Bayık: AKP/MHP’nin meşruiyet ve yönetim kabiliyeti kalmamıştır

23 Haziran’da İstanbul’da yenilenen İBB seçimlerini değerlendiren KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin ve Antalya gibi şehirleri kaybetmiş bir iktidarın meşruiyet ve yönetim kabiliyetinin kalmayacağını söyledi.

23 Haziran’da İstanbul’da yenilenen belediye seçimlerine ilişkin ANF’nin sorularını yanıtlayan KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, “AKP iktidarı Kürt ve demokrasi düşmanı politikalara çok angaje olduğu için bu seçimi kaybetmesini bu politikalara dayandırmamaktadır. Biz kendimizi anlatamadık diyorlar. Sanki izledikleri demokrasi ve Kürt düşmanı, halk, emekçi, kadın düşmanı politikalar anlatılabilirmiş gibi bir gafleti yaşamaktadırlar. Biz kendimizi anlatamadık demek; politikalarımız, her şeyimiz doğruydu ama anlatamadık, bu noktaya geldik yaklaşımıdır. Halbuki halk AKP’nin politikalarını çok iyi anladığı için farklı seçeneklere yönelmiştir” dedi.

Bayık röportajının birinci bölümü şöyle:

İstanbul seçimleri tartışmasız bir farkla kazanıldı ve AKP/MHP bloku ciddi bir hezimet yaşadı. Bu hezimet, AKP/MHP blokunu ve her ortağın iç çatışmasını nasıl etkiler?

İstanbul seçimlerinin büyük farkla AKP/MHP bloku tarafından kaybedilmesinin sonucu eğer demokratik bir ülke söz konusu olsaydı kuşkusuz çok ciddi sonuçları olurdu. Ancak Türkiye’nin demokratik bir ülke olmadığı dikkate alındığında bunun AKP/MHP blokuna nasıl bir etkisi olur zamanla göreceğiz. Ancak etkisi olacağı tartışmasızdır. Çeşitli kesimlerin vurguladığı gibi hiçbir şey eskisi olmayacak, belirlemesi belli yönleriyle doğru bir belirlemedir. Çünkü AKP iktidarı 2002 Kasım’ındaki seçimden bu yana hep oy oranını artırmıştı ve hiçbir seçimi kaybetmemişlerdi. Kuşkusuz 7 Haziran seçimlerinde kaybetmişlerdi. Bugünkü İstanbul seçimlerinin benzeri bir durum 7 Haziran’da da ortaya çıkmıştı. Ancak demokrasi güçleri doğru bir politika izleyemedikleri için AKP’nin bu kaybetme gerçeğini siyasi sonuçlara çeviremediler. Bu durumdan da AKP iktidarı yararlandı, 7 Haziran seçimlerinden sonra Kürt düşmanı kesimlerle ittifak yaparak ve savaş politikası izleyerek seçim sonuçlarını tersine çevirdiler. 7 Haziran seçimleri Türkiye açısından demokratikleşmeyi dayatıyordu. Halkın iradesi ortaya çıkmıştı. Ama halkın bu iradesi ve tutumu siyasal sürece yansıtılmadı. Bu da demokrasi güçlerinin yanlışlıklarının sonucu oldu. O günden bugüne MHP ve tüm Kürt düşmanlarıyla bir ittifak kurarak otoriter faşist bir politika yürüttüler. Kürt halkına ve demokrasi güçlerine saldırdılar. Özgürlük Hareketini tasfiye etme politikası izlediler, Kürtler üzerinde soykırım politikası yürüttüler. Kürtlerin nerede bir kazanımı varsa oraya saldırdılar. Bütün faşist iktidarlarda olduğu gibi şovenizmi şahlandırarak, iç ve dış düşmanlar yaratarak iktidarlarını ayakta tutmaya çalıştılar.

Bu yerel seçimler Türkiye halklarının AKP/MHP iktidarının politikalarını desteklemediğini ortaya koydu. Çünkü en fazla beka sorunu ya da iç ve dış düşmanlar kavramı bu yerel seçimler öncesi kullanıldı. Yerel seçimler öncesi herkesi karşıtlaştırdılar, düşmanlaştırdılar. Beka sorunu dediler ve Türkiye halklarının desteğini almaya çalıştılar. Ancak şu açığa çıktı ki halklar bu beka söylemine inanmıyor, inanmadığı gibi AKP/MHP iktidarının izlediği politikalara onay vermiyor. Bu politikaları doğru bulmadıklarını, AKP/MHP ittifakının anladığı ve yansıttığı gibi bir beka sorunu olmadığını, Türkiye’nin temel sorunlarının AKP/MHP ittifakı temelinde çözüme kavuşturmadığını, halkların önceliklerinin farklı olduğunu ortaya koydular ve gerçekten de bu politikaya yenilgi yaşattılar. Bunun sonuçları mutlaka olacaktır. Eğer demokrasi güçleri doğru politika yürütürlerse AKP/MHP blokunda da ciddi çatlaklar ortaya çıkacak, özellikle AKP’nin içinde karışıklıklar yaşanacaktır. Zaten 31 Mart seçimlerinden sonra AKP içinde bu seçimlerin MHP’yle ittifak yapması kaybettirdi, MHP’yle ittifak yapma AKP’ye kaybettirdi değerlendirmeleri yapıldı. Ki o zaman İstanbul’daki fark çok azdı. Şimdi İstanbul’da, yani Türkiye’nin nabzının attığı, Türkiye toplumunun prototipi olan ve tüm Türkiye toplumunun duygularını, değerlerini yansıtan bir seçimde kaybetmeleri daha derin ve kapsamlı tartışmalara yol açacaktır. 31 Mart seçimlerinde MHP ittifakı sorgulandığına göre bu seçimden sonra bu ittifak daha fazla sorgulanacaktır.

MHP içinde fazla bir sorgulama ve tartışma olacağını sanmıyoruz. Onlar mevcut ittifakı ayakta tutmaya çalışacaktır. Çünkü iktidarın nimetlerinden yararlanıyor, birçok köşe başını tutmuşlar. MHP siyasal tarihinde ilk defa bu kadar imkanlara kavuşmuştur. Bu yönüyle AKP’yle ittifakı sürdürmek isteyecektir. MHP’nin temel politikası bu olacaktır. Hatta bu konuda AKP’ye daha fazla destek verme politikası izleyecektir. Ancak AKP açısından durum çok farklı. AKP bu ittifakta en temel kaybeden olmuştur. Rasyonel bakışla AKP yeniden iktidar gücü olmak, iktidarına meşruiyet kazandırmak açısından MHP’den uzaklaşma, MHP’yle eskiden kurduğu sıkı ittifakı gevşetme biçiminde politikalara yönelebilir. Demokratik bir ülkede demokratik bir tartışma bu sonuçları ortaya çıkarır. Ancak AKP’nin siyasal elitinin böyle davranıp davranamayacağı belli değildir. Çünkü AKP iktidarı şimdiye kadar MHP ve diğer Kürt düşmanları ve demokrasi düşmanlarının politikalarına o kadar angaje oldu ve içine girdi ki politik seçenek, argüman ve kendisine politik güç toplama konusunda dış düşman, Kürt düşmanlığı, saldırganlık dışında propaganda ve politika argümanı bırakmadı. Diğer politik argümanlarını kaybetti, zayıfladı. Hatta demokrasi, özgürlükler gibi argümanlar muhalefetin eline geçti. Nitekim AKP’lilerin bir kısmı bu seçim sonuçlarının kaybedilmesini; moral değerleri kaybettik, moral değerler konusunda inisiyatifi muhalefete kaptırdık gibi değerlendirmeler yapmışlardır. Bu açıkça Türkiye’nin iç siyasetinde AKP’nin dayandığı temellerin kaybedildiği ve zayıfladığını gösterir. İşte bu durum iktidarı bırakmak istemeyen Erdoğan ve AKP şovenizmi şahlandırma, iç ve dış düşman argümanları algısını canlı tutma temelinde iktidarını sürdürmek isteyebilir. Çünkü tüm otoritere ve faşist iktidarlar kendilerini iç ve dış düşman yaratarak ayakta tutarlar.

Demokratik bir seçenek, demokratik siyasi anlayış benimsenmezse, yani köklü bir zihniyet ve politika değişikliği içine girmezse iktidarlarını ayakta tutmak için daha fazla dış ve iç düşman politikası ve beka sorununu gündeme getirilebilir. Erdoğan’ın ilk açıklamalarında bunları görmek mümkündür. Her ne kadar demokrasi kazandı dese de seçim yenilgisini bu söylemle örtme çabasıdır. Demokrasi kazandı, sanki kendilerinde demokratik zihniyet varmış, böyle bir sonuç demokrasiye hizmet edermiş gibi söylemlerde bulunmaktadırlar. Bu söylemle seçim sonuçlarının etkilerini zayıflatmak, kendilerinin demokratik olmayan politikalar karşısında demokrasi güçlerinin daha etkin ve daha aktif olmasını engellemek, bu seçimin kaybedilmesini normalleştirmek, bu seçimin kaybedilmesinde demokrasi güçlerinin rolünü küçültmek, Türkiye halklarının alternatif bir demokratik yönetim ve sistem isteme gerçeğini gözardı etmek istemektedirler. Ancak politika niyetlerle yapılacak bir şey değildir. Toplumsal dengeler, toplumun gerçeği, düşüncesi, duyguları siyaseti etkiler. AKP içinde şimdiden bir sarsıntı olmuş ve sorgulama başlamıştır. Zaten seçimler öncesi AKP’nin politikalarına eleştiri vardı, alternatif politikalar dillendiriliyordu. AKP’nin politikalarının yanlışlığı ve toplumsal tabanını kaybetme gerçeğine dayanarak bu söylemlerde bulunuyordu. Eğer AKP’nin toplumsal tabanı ve politik gücü sürseydi Ahmet Davutoğlu, Babacan ve Gül gibi isimler gündeme gelmezdi. AKP mevcut politikadan vazgeçmezse Babacan, Davutoğlu gibi alternatiflerin devreye girerek AKP’yi parçalama, AKP’ye alternatif olma hamlesi yapacaklardır. Bu nedenle de bunu engellemek için AKP içinde izlenen politikaların tartışılması mümkündür.

Gerçekten de AKP’nin kuruluşunda ve sonrasında izlediği politikalarda belli bir kayma olmuştur. Kuşkusuz bu kayma AKP iktidarının demokrasi güçleri ve Kürt halkının özgürlük mücadelesi karşısında demokratik ve özgürlükçü karakterinin olmadığının ortaya çıkması sonucu iktidarını ayakta tutmak için farklı politikalar yönelmesiyle gerçekleşmişti. İşte bunu politik eksen kayması olarak değerlendirenler var. Bu yönüyle AKP içinde, önceki politikalara dönelim biçiminde tartışmalar olacaktır. AKP açısından iç tartışmaların gelişeceği bir döneme girilmiştir. Bu tartışmaları hangi yol ve yöntemlerle engelleyecekler onu göreceğiz. Erdoğan’ın söylemlerinde palyatif tedbirlerle bu işi kotartmayı düşündüğü anlaşılıyor. Belki bazı bakanları değiştireceklerdir. Böylelikle sanki kaybeden politikalarda değişiklik yapacakmış gibi adımlar atabilirler. AKP iktidarı Kürt ve demokrasi düşmanı politikalara çok angaje olduğu için bu seçimi kaybetmesini bu politikalara dayandırmamaktadır. Biz kendimizi anlatamadık diyorlar. Sanki izledikleri demokrasi ve Kürt düşmanı, halk, emekçi, kadın düşmanı politikalar anlatılabilirmiş gibi bir gafleti yaşamaktadırlar. Biz kendimizi anlatamadık demek; politikalarımız, her şeyimiz doğruydu ama anlatamadık, bu noktaya geldik yaklaşımıdır. Halbuki halk AKP’nin politikalarını çok iyi anladığı için farklı seçeneklere yönelmiştir. Dolayısıyla kendimizi iyi anlatamadık gibi yaklaşımlarla AKP’deki bu çalkantıları durultmak mümkün değildir. Eski politikalarda ısrar ya da palyatif tedbirler sürdürülürse bunun AKP içinde ciddi çatlaklarla karşılaşması kaçınılmazdır diye düşünüyoruz.

AKP/MHP blokunun kaybetmesinde HDP ve bileşenleri öncülüğündeki Kürtlerin belirleyici etkisi oldu. Kürtler, bu duruşlarıyla Türkiye’nin demokratikleşmesine nasıl bir katkı sunmuş oldu?

Şu açıktır; özellikle 12 Eylül 1980 darbesiyle iktidarı ele geçiren cuntanın Türkiye’de faşist bir diktatörlük kurma çabalarından sonra demokrasi mücadelesinde Kürtler öne çıkmıştır. 12 Eylül faşizminin sol güçleri ezmesi, demokrasi güçlerini sindirmesi ortamında Kürtler demokrasi mücadelesinde öne çıkmışlardır. Demokrasi mücadelesinin esas yükünü omuzlamışlardır. Eğer bugüne kadar Türkiye’de demokrasi mücadelesi verilmişse, demokratikleşme bilinci ayakta tutulmuşsa, demokratikleşme alternatifi tümden ezilmemişse, canlı tutulmuşsa bunda Kürtlerin belirleyici rolü olduğu tartışmasızdır. Kuşkusuz Kürtler demokrasi mücadelesi verirken, demokratikleşme özlemini, isteğini, birikimini ayakta tutarken çok ağır bedeller ödemişlerdir. Eğer bugün Türkiye’de demokratikleşme özlemi ayakta kalmışsa ve yerel seçimlerde görüldüğü gibi demokrasi güçleri bir canlanma içine girmişse, faşist iktidara karşı bir duruş ortaya koymuşsa, merkeziyetçi, otoriter, tekçi zihniyet ve politika geriletilmişse bunda Kürtlerin rolü çok önemlidir.

Yerel seçim sonuçlarında HDP seçeneğinin, HDP’nin bir alternatif demokratik ittifak haline gelmesinin rolü çok çok önemlidir. Kürtler sadece kendi mücadeleleriyle kalsaydılar kuşkusuz demokrasi mücadelesine katkı sunarlardı ama bugünkü sonuçlar ortaya çıkmazdı. Bugünkü sonuçları ortaya çıkaran kesinlikle HDP’de somutlaşan Kürt halkının devrimci demokratik güçleriyle Türkiye’nin devrimci demokratik güçlerinin bir araya gelmesidir. Ortak bir siyasi hareket yaratmalarıdır. Eğer HDP gibi demokrasi güçleriyle Kürt halkının birleştiği bir demokratik seçenek ve siyasal yapılanma ortaya çıkmasaydı bugünkü sonuçlar da sağlanamazdı. Bu açıdan bugünkü sonuçların ortaya çıkmasında esas olarak HDP projesinin, zihniyetinin, HDP’de somutlaşan ittifakın belirleyici rolü olmuştur. Bu gerçeklik bile Türkiye’de demokratikleşmenin nasıl bir ittifakla, hangi zihniyetle gerçekleşeceğini gözler önüne sermiştir. Kürtlerle Türkiye halklarının demokrasi mücadelesi birleştiğinde Türkiye’de neler değiştirebileceklerini ve nasıl sonuç çıkarabileceklerini bu seçimde çok açık biçimde kanıtlanmıştır. 7 Haziran’da da bu yönlü önemli sonuçlar alınmıştı. 7 Haziran’da da Kürt demokratik güçleriyle Türkiye’deki demokratik güçlerinin birleşmesinin otoriter, merkeziyetçi ve demokrasi karşıtı AKP iktidarını nasıl gerilettiği görülmüştü. Bu yönüyle İstanbul seçimlerinde AKP/MHP ittifakının ve politikalarının geriletilmesi bir HDP başarısıdır. Kuşkusuz HDP’nin en önemli bileşeni Kürtler, Kürt demokratik güçleridir. Sadece Kürtlerin başarısı denilirse bu yanılgı olur. Eğer Kürtler Türkiye demokrasi güçleriyle birlikte bir HDP projesi ortaya çıkarmasalardı, Türkiye’de alternatif bir siyasi program ortaya koymasalardı bugünkü başarı gerçekleşmezdi. Bunu özellikle vurgulamak gerekir. Bu açıdan HDP projesi hem Kürtler açısından önemlidir hem Türkiye demokrasi güçleri açısından önemlidir.

Bu seçim sonuçlarıyla birlikte Kürtler bu projenin önemini daha iyi anlamalı, HDP projesine soğuk yaklaşan kimi eğilimleri ve etkileri tümden geriletmeleri gerekmektedir. Çünkü HDP’yi sadece bir Kürt partisi olarak görmek isteyenler olduğu gibi, hatta HDP ortaya çıktığında niye böyle bir parti kuruluyor, niye Kürt partisi olmaktan çıkılıyor, Kürdistani parti olma özelliği bırakılıyor diye çeşitli kesimlerden tırtıklayan eleştiriler gelmişti. Bunu AKP, MİT ve KDP yapmıştır. Yine Bakurê Kurdsitan’daki çeşitli milliyetçi eğilimler yapmıştı. Aslında bu Kürtlerin aleyhine ve zararına olacak bir zihniyeti ifade ediyordu. Böyle bir yaklaşım aslında Kürtleri Türkiye’de yalnızlaştırma ve böylelikle soykırımcı sömürgecilerin saldırısını daha da kolaylaştırma ve sonuç almasını sağlama zihniyetidir. Zaten soykırımcı sömürgecilik de on yıllardır, hatta yüz yıldır Kürtleri demokrasi güçlerinden kopararak, Kürt demokratik güçleriyle Türkiye’nin demokratik güçlerinin birleşmesini engelleyerek Kürtleri yalnızlaştırıp Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesini ezme politikası izlemiştir. Ve bu yönlü özel ve psikolojik savaşını süreklileştirmiştir. Bir taraftan Kürt milliyetçi eğilimler Kürt halkının Türkiye’nin demokrasi güçleriyle birleşmesini engelleyici tutumlar içine girerken, diğer taraftan özel savaş Türkiye’deki demokrasi güçlerinin Kürtlerle buluşmasını, ortak mücadele yürütmesini engellemek için çok büyük çaba göstermişlerdir. Kürtler üzerindeki egemenliklerini ve demokrasi güçleri üzerindeki baskılarını bu sayede yürütebilmişlerdir. Şunu açıkça söylemek gerekir; eğer Kürt demokratik güçleriyle Türkiye’deki halkların demokratik mücadelesinin birleşmesi önünde engel yaklaşımlar varsa, bu birleşmeyi kabul etmeyen ve sabote etmeye çalışan yaklaşımlar varsa bunda esas olarak Türkiye’deki soykırımcı sömürgeci özel savaşın etkisinin sonuçları olduğunu görmek gerekir. Bu tür yaklaşımlarda öyle kimi Kürt çevrelerinin ya da Türkiye’deki kimi sol ve demokratik çevrelerin kendi zihniyeti ve iradesi olduğunu düşünmemek gerekiyor. Kuşkusuz onların böyle bir yaklaşımı ortaya çıkıyor. Ama bunu ortaya çıkaran zihniyet ve siyasi ortam özel savaşın yarattığı zihniyet ve ortamdır. Bir kere bu gerçekliğin derin bilincine varılması gerekiyor.

Artık bu tür engellerin aşılarak Kürt demokratik güçlerinin Türkiye halklarıyla buluşmasını sağlayan HDP projesinin, HDP’de var olan demokratik ittifakın, HDP’nin ortaya koyduğu üçüncü yolun mutlaka desteklenmesi, Allah’ın ipine sarılır gibi sarılarak bu seçeneğin güçlendirilmesi ve Türkiye’nin geleceğini belirleyecek temel demokrasi ittifakı temel bir siyasi yol olarak geliştirilmesi gerekmektedir. Bugün HDP’nin nasıl sonuçlar yarattığı ortaya çıkmıştır. Bu sonuçlar ortaya çıktı, iyidir, güzeldir demek yetmez. Bu sonuçlar nasıl ortaya çıktı, hangi zihniyetten ve politikadan kaynaklandı, bunun görülmesi gerekir. Bu görülürse o zaman bu politikalar ve ittifaklar daha da güçlendirilir ve genişletilir. Çünkü ittifakın varlığından ve genişlemesinden bütün demokrasi güçleri kazançlı çıkar. Sadece Kürtler değil, sadece HDP içinde şu anda var olan demokratik sol güçler değil bütün demokrasi güçleri, sol ve sosyalist güçler kazançlı çıkar. Ortaya çıkan ve kanıtlanmış bu sonuçlardan sonra demokrat, sol ve sosyalist olanlar ve Türkiye’nin demokratikleşmesini isteyenlerin artık bu gerçeği görmeleri ve HDP seçeneğini büyütmede kendi rollerini oynamaları gerekir.

Dolayısıyla sol ve demokratik güçlerin Kürt demokratik hareketinden uzak kalmaları, yine HDP’nin gerçekleştirdiği demokratik ittifakın dışında kalmaları Türkiye’deki demokrasi mücadelesini zayıflatan, demokratik birikimin bir araya gelmesini engelleyen duruşlar oluyordu. Artık bunun görülerek aşılması gerekiyor. Kürtlerle demokrasi güçleri birleştiğinde Türkiye’nin demokratikleşmesine nasıl hizmet ettiği görülmüştür. Bu yönüyle özellikle Türkiye’nin siyasal, toplumsal, kültürel yapısını belirleyen şehirlerde Kürtlerin, Alevilerin ve emekçilerin yoğunluğu dikkate alındığında demokratik ittifakın genişlemesinin gerçekten büyük sonuçlar doğuracağı görülmüştür. Kürtler gerçekten Türkiye’nin demokratikleşmesine, demokratikleşme mücadelesine on yıllardır büyük değer kattıkları gibi bundan sonra da büyük değer katacaklardır. Kürtler demokratikleşmeye en fazla ihtiyaç duyan topluluktur. Hem dil, kimlik ve kültürel olarak baskı altına alınmaları, soykırımcı sömürgeci politikayla karşılaşmaları hem de Türkiye’nin temel emekçi halk olmasından dolayı demokratikleşmenin büyük bir dinamizmini ifade etmektedir. Zaten son seçimlerde HDP çatısı altında demokratik ittifak temelinde rolünü oynamaları birçok şeyi değiştirecek bir dinamizme sahip olduklarını göstermiştir. Özellikle de demokratik mücadelede seçimler söz konusu olduğunda Kürtlerin anahtar rol oynadığı ortaya çıkmıştır. İstanbul seçimlerinde HDP çatısı altında Kürtler ve demokrasi güçleri tutum belirlemeseydi AKP/MHP faşizminin İstanbul başta olmak üzere büyük şehirlerde geriletilmesi mümkün olamazdı. %15’e varan toplumsal yapısıyla çok belirleyici rol oynamışlardır. Kaldı ki bu seçimde ortaya koydukları tutumla yarattıkları bir sinerji vardır. Demokrasi güçleriyle Kürt demokratik güçlerinin birleşmesi kendi güçlerinden öte bir sinerji de ortaya çıkarmışlardır.

Demokrasi ve özgürlük mücadelelerinde belli bir sinerji yaratıldığında mevcut güçlerinden ve etkilerinden öte sonuçlar çıkaracağını da görmek lazım. İstanbul seçimlerinde Kürtlerin ve demokrasi güçlerinin bir araya geldiğinde nasıl başarı elde edeceği görülünce bu gerçekten ciddi bir hava yaratmış, bu hava da bir sinerji ortaya çıkarmış, farklı kesimleri, toplumsal kesimleri de etkilemiştir. İstanbul seçimlerinde farkın bu kadar büyük olmasında yaratılan bu sinerjinin etkisini de görmek gerekiyor. Kuşkusuz bu etki sadece Kürtlerin oy vermesi ya da HDP çatısı altında AKP/MHP’yi geriletme için seçimde verilen oylarla sınırlı kalmamış; farklı toplumsal kesimler de bu demokrasi mücadelesine ve bu yönlü hareketliliğe katmışlardır. Bu açıdan tabi ki sadece Kürtlerin oyuyla bu fark ortaya çıkmamıştır. Ama Kürtlerin ve HDP çatısı altında birleşen demokratik güçlerin tutumunun özellikle büyük şehirlerde yarattığı sinerjinin sonuçları olarak ortaya çıkmıştır. Bu durum sadece İstanbul seçimleri ve büyük şehirlerin kazanılmasına yol açmamış, demokratik kesimlere büyük bir moral cesaret vermiş ve inanç kazandırmıştır. Tutumlarının ve mücadelelerinin sonuç alacağı görülmüştür. Özellikle büyük şehirlerde seçimlerin kazanılmasının böyle çok tarihi sonuçları olmuştur. Eğer bu gerçeklik iyi değerlendirilirse demokrasi güçlerinde ortaya çıkan bu moral, bu geleceği kazanma inancı daha büyük gelişmeler ortaya çıkaracaktır. Psikolojik ortam her zaman siyasal mücadelede önemlidir. Bu yönüyle psikolojik üstünlük demokrasi güçlerine geçmiştir.

1970’li yıllarda da demokrasi ve özgürlük güçlerinin büyük bir hamle yapması vardı. Bu seçim sonuçlarıyla birlikte 1970’lerde demokrasi ve sol güçlerinin hamle yapması ve büyük gelişme sağlamasına benzer durumların gerçekleşmesi büyük olasılıktır. Yeter ki ortaya çıkan bu ortam doğru değerlendirilsin. Bu ortam doğru değerlendirilmez ve gerekleri yapılmazsa tabi ki bu fırsatlar, imkanlar kaçırılmış olur. Bu açıdan herkesin ortaya çıkan durum karşısında tarihi sorumluluk duyması gerekiyor. Kazandıranın ne olduğunu görmesi ve bunun gereklerinin yapılması gerekiyor. Kazandıran eğer ittifak ve bu ittifakın yarattığı sinerjiyse bunu genişletmemek, bu ittifakı güçlendirmemek gerçekten sol ve demokrasi güçleri açısından sorumsuzluk olur. Yerel seçimlerde CHP’nin adayları kazanmıştır. Kuşkusuz CHP’nin belli bir toplumsal tabanı vardır ama esas kazandıran ve bu gerçekliği ortaya çıkaran demokrasi güçlerinin ittifakına dayalı dinamizmdir. Bu yönüyle CHP’den beklemek, CHP kazandı bu nedenle CHP’ye dayanarak gelişmenin sağlanacağını sanmak da tarihi bir yanılgı olur. Tabi ki demokrasi güçleri CHP’nin tabanını etkilemeli, onları da demokrasi mücadelesi içine çekmeli. Ama esas olarak demokrasi mücadelesinin motorunun sol ve demokratik güçler olduğu görülmesi gerekiyor. 1970’lerde CHP’nin halkçı, emekten yana bazı sol söylemler ve tutumlar içine girmesini sağlatan CHP’nin ideolojik kimliği ve politikası değildir. CHP’yi o noktaya getiren o dönemde sol, sosyalist ve demokratik güçlerin etkili mücadelesiydi. Onların yürüttüğü etkili mücadele CHP’yi emekçiler konusunda, sol ve demokratlar hakkında daha dikkatli ve bazı demokratik söylemlerde bulunmaya zorluyordu. Bugün de ancak bu sağlandığında, yani demokratik ittifak geliştiğinde CHP mevcut klasik iktidar blokunun yedeği olmaktan çıkarılıp demokrasi mücadelesi içine çekilebilir.

Şimdiye kadar CHP hep AKP’nin yedek lastiği oldu ve AKP’nin politikalarını meşrulaştırdı, AKP’nin politikalarına meşruiyet kazandırdı. Eğer CHP doğru tutum takınsaydı, özellikle son yıllarda AKP mevcut politikaları yürütemezdi. Ama CHP’nin tutumundan dolayı AKP’nin politikaları meşruiyet kazandı ve bu temelde de AKP/MHP iktidarı kendini etkili ve güç kıldı. Eğer CHP AKP’nin savaş politikalarına ve demokratik olmayan uygulamalarına karşı çıksaydı AKP istediği kadar tüm basını elinde tutsun bu politikalarına meşruiyet kazandıramazdı. Bu politikaları kolay uygulayamazdı. Bunda esas meşruiyet kaynağını sağlayan, ona zemin olan CHP olmuştur. AKP/MHP ittifakından şikayet ediliyor ama onlara meşruiyet kazandıran özellikle CHP yönetiminin politikaları olmuştur. CHP’nin AKP’nin demokratik olmayan anti-demokratik savaş ve yayılmacı politikalarına destek vermesi AKP/MHP ittifakının uzun yıllar ayakta kalmasını hem demokrasi güçleri hem de Kürt halkı üzerinde saldırı yürütmesini sağlamıştır. Eğer CHP bu durumdan çıkarılacaksa, çıkacaksa demokrasi güçlerinin ittifakının güçlü hale gelmesi ve bu temelde de CHP’yi AKP/MHP ittifakının ve politikalarının destekleyicisi, meşruiyet sağlayıcısı konumundan çıkarılması gerekiyor. Önümüzdeki süreçte demokrasi güçlerinin en temel görev ve sorumluluklarından biri de bu olmaktadır.

AKP/MHP iktidarı kaybetmesinin sorumlularından gördüğü Kürt halkına karşı nasıl bir tavır gösterebilir?

AKP/MHP ittifakının ortaya çıkan sonuçları sindireceğini sanmak yanılgı olur. Demokrasi kazanmıştır, milletin iradesi tecelli etmiştir sözleri demagojidir. Sadece yenilgilerini hafifletmek ve dünya kamuoyunu aldatmak için söylenmiş sözlerdir. Düne kadar İstanbul seçimleri beka sorunudur diyen, bu temelde yaklaşan bir iktidarın İstanbul seçimlerinden sonra demokrasi kazanmıştır, milletin iradesi tecelli etmiştir sözüne inanmak mümkün müdür? Bu yönüyle demokrasi güçlerinin ve Kürt halkının bu sözlere inanmaması gerekiyor. 7 Haziran’da halkın iradesi ortaya çıkmıştı, AKP iktidardan düşmüştü. Ama milletin iradesi tecelli etmiştir, millet demokrasiden, demokratikleşmeden yanadır diyerek AKP iktidarı demokrasiye inancını mı ortaya koymuştur; halkın mesajını alarak demokratikleşme doğrultusunda adımlar mı atmıştır, yoksa bu demokratikleşme eğilimini, halkın demokratik iradesini savaş politikalarıyla, komplolarla boşa çıkarıp yeniden kendisini iktidar mı yapmıştır? Bunun görülmesi lazım. Özellikle Tayyip Erdoğan’ın kişiliği komplekslidir. Kesinlikle halkın iradesini tanıma, bunu dikkate alma, kendi tutumları konusunda özeleştiri verme, geri çekilme yaklaşımı içerisine gireceğini sanmamak gerekiyor. Çünkü bu adamda bir üstünlük ve egemenlik kompleksi var. Bu nedenle bu egemenlik kompleksi, bu kibirli tutumu bırakması söz konusu olmayacaktır. Aksine yeniden kendisini hakim kılmak için oyunlara ve komplolara başvuracaktır. Özellikle de kendisini bu konuma getiren, bu duruma düşüren Kürt halkına ve demokrasi güçlerine karşı çeşitli oyunlar, provokasyonlar, komplolar içine girecektir. Yine savaş politikasını sürdürebilecektir.

Tayyip Erdoğan kişiliği, AKP iktidarı intikamcıdır. Nasıl intikam aldığını görmek gerekiyor. Selahattin’in bir sözü üzerine –seni başkan yaptırmayacağız- nasıl yaklaştığı bilinmektedir. Bugün Osman Kavala gibi insanlara yönelmesi bu nedenledir. Can Dündar gibilerine yönelmesi bu nedenledir. Kendisine karşı muhalefet yapan, kendi iktidarı önünde engel gördüğü, kendi ayağına taş değdirenlerden intikam almaktadır. Bu gerçekliğin görülmesi gerekiyor. Bu yönüyle Kürt halkına karşı, Kürtlerin de içinde olduğu demokratik ittifaka ve HDP’ye karşı çeşitli intikam hareketlerine girmesi, AKP/MHP’ye kaybettirme politikası yürütenlere çeşitli saldırılarda bulunması büyük ihtimaldir. HDP’nin Kürdistan’da kayyumları atma metropollerde AKP/MHP iktidarına kaybettirme politikasının kendilerine kaybettirdiğini bilmektedir. Sadece CHP ve İyi Parti ittifakının AKP’ye kaybettirmediğinin çok iyi bilincindedir. Dikkat edilirse İyi Parti’nin adayı olduğu yerlerde CHP-İyi Parti ittifakı kazanmamıştır. Buralarda Kürtler ve kimi demokratik çevrelerin tepkisi nedeniyle AKP/MHP ittifakına kaybettirilememiştir. Asıl kaybettirenin Kürt halkı ve demokrasi güçlerinin tavrı olduğu açıktır. Bu açıdan AKP’nin HDP çatısı altında oluşan demokratik ittifaka ve HDP’nin yürüttüğü politikaya karşı büyük bir tepki ve öfkesi vardır. Bunu açıkça söylemiyorlar ama öfkeli oldukları açıktır. Yoksa demokrasi kazandı, milletin iradesi tecelli etti söyleminde saygılı olsalar o zaman kendilerine kaybettiren politikaya da saygılı olurlar. Kendine kaybettiren politikanın da kendisine karşı bir mücadele, politik tutum olduğunu ve bunun da başarı kazandığını görerek HDP şahsında AKP/MHP’ye kaybettirme politikasına neden olan etkenlerden kurtulmaya çalışırlar. Çünkü HDP politikayı kendine göre izlemedi, HDP’ye bu politikayı izlettiren AKP/MHP’nin yürüttüğü Kürt ve demokrasi düşmanı politikalar oldu. Şimdi kaybettiren politikalarsa, sonucu etkileyen buysa AKP ve Erdoğan gerçekten buna saygı mı duymaktadır? Böyle yapılmıştır, böyle tutum alınmıştır, biz kaybettik, şunlar kazandı, milletin iradesi tecelli etti diyerek gerçekten HDP’nin ve demokrasi güçlerinin politikasına saygılı mı olacaktır? Bunu beklememek gerekiyor.

AKP/MHP ittifakının bugüne kadarki politikayı sürdürmesi, Kürtlerden ve demokrasi güçlerinden intikam almaya yönelmesi büyük bir olasılıktır. Zaten hala Başûrê Kurdistan’a yönelik saldırılar yapmaktadır. Yine Fırat’ın doğusuna yönelik tehditlerini sürdürmektedir. Bu yönüyle Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin tedbirli, dikkatli olması, herhangi bir yanılgı ve gaflet içine girmemesi, AKP’nin intikam alacağını düşünerek bu tür politikaları boşa çıkaracak tutumları geliştirmesi gerekmektedir. Bir taraftan doğru politikalarla AKP’nin bu tür saldırganlığını engelleyen, saldırganlığının meşruiyetini zayıflatan politikalar yürütmesi, diğer taraftan AKP iktidarının saldırganlığına gerekçe yaratılacak politik tutumlardan kaçınılması gerekiyor. Demokrasi ittifakını güçlendirerek, en geniş demokrasi ittifakını ortaya çıkmasını sağlayarak Tayyip Erdoğan ve AKP’nin Kürt halkına, demokrasi güçlerine ve HDP’ye karşı intikam alma eylemlerinin önüne geçme önemli olmaktadır. Bu hem doğru politika ve söylemlerle hem de demokrasi ittifakını genişletmekle olur.

AKP/MHP blokunun İstanbul gibi önemli bir metropolü kaybetmesinin yönetim kabiliyeti ve meşruiyetine yansıması ne olur?

Bunu Erdoğan’ın İstanbul’u kaybedersek Türkiye’yi kaybederiz söyleminden anlamak mümkündür. Bunu Tayyip Erdoğan’ın söylemesine de gerek yoktur. Türkiye’nin siyasal, toplumsal, ekonomik, kültürel yapısını, yönünü esas belirleyen İstanbul gibi büyük şehirlerdir. İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin, Antalya, Hatay, Eskişehir, Antep ve Bursa gibi iller Türkiye’nin yönünün nereye doğru gideceğini belirlemektedir. Türkiye’nin yönünü belirleyecek olan Yozgat, Çankırı, Niğde, Afyon, Sinop gibi şehirler olamaz. Eğer İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin, Antalya gibi şehirlerde halkın iradesi farklı bir yapılanma ve siyasal yönü gösteriyorsa o zaman olası iktidarın yönünü de göstermiş olmaktadır. Bu şehirler Türkiye’nin yönünü ve geleceğini belirleyen şehirlerdir. Dolayısıyla bu şehirleri kaybeden Türkiye’yi yönetebilir mi? Ne yönetimin meşruiyeti olur ne yönetim kabiliyeti kalır. Bu şehirleri başkaları kazanacak ama yönetimde başkaları olacak. Bu durum Türkiye’nin gidişatının tersine bir yönetimin varlığını ortaya koyar. Türkiye toplumunun, halklarının ekonomik, siyasal, toplumsal, kültürel dinamizmi başka bir yön gösterecek ama iktidar bu yönün tersine bir politika izleyecek. O zaman böyle bir iktidarın ayakta kalması mümkün müdür, böyle bir iktidarın geleceği olabilir mi, böyle bir iktidarın yönetim kabiliyetinden söz edilebilir mi? Bu açıdan buraları kaybettikten sonra artık o iktidar zayıflamıştır. O iktidar Türkiye’yi temsil eden iktidar değildir. Türkiye’nin iradesini temsil eden iktidar değildir. Bu gerçeğin görülmesi gerekiyor.

AKP/MHP iktidarının kaybettiği bu şehirlerin bir özelliği de Türkiye’nin 81 ilinden insanların buraya toplanmasıdır. Tabi ki Kürtler, Aleviler bu şehirlerde önemli bir nüfusa sahiptir. İstanbul’da önemli bir Karadeniz nüfusu da bulunmaktadır. Bu yönüyle buraları kazanmak aynı zamanda Türkiye’nin diğer alanlarına da nüfuz etme gücüne kavuşmak demektir. Artık AKP/MHP blokunun Türkiye’yi yönetme kabiliyeti kalmamıştır. Normal demokratik bir ülke olsaydı bu kadar büyük şehirleri kaybeden bir ortamda yeniden seçime gidilirdi. Demokratik ülke olsaydı söz konusu iktidar halkın iradesi böyle tecelli etmiştir, bu açıdan biz yönetimi bırakıyoruz derdi. Ya da yeniden bir güven oyu almak için seçme giderdi. Ama Türkiye’de demokratik bir zihniyet ve anlayış olmadığı için özellikle iktidara gelenler devlet imkanını kullanarak taraftarlarına rant sağlama anlayışıyla baktıkları ve siyasi alanları böyle gördükleri için kolay kolay iktidarlarını bırakmazlar, meşruiyeti kaybolsa da bırakmazlar. Nasıl ki otoriter rejimler yıkılana kadar iktidarlarını bırakmıyorlarsa, demokratik zihniyette olmayan her iktidar da halkın iradesi ne olursa olsun bırakmıyor. Bu açıdan AKP’nin iktidarı bırakacağını ve seçimle gideceğini düşünmemek lazım. Ama böyle bir irade ortaya çıktıktan sonra demokrasi güçlerinin mevcut iktidarın yönetim kabiliyetini kaybettiğini, bu nedenle ülkede istikrar sağlanması için toplum desteğini alacak bir iktidarın ortaya çıkması için seçime gidilmelidir demesi gerekirdi. Ama muhalefet de hazır değildir. Ya da Türkiye’de art arda çok seçimler oldu, referandumlar oldu, toplum bir yönüyle de bundan bıktı, usandı. Bu yönüyle demokrasi güçleri de çeşitli çevreler de CHP de yeni bir seçim isteme ya da AKP’ye iktidarı bırak, halkın iradesi iktidarı bırakmanızı istiyor diyememektedirler.

Şunu vurgulamak gerekir; bu iktidar bu biçimde yönetimi sürdüremez. Diyorlar ya topal ördek: Gerçek topal ördek şu anda AKP iktidarıdır. Topal iktidarlara da geçici gözle bakılır. Bu yönüyle şu andaki AKP iktidarına geçici gözle bakılmalıdır. Bu iktidarın sürdürülemeyeceğinin görülmesi, demokrasi güçlerinin de buna göre kendilerini hazırlamaları gerekiyor. Demokrasi güçlerinin ittifakını genişleterek Türkiye’de yönetime talip olma zamanıdır. Türkiye’nin siyasal, toplumsal, ekonomik, kültürel dinamizmi böyle bir demokratik iktidarın olmasını gerektiriyor. Ya da böyle bir demokratik iktidar için gereken ekonomik, toplumsal, kültürel, siyasal zemin ortaya çıkmıştır. Eğer demokrasi güçleri bu iradeye kararlıca sahip olurlarsa, ittifaklarını genişletirlerse, Türkiye’nin demokratikleşmesi talebini çeşitli projelerle ortaya koyarlarsa bu tutum Türkiye’yi yeni bir demokratik yönetime doğru götürür. Bir demokratik yönetimin ortaya çıkmasını sağlar.

Demokrasi güçlerinin desteklediği Ekrem İmamoğlu’nun kazanması, yeni bir siyasal sürecin, yeni bir dönemin başlangıcı olabilir mi?

İmamoğlu’nun belediye başkanlığı kazanmasından bağımsız olarak ortaya çıkan sonuç zaten yeni bir siyasal süreçtir ve yeni bir dönemin başlangıcıdır. Bunun kesinlikle böyle anlaşılması gerekiyor. Artık hiçbir şey eskisi gibi olamaz. AKP/MHP iktidarı eskisini sürdürmek isteyebilir, bu yönlü dayatmalarda bulunabilir, savaş politikasını ısrarla sürdürebilir. Yine beka sorunu, dış düşman, Suriye’dir, Doğu Akdeniz’dir, Irak’tır vb. diyerek mevcut politikalarını sürdürmek isteyebilir. Ancak artık iç ve dış siyasal koşullar eski politikaların sürdürülmesini zorlayacaktır. Kuşkusuz bu kendiliğinden olmaz. Nasıl ki İstanbul’da, büyük şehirlerde AKP iktidarı kendiliğinden yenilgiye uğramadıysa bir siyasi iradenin, bir toplumsal iradenin ortaya çıkmasıyla, kararlılığıyla bu siyasal durum ve sonuç ortaya çıkarıldıysa yeni bir dönemin gelişmesi açısından da tabi ki demokratik siyasal güçlerin, demokratik aktörlerin ve ittifakların rolünü oynaması gerekiyor. Hem üreteceği politikalarla hem ittifaklarını geliştirerek hem de demokrasi doğrultusunda mücadelelerini yükselterek yeni bir dönemi başlatabilirler. Aslında yeni bir döneme girilmiştir. Ama bu yeni dönemin süreklileşmesi, gerçek anlamda yeni bir dönem haline gelmesi demokratik siyasi güçlerin tutumuna bağlı olacaktır. Çünkü Türkiye’nin iç sorunları da bu iktidarla çözülememektedir, ağırlaşmaktadır. Dış sorunlar da ağırlaşmaktadır. Zaten halk bu iktidarın hem içerde hem dışarda uyguladıkları politikalara onay vermemiştir. Kabul etmemiştir. Farklı politikalar izlenmesi gerektiği iradesini ortaya koymuştur. Erdoğan ya da AKP iktidarı istediği kadar biz doğruyduk, doğru yaptık ama kendimizi anlatamadık desinler gerçeklik farklıdır. Halk anlayarak bilinçli biçimde oy vermiştir. Zaten AKP iktidarının biz şunu bunu yaptık halk bizi anlamadı demesi halka karşı bir saygısızlıktır. Yol yaptık, köprü yaptık, şu kadar bina diktik vb. denilmesi toplumu manevi moral değerlerden, demokrasi ve özgürlük gibi toplum iradesini ortaya çıkaran, kendini var eden değerlerden anlamaz görmektir. Toplum iradesiz olacak, özgür olmayacak ama yol, tünel, köprü yaptım diyerek biz iyi şeyler yaptık ama halk bizi anlamadı denilecek. Böyle bir şey olabilir mi? Türkiye demokraside, insan haklarında, hak ve hukukta, birçok moral ve manevi değerlerde son sırada. Gerçeklik buyken, Türkiye'nin durumu esas olarak bu bağlamda değerlendirilmesi gerekirken ben şu kadar şunu bunu yaptım diye toplumun başına kakacak. Sen toplumun iradesini tanımıyorsun, toplumu hiçe sayıyorsun, insan haklarını, hukuku hiçe sayıyorsun. Baskıyla özgürlüklerini sınırlıyorsun. Bu toplumu ve insanlığı hiçe saymaktır. Bu zaten mevcut iktidarın topluma ve insana bakış açılarını göstermektedir.

AKP iktidarının topluma bakışında, insana bakışında sakatlık vardır. Bu bakışın İslam’la hiçbir alakası yoktur. İslam bu kadar modernist ve maddiyatçı yaklaşımı kabul edemez. Hiçbir din bu kadar maddiyatçı olmamıştır. AKP’nin söylemleri konformist bir yaklaşımdır. Kaldı ki bu maddiyatçılık ve konformizm denen şeyler toplumun çoğunluğuna da yansımıyor. Toplumun bir kesimini gerçekten tam modernist konformist yaşam içine sokulmuştur. Bütün moral ve manevi değerler gerilemiş, dibe vurmuş ama kalkıyor her gün şu kadar yol, baraj yaptık, şu kadar şunu bunu yaptık, diyor. Bu yaklaşım gerçekten halka ve topluma saygısızlıktır; en başta da dindarlara saygısızlıktır. Dine inananların moral, kültürel ve ahlaki değerleri olur. Maddiyat esas alınmaz. Hatta dinler maddiyatı esas alanlara karşı ortaya çıkmıştır. Kutsal kitaplarda yer alan Sodom ve Gomare’nin tanrının gazabına uğraması da moral manevi değerlerden uzaklaşmayla açıklanır. Bu açıdan gerçekten toplum açısından moral ve manevi değerlerin, demokrasinin, özgürlüklerin, hakkın, hukukun, adaletin, vicdanın, insan haklarının yükselmesi ve yükseltilmesi gereken bir döneme ihtiyaç vardır. Toplumu böyle mekanik maddi değerlerle yaşayan insanlar olarak görmek kadar saygısız bir durum olabilir mi, insanlarla dalga geçme durumu olabilir mi? Bunları yaptık ama biz kendimizi topluma anlatamadık diyor. Sen kendini topluma anlat; adaleti, eşitliği, demokrasiyi, özgürlüğü, insan haklarını, vicdanı ne kadar geliştirdin? Türkiye toplumundaki insanları ne kadar barış içinde tuttun, komşu komşuya barış içinde, birbirlerine gülerek mi selam veriyor, yoksa birbirlerini düşman mı görüyor? AKP toplumu kutuplaştırmayı mı anlatamamış? Bu yönüyle gerçekten AKP/MHP iktidarının kaybetmesi yeni bir dönemin, sürecin başlangıcıdır. Bu da şöyle bir sürecin başlangıcıdır; demokrasiye, özgürlüklere, adalete, hak ve hukuka, vicdana, ahlaki değerlere, eşitliğe, farklı kimliklerin eşitliğine ve özgürlüğüne önem verildiği yeni bir sürecin başlaması gerekmektedir. Gerçekten de Türkiye’nin, Türkiye toplumunun yeni bir sürece ihtiyacı vardır.

25 yıllık Erdoğan, 17 yıllık AKP ve 4 yıllık AKP/MHP iktidarının bu kadar önemli bir kentte kaybetmesinin toplumun politik dirilişine, daha fazla mücadele etmesine katkısı olur mu?

Kuşkusuz yerel yönetim seçimlerinde AKP/MHP ittifakının kaybetmesi toplumun politik dirilişine, daha fazla mücadele etmesine büyük katkılar sağlayacaktır. Bu tartışmasızdır. Toplum AKP/MHP faşist iktidarı tarafından bunaltılmıştı. Düşünün, Kürdistan’da parti binalarının, evlerinin dışına bile çıkılmasına zorla engel olunuyor. Üç kişi bir araya geldiğinde saldırılıyor. Yine Gezi direnişinin bastırılmasından sonra demokrasi güçleri ve gençlik üzerindeki baskılar arttı. Bırakalım yürüyüş yapmayı, twit atanları bile zindanlara attı. Böyle çok yoğun bir baskı sistemi kuruldu. Neredeyse bütün toplum markaj altına alındı. George Orwell’in ‘1984’ adlı romanında olduğu gibi topluma nefes aldırmayan, toplumu kontrol eden bir sistem kuruldu, bir baskı düzeni kuruldu. Toplumun hiçbir kesimi bundan memnun değildi. Aslında yerel yönetimlerde, İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de kaybetmelerinin önemli bir nedeni de buydu. Topluma nefes aldırmamasıydı. Toplum olası suçlu olarak görüldü. Bırakalım bir eylem yapanı, eylem yapabilir, sokağa çıkabilir, mücadele edebilir diye insanlar gözaltına alınıp tutuklandı. Böyle bir Türkiye gerçeği ortaya çıkarıldı. Türkiye’nin en masum eylemleri olan Cumartesi Annelerine bile müdahale edildi. Böyle bir baskı dönemi yaşadı Türkiye.

Bu seçimlerde AKP/MHP iktidarının kaybetmesi topluma cesaret verecektir. Aslında biz güçlüyüz, bizim gücümüz var, birleşirsek, ortak davranırsak mücadele edebiliriz, bu iktidarı geriletebiliriz; bu iktidar korku yaratarak ayakta kalıyor, bu korkuları kırarsak ve cesaretli davranırsak mücadele edilebilir anlayışı bu seçimlerden sonra toplumda yaygınlaşacaktır. Nasıl ki korku bulaşıcıysa cesaret de bulaşıcıdır. Tam da cesaretin bulaşıcı olduğu bir döneme girilmiştir. Bu toplum cesaret aldı. Kürt halkı üzerindeki baskı ve zulmün yarattığı eylemsizlik hali bu seçimlerden sonra aşılarak bir toplumsal hareketliliği ortaya çıkmasını durumu yaşanacaktır. Yine Türkiye’nin siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel yaşamını belirleyen büyük kentlerde demokrasi güçlerinin özgürlük mücadelesini geliştireceği açıktır. Büyük kentler sadece Türkiye’nin siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel yönünü belirleyen kentler değildir. