor? Bugünde olduðu gibi adil, vicdanlı, samimi ve kardeşçe bir çözüm yerine alışageldiðimiz çözümsüzlük, sindirme, inkâr ve imha üzerine kurulmuş “Kürt sorunu yoktur terör sorunu vardır” paradigmasının deðişik manipulatif ve sinsi versiyonlarının uygulanması sürüyor. Bu köhnemiş zihniyet üç seçimi üst üste kazanmış ve bu sorunu çözmesi için milyonlarca oy almış olmasına raðmen Kürt kelimesini aðzına almadan “çözüm açılımları” yapıp pratikte eski zihniyeti kendi çıkarlarına adapte edip devam ettirmesidir. Bu mantık hem Kürtleri siyaset yapmaya çaðırır hem de siyaset yaptıkları için içeri tıkar. Sanki bilmiyormuş gibi Kürtler ne istiyor diye durmadan sorar veya bir şeyler yapacakmış, bir şeyler yapılıyormuş ve “iyi şeyler” olacakmış gibi bir hava estirerek zaman kazanır, zaman aşımına uðratır. Bir yandan askeri operasyonlar düzenler diðer yandan Kürtlere silah bırakma çaðrıları yapar. Her fırsatta Kürtleri bölmeye çalışır. Kürtsüz Kürt sorununu “tartışır”. “Diyarbakır Cezaevini müze yapacaðım”dan Diyarbakır’a Türkiye’nin en büyük camisini yapmayı planlama noktasına gelir. Bir sürü iyi niyetli insanın kafasını karıştırır, kendi yörüngesine oturtur, kullanır, harcar. “Yeni” stratejiler uygulayarak “geriye döner.” Bu örnekleri çoðaltmak mümkündür. Bu zihniyetin “çözümü”, doðası gereði Türkleri de bu manipüle git-gellerinde sürükler, beyinlerini yıkar, kafalarını karıştırır, mazluma karşı zalimin yanında yer aldırır ve gerektiðinde Kürtlerin en temel haklarını bile elde etmemesi için sokaklara döker.

HER MODERNLEŞMENÝN BÝR KARANLIK TARAFI VARDIR

Kürt elitleri ve Kürtlerin bir kesimi, (örneðin CHP tabanındaki ve hatta BDP eliti içinden bazıları) ismini koysun ya da koymasın (çaðdaşlaşma anlamında) modernleşme için Kemalizmi yâda Türk modelini benimsemek gerektiðini düşünüyor. Bunlar var olan sosyal ve ekonomik gerilikleri ancak onlara benzeyerek aşılabileceðine ilişkin kanıyı hala taşıyor. Siz bunu nasıl deðerlendiriyorsunuz?

Bu yanlış bir modernleşme anlayışı. Bir kere modernleşmeyi başka modelleri örnek almaktan ve bunu pratikte kendi toplumuna uygulamaktan ibaret olduðunu sanan zihniyetten uzaklaşmak gerekiyor. Bu modernleşme anlayışı kendisi ile birlikte elitist ve yukardan aşaðıya zorlamayla uygulanan bir modernleşmeyi de getiriyor. Onun için “Türk modeli”, “Fransız modeli” veya “Alman modeli” gibi tekçi ve kalıpçı modernleşme anlayışından kurtulmak lazım. Bu aynı zamanda çok zor çünkü bu zihniyet asırlardır egemen ve hepimizin içine sinmiş. Bu tip klasik teleolojik modernleşme anlayışı “yeni”yi getirdiðini sanıp “eski”yi ve “modern olmayanı” ortadan kaldırmaya çalışır ve bu dinamiðin doðası gereði bir çatışma içine girer. Herkesi ve her şeyi kendine ve kafasındaki “ideal imaja” benzetmeye çalışır. Tekçidir. Evet, bir devlet kurar, “devrimler” yapar, ulusunu yaratıp “kurtarır”, resmi tarihini yazar, ulusal dilini ve alfabesini oluşturur ve homojenleştirir, milli eðitim sistemini kurar, milli pazarını oluşturur, ulusal medya kanallarını kurar. Ama nasıl ve ne pahasına? Hangi metodlarla? Kimleri sömürerek? Neyi “unutarak” ve neleri “hatırlayarak” yapar bunları? Hangi jenositlerle, hangi katliamlarla, hangi sürgünlerle, kimin hakkını yiyerek, kimlerin ödediði bedeller üzerinden uygulanır bu modernleşme projeleri? Her modernleşmenin bir karanlık tarafı vardır. Avrupa modernleşmesinin hem büyük başarıları hemde derin bir karanlık tarafı vardır. Foucault’nun altını çizdiði gibi “söylenen”in birde “söylen(e)meyen” bir tarafı vardır. Söylen(e)meyen söyleneni rahat bırakmaz, imajını ve rahatını bozar. Söylen(e)meyenin aðır bastıðı yerde söylenen hep havada kalır, kendini tamamlayamaz. Ortadoðu’ya ikinci sınıf kolonyal hegemonya rüyalarıyla “Türkiye modeli” öneren söylem tam da bu yüzden hep havada kalmaya mahkûmdur, çünkü burada Kürt sorunu gibi yüzümüze sırıtan devasa bir “söylen(e)meyen” vardır.

KOPYACI BÝR MÝLLÝ BÝLÝNCÝN ÖRNEK ALINACAK YANI YOKTUR

Onun için elitisit ve yukardan aşaðı bir biçimde uygulanması kabullenen bir modernleşme anlayışını sorgulamak lazım. Toplumun benimsemediði ve o toplumun sosyo-politik gerçekliklerinden uzak bir modernleşme zaten Kemalist modernleşme gibi yüzeysel ve içi boş kalır. Otoriter, kopyacı ve silah zoruyla modernleşme anlayışının örnek alınacak bir tarafı yok. Türk modernleşmesi tekçilik, kopyacılık ve Batıyla kompleksli bir ilişki üzerinden gelişti. Saðlıklı ve kapsayıcı bir milli kimlik oluşturamadı. Hem “Batı”dan nefret eden, hem de “Batı”ya hayran olan, kendisine ve komşularına “Batılı” bir gözle bakan, kendi insanını ve toplumunu 19. yüzyıldan kalma bir Batılı sömürgeci gibi algılayan, tüketen ama üretmeyen, kopyacı bir milli bilincin örnek alınacak bir tarafı yok. Burada herkesle ama özellikle de kendi sosyo-politik gerçekliðiyle kuruluşundan beri savaş halinde olan, kimseyle bir türlü barışamayan, hatalarından öðrenemeyen ve yanlışta ısrar eden bir devlet mantıðı ve modernleşmeden söz ediyoruz. Hep bir toplumsal mühendislik projesi olarak algılanmış ve böyle uygulanmış. Hala kuruluşundan gelen çarpıklıklarla bocalayan, büyüklük-küçüklük kompleksleri arasında gidip-gelen, krizlerden kurtulamayan ve bir türlü “modernleşemeyen” bir modernleşme projesi.

YENÝ JENERASYONUN NASIL ETKÝ YAPACAÐINI KESTÝRMEK ZOR

Türk aydınları son yıllarda Kürtleri milliyetçilikle suçluyor. Siz Kürtlerin ulusal kimliklerini inşa ettiði bu süreçte milliyetçiliðin (şovenizmin) tuzaklarına düştüðünü düşünüyor musunuz?

