‘Karanlıðın Yüreði’nde yargılanmak.. – Sara Aktaş*

‘Karanlıðın Yüreði’nde yargılanmak.. – Sara Aktaş*

Joseph Conrad’ın “Karanlıðın Yüreði” isimli kitabında öykü anlatıcısı Marlow ırmak üzerinde giderken kıyıdaki Afrikalılara bakar ve şöyle der: “Tarih öncesi insanlar bize lanet yaðdırıyordu, niyaz ediyordu, hoş geldiniz diyordu... Kim bilebilir? Biz... Hayalet gibi suyun üzerinde kayıyor ve deliler evindeki bu çıldırma sahnesi karşısında akıl sahibi insanların yaşayabileceði türden bir şaşkınlık ve gizli iðrenme duygusu yaşıyorduk. Yeryüzü gerçekmiş gibi görünmüyordu... Ýnsanlar da... Hayır, insan dışı deðillerdi. Daha kötü olan onların insan dışı olmadıklarına dair bir şüpheydi...” Nedense Amed’de görülmekte olan KCK ana davası dolayısıyla hazırlanan şaşalı salona her girdiðimde, kendimizi o insan dışı olmadıklarına dair şüphe taşınan Afrikalılara, salonda saf tutan onlarca polis ve mahkeme heyetini ise bize kıyıdan bakan beyaz adama benzetirim. Marlow’un bakışlarındaki şüphe, gizli öfke ve iðrenme adeta oralarda bir yerlerde geziniyor gibidir. Arada bir kaldırıp başlarını bizi gerçekten görmeye çalıştıklarında vicdanıyla yaşayan insanlardan bir topluluk görüyor olmalılar ki alelacele indiriverirler bakışlarını.

KCK davalarında ön kabullerin “hakikat” haline getirilip her şeyin ona uydurulması süreci işliyor. Herkesin ‘KCK’li’, ‘bölücü’, ‘potansiyel suçlu’ olduðu ön kabulü tümüyle mantıksal bir sürece uydurularak geriye kalan her şey tümdengelimle ondan türetilmektedir. Hareket noktası bir kere bu ön kabuller üzerine kurulduktan sonra gerçeklik, ne yapıldıðı ya da ne yapılmaya çalışıldıðı yok sayılıyor. Bu nedenledir ki “aðaç dikmek”, “Hasankeyf’i koruma”, “Newroz’a katılma”, “kadına dönük şiddetle mücadele”, “yüzde 40’lık kadın kotası” bile suç kabul ediliyor. Kuşkusuz Türkiye cumhuriyeti tarihi bu tip davalara yabancı deðildir. Ýstiklal mahkemeleri, sıkıyönetim mahkemeleri ve yargılamaları, devlet güvenlik mahkemeleri ve yargılamaları bunların tipik örnekleridir. Görülmekte olan bu davaların, bu mahkemelerin zihniyetinden kopuk olmadıðı açık. Bu davalarda da egemen statü nezdinde Kürdün ve Kürt kadınının tanımı yokluk üzerine kuruludur. Bu nedenle Kürt siyaseti kadar Kürt kadınının özgürlük çabası yok sayılmakta, çarpıtılmaktadır. Mevcut iddianame ise kadına ve hayata dair her şeyi suç kapsamına alıp yargılama konusu yapmıştır. Yaşamak, örgütlenmek, düşünmek, suç kapsamına alınmıştır. Zaten yasalar kadın haklarını yok saydıðından, ondan söz etmek bile suç sayılmıştır. Eril iktidarın ve yargının suçlar manifestosu olabilecek bu iddianame insanın vicdani, ahlaki seçimlerini yok etme mantıðı üzerine kuruludur. Daha da kötüsü bu mantık en doðal işleyişin bir parçası gibidir.

Mevcut yargı sisteminin otoriterliði bütün yaralarını insanların tümünün uyması gerektiði “hareket yasaları” haline getirirken, buradaki zorunluluk ise bir gerçeklik olarak dayatılmaktadır. Bir tür “düşünmeyeceksin” buyruðu yargı eliyle kabul ettirilmektedir. “Gözünü kapatıp, vazifesini yapan vatandaş” profili idealize edilirken, sorgulayan insanların vicdanına el konulmak istenmektedir. Kafka’nın “Dava”sındaki gibi bir amaçsallık yüzümüze çarpılıyor. Dava’da Josef K’ya cezaevi rahibi, “her şeye gerçek deðil, zorunlu gözüyle bakmak gerekir” der. Bir zaman sonra zorunluluk adına her şeye boyun eðmek ve hatta yüceltmek doðal görünmeye başlar. Nihayetinde K bile kendi infazını düzenin zorunlu bir parçası, direnmeden teslim olmayı da “görevi” olarak kabullenir. Oysa bizler Josef K. deðiliz; ruhuyla, beyniyle, bedeniyle direnen özneleriz.

Sonuçta belirtmek isterim ki; bu yargılamalarla zorunluluk adına yalana boyun eðen, onu yücelten, kendi düşünce ve iradesini yok sayan insanın yaratılma süreci inşa edilmek isteniyor. Buna göre, ideal insan itaat eden insandır. Her şeyi mümkün ve mubah sayan, kendi bencilliðine hapsolmuş, kendine ve yaşama dair ahlaki sorumluluðunu yitiren insanların çaðı başlatılmak isteniyor. Oysa bizler bu düzenin ve zamanın zorunluluklarının parçası olmayı çoktan reddettik. Yeryüzünün tümünde insanın yeni bir şeyler başlatma ve eylemde bulunma kapasitesi yok edilmedikçe ve bizlerin vicdanı kurutulmadıkça, hiçbirimiz mekanik birer varlıða dönüşmedikçe bu amaçsallıðın gerçekleşmeyeceði çok açık. Nihayetinde yaşadıðımız ve yaptıðımız her şey yaşanılır bir ülkede onurumuzla var olmak içindir. Yaşanmakta olanı deðiştirmek ise varlık gerekçemiz...

Kaynak: Özgür Gündem

*Kürt siyasetçilerine yönelik ‘KCK’ adı altında yapılan operasyonlarda gözaltına alınıp tutuklanan Sara Aktaş, 12 Eylük gününden bu yana kaldıðı Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nde açlık grevinde bulunuyor.