Karayılan: Yumuşama isteniyorsa yapılacaklar ortada

Karayılan: Yumuşama isteniyorsa yapılacaklar ortada

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, yeni bir yumuşama süreci yönündeki söylemlerin gerçeði yansıtmadıðını belirterek, “yumuşama deniyorsa cezaevi direnişçilerinin ortaya koydukları talepler var, bunlar üzerinde durulsun” dedi. Türkiye Başbakanı Erdoðan’ın ‘PKK’nin stratejisi çöktü’ sözüne de “eðer PKK’nin stratejisi çökmüş olsaydı bu kadar yalana sarılmazlardı. PKK’nin stratejisi yükseliyor, -bunun karşısında sömürgecilik çırpınıyor. Gerçek budur” şeklinde yanıt verdi.

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, ANF’ye verdiði mülakatın ikinci bölümünde yumuşama söylemleri, Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoðan’ın ‘PKK’nin stratejisi çöktü’ sözü, Kurban Bayramı’nda ateşkes koşulları ve ABD Büyükelçisi Ricciardone’nin açıklamalarını deðerlendirdi.

‘Yumuşama ortamı oluyor, yeni bir açılım olacak’ sözlerinin gerçeði yansıtmadıðını belirten Karayılan, “devlet veya yumuşamadan yana olan bir takım demokratik çevreler böyle bir sürecin gelişmesini istiyorlarsa, cezaevi direnişçilerinin ortaya koydukları talepler üzerinde durmalıdırlar” şeklinde konuştu.

Türkiye Başbakanı Erdoðan’ın PKK’nin stratejisi çöktü sözlerine de yanıt veren Karayılan, “eðer PKK’nin stratejisi çökmüş ve gerçekten denetim dışı bir karış toprak bile yok ise neden uçaklarınız Türkiye sınırları içerisindeki daðları saatlerce ve günlerce bombalıyor? “ diye sordu.

Karayılan Kurban Bayramı’nda ateşkes yapılabilme koşullarının da AKP hükümetinin politikaları nedeniyle ortadan kalktıðını, ancak HPG güçlerinin mübarek günlere saygı gereði bayramda sivil alanlarda konuşlanan devlet güçlerine karşı herhangi bir eylem yapmayacaðını açıkladı.

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Karayılan, ABD Büyükelçisi Ricciardone’nin “PKK’ye karşı Bin Ladin yöntemi” şeklindeki açıklamalarının ellerindeki istihbarat bilgilerini doðruladıðını kaydetti. ABD’nin çıkarları gereði çatışmanın sürmesinden yana olduðunu belirtti.

‘SÖMÜRGECÝLÝK AKP ÝLE KENDÝNÝ YENÝLEMEK ÝSTEDÝ AMA OYUN TUTMADI’

Türkiye Başbakanı Erdoðan geçtiðimiz hafta içinde yapmış olduðu bir konuşmada “akan kanı durduracaksa görüşmeleri hemen başlatabiliriz, gerekirse MÝT müsteşarını hemen Ýmralı’ya gönderirim” anlamına gelecek kimi sözler sarf etti. Bahsi geçen bu konuşmanın hemen ardından, Cumartesi günü yapmış olduðu konuşmasında ise PKK’nin stratejisinin çöktüðünü ve bir karış topraðın bile Türk ordusunun denetiminden çıkmadıðını iddia etti. PKK’nin stratejisi çöktü mü?

Erdoðan’ın yaptıðı şey, TC Devleti’nin 1925’ten bu yana yaptıðı şeylerin aynısıdır; onun bir tekrarıdır. Türk devleti 97 yıldan bu yana Kürdistan’a ve Kürtlere ilişkin hiçbir zaman doðruları söylememiş, her daim yalan söyleme temelinde siyaset yürütmüştür. Her şeyden önce “Kürdistan” adını inkar ettiler, “böyle bir şey yok” dediler. Halkın gelişen direnişlerini hep dışarıya baðladılar. “Dış mihrak var” dediler. Halkın en doðal talepleri karşısında katliamlar gerçekleştirdiler, “eşkıyadır” dediler, “şakidir” dediler, “bebek katilidir” dediler, “teröristtir” dediler. Oysa kendileri Kürdistan’da hep terörizmi geliştirdiler ve katliamlar yaptılar. Anaların karnındaki bebeleri bile süngülere taktılar. Bütün bunlarla birlikte sürekli yalan söyleyerek Türkiye toplumunu yanlış empoze ettiler. Tarihin en büyük dezenformasyonu, Türk devletinin Kürdistan’da gerçekleştirdiði dezenformasyondur. Sürekli yalana dayalı siyaset yürüttüler ve bunu bugün de hiç utanmadan devam ettiriyorlar.

Ýşte Türk sömürgeciliði katı inkara ve yalana dayalı olan bu politikasının sonuna geldiði bir aşamada, büyük bir çıkmazla yüz yüze iken AKP zihniyeti buna imdat gibi yetişip, “siz yanlış yaptınız, her şeyi inkar ettiniz, bazı şeyleri söyleyip Kürtlerin sırtını sıvazlamak gerekiyordu, Osmanlı döneminde böyle yapılıyordu, siz böyle yapmadınız, ben böyle yapıp aynı şeyi gerçekleştireceðim” diyerek devreye girdi. Yani Türk sömürgeciliði AKP yoluyla kendisini yenilemeye çalıştı.