Tabiki Kürt halkı, özellikle de Kürt entelektüelleri, Kürt ulusunun inşa ve senkronize edildiði bu önemli dönemde söylemlerine, kullandıkları söylemsel araçlara ve retoriðe çok daha özen göstermelidir. Dışlayıcı olmayan, Kürdistan’ın dilsel, dinsel, kültürel bütün zenginliðini kapsayan ve hazım eden, olgun, kendisiyle, komşularıyla ve dünyayla barışık demokratik ve yurtsever bir “Kurdayeti” tahayyül edebilmeliyiz ve bunun merkezine demokratik bir ruh ve zihniyet oturtabilmeliyiz. Türk, Arap, Fars milliyetçiliklerinin düştüðü tuzaklara Kürt milliyetçiliðinin de düşmesi gerekmiyor ve bu yolda büyük çabalar sarf etmek zorundayız. Ama tabiki Kürt milliyetçiliði de bölgedeki milliyetçiliklerden ve var olan ulus-devlet politikalarından izole yaşamıyor. Onların söylemlerine ve politikalarına tavır alıyor, karşılık veriyor ve bu süreç içinde kendiside belli bir şekilde yoðruluyor. Senelerin ezilmişliðinin üstüne ırkçı söylemler, Roboski olayı, Van depremine tepkiler gibi gelişmeler zaten var olan yaraları daha da derinleştiriyor. Savaş ortamında büyümüş yeni bir jenerasyon geliyor ve bunun ilerde nasıl bir etki yapacaðını kestirmek zor. Eðer Kürtlerin bugüne kadar maruz kaldıðı haksızlıkları, zulmü, sürgünleri, işkenceleri, katliamları ve jenositleri göz önünde bulundurursak (bugünkü haliyle) “resmi” Kürt milliyetçiliði çok yumuşak, insani ve kardeşçi bir dil kullanıyor diyebiliriz. Bugün mesela Türk ve Arap siyasetçilerden veya medyalarından duyduðumuz Kürtleri hedef alan şovenist ve ırkçı söylemleri Kürt siyasetçilerden ve Kürt medyasından duymuyoruz. Kürt etnisitesine, diline ve kültürüne önem veren Kürt politikacıları düşünürsek hepsi hala Türklerle kardeşlikten bahsediyor ve sorunu hala haklar, yerel yönetim ve demokrasi ekseninde tartışıyor. Güney Kürdistan’ı örnek alırsak kimseden daha fazla “milliyetçilik” yaptıklarını söyleyemeyiz. Hiç unutmayalım ki bugün Güney Kürdistan’da her seviyede Türkçe eðitimin önünde hiçbir engel yoktur ve olmamıştır. Orada eðitimini Türkçe veren onlarca okul ve üniversite var. Kürt diline aynı tavrı Suriye’den, Türkiye’den veya Ýran’dan gördüðümüzü söyleyebilir miyiz? Onun için Kürtlerin temel olarak etnisite üzerinden hedef aldındıðı ve fiziken ortadan kaldırılmak istendiði, Türk, Arap ve Fars gibi üç büyük militarist ve şovenist milliyetçiliðinin tahakküm sürdüðü ve Kürtler hariç herkesin devletini edin(ebil)diði bir yüzyılı bırakıp bu baskıcı düzenin sistematik bir şekilde devam ettiði yeni bir yüzyıla girdiðimiz bu dönemde Kürtleri “milliyetçilik yapmakla” suçlamak bana absürd geliyor.

AVRUPA GENELÝNDE “ETNO-POLÝTÝK” BAZLI SORUNLAR ÇÖZÜLDÜ

Avrupalı entelektüeller Kürt sorununu nasıl algılıyor?

Tabi “Avrupalı entelektüeller” diye homojen bir grup yok, ama son otuz sene içinde hem dünya hem de entelektüel çevreler Kürtlerin varlıðını öðrendi ve Kürt sorununu deðişik seviyelerde kavradı. Kürtler ve Kürt sorunu üzerine deðerli akademik ve diðer çalışmalar bu anlamda önemli bir rol oynadı. Avrupa’daki Kürt aydınlarda bu anlamda ciddi mücadele verdi. Genellemeler yaparsak ve Türkiye ve Kuzey Kürdistan’dan bahsedersek aydın çevreler Türkiye’nin Kürtleri ezdiðini, haklarını tanımadıðını ve genel anlamda ciddi insan hakları ihlalleri olduðunun farkındalar. Artık Kürt sorunu yoktur dersen üstüne gülerler. Örneðin akademik bir forumda Türkiye üzerine bir sunuş yapıyorsan şu veya bu şekilde Kürtlerle ilgili bir soru gelecektir, eskisi gibi resmi tezler rahatça ifade edilemiyor.

Genel bir sempati var Kürtlere karşı diyebiliriz ama mesela Filistin sorununda olduðu gibi bir engajman ve bilgi birikimi yok. Çoðu aydın Türkiye’nin Kürt politikasına ve Kürtlerin en temel haklarının hala neden inkâr edildiðine anlam veremiyor tabi. Mesela bir örnek vereceksem, Kemalizm, Batılılaşma ve Kürt sorunu üzerine olan doktora tezimi ona karşı savunduðum tanınan ve Türkiye’yi de yakından bilen Amerikalı bir Osmanlı uzmanı bana Türkiye’nin Kürt sorununu çözmekte niye bu kadar zorlandıðına hiç anlam veremediðini aktarmıştı. Bu tabi anlaşılır çünkü Avrupa genelinde bakarsak “etno-politik” bazlı sorunlar, özelliklede Batı Avrupa’da ciddi anlamda çözüldüler. Kuzey Ýrlanda, Katalonya, Bask, Korsika Galler, Ýskoçya sorunları artık şu veya bu şekilde çözüldüler. Doðu Avrupa’da da bazı sorunlar devam etse de ciddi gelişmeler kaydedildi ve mesela Kosovo baðımsızlıðını elde etti. Federal, otonomi ve başka formüller etrafında sorunlar silahlı yâda silahsız muhataplarıyla direk yâda indirekt oturularak aşıldı ve çözümler bulundu. Çünkü çözüm niyeti ve isteði vardı. Avrupa gündeminden bu tip sorunları çıkardı, başka şeylerle boðuşuyor şimdi.

Welat Zeydanlıoðlu kimdir: Tatvan doðumlu. Eski Kürt politikacı avukat Veysi Zeydanlıoðlu’nun oðlu. Zeydanlıoðlu ailesiyle 12 Eylül darbesinden sonra yurtdışına çıkmak zorunda kaldı. Ýsveç’te büyüdü, ilk ve ortaöðrenimi burada yaptı. Lisans, mastır ve doktorasını Ýngiltere’deki Anglia Ruskin Üniversitesinden tamamladı. Kemalizm ve Kürt sorunu, Kürtlerin medyada temsili, devlet şiddeti ve söylemi konularında deðişik uluslararası ve yerel yayınlarda yayınlanmış çalışmaları var. Bunların arasında işkence üzerine akademik çalışmaları ile tanınan Amerikalı bir profesör ile birlikte “Haklar, Vatandaşlık ve Ýşkence: Kötülük, Hukuk ve Devlet” adlı bir derleme kitabı da bulunuyor. Bu çalışmada “Diyarbakır Askeri Cezaevinde Ýşkence ve Türkleştirme” adlı bir makalesi de yer alıyor. Doktora çalışmasından alınan “Beyaz Türk'ün Yükü: Oryantalizm, Kemalizm ve Türkiye'de Kürt Sorunu” adlı çalışması deðişik çevrelerde yankı uyandırdı. Yakında Türk devletinin Kürtçe dili üzerindeki uygulamalarını analiz eden makalesi uluslararası bir dil sosyolojisi dergisinin Kürt dili üzerine olan özel sayısında yayınlanacak. Bunun dışında (Cengiz Güneş’le) Kürt sorunu üzerine Ýngilizce bir kitap çalışması sürdürüyor Aynı zamanda 2009’da kurduðu Kürtler ve Kürdistan üzerine akademik çalışmalar yürüten dünyadaki 500'den fazla araştırmacı ve akademisyenin buluştuðu ortak bir platform olan Kürt Araştırmaları Aðı’ı ‘Kurdish Studies Network’ ün (www.kurdishstudiesnetwork.wordpress.com) yöneticisi.