Karayılan: Gerekirse Güney Kürdistan’la birleşiriz

Karayılan: Gerekirse Güney Kürdistan’la birleşiriz

KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan "Askeri olarak da yenilmezliðimizi göstercek ve başarıyı elde edebilecek olanaklara sahibiz" dedi.

Ýmralı’da uygulanan politikayı ‘Milli Ýmralı Politikası’’ olarak yorumlayan Karayılan, AKP hükümetinin savaşın sürdürülmesinde ısrar ettiðini belirtti.

"AKP’nin merhametine sıðınmak deðildir ya da illa mutlaka işte diyalogla çözüm deðildir. Eðer diyalogla çözüme gelmezlerse, bizi yok etmek isterlerse biz o zaman direnerek, kendi baðımsız demokratik çözümümüzü ortaya koyarız. Gerekirse Güney Kürdistan ile birleşerek, baðımsızlıðımızı da ilan ederiz. Daha başka birçok yol var" diyen Karayılan, Şitazin-Oramar eyleminin de doðru anlaşılması gerektiðini vurguladı.

Silvan olayının bir provokasyon olmadıðına dikkat çeken Karayılan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan için ev hapsi deðil özgürlük istediklerini bildirdi.

Sayın Karayılan, Türkiye yine kritik bir eşiðe gelmiş bulunuyor. Hareketiniz daha önce 2012 yılını bir direniş ve Kürt sorunun çözümünde bir final yılı mahiyetinde deðerlendirmişti. Yine Türk devletinin Kürt halkına karşı başlatmış olduðu topyekun savaşı zirveye çıkarttıðı bir dönem içerisindeyiz. Bir yandan Ýmralı’da Kürt Halk Önderi Sayın Öcalan üzerinde uygulanan aðırlaştırılmış tecrit işkencesi birinci yılını tamamlamak üzereyken, diðer yandan ise KCK adı altında Kürt toplumuna yöneltilen siyasi soykırım operasyonları toplumun her kesimini kapsamına alarak devam ettiriliyor. Bu operasyonlar kapsamında son olarak KESK üyesi 28 Kürt sendikacı tutuklanırken, Silivri’de yeni bir mahkeme başladı. Yine siyasette Erdoðan-Kılıçdaroðlu görüşmesi ardından sürpriz bir çıkış yapan Leyla Zana geçtiðimiz Cumartesi günü Başbakan Erdoðan ile görüştü. Geçtiðimiz günlerde de bir gazetede çıkan haber üzerine Meclis son dönemlerinin en gergin oturumlarından birisine sahne oldu; Öcalan’ın Ýmralı’da olmadıðı tartışmaları üzerine Adalet Bakanı Engin, “isteyen gidip bakabilir” diyerek tansiyonu daha da yükseltti. Bütün bunların yanısıra Türk ordusunun yürütmüş olduðu askeri operasyonlar yoðunlaşarak devam ederken, HPG gerillaları 19 Haziran günü Kuzey Kürdistan’da kapsamlı bir devrimci operasyon gerçekleştirdi. HPG gerillaları ile Türk ordusu arasında yaşanan savaş derinleşirken gazeteci Avni Özgürel’in Medya Savunma Alanları’nda sizinle yapmış olduðu röportaj bütün bu konular içerisinde dikkatlerin bir de şahıs olarak sizin üzerinizde toplanmasına neden oldu. Ve tabii ki Suriye’nin düşürdüðü Türk savaş uçaðı ve ardından yaşanan Türkiye-Suriye krizi…

Tüm bu konuları zamanınız elverdikçe size soracaðız ve bu olaylara bir de sizin cephenizden bakacaðız. Röportajımıza Ýmralı üzerindeki tartışmalardan başlamak istiyoruz.

‘MÝLLÝ ÝMRALI POLÝTÝKASI UYGULANIYOR’

Ýmralı’daki tecrit birinci yılını doldurmak üzereyken, Aydınlık isimli gazetede çıkan bir haber, yeni bir tartışma başlattı. Öncelikle siz hareket olarak bu tür haberleri nasıl deðerlendiriyorsunuz?

Bugün Ýmralı’da uygulanan politika ‘Milli Ýmralı Politikası’dır. Yani Türkiye’deki tüm kesimlerin katıldıðı bir politika Ýmralı’da yürütülmektedir. Bu politika gereði Ýmralı’da bir işkence sistemi vardır. Hukuk dışı, etik dışı, insanlıkla alakası olmayan bir politika uygulanmaktadır. Eritme, çürütme ve o suretle imha etmeyi hedefleyen bir sistemdir. Bu, sürekli bir biçimde yürütülen psikolojik bir savaştır. Bu, Önderliðimiz şahsında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kürt halkına karşı geliştirdiði bir savaştır. Önderliðimiz buna karşı direniyor, Önderliðin yanındaki yoldaşlar direniyorlar. Kürdistan halkı bu işkence sistemine karşı direnmektedir, Hareketimiz, kadro ve gerilla güçlerimiz bu işkence sistemine karşı direnmektedir.

Önderlikle ilgili “Öcalan Ýmralı’da mıdır, deðil midir?” savını ortaya atan MHP ve Ergenekonculardır. Yani daha önce de ortaklaştıkları Kızılelmacılar denilen, ırkçı, şovenist kesimlerdir. Aslında bunlar bu tür yalan haber ve soruları ortaya atarak, Ýmralı’da uygulanan psikolojik işkence sistemini pekiştirmek istemektedirler. Bunu yaparken de aynı zamanda orada uygulanan insanlık dışı uygulamayı gizlemek istemektedirler. Orada bir işkence var, bu tür söylemleri ortaya atarak, o işkenceyi perdeleme-gizleme tutumu söz konusudur. Ýşte, “helikopterle alınmış, yok bilmem neredeki misafirhaneye götürülmüş, nerede görüşmeye götürülmüş” deniyor. Halbuki öyle bir şey yok. Sistematik biçimde yürütülen bir psikolojik saldırı durumu var. Önderliðimiz üzerinde çok aðırlaştırılmış bir tecrit ve psikolojik işkence uygulaması vardır. Önderliðin buna karşı büyük bir iradeyle çok tarihsel bir insani duruşu sergilemesi ve direnişi vardır. Gerçek budur. Ama bunu farklı bir biçimde göstererek, aslında yapılmak istenen şey oradaki işkenceyi pekiştirme ve yürütülen bu insanlık dışı uygulamayı da gizlemedir.

Bu Kızılelmacılar bunu yaparken, AKP cephesi de hem uluslararası hem de ulusal düzeylerde farklı bir üslupla aynı şeyi yapmaktadır. Mesela bugünkü Sabah Gazetesi’nin manşetine bakın; “Çarpıyorlar, Aldatıyorlar” diyerek atmışlar manşeti. Güya Önderliðin Adalet Bakanı’na mektup yazdıðını, ailesiyle, avukatlarıyla görüşmeyeceðini, bunun nedeni olarak da kendisinin anlaşılmadıðını ve yanlış aktarıldıðını ifade ettiðini iddia ediyor. Adalet Bakanı buna benzer şeyleri CPT, Avrupa Konseyi gibi uluslararası kurumlara da propaganda etmiş. Şimdi de Sabah Gazetesi’nde manşet haline getirmişler. Yani aslında “tecrit yok, Öcalan kendisi zaten görüşmek istemiyor” diyerek, Ýmralı’da uygulanan aðır uygulamayı gözden kaçırma ve gizleme çabası vardır.

Şu doðrudur, Önderlik o koşullar altında ailesi ve avukatlarla görüşmeyi elbette ki kabul etmedi ve etmez de. Çünkü Önderliðin avukatlarının hepsi içeri atılmış durumda. Çünkü hukuksuz bir biçimde orada her söz hem teybe alınıyor hem de birisi tarafından dinleniliyor ve Ýmralı’da her türlü hukuk kurallarını ayaklar altına alan uygulamalar var. Orada uygulanan bir psikolojik işkencedir. Konuşma üzerinde tehdit ve denetim var. Bu ortamda yapılacak görüşme saðlıklı olmayacaðı gibi bütün bu uygulamaları normalleştirmeye yol açar. Zaten onlar hem her şeyi yapmak istiyor hem de normalleştirmek istiyorlar. Onların bu işkenceci ve işkence etmeyi normal gösteren politikalarını reddetmek için Önderliðimiz tabii ki bu koşullarda gerçekleştirilecek görüşmeleri kabul etmeyeceðini söylemiştir. Görüşmelerin yapılması için haksız yere tutuklanan Avukatların bırakılması ve hukuk güvencesinin verilmesi şartını ifade etmiştir. Bu olmadan tecrit ve işkence devam edecek anlamına gelir. Buna karşı da direniş devam edecektir.

Bu temelde Ýmralı’da insanlık onurunun direnişi devam ediyor. Tarihsel direniş yüksek bir iradeyle yükselmektedir. Bizim de buna doðru cevap verme görevimiz vardır. Bu söylenenlerden çıkarılacak sonuç budur. Öte yandan Ýmralı konusunu bu kadar ortaya atmaları gerçekten kuşku vericidir.

‘BÝR HEYET ÝMRALI’YA GÝTSÝN’

Adalet Bakanı Meclis’te yaşanan tartışmalar üzerine “inanmayan gidip bakabilir” diyerek tansiyonu daha da yükseltti. Bir yandan devletin, ailesi ve avukatlarıyla bile görüşmesine izin vermediði Öcalan için neden böyle bir söz söylediði düşündürürken, diðer yandan ise kimi sivil toplum örgütleri, siyasi çevreler ve gazeteciler Ýmralı’ya gitmek için resmi başvuru hazırlıðında. Bakanın bu sözünü ve bahsi geçen girişimleri nasıl yorumlamalı?

Şimdi Adalet Bakanı açıklama yaptı, yine ilgili savcı da yapmış ama acaba orada tersi bir durum yok mu? Bu durum bizleri de büyük oranda bir kuşkuya sevk etmiştir. O açıdan Sayın Ahmet Türk’ün Ýmralı’ya gidip görüşme yapmak için başvurmuş olması çok isabetli bir girişimdir. Daha önce BDP eş başkanları da yapmıştı. Bu doðru bir girişimdir ve tüm halkımız da böyle bir girişimin arkasında durmalı. Biz bu koşullarda Önderliðimizin ne durumda olduðunu öðrenmek istiyoruz, halkımız öðrenmek istiyor. Bu kadar tartışmanın yaratıldıðı bu ortamda acaba tersi bir durum mu var? Gerçekten orada neler var, onu öðrenmek gerekiyor. Bu açıdan başvuruların yapılmış olması yerinde olduðu gibi tüm demokratik kurumlar da bu konudaki istemlerini gündemleştirerek, bir heyetin Ýmralı’ya gitmesini saðlamaları çok yerinde olacaktır.

Aslında CPT de Avrupa’da yapılan direnişler karşılıðında bunun sözünü verdi fakat bugüne kadar gerçekleştirmiş deðil. Çünkü her ne kadar bu politika milli bir politika olsa da, bu milli politika özünde uluslararası bir politik gerçeðe de dayanmaktadır. Oradaki uygulamalardan Avrupa’nın kurumları da aslında bu anlamda sorumludurlar. Dolayısıyla Önderlik etrafında oluşturulan bu bir yıllık aðır tecritle sözüm ona özgürlük hareketini baskılamak, geri adım attırmak, bu biçimde sonuca gitmek istemektedirler. Bunun karşılıðında tüm halkımızın ve hareketimizin de bu insanlık dışı uygulamaya karşı direniş mücadelesini yükseltmesi bir görev haline gelmiş bulunmaktadır.

Özel savaş basını ve kimi siyasetçileri dinleyince geçmişte sanki bir yumuşama havasının olduðu, ancak Şitazin eyleminin bu havayı bozduðu vb. yaklaşımlar söz konusu. Yine hareketinizin içinde sanki farklılıklar varmış gibi bir takım deðerlendirmeler yapıldı. Gerçekte bir savaş süreci mi var, bir yumuşama süreci mi var? Siz bu konuda ne diyorsunuz?

Açık ki bugün Kürdistan'da bir savaş var. Geçen Temmuz ayından bu yana sürdürülmekte olan bir savaş var. AKP bu savaşla kesin sonuçlar elde etmek istiyordu. Hatta Sri Lanka örneðini gündemleştirdiler. Kış boyu güçlerimize karşı çok kapsamlı saldırılar yapıldı. Yine Ýmralı Ýşkence Sistemi derinleştirildi. KCK operasyonları yaygınlaştırıldı. Halkı korkutmak üzere Roboskî Katliamı, Urfa Cezaevi Katliamı gerçekleştirildi; yine daha deðişik yerlerde, sokaklarda, orada-burada Kürt gençlerinin katledilmesi olayları boyutlandı. Aslında toplumu sindirmek için bu bir yıllık süreç içerisinde AKP hükümeti hemen hemen her yönteme başvurdu. Sorunun çözümünü kilitleme, imha ve yok etme politikasını bu biçimde uygulayarak, sonuç almak istedi.

Ancak gelinen aşamada AKP sonuç almamıştır; başarısız olmuştur. Onların amacı bu bir yıllık süreç içerisinde Kürt siyasetinde daðınıklık yaratma, Kürt toplumunda bıkkınlık ve sindirmeyi geliştirme, Özgürlük Hareketi güçlerine de önemli darbeler vurarak, geriletmeydi. Ama bugün Özgürlük Hareketi her zamankinden daha güçlü bir pozisyonda duruyor. Bu da AKP devletinin Kürdistan'da yürüttüðü topyekun savaşın gelinen aşamada sonuçsuz kaldıðını göstermektedir. Fakat AKP cephesinden savaşın sürdürülmesinde bir ısrar var. Sürdürülmek ve sonuç alınmak istenmektedir. Ama bunu öyle tek yönlü işte polisin veya askerin saldırıları biçiminde yapmıyor. Zaten AKP, “daha önceki hükümetler döneminde çeteler vardı, ortak hareket etme yoktu, yine din olgusu iyi kullanılmadı. Bu yüzden Kemalist iktidar dönemindeki uygulamalar sonuç vermedi. Biz kapsamlı bir projeyle sonuç alacaðız. PKK’yi yeneceðiz” diyerek, bu süreci başlattı. Daha dün Hüseyin Çelik, “eski hükümetler döneminde teröre karşı başarısız olunmasının nedeni çetelerin var olmasıydı” dedi. Şimdi çeteleri temizlediklerine göre artık başarılı olacaklarını demeye getiriyor.

‘ERDOÐAN YANLIŞ HESAP ÝÇERÝSÝNDEDÝR’

Yani bu bir savaş kararı…

Evet, bu bir savaş kararıdır ama işi bu noktaya getiren biz deðiliz. AKP’nin, kendine sevdalı, kendini her şeyin merkezinde gören, “herkes önümde diz çöktü, PKK de diz çökecektir” diyen egemenlikçi, sömürgeci zihniyeti bu işi bu noktaya getirmiştir. Onlar Kürt halkına diz çöktürmek istiyorlar.

Bunun için şimdi askeri çözümü biz deðil, onlar gündeme koymuştur. Onların gündeme koyması karşısında elbette biz boyun eðecek, geri adım atacak deðiliz. Askeri diyorlarsa bizim askeri gücümüz ve yetkinliðimiz daha fazladır. Biz bu konuda da yenilmezliðimizi gösterecek ve başarıyı elde edebilecek olanaklara sahibiz. Bizim çok samimi bir biçimde barışçıl yaklaşımlarımızı, Önderliðimizin canhıraş bir biçimde barışçıl çabalarını zayıflıðımıza yormaları onların en büyük hatasıdır. Erdoðan, Erdoðan’ın yandaşları ve danışmanları bu konuda yanlış hesap içindedirler. Biz sorunu barışçıl diyalog yöntemiyle çözmek istedik, teslim alınmayla deðil. Ama onlar bunu, bizim zayıflıðımıza yorarak, “biz sonuç alırız” dediler. Bunu daha zengin yöntemlerle yani bir taraftan “biz Kürt sorununu çözeceðiz”, vb. söylemlerle toplumu beklentiye sokarak, ardından ise dönüp-dolaşıp “biz aslında Kürt sorununu çözdük şimdi PKK sorunu var” diyerek yapmaya çalışıyorlar. Yani tek bir yöntemle deðil, birçok yöntemle bunu yapmak istiyorlar. En önemsedikleri ise psikolojik savaş yöntemleridir. Bunu hem içte hem de dışta yapıyorlar. Dışarıya dönük işte Amerika’ya, Avrupa’ya gidip, “biz aslında sorunu çözmek istiyoruz ama PKK engeldir. Onun için biz PKK’yi engel olmaktan çıkarcaðız ve sorunu çözeceðiz” derken, Türkiye kamuoyuna ise, “biz terörle mücadele edeceðiz, tasfiye edeceðiz ama uzantılarıyla da görüşeceðiz” demektedirler. Ýşte bu savaştır ‘’savaşarak sonuç alacaðız” demektir.

Biz bu konuda proje koyduk. Önder Apo daha 2011 yılının başında “öncelikli hedefimiz ve seçeneðimiz bu sorunu demokratik diyalog yöntemiyle çözmektir” dedi. Bunun için Önderliðimiz protokolleri hazırladı ve sundu. Bu protokoller üç yıllık görüşmelerin bir sonucu olarak ulaşılan bir zirveydi. Devlet buna gelirse biz bu barışçıl çözümü arzu ediyoruz dedik.

‘GEREKÝRSE GÜNEY KÜRDÝSTANLA BÝRLEŞÝRÝZ...’

Peki, buna gelmez de sizi yok etmeyi tercih ederse…

O zaman ise Devrimci Halk Savaşı stratejisiyle direnmek ikinci çözüm yolu olarak devreye girer demiştik. Devrimci Halk Savaşı yok edilmeye karşı direnmedir. Askeri çözüm bu biçimde gündeme gelmiştir. Bunu onlar bu biçimde gündeme getirdiler. Dolayısıyla şimdi AKP’nin askeri çözümü dayatması temelinde bir savaş süreci var. Biz onların askeri çözümünü tersine çevirmek ve yerine devrimci çözümü koymak istiyoruz. Bunu da halkımız direnerek, gerillalarımız direnerek, rehin olanlar o esaret altında direnerek bugün göstermektedirler. Bu konuda yaşanan gerçeklik budur.

Bugün Kürdistan'da bir savaş var ama AKP devleti bunu ısrarla gizlemeye, kayıplarını az göstermeye ve toplumu yanıltmaya çalışıyor. Oysa sürdürülen çok yaygın bir savaş var.! Psikolojik alanda, basın-yayın alanında, kültürel alanda, siyasi alanda, hukuk alanında, askeri alanda ve her alanda yürütülen bir savaş vardır. AKP devleti bu savaşla irademizi kırmak, bizi tasfiye etmek ve sonuç almak istiyor. Biz ise halk olarak var olmak istiyoruz. Ýrademizle özgür bir biçimde bu topraklarda özgür-eşit bir biçimde yaşamak istiyoruz. Bunun için sonuna kadar direnerek, bu sonucu elde etmeyi hedefliyoruz.

Biz her zaman seçeneklerimiz olduðunu ifade ettik. Ýşte şimdi yine söylüyoruz. Bizim tek seçeneðimiz AKP’nin merhametine sıðınmak deðildir ya da illa mutlaka işte diyalogla çözüm deðildir. Eðer diyalogla çözüme gelmezlerse, bizi yok etmek isterlerse biz o zaman direnerek, kendi baðımsız demokratik çözümümüzü ortaya koyarız. Ve açıkça söyleyelim; şimdi Ortadoðu bölgesi kaynıyor. Kürtler de bu bölgede artık bir faktördür, bir güçtür. TC Devleti Kürt halkını bir halk olarak, bir millet olarak tanıma temelinde çözüme yaklaşır, demokratik özerklik ekseninde çözerse, biz ona varız. Ama buna gelmezse, bunu kabul etmezse elbette ki biz baðımsız bir biçimde bu sorunu çözmek üzere tüm gücümüzü ortaya koyacaðız. Gerekirse Güney Kürdistan ile birleşerek, baðımsızlıðımızı da ilan ederiz. Daha başka birçok yol var.

Kısacası şu bilinmeli ve şantaj olarak görülmemeli, biz PKK ve Kürt halkı olarak seçeneksiz deðiliz. Eskiden Kürt toplumu bilinçsizdi, baðımsız siyasi düşünce gücü yoktu. Ama bugün bir Önderliði var, bir felsefesi var ve yetişmiş on binlerce kadrosu vardır. Siz bu halkı artık kandıramazsınız, tasfiye edemezsiniz, köle bir statüde tutamazsınız. Sanki PKK birkaç bin gerilla gücüymüş, işte bu gerilla gücü hemen bugün-yarın silah bırakacakmış gibi bir hava yaratmanın da hiçbir anlamı yoktur. Ya da işte bazı operasyonlarla “kuşatıyoruz, yok edeceðiz” gibi bir takım propagandatif tutumlarla kimse sonuç alamaz.

Neden?

PKK güçlü bir harekettir, güçlü bir kitlesel temeli ve güçlü bir askeri gücü vardır. Otuz yıllık tecrübesi vardır. Kürdistan’ın tüm zirvelerinde mevzilenmiş bir gerilla gücüdür. Siz bu gerilla gücünü yenemezsiniz. Bugün gerilla gücü modern profesyonel gerilla ekseninde yeniden yapılanmayı derinleştiriyor ve bu yeniden yapılanmayı başarmış bir gerilla gücü kesinlikle zafer kazanacaktır. Her türlü saldırıyı boşa çıkarabilecek, kendini koruyabilecek, deðer yargılarını savunabilecek bir güç olduðunu herkese gösterecektir.

Biz, birincil olarak bahsettiðim protokoller temelinde diyalogla ve Önder Apo’nun belirttiði 3 şart temelinde çözmeyi tercih ediyoruz. Ama yok bunu yapmazsan, bir bütünen halkımızı her alanda hedefleyerek, üzerimize gelip, bizi teslim almak istersen, biz buna karşı direnerek, teslimiyet politikalarını parçalama temelinde başarıya gidecek güçteyiz. Bu konuda hiçbir tereddüt yoktur. Bunun bu biçimde yalın ve açık bir tarzda herkesçe bilinmesinde büyük bir fayda vardır.

Ýşte gerçekleşen Şitazin-Oramar eylemini herkes bu eksende doðru anlamalıdır. Farklı biçimlerde, yok işte “PKK’nin bir kararı mıdır, deðil midir”, vb. tartışmalar ile kalkıp Silvan eylemiyle karşılaştırma yanlıştır. Biz Silvan eylemini daha önce söyledik. Silvan yerel gücün kendi inisiyatifiyle yaptıðı bir eylemdir. Kaldı ki eylem bile deðildir. Operasyona çıkmış olan Türk askeri güçleriyle karşılaşan bir gerilla birliðinin yaptıðı bir çatışmadır. Ancak şimdi durum daha farklıdır.

Biz şimdi 14 Temmuz 2011’de deðiliz; 2012 yılındayız. Dolayısıyla durumlar farklıdır. Öyle eskileriyle karşılaştırılamaz. Direnen halkımız her konuda birliðini, bütünlüðünü saðlamıştır. Özgürlük Hareketi’nde herhangi bir biçimde ayrılıklar falan söz konusu olamaz, öyle bir şey yok. Bu konudaki yorum ve psikolojik yalanlara cevap bile vermek istemiyorum. Her şey hakimiyetimizde, denetimimizde ve güçlü bir planlama çerçevesinde gerçekleşmektedir. Biz bu temelde sonuca gidiyoruz. Bu tarihsel direniş sürecini hiç kimse gölgeleyemez.

Kaldı ki, mücadele içerisinde gelişip, şekillenen bugünkü birlik sadece hareketin üst yapısındaki bir birlik deðildir. Bugün Önder Apo çizgisi ve felsefesi ekseninde Kürdistan’ın bütün özgürlükçü demokratik mücadeleci güçlerinde bir birlik ruhu vardır. Bu askeri alanda da, siyasi alanda da, sosyal-toplumsal alanda da gelişen bir ruhtur. Mücadeleci birlik ruhu Kürt halkını zafere taşıyacak temel ruhtur. Bugün Kürt halkı bu halkayı yakalamış ve hiçbir zaman da bırakmayacaktır. Kim bu birliði bozmaya kalkışırsa ona karşı tavır almasını da bilecektir. Dost-düşman herkesin bunu doðru görmesinde büyük yarar vardır.

‘KÝMSEYE BARIŞ UMUDU VERMEDÝM’

Bu konuda sizin Avni Özgürel ile yaptıðınız röportaj çok tartışma konusu yapıldı. Sizin bazı söylemleriniz üzerinden deðerlendirmeler geliştirilerek, süreci tanımlamaya kalkışanlar oldu. Madem durum sizin belirttiðiniz gibiyse sizin adınıza yapılan tartışmalar gerçeði yansıtmıyor muydu? Ya da farklı bir deyişle yaptıðınız röportajda bir tahrip ya da çarpıtma mı vardı?

Belirttiðim gibi Kürdistan’da 2011 Temmuzu’ndan bu yana bir savaş durumu zaten söz konusuydu. 2012 baharına geldiðimizde bu savaşın daha da tırmanacaðı anlaşılıyordu. Mayıs ayında Avni Bey’in başvurusu olunca biz, “acaba bir faydası olur mu, sürece bir katkısı olabilir mi” diyerek, o röportaj teklifini kabul ettik. Başka da birçok teklif vardı ama koşullarımız ve süreç gereði biz hepsini kabul edemezdik. Ancak zaman zaman, “sürece katkısı olabilir” diye bazı görüşme isteklerini kabul etme durumumuz oluyor. Şimdi biz Sayın Avni Özgürel’i de bu temelde kabul ettik. Çünkü kendisi geçmişten beri Önderlik eksenli deðerlendirmeler yapan bir gazeteci-yazardı. Gayet normal, saðlıklı bir röportaj yapıldı. Sanırım röportajını Radikal Gazetesi ve Türk basını yayınlamaya yanaşmadı. Bu kuşkusuz AKP hükümetinin tutumuyla yakından alakalıdır. Bir ay gecikmeli olarak kendi yeni kurduðu sitesinde yayınladı. Bunu anlayabiliyoruz. Beş bölüm halinde yayınlanan röportajın metnini okudum. Orada yansıtılan söylediklerime ilişkin bir şey belirtmiyorum, şimdi de katıldıðım hususlardır. Kendisi bilinen-tanınan bir şahsiyettir. Bu konuda güven veren birisi. Dolayısıyla yazımda bilinçli bir tahribat yoktur. Fakat redakte etmede gösterilen bazı dikkatsizlikler diyebileceðim yetersizlikler vardır. Özellikle bazı cümle ve vurguların redakteye muzdarip kalmasının bir takım nedenleri olduðunu düşünüyorum. Çünkü bazı cümleler çıkarılmış. Bunlar kısmi olarak anlam farklılıðını yaratmış olsa da özü itibarıyla röportajdaki mesajlar verilmektedir. Bu konuda bir sorun yok.

Ben o röportajda kimseye barış umudu vermedim. Tersine durumun ciddiyetini ve gelişen yoðun operasyonlar temelinde savaşın daha da gelişebileceðini yansıtmaya çalıştım. Bu konuda bazı köşe yazarları “acaba Karayılan tavşana kaç, tazıya tut mu dedi, acaba politika mı yaptı” diyorlar. Bazıları da “acaba kötü polis, iyi polis rolleri mi var” vs. vs. yorumlar yapıldı. Ben burada bu tür yorumlar için bir şey demiyorum. Fakat yorum yapanlar röportaja dayanarak, yorum yapmalıydılar. Röportaj deðil de, röportaj hakkındaki yorumları yorumlayanlar yanlış sonuçlara gitmişlerdir. Röportajın yayınlanan metinleri ortada. Ben ortalıðı süt-liman gibi göstermedim. Ciddiyeti izah etmeye çalıştım. Benim söylediklerimin samimiyeti ve tutarlılıðı ortadadır.

Orada çözüm için çok çaba sarf ettiðimizi fakat bu çabalarımızın karşılık bulmadıðını, AKP’nin tutumu sonucu bu noktaya geldiðimizi belirttim. Yine çözümün tek adresinin Önder Apo olduðunu, onun da kendi şartlarını kamuoyuna deklare ettiðini, özgürlük, güvenlik ve tedavi koşullarının saðlanması gerektiðini, ancak bu temelde yeni bir sürecin gelişebileceðini ifade etmeye çalıştım. Bunun için de AKP’nin-Erdoðan’ın yeni bir karar alması gerektiðini belirtmeye çalıştım. Yani bizlerin, gerek benim gerekse de başkasının bu konuda herhangi bir şey yapamayacaðını, Önder Apo'nun o koşullarda bulunması gerçeði karşısında kimsenin bir şey yapamayacaðını, dolayısıyla gerginliðin tırmanma olasılıðının bulunduðunu ifade etmeye çalıştım. Hatta bu konuda üzerimize gelineceðini, bizim de direnerek, yenilmezliðimizi bir kez daha ortaya koymak zorunda olduðumuzu vurguladım -ki bu cümle yansıtılmamıştı.- Bu çerçevedeki bir röportaj kimseye herhangi bir şey, güllük-gülistanlık bir ortamı vaat etmiyor. Fakat bahar ayları olmasına raðmen çatışma düzeyinin düşük olmasını bir izleme sürecindeyiz, biçiminde izah ettim. Bu doðruydu.

Sayın Avni Özgürel’in röportajından sonra süreç biraz daha gerginleşti. Başbakan’ın tavrında çok ciddi bir sertlik başladı. Direkt bizi hedefledi. Bize “savaş baronları” dedi. Hatta Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürtleri bu kadar kandırmasını, bu kadar kalleşlik yapmasını bir tarafa vererek, bize ve BDP’ye karşı “kalleş” kavramını kullandı. Bu bir tutumdu. Bunun röportajın içeriðiyle baðlantılı olup-olmadıðını bilmiyorum. Ama baðlantılı olma ihtimali vardır. Askeri operasyonlar arttırıldı. Başta Van yöresindeki bütün belediye başkanlarının tutuklanması olmak üzere siyasi alana dönük operasyonlar hız kazandı. Kürtçe ana dil hakkı evrensel bir haktır, doðuştan gelen bir haktır. Kürt halkı bunu talep ediyor. Şimdi bunu seçmeli dil derekesine düşürme aslında Kürt halkının bu haklı, insani talebini provoke etmedir. Biz bunu öyle olumlu bir adım olarak görmüyoruz. Bu provoke etme tutumun sonucu gelişen bir şeydir. Önderliðimizin ev hapsine alınmasına ilişkin tartışmalara bile tahammül gösteremeyen bir tutumu daha açıkça gördük. Bütün bunlarla birlikte yaygınlaşan operasyonlar herhangi bir esnemenin olmadıðını gösterdi. Böyle olunca elbette ki çatışma sürecinin tırmanacaðı açıktır. Kaldı ki röportaj yaptıðımız tarih 17 Mayıs’tır. Oramar-Şitazin eylemi ise 19 Haziran’da oldu. Bu iki tarih arasındaki zaman diliminde yaşanan gelişmeler Oramar-Şitazin türü eylemleri zorunlu hale getirmiştir.

Bu konuda tarihsel açıdan doðruların yerini bulması için belirtmem gereken bir-iki husus daha var. Bir gazeteci bir yere gittiðinde tabii ki gördüklerini, gözlemlediklerini kendi yorumları olarak yazabilir. Ýzlenimlerini kanaat olarak deðerlendirebilir. Biz buna bir şey demiyoruz. Ancak yapılmış bu yorumların bizzat bana mal edilmesi kişiyi yanlış sonuçlara götürebilir. Gazeteci Neşe Düzel’in yaptıðı röportajda Avni Özgürel kendi yorumlarını aktarıyor. Bu yorumların bizzat benim söylediðim sözlermiş gibi anlaşılması doðru deðildir.

Örneðin ben “biz saldırı olursa cevap veriyoruz ama merkezin kararıyla karakol baskınları gibi eylemler yapmıyoruz” gibi bir cümle kullanmadım. Böyle bir cümleyi daha önceki ateşkes dönemlerinde kullanmış olabilirim ama yeni dönemde kullanmam mümkün deðil. Çünkü ortada bir ateşkes durumu yok. Biz bu konuda ilkesel ve oldukça samimi yaklaşıyoruz, politiklik adına kamuoyunu yanıltma gibi bir tarzımız yoktur. Bu cümle Sayın Avni Özgürel’in kendi yorumu olabilir.

Yine diðer bazı konular da sanki yanlış anlaşılmış gibi geliyor bana.

‘OSLO SÜRECÝNDE ARACI OLAN KURUM ÝNGÝLÝZ ÝSTÝHBARATI DEÐÝLDÝR’

Mesela hangi konular?

Mesela bu Oslo süreciyle ilgili konuda yanlış anlaşılma diyebileceðim, doðru olmayan cümleler de yorum olarak ifade edilmiştir. Örneðin Oslo sürecinde aracı olan kurum Ýngiliz istihbaratı deðildir. Ben böyle bir şey söylemedim. Tam tersine bu kurum uluslararası düzeyde itibarı olan, dünya çapında benzer birçok toplumsal sorunu çözmede rol oynamış yani salt bizimle Türkiye arasında aracı olmamış, başka birçok devletle örgüt arasında da aracı olmuş, sorunları çözmüş, muteber bir kurumdur. Benim adını söylememe gerek yok. O kendilerine ait bir şeydir. Ýsterlerse adlarını açıklarlar. Ama uluslararası ciddiyeti ve saygınlıðı olan bir kurumdur. Ýstihbarat örgütleriyle herhangi bir ilişkileri yoktur, barış için çalışan saygın bir sivil toplum kuruluşudur.

Şimdi Türkiye devleti ve basın-yayın organları şundan vazgeçmeli. Yani sürekli bizi küçük gösterme, küçümseme, polisiye bir olay, istihbaratı işin içine katma, işte istihbarat işidir, gibi gösterme tutumundan vazgeçmelidir. Bizim istihbaratçılarla işimiz yoktur. Söz konusu kurum uluslararası tanınan bir kurumdur. Ondan sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti adına gelip bizimle görüşenler de “biz MÝT temsilcisiyiz” demediler. “Biz devleti temsil eden bir heyetiz” dediler ve biz o temelde görüşmeleri yaptık. Kaldı ki heyetin tümünün MÝT üyesi olmadıðını biliyoruz. Ama ısrarla MÝT ile PKK görüşmesi, ısrarla bilmem hangi istihbarat kurumunun aracılık yaptıðı gibi vurguların gündemleştirilmesi doðru deðildir. O bizi küçümseme yaklaşımından ileri gelen bir yakıştırmadır.

‘MÝT GELSÝN BÝZÝ SORUŞTURSUN DEMEDÝM’

Ben, “MÝT gelsin, bizi soruştursun” demedim. Bizim MÝT ile ne öyle bir hukukumuz ne de bir ilişkimiz vardır. Biz “o aracı kuruma” dedik. Ben onu söyledim. Yani o söz konusu uluslararası aracı kuruma dedim ki, “bu bilgi sızdırması bizden gitmemiştir. Gerekirse soruşturma açın, gelin, biz bütün ortamımızı size açarız. Soruşturma yapabilirsiniz. Biz o görüşmenin kayıtlarını yapmamışız ve biz dışarıya vermemişiz” dedik. Onu söyledik. Şimdi orada deniliyor ki “MÝT çaðrılmış, gelin araştırma yapın denilmiş.” Öyle bir şey yok. MÝT bize yüklemeye çalıştı. Biz de ona karşı bu biçimde uluslararası kurum nezdinde savunmamızı yaptık. Ama sonradan bu sorun herkes tarafından anlaşıldı. Bu görüşme tutanaklarını ve ses kaydını sızdırma işini Türk devletinin kendi iç çelişkilerinden kaynaklı bazı kesimler yapmıştır. Açıkça anlaşılan AKP-Gülen çatışması ekseninde basına sızdırılan bir husustur. Bu şimdi daha iyi anlaşılmıştır. Orada da belirttim, başta bizler bazı uluslararası güçlerden de kuşkulandık ama sonra anlaşıldı ki hayır, özellikle “biz bu belgeleri BDP Amed binasında gördük” demeleriyle birlikte artık bizim için netleşmiştir. Çünkü o belgeler orada yoktu. Bunları izah ettik.

‘SÝLVAN OLAYI PROVOKASYON DEÐÝLDÝR’

Yine PKK içinde kimi unsurların barışı provoke ettiði yönündeki deðerlendirme ise tümüyle gerçek dışıdır. PKK disiplinli ve kontrol altında olan bir harekettir. Yerel birimlerin inisiyatifi vardır ama öyle kimsenin herhangi bir biçimde çizgiyle oynama durumu söz konusu olamaz. Silvan olayı bir provokasyon deðildir. Eðer bu konuda bir provoke etmeden bahsedilecekse, olsa olsa o askerleri gerilla mevzilerinin içine gönderen kişilerden provokatör olarak bahsedilebilir. Bu nedenle bu yönlü vurgular gerçekleri yansıtmıyor. Ayrıca bizim Önderlik için ev hapsini isteme gibi bir durumumuz yoktur. Biz Önderlik için özgürlük istiyoruz. Eðer Türk devleti Kürt halkıyla toplumsal barış yapmak istiyorsa öncelikle Kürt halk Önderliði özgürlüðüne kavuşmalıdır. Gerçek ve kalıcı toplumsal uzlaşma ve barış ancak böyle mümkün olabilir.

Diðer bir husus da Oslo görüşmeleri Aðustos 2008’de başladı. KCK adı altındaki operasyonlar ise 14 Nisan 2009’da başladı. Biz bu KCK adı altında Kürt siyasetçilerine yönelmeyi, görüşme sürecini hançerleyen bir girişim olduðunu baştan beri ifade ettik. Ama hep “durdurulacak, mahkemeye çıkarılıp bırakılacaklar” vb. vb. şeyler söylendi. Nihayetinde öyle olmadı. Tersine giderek, kapsamlılaştı. Tüm toplumu hedefleyecek hale geldi. Bu konuda biz yanılmadık, yanıldıðımız bir şey yoktur. Ben şunu söyleyeyim, geliştirdiðimiz bu diyalog sürecinde ne Önder Apo, ne de biz hareket yönetimi olarak hiçbir biçimde yanılmadık. Önder Apo ne dedi? “Hükümette ve parlamentoda çözüm zihniyetini oluşturmaya çalışıyoruz” dedi. Yani hükümette gerçekçi bir çözüm zihniyetinin olmadıðının farkındaydık. Fakat diyalog yöntemiyle çözümdeki ısrarımızın esas amacı bu diyaloglarla aynı zamanda çözüm zihniyetini oluşturma, ikna faaliyetlerini geliştirme idi. Bunun için biz ısrarlı bir biçimde çözüm sürecini dayattık ve bundaki ısrarımızı koruduk. Nihayetinde baktık ki AKP hükümeti süreci tamamen seçim taktikleri olarak öngörüyor. Yani AKP’nin Türkiye Cumhuriyeti’nin en köklü sorunu olan Kürt sorunu gibi bir sorunu çözme deðil de, “şu seçime nasıl çatışmasız girer ve bir de nasıl Türkiye’nin tüm sorunlarını çözüyorum havasını yaratarak, kamuoyundan destek alırım” taktikleriyle soruna yaklaştıðı iyice anlaşıldı. Nitekim 12 Haziran 2011 seçimlerinden sonra zaten restini çekti. Orada kalleşlikleri anlaşıldı. Yoksa biz öyle çok yanılmadık. Biz sürece çok bilinçli yaklaşan ve bu konuda neyin ne olduðunu bilen bir tarzla baştan beri bu yaklaşımı esas aldık. Fakat kendilerinin de tamamen böyle taktiksel yaklaştıðı daha çok seçimden sonra iyice açıða çıktı. Tekrar ediyorum, süreci bozan Silvan olayı deðildi. Süreci bozan Başbakan Erdoðan’ın protokolleri reddetmesidir. Reddedip, görüşmeleri artık tek taraflı olarak kesmesidir. Oslo sürecini bu tutum sonlandırmıştır.

‘14 TEMMUZ MÝTÝNGÝ ÖNEMLÝ BÝR ÇIKIŞ OLACAK’

Kürt siyaseti 14 Temmuz’da kapsamlı bir miting tertipliyor. Çalışmalar Kürdistan’ın birçok kentinde yoðun bir şekilde sürdürülüyor. Bu mitinge ilişkin neler belirteceksiniz?

Biz de basından izliyoruz. Bana göre tüm baskılara, şiddete, tutuklamalara raðmen Kürt siyasetinin ayakta duruşu, birliðini ve direngenliðini koruması çok anlamlıdır. Bu açıdan “zulme karşı demokratik direniş” adı altında geliştirilen 14 Temmuz Mitingi, Kürt siyaseti açısından önemli bir çıkış olacaða benziyor. Ben de buradan tüm Kürt halkına, demokratik kurum ve kuruluşlarına bu mitinge yüksek bir katılım göstermeleri çaðrısını yapıyorum. AKP’nin sömürgeci rejimine karşı Kürt halkının omuz omuza mücadelesinin geliştirilmesi çerçevesinde bu mitingin bir yeri olacaðı açıktır. Bu açıdan bu mitinge yüksek bir katılımın geliştirilerek, Kürt siyasetinin gücünü ortaya koyması tutumunun desteklenmesi gerektiðini düşünüyorum.

Dün, Silivri’de “Ýstanbul KCK Davası” adı altında siyasi soykırım operasyonlarının “tiyatro sahnesi” olarak adlandırılan yeni bir bölümüne başlandı. Çok sayıda Kürt siyasetçi, akademisyen ve toplumun çeşitli kesimlerinden bir çok kişinin hakim karşısına ilk çıkışlarına “Kürtçe konuşma krizi” damgasını vurdu. Siz bu Silivri mahkemesini ve dün yaşananları nasıl deðerlendiriyorsunuz?

Ýstanbul’da başlayan bu davayla birlikte bir kez daha Türk devletinin KCK operasyonu adı altında Kürt Özgürlük Hareketi’ne ve Kürt siyasetine karşı geliştirdiði soykırımın ve savaşın tablosu görülmüştür. Orada hukuki bir dava deðil, tamamen siyasi bir tutumun olduðu açık ortadadır. Bu hükümet Silivri’de Ergenekon yargılaması yapıyor. Ergenekon davalarında ulusal ve uluslararası destek almış olabilir ama rehin aldıðı Kürt siyasetçilerini ve onların Türkiyeli deðerli dostlarını yargılama davasında aynı desteði göremeyecek, tersine bu rejimin gerçek yüzünü açıða çıkaracaktır. Açık ki Kürt Özgürlük Hareketine karşı sömürgeci hukuk kuralları işletilmektedir. Bu Kürt halkına karşı yapılmış bir zulümdür. Bu dava, bir siyasi partinin normal-yasal faaliyetlerini illegalize ve kriminalize etme tutumu olmakla beraber, Türkiye’de adaletten, haktan, barıştan ve demokrasiden yana olan kesimlere de gözdaðı vermeyi hedeflemektedir. Türkiye’nin vicdanının temsilcisi konumunda olan deðerli bilim insanı Büşra Ersanlı’nın ve yine Ragıp Zarakoðlu gibi şahsiyetleri yargılamaya tabi tutan sömürgeciliðin gerçeðini açıða vurmaktadır. Kürt özgürlük hareketinin Türkiye demokrasi güçleriyle ortaklaşmasını hedefleyen ve Kürt siyasetini yalnızlaştırarak, sindirmek isteyen bir konseptin nasıl pratikleştirildiðini orada görmek mümkündür.

Ben özellikle KCK davası adı altında tutuklanan Kürt siyasetçilerinin Kürtçe diliyle savunma hakkında ısrarcı olmalarını takdir ediyorum. Çok anlamlı, ulusal-demokratik bir duruştur ve Türk devletinin de mahkemelerinin bu konudaki yaklaşımını açıða çıkaran önemli bir tutumdur. Ne kadar ırkçı ve çaðdışı yaklaştıkları, bir kişinin kendi ana diliyle kendini savunma hakkını bile tanımadıkları, bu mahkemelerin ne kadar ideolojik ve siyasi yaklaştıklarını açıða çıkarmıştır. Gerçeði bu biçimde ortaya koyan bu tutum çok önemlidir. Dolayısıyla Kürt halkının ve Kürt siyasetçilerinin bugün mücadelesi her yerde sürmektedir. Zindanda da, mahkemede de her yerde Türk sömürgeciliði bu haklı ve iradeleşmiş toplumsal gerçeðe karşı daha fazla direnemez. Bu dava, davanın sahiplerini altında bırakacak nitelikte bir sonuca doðru gidecektir. Kürt halkının ve Türkiye’deki demokrasi güçlerinin mücadelesi bu sonucu yaratacaktır. Bu konuda halkımızın ve demokratik çevrelerin mahkeme önünde göstermiş oldukları sahiplenme tutumu ve dayanışmaları da çok anlamlı bir duruşu ortaya koymuştur.

Dün aynı zamanda 1993 yılında Sivas’ta gerçekleşen katliamın da yıldönümüydü…

Evet, Madımak Katliamı’nı yapanlar o süreçte yükselen Kürt Özgürlük Hareketi’yle Türkiye sol demokratik ve Alevi çevreleriyle bütünleşme sürecine karşı bir saldırı olarak bunu planlamışlardır. Özellikle bu konuda Sivas’ın seçilmiş olması da önemlidir. Sivas, Türkiye ile Kürdistan’ı birleştiren bir halkada yer almaktadır. Aynı zamanda Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nin gerilla güçlerinin büyük devrimci, Şehit Alîşêr Koçgîrî (Yücel Halis) yoldaşın öncülüðünde Sivas’a kadar gelebildiði, Sivas’tan Tokat’a, oradan da Karadeniz’e doðru açılım çabalarının sergilendiði bir süreçte gerçekleşmiş olması da dikkat çekicidir. Aslında bu halkların birleşmesine, bütün mazlumların egemenlikçi sömürgeci sisteme karşı ortaklaşmasına karşı yapılmış bir saldırıdır. Alevi ve sol kesimleri sindirmeye dönük, insanlık dışı bir katliamdır. Bu katliam zihniyeti bugün de sürmektedir. Dün orada 35 kişi katledildi, bugün Roboskî’de de 34 kişi katledildi. Bunlar aynı zihniyetin sonucu olarak gerçekleştirilen katliamlardır. Bu açıdan Madımak Katliamı’nın 19. yıldönümünde orada yaşamını yitiren bütün devrimci aydınları anıyorum. Onların anılarına baðlılıðın bir gereði olarak halkların kardeşliði, özgürlüðü ve demokrasi mücadelesini yükselterek, cevap olacaðımızı belirtmek istiyorum. Bu katliamı gerçekleştirenleri de nefretle kınıyor, bunun hesabının mutlaka sorulacaðını vurgulamak istiyorum.

Yarın: Leyla Zana’nın çıkışı