Halkımızın dini duygularını kullanarak, “size Kürt kardeşlerim diyorum, daha ne istiyorsunuz” diyerek ve bazı işbirlikçi aileleri de para-pula boðarak sonuç alacaklarını sandılar ama halkımızın geliştirdiði mücadele, AKP eliyle oynanmak istenen bu oyunu da açıða çıkardı. Sömürgecilik aynı sömürgeciliktir; inkar aynı inkardır. “Tek millet, tek devlet, tek bayrak, tek vatan, tek dil” söylemi 19. yüzyılın bir söylemidir ve kaynaðını ırkçı-faşist bir zihniyet yapılanmasından almaktadır. Tekçilik, toplumları zorla kalıba sokma tutumudur. Bu faşizm deðil de nedir? Toplumun geleneklerini, dilini ve kültürünü yasaklayarak biçimlendireceksin, tek bir millet yaratacaksın. Bu, insanlıða şiddetin dayatılmasıdır. Tekçilik şiddettir.

Şimdi AKP olarak ortaya çıkacaksın, bir taraftan “tek millet” diyerek Kürt halkının her türlü doðal haklarını zorla engelleyeceksin, bunun için şiddet uygulayacaksın. 10 bin kişiyi cezaevine atacaksın, yüzlerce kişiyi katliamdan geçireceksin, sonra da kalkıp, “ülkede terör var, silahla kimse hak arayamaz silahla hak arama dönemi geçmiştir, elde silah hak istenemez” diyeceksin! El insaf derler. Sen şiddet ve silahla bir toplumu ortadan kaldırıyorsun ama bunu görmeyip doðal bir biçimde var olmak için kendini savunan o topluma “silahlısın” diyorsun.

En büyük silahlanmayı Türk ordusu ve Türk polisi gerçekleştirmiştir. Elindeki en ileri teknolojinin acımasız silahlarıyla Kürdistan daðlarını bombalayıp, bu coðrafyanın ve bu tabiatın tüm doðal güzellikleri yok edilirken şiddet uygulamış olmuyor da, Kürt halkının öz evlatlarının ellerine almış oldukları kleşle kendilerini savunmalarına şiddet diyor. En büyük silahı siz kullanıyorsunuz, en büyük vahşeti ve katliamı siz yapıyorsunuz! Ama onlar bunu görmez. Devlet oldukları için, sömürgeci egemen güç oldukları için bu onlara mubahtır. Bu zihniyetle yaklaşıyorlar.

‘BÝR KARIŞ DENETÝM DIŞINDA DEÐÝL SÖZÜ YALANDIR’

Hukuk diyorlar. Senin hukukun sömürgeci hukuktur. Sen o hukukla özgür kimlikli Kürt insanlarını suçlu görüp içeri atıyorsun. Bugün 8 bin kişiyi KCK adı altında içeri atmanın başka ne gibi bir izahı olabilir? Onların ne suçu var? Şiddete bulaşmışlar mıdır? Hayır. Ne yapmışlar? Kültür faaliyetini yürütmüşler. Ne yapmışlar? Basın faaliyetini yürütmüşler. Sanat faaliyeti yürütmüşler. Siz sanatçıları içeri atmışsınız. Ýcra ettiði sanat Kürt sanatı oldu mu “KCK’lidir” diyerek içeri atıyorsunuz. Yani Kürt halkına dönük bir zulüm vardır ve bu zulme karşı halkımız direniyor, direnecektir. Halkımızın bu zulme karşı direnişi, gayet tabii ki meşru bir direniştir.

O zaman ben de sorarım: Eðer PKK’nin stratejisi çökmüş ve gerçekten denetim dışı bir karış toprak bile yok ise neden uçaklarınız Türkiye sınırları içerisindeki daðları saatlerce ve günlerce bombalıyor? Başbakan bunu izah etsin. Uçaklar daha önce Güney Kürdistan’ı bombalıyorlardı. Doðrudur, Güney Kürdistan’ı şimdi de bombalıyorlar ama Kuzey Kürdistan’ı daha fazla bombalıyorlar. Bu yüzden öncekilere artı olarak 75 tane savaş uçaðı Kürdistan’a kaydırıldı. Bunun nedeni bombalanan yerlerin artmasıdır. Artık sadece Kandil ve Zap deðil, artık Şemdinli, Gever, Çelê, Colemêrg, Beytüşşebap, Şırnak ve Siirt’e baðlı Herekol daðları bombalanıyor. Bütün bu yerler Türkiye sınırları içerisinde deðil midir?

Bir ordu gidebileceði yere uçak göndermez. Hadi diyelim önden uçak gönderdi ama bu durumda sonradan kendisi de gider. Eðer sen kendin gitmiyorsan, sadece uçakla bombardıman yapıyorsan o zaman orası senin denetiminde deðildir. Dolayısıyla Başbakan’ın o sözünü ettiðiniz, “bir karış topraðımız bile denetim dışında deðil” sözü bir yalandır. Daha önceki bir röportajda “eðer doðru söylüyorsa, 2 yıl önce ziyaret ettiði Şemdinli-Gediktepe’yi bir kez daha ziyaret etsin” demiştik. Geldi mi? Hayır. Şurası bir gerçek ki, gerillanın denetim sahaları olmasaydı, gerilla bu kadar gücüyle içeride yaşayamazdı. Ama ısrarla bu gerçeði gizlemeye çalışıyorlar.

‘ÖÐRETMENLER TUTUKLANMIYOR, UYARILIYORLAR’

AKP devleti topluma ilişkin de çok çeşitli dezenformasyon faaliyeti geliştirmektedir. Iðdır’ın Bulakbaşı Köyü’nde yaşanan olaya ilişkin, Türk basını, Türk siyaseti, MGK ve en son da bizzat Başbakan’ın kendisi büyük bir dezenformasyon yapmış bulunmaktadır. Gündüz vakti herkesin gözü önünde gerçekleşen bir şeyi tersine çevirerek bu biçimde kullanmaları çok ilginçtir. Bu, Türk sömürgeciliðinin gerçeðini yansıtan çok çarpıcı bir örnektir. Uyumlu bir koro olarak, tüm basın manşet attı, “günün fotoðrafıdır” dedi.

Peki, o fotoðraf nasıl oluşturuldu?

Neymiş efendim; gerillalar gelmiş 6 öðretmeni götürmüş, köylüler de, kadın, çoluk, çocuk, ihtiyar demeden bir bütün olarak gerillaların önüne geçmiş ve öðretmenleri kurtarmış. Bu bir çarpıtma.

Gerillaların köye geldiði doðru. Öðretmenleri gözaltına da alıyorlar, bu da doðru. Ancak öðretmenler gözaltına alınıp köyün dışında daha kırsal bir alana götürüldükten sonra gereken konuşmalar ve uyarılar yapılıyor, ardından ise bu öðretmenler bırakılıyorlar. Bırakılan öðretmenler köye girerken köy halkı onların geri döndüðünü görünce herkes önüne çıkıp “geçmiş olsun” diyor. Yani doðru, sevinç var ama bu sevinç, öðretmenler geri gelmiş, saðlam bir şekilde döndüðü için yaşanan sevinçtir. Ama burada köylülerin gerillaya karşı gelmesi ve tepki göstermesi gibi bir şey yoktur.

Bir de şunu belirteyim; Nerede öðretmenler kaçırılmış da birkaç saatten fazla tutulmuşlardır? Hiçbir yerde. Çünkü öðretmenler tutuklanmıyorlar. Öðretmenler uyarılıyorlar. Birkaç saat gözaltında tutulup ifadeleri alınıyor ve kendilerine bir takım uyarılar yapılıyor. Bu faaliyet orada da icra edilmiştir. Diðer başka yerlerde de yapıldıðı gibi burada da aynı şey yapılmıştır, herhangi bir engellemeyle karşılaşılmamıştır. Gereken işlemler yapıldıktan birkaç saat sonra orada öðretmenler salıverilmiş, öðretmenler köye girerken köyün girişinde köylüler de onları karşılamıştır. Yaşanan olay budur.

‘PKK’NÝN STRATEJÝSÝ YÜKSELÝYOR, SÖMÜRGECÝLÝK ÇIRPINIYOR’

Başbakan ise bunu PKK’nin stratejisinin çöktüðüne belge olarak gösteriyor…

Eðer PKK’nin stratejisi çökmüş olsaydı onlar bu kadar yalana sarılmazlardı ve bu kadar telaş içinde olmazlardı. Durum öyle deðildir. PKK’nin stratejisi yükseliyor, başarı kazanıyor, bunun karşısında sömürgecilik ise çırpınıyor. Gerçek budur. Bu konuda yaşanan gerçek ortadadır. Kimse bunu gizleyemez. Kürt halkı kendisine dayatılan sömürgeci inkar siyasetini kabul etmiyor ve etmeyecektir.

AKP’nin sömürgeciliði yenileme çabası başarısız kalmıştır ve zaten başarısız kalmaya mahkumdur. Sömürgecilik çað dışı bir uygulama biçimi olarak yenilmeye mahkumdur. Bunun anlaşılması ve görülmesi gerekmektedir. Türk devletinin ve AKP yetkililerinin bu gerçeði görerek gittikleri yolun yol olmadıðını bilmeleri gerekiyor. 21. yüzyılda bir halka zorla başkalaşımı dayatmak artık mümkün deðildir. Asimilasyonu başaramadınız, o zaman biçim deðiştirerek asimilasyonda daha fazla ısrar etmenizin bir anlamı da yoktur. Kürt çocuklarına zorla, “Türküm, doðruyum, çalışkanım” dedirtmenizin gerisi yoktur, bununla bir yere varamazsınız. Siz onlara orada zorla bunu söylettirebilirsiniz ama onları böyle Türk yapamazsınız. Zorla Türkleştirmekten vazgeçmelisiniz. Kürt halkının temel haklarını tanımak zorundasınız. Eðer Kürt halkının haklarına kavuşmasını Güney’de meşru görüyorsanız Kuzey’de de meşru göreceksiniz. Güney’de meşru görüp Kuzey’de terör saymak ve karşı çıkmakla bir yere varamazsınız. Şimdi AKP’nin yaptıðı budur.

‘BAŞBAKAN ERDOÐAN HER AYAÐA OYNUYOR’

Bunun için mi Başbakan’ın tüm sözleri çelişkili?

Evet. Mesela bir gün diyor ki, “gerekirse Ýmralı’yla görüşme olur, gerekirse Oslo’yla görüşme olur”, ancak öbür gün yok etme fermanlarını ilan ediyor.

Ýşte sizin az önce belirttiðiniz gibi, gerekirse bir gün öncesinden MÝT Müsteşarı’na “git, gerekeni yap diyeceðim” diyor. Artık bu neyse müsteşarı gidip gerekeni yapacak?

Bu sorun, bir müsteşarın halledeceði bir sorun deðildir. Bu Türkiye’nin en temel sorunu olan Kürt sorunudur. Eðer siz devlet olarak bu konuda karar vermişseniz projenizi ortaya koyarsınız, o zaman memurlarınız mı gelir, müsteşarınız mı gelir, kendiniz mi gelirsiniz, yani gelir, Kürt Halk Önderliði’yle görüşüp bu sorunu çözme tartışmaları geliştirilebilir. Ama bu, bir müsteşarın gidip halledeceði bir şey deðildir. Kökleri tarihin derinliklerine dayanan bir sorundan bahsediyoruz. Bu sorun, bir istihbarat sorumlusunun gidip halledeceði bir sorun deðildir. Bunun için karar almanız gerekiyor. Eðer siz çözüm için karar almışsanız Kürt tarafı çözüme vardır. Ama yok tasfiye etme, yok etme, ezme kararında ısrar ediyorsanız ve oyalama için gelecekseniz buna karşı Kürt Halk Önderliði’nin ve Kürt halkının tutumu bellidir. Zerre kadar sonuç almanız da mümkün deðildir.

Ýşte bu gerçeðe raðmen Başbakan bazen böyle söylüyor, öbür gün çıkıyor halka çaðrı yapıyor, “teröre karşı çıkın” diyor, bilmem aðza alınmayacak kırk çeşit küfür savuruyor, hakaret ediyor. Kürt siyasetçilerinin şahsında Kürt halkına hakaret ediyor. Çelişkilerle dolu böyle bir üslup kullanılmasının temel nedeni doðru yola girmemeleridir. Yani, bir kesim kamuoyunu oyalama, kandırmaya çalışma, esasta ise özgürlük güçlerini ezme politikalarında ısrar etmeleri nedeniyle böyle oluyor.

Bu konuda MHP’nin ve Bahçeli’nin çelişkili hiçbir tutumu yoktur, nettir. O, yok etmeyi açıkça savunan bir siyasi anlayışı temsil ediyor, dolayısıyla muðlak hiçbir şeyi yoktur. AKP de aynı şeyi savunuyor ama üslupta kendini farklı gösteriyor. Her ayaða oynuyor. Onun için söylemleri çelişkili oluyor. Dolayısıyla Başbakan’ın o söylediði “gerekirse görüşürüz” söylemi de anlamsız oluyor. O da psikolojik savaşın bir parçası olarak sarf edilen sözler olarak işlev görmüş oluyor. Başka da bir anlamı yoktur.

‘BAYRAM ÖNCESÝ TÜRK DEVLETÝ ORTAMI DAHA DA GERÝYOR’

Türk devleti bir çözüm projesiyle gelirse…

Bizim açımızdan durum nettir. Eðer Türk tarafı, belirttiðim gibi, proje sahibi olursa biz çözüme varız ama bunun dışındaki dayatmalara Kürt halkının ve hareketimizin vereceði cevap nettir. Biz bu konudaki görüşlerimizi daha önce de kamuoyuna deklare ettik. Burada aynı şeyleri tekrardan ifade etmekte olduðumuzu belirtiyorum.

Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoðlu, yaklaşan Kurban Bayramı nedeniyle Suriye’deki savaşta ateşkes yapılması için çaðrıda bulundu. Ancak Kürdistan’daki savaşın durmasına dönük ise herhangi bir çaðrı durumu söz konusu deðil. AKP hükümetinin Kürdistan’daki savaşı görmezden gelen ve ateşkes istemeyen bu tutumu ne anlama geliyor?

Evet. Ahmet Davutoðlu, “ben TC Devleti adına taraflara çaðrı yapıyorum” diyerek, Suriye devletine ve muhalefet güçlerine “hiç olmazsa bayram günlerinde ateşkes yapılması gerekir” dedi. Yani bayram günlerinde çatışmanın durdurulması ve ateşkes yapılması çaðrısını yaptı. Bu çaðrıyı yapan Türkiye Dışişleri Bakanı. Ama Suriye’deki çatışmaların hemen hemen aynısı Kürdistan’da, yani kendi sınırları içerisinde de vardır. Türk devleti, Kürt Özgürlük Hareketi’yle bir savaş içerisindedir. Bu çaðrıyı yapan Davutoðlu’nun kendisi, ülke ülke dolaşarak yürüttüðü bu savaşa destek bulmaya çalışmaktadır. Komşudaki savaşın durması için çaðrı yapıyor ama kendi ülkesindeki savaşın durması için çaðrı yapmıyor. Burada yine Türk devletinin çifte standartlı bir şekilde, Kürt halkını görmeyen politikasıyla karşılaşıyoruz. Ülke içerisinde yüzlerce kişi açlık grevine girmiş, bu açlık grevi 40. gününe ulaşmış; yine ülke içerisinde her tarafta operasyon, çatışma ve savaşlar var. Adam bunları görmüyor ve kalkıyor, Suriye’deki savaşın durması için çaðrı yapıyor. Ýşte Türk sömürgeci zihniyeti budur. Bu, Kürt halkına dair hiçbir şeyi görmeme tutumudur.

Dışişleri Bakanı böyle görmezden gelirken bayramın yakınlaştıðı bugünlerde Başbakan da yok etme fermanlarını yayınlıyor. Hatta toplumun Özgürlük Hareketi’ne karşı tavır alması için de çaðrılar yapıyor. Yumuşatma yerine daha fazla germeye çalışıyor.

‘NE ÝMRALI’DA NE BAŞKA YERDE GÖRÜŞME YOK’

Geçtiðimiz hafta BDP’lilerin Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanı ile görüştüðü de kamuoyuna yansıdı. Bazı çevreler, “bir yumuşama ortamı oluyor, yeni bir açılım olacak, vb.” deðerlendirmelerde bulundular. Bu deðerlendirmelerin doðruluk payı var mı?

Hayır. Öncelikle şunu belirteyim: Hareketimizle herhangi bir biçimde bir temas durumu kesinlikle söz konusu deðildir. Kimseyle görüşme yapılmış deðildir. Bildiðimiz kadarıyla Ýmralı’da da herhangi bir görüşme yoktur. Yani ne Ýmralı’da ne de başka bir yerde kimseyle herhangi bir görüşme yapılmış deðildir. Böyle bir durum yoktur. Doðrudur, BDP’lilerin bir çabası vardır. Biz ona anlam veriyoruz. Ýşte Cumhurbaşkanı’nı ziyaret etmeleri, Meclis Başkanı’yla görüşmeleri, hatta bazı AKP’lilerle de görüşmüş oldukları basına yansıdı. Bu tür çabalar söz konusu, ama Türkiye’de tek adam sistemi vardır; her şeyi tek adam belirlemektedir.

Yani Erdoðan’ın ne düşündüðü ve ne yaptıðı önemli…

Evet, önemli olan Erdoðan’dır. O görüşmeler sonrası Erdoðan ne dedi, siz ona bakın. Erdoðan ateş püskürdü ve dolayısıyla Cumhurbaşkanı ile Meclis Başkanı’nın söylediði şeyler gölge altında kaldı. Sanırım “her konuda tek ben karar veririm” mesajını vermek için basına yansıyan o görüşmeler ardından hem “gerekirse müsteşarımı Ýmralı’ya gönderirim” hem de üslubunda bir sertlik yeniden gündeme geldi. Açık ki Erdoðan, kendinden gayrı diðer devlet kurumlarının devreye girmesini de istemiyor.

“Gerekirse” diyor, bu gereklilik ne zaman olacak belli deðil. Kendisi belirleyecek, yani “ben gerekli görürsem müsteşarımı gönderirim, git gerekeni yap derim, bunun dışında kimse bir şey söyleyemez” demeye getiriyor. Her şeyi kendisinde merkezileştirdiði için tek söz sahibinin kendisi olduðunu ima etmeye çalışıyor. Türkiye’de mevcut durumda işin gerçeði de odur. Her şey Başbakan’a baðlı durumdadır. Dolayısıyla BDP’nin ve daha deðişik çevrelerin yaratmak istediði yumuşama ortamı mümkün olamıyor. Çünkü Başbakan sert üslubuyla araya girerek kesiyor. Mevcut durumda yapılan budur. Herhangi bir yumuşama durumundan ziyade, Başbakan’ın en son verdiði ferman hareketimizi yok etme fermanıdır. Dolayısıyla herhangi bir yumuşama ortamına olanak bırakılmış deðildir.

Yumuşamanın somut göstergesi olarak devlet veya farklı çevreler ne yapmalı?

Devlet eðer gerçekten yumuşama yaratmak istiyorsa veya yumuşamadan yana olan bir takım demokratik çevreler böyle bir sürecin gelişmesini istiyorlarsa cezaevi direnişçilerinin ortaya koydukları istekler vardır. Onun üzerinde durmaları gerekiyor. O isteklerin gerçekleşmesi gerçek anlamda bir yumuşamayı yaratır, demokratik çözüm sürecini gündeme koyar. O zaman çatışmanın durma koşulları da gündeme gelir. Esas halka budur. Yani yumuşamadan ve barıştan yana olan tüm kesimler bu halka üzerinde yoðunlaşırlarsa sonuç alıcı olabilirler.

Bu belirttiðim adımlar dışında devletten yana herhangi bir adım atılmadan bizden adım beklemek büyük bir adaletsizlik olur. Biz saldırı altında olan, baskı altında olan, hakkında her gün tehdit ve yok edilme talimatları verilen bir halkız. Bizden adım beklemek doðru deðildir. Evet, devlet bizden adım bekliyor ama hangi adımı bekliyor? Teslim olma adımını bekliyor. Biz bunu yapamayacaðımıza göre, adım atması gereken tarafın biz deðil devlet olduðu açık ortadadır.

‘BAYRAMDA ATEŞKES KOŞULLARINI AKP ORTADAN KALDIRDI’

Kurban Bayramı’nda tarafınızdan yapılacak herhangi bir ateşkes durumu söz konusu mu?

Önümüzdeki Mübarek Kurban Bayramı günlerinde herhangi bir ateşkesin yapılabilme koşullarını AKP ortadan kaldırmıştır. Dışişleri Bakanı kendisi Suriye için çaðrı yaptı, Kürdistan’daki savaşı görmezden geldi. Bu, savaşın sürdürüleceði anlamına geliyor. Başbakan da çıkıp ateş püskürdü. Ayrıca her gün operasyonlar ve saldırılar var. Dolayısıyla her türlü yumuşama koşullarını zorlayan ve ortadan kaldıran bir yönelim söz konusu. Bu ortamda kimsenin yapacaðı herhangi bir şey olamaz.

Ama mübarek günlere saygı gereði bayram günlerinde HPG güçlerinin sivil alanlarda konuşlanan devlet güçlerine dönük herhangi bir eylemsel faaliyet geliştirmeyeceklerdir. Bu, sadece sivil yerleşim alanlarındaki gerilla hedeflerine yönelmeme biçiminde bayram günlerine özgü bir durumdur. Bayram günlerinde tümüyle ateşkes yapma gibi bir durum söz konusu deðildir. Türk devleti, Kürdistan halkına karşı geliştirdiði sindirme ve yok etme saldırılarını sürdürdüðü müddetçe Kürt halkı da kendini her zeminde savunmak zorunda kalacaktır. Bu, bayram günleri için de geçerlidir.

RÝCCÝARDONE’NÝN AÇIKLAMALARI

Geçtiðimiz haftanın diðer bir önemli konusu ise ABD Ankara Büyükelçisi Ricciardone’nin yapmış olduðu açıklamalardı. Ricciardone, yapmış olduðu açıklamada Türk devletine, sizin ve hareketinizin diðer üst düzey yöneticilerinin etkisizleştirilmesi konusunda Bin Ladin modelini önerdiklerini belirtti. Sizce gerçekten böyle bir planları var mı?

Evet. ABD Ankara büyük elçisi Ricciardone, belli ki hareketimizle çok ilgilidir. Çünkü bundan bir süre önce de hareketimize ilişkin dezenformasyon içerikli bir takım bilgileri basına vererek hareketimizi hedef göstermeye dönük bir çaba ortaya koymuştu. Şimdi de sizin belirttiðiniz sözleri söylemiş oldu. Ben yaklaşık 4-5 gündür hem Türk basınının hem de Kürt basınının bu konuda yaptıðı tartışmaları izliyorum. Özellikle Türk basın-yayın çevrelerinin geliştirdiði panellerde birçok görüş ortaya atılmakta ve tartışılmaktadır. Ama ne yazık ki hiçbirisinde gerçeðe isabet eden bir deðerlendirme görmedim. Genellikle yüzeysel, içerikli olmayan, dolayısıyla da işin esasına fazlaca dokunmayan deðerlendirmeler durumunda kaldı. Gerçekten hayret etmemek mümkün deðil. Yani “koskoca bir süper devlet temsilcisi böyle bir şeyi ortaya atmakla neyi hedefliyor? Hangi amacı taşıyor” konusunda bir derinlik yok. Bu konuda ciddi bir yetersizlikten bahsetmek mümkün.

Şimdi işin aslı nedir? Öncelikle şunu belirteyim: Burada sorun bireylerin sorunu deðildir. Yani bizim yaşamımızdan herhangi bir biçimde ürkme, korkma durumu söz konusu deðildir. Biz böyle korku ve kaygıları aşmış bulunmaktayız. Kendisini davaya adamış insanlar olarak, bu yolda yürürken her bir şeyi de göze almış ve olası tehlike durumlarını artık içselleştirmiş durumdayız. Bu açıdan ortada korkma gibi bir durum söz konusu deðil. Ama ortada halkların geleceðiyle ilgili durumlar söz konusudur.

Şimdi konuyla ilgili elimizde daha önceden mevcut olan bilgiler vardır. Evet, biz bir hareketiz ama kendimize göre istihbarat elde etme olanaklarımızın olduðu bilinmektedir. Bu hususa ilişkin bizim elimizde net ve doðruluðuna inandıðımız bazı bilgiler vardır. Nitekim Ricciardone’nin belirttikleri de bizim elimizdeki bilgileri tamı tamına doðrulamaktadır.

‘ABD ÝRAN’A KARŞI TÜRKÝYE’YÝ YANINDA GÖRMEK ÝÇÝN ÇATIŞMA ÝSTÝYOR’

Nedir bu bilgiler?

Bu çok önemli. Şimdi ABD ve Ýsrail önümüzdeki süreçte Ýran’a karşı bir hamle hazırlıðı içerisindedir. Çünkü başta bu iki devlet ve esasta Batı dünyası Ýran’ın nükleer silah elde etmesini kendisi için büyük bir tehlike olarak görmekte. Dolayısıyla bunun önüne geçmeyi de kendileri açısından vazgeçilmez görmektedirler. Ýran’a karşı hamlede Türkiye’nin kendilerinin yanında yer alması başarı açısından büyük önem taşıyor. Doðru, Türkiye genelde ABD’nin ve Batı’nın yanındadır; bu konuda kararını vermiştir ama Ýran gibi ezelden beri bölgede rakip ve komşu olan bir devlete karşı yapılacak saldırıda Türkiye aktif yer almada tereddüt yaşayabilir. Ýşte böyle bir tereddüdün olmaması için ve Türkiye’nin tam olarak bu saldırıya katılabilmesi için Türkiye’nin Kürtlerle savaş halinde olması gerekli görülüyor. Çünkü eðer Türkiye, PKK ve Kürtlerle savaş halinde olursa hem elde ettiði teknolojik ve istihbari destek açısından hem de siyasi destek açısından her zaman ABD’ye ve Batı’ya muhtaç olacaktır. Bu konu, Türkiye için can alıcı bir konu durumunda. Dolayısıyla Türkiye’nin PKK ve Kürtlerle savaş halinde olması durumunda hep Batı’ya muhtaç olacak ve onların istemleri doðrultusunda hareket etmek zorunda kalacaktır.

‘ABD PKK ÝLE TÜRK DEVLETÝNÝN GÖRÜŞMESÝNÝ ÝSTEMÝYOR’

Ama adı geçen güçler, Türkiye’nin PKK ile görüşüp bu sorunu çözme olasılıðını da görmektedirler. Bunu planları açısından tehlikeli görmektedirler. Ýşte bu plana göre, bu tehlikeyi ortadan kaldırmak ve Türkiye’nin en az birkaç yıl daha PKK ve Kürtlerle çatışır durumda olması için bizden birinin Türkiye devleti tarafından vurulması gerekiyor. Hatta bu konuda belirlenen 2 isim vardır. En azından belirlenen isimlerden birinin bir biçimde Türk devleti tarafından vurulması halinde Kürtlerle Türk devletinin arası açılacak, düşmanlık derinleşecek, dolayısıyla çatışma ve savaş da derinleşecektir. Türk devleti de ABD ve Ýsrail’e daha fazla muhtaç hale gelecektir. Bu durumda, gelişecek olan Ýran hamlesine de Türkiye’nin daha güçlü katılma koşulları olmuş olacaktır. Ýşte bu koşullarını güçlü kılmak için istihbarat imkanlarını Türkiye’ye sunma, Türkiye’ye suikast yapma kolaylıklarını saðlama, yol, yöntem, TTP (Teknik-Takip-Proje) diye adlandırdıkları stratejileri Türkiye’ye aktarma, yani bu konuda Türkiye’yi yönlendirme ve cesaretlendirme faaliyetinin olduðunu biliyoruz. Çünkü amaç Kürt sorununun çözümünün önüne geçmek ve Kürtlerle Türk devletini çatışır halde tutmaktır.

Türkiye’nin gerçek yurtseverleri ve aklıselim insanları bu gerçek üzerine iyi düşünmeli. Ama ne yazık ki bu konuda yürütülen tartışmalarda kimse işin bu yönüne parmak basmadı.

Başbakan’ın bu konuda verdiði cevap, “konunun gerçeðiyle ilgili acaba bir şeyler biliyor mu” hissini insanda yaratıyor. Yani Başbakan doðrudan onaylamadı, “bizdekilerin koşulları deðişik” diyerek bir nevi cevaplamış oldu. Perde arkasında dönen dolabın gerçeði konusunda, farkında mı, deðil mi, bilemiyorum ama ben pek farkında olduðunu sanmıyorum. Belki de gizli şeyleri deşifre ediyor diye böyle cevaplamıştır. Çünkü onun yakın çevresi olan yazar-çizerler var. Onların hiç birisi de buna yakın bir şey ifade etmiş deðil. O kesim hep, “PKK’yi nasıl dize getiririz, nasıl birilerini vururuz” havası içerisinde. Bu konuda Kürt sorununun dış bileşenlerinden hep bahsederler. Dış güçlerin hep bizim arkamızda olduklarını, bilmem ne olduklarını söylerler. Halbuki işin gerçeði öyle deðil.

Ýşin gerçeði, biz Kürt sorununun dış güçler tarafından kullanılmaması ve bunun içinde Türk devleti tarafından çözülmesi gerektiðini söylüyoruz. Evet, dış güçler Kürt sorununun varlıðından yararlanmak ve Türkiye’yi kendilerine muhtaç kılmak istiyor. Bunun için de sorunun çözümünü istemiyorlar.

Bundan bir yıl kadar önce ben Avrupa’nın Kürt sorununu çözmek istemediðini söylemiştim. Geçenlerde baktım, Başbakan da söylüyor. Evet, madem onlar çözüm istemiyor, o zaman sen gel çözüme. Ama Başbakan’ın istediði çözüm o deðil. Diyor ki “niye PKK’ye yönelmiyorlar?” Yani onun bahsettiði çözüm, PKK’nin çökertilerek sorunun çözülmesidir.

Buna gelmemiş olabilirler, oraya bir şey demem ama Batı dünyasının Kürt sorununun çözülmesini istemediði kesindir. Bu konuda hiçbir tereddüt yoktur.

‘TÜRK DEVLETÝ ULUSLAR ARASI GÜÇLERÝN OYUNUNU GÖREMÝYOR’

ABD ve Batı güçleri neden Kürt sorununun çözümünü istemiyorlar?

Biz ABD’nin ya da Batı’nın çıkarlarına herhangi bir zarar vermiş deðiliz. Fakat çizgimizden çekindikleri anlaşılıyor. Diðer yandan onlar bunu Türkiye’nin kendilerine hep muhtaç olması için istemiyorlar. Yani bize karşı tutumları var ama bu politika, bize karşı olup olmamalarıyla ilgili olmaktan ziyade Türkiye ile ilgili bir şeydir. Bunu Türkiyeli yöneticilerin anlaması gerekiyor. Fakat anlamaları için daha derinlikli ve stratejik bir yaklaşıma ihtiyaç vardır.

Bakın bu konuda geçmişi hatırlayalım: Geçmişte Önderliðimiz ABD ve bilinen baðlantılı güçler tarafından uluslararası bir komployla kaçırılarak Türkiye’ye teslim edildi. O zamanın Başbakanı merhum Ecevit, bir söyleşisinde, “ben halen ABD’nin Öcalan’ı niye bize teslim ettiði konusunu anlamış deðilim” dedi. Çünkü o zamanki amaç da benzer bir şeydi. Ortadoðu’ya müdahale projeleri vardı. Bizi engel görüyorlardı ve bu projelerde Türkiye’yi yanlarında tutmak için Türkiye’nin Kürtlerle on yıllar sürecek, katliamlarla dolu bir çatışmaya girmesini saðlamayı amaçlamışlardı. Ama Önder Apo o zaman bunu gördü ve “biz buna yol vermeyiz, alet olmayız” diyerek tutum aldı ve tek taraflı olarak savaşı durdurdu. Eðer 1999’da Önder Apo savaşı durdurmamış olsaydı o zaman belki de on yıllar sürecek kıran kırana bir savaş gelişir, derinleşir ve boyutlanırdı. Fakat o zaman Önder Apo, Türkiye halklarına karşı duyduðu büyük sorumluluk gereði tavır aldı ve tek taraflı olarak savaşı durdurdu; bu oyuna yol vermedi.

Şimdi de benzer bir oyun sahnededir. Türk devlet yetkilileri buna ne kadar yol verir, ne kadar vermez o ayrı bir şey. Ama şimdi şunun görülmesi gerekiyor: Bu uluslararası güçler, masanın üzerine kurulu bir satranç tahtası gibi dünya güçleriyle oynamaktadırlar. “Kimi kiminle çatıştıralım, kimi hangi pozisyona koyup da yanımıza çekebiliriz, kimi şu şekilde karşımıza alıp da bu biçimde çıkarlarımızı daha iyi saðlayabiliriz” gibi hesaplar yapmaktadırlar.

Şimdi Türk devlet yetkilileri bunu ne kadar düşünüyor, onu doðrusu çok merak ediyorum. Yani bunları akıl ediyorlar mı? Çünkü pratikte görülen bir yeni silah aldıklarında, bir destek aldıklarında hemen alkışlıyorlar. Evet, sana silah veriyor da ne için veriyor? Senin PKK’yi vurman için. Neden? Çözüme gelmemen için. Yani senin şiddet elini güçlendirip farklı siyasi çözüme gitmemen için onu sana veriyor. Çünkü bakıyor ki, sen çözüme girebilirsin, yani Kürtlerle sorununu barışçıl yollarla çözebilirsin. Bunun önüne geçmek için sana bir destek veriyor. Sen de bunu alkışlıyorsun. Böylece kendini aptal yerine koymuş oluyorsun. Yani sorunun özünü yakalamak bu konuda çok önemli. Umarım Türk devlet yetkilileri de bu gerçekleri görür ve soruna nasıl yaklaşmaları gerektiðini anlarlar.

Biz kendi cephemizde bu dünya denklemini çözmüş bulunuyoruz. Yani bu konuda bizim yanlışlıklara düşmemizin herhangi bir zemini yoktur veya çok azdır. Biz Türkiye ve bölge halklarının öz çıkarları için ilkesel yaklaşan ve bu konuda sorumlu davranan bir hareketiz. Tarihin bu aşamasında sorumluluðumuzun da farkındayız. Kürt sorununda şunun bunun kullanması deðil de, sorunun halkların kardeşliði temelinde çözümü için çaba sergileyeceðimiz, açık ortadadır. Önderliðimizin bu konuda geliştirdiði protokoller, tamamen bu eksene dayalı protokollerdir. Bu nedenle biz önderliksel bir hareket olarak Kürt sorununun eşit-özgür birlik temelinde, Demokratik Özerklik perspektifiyle çözümünü önemsiyoruz.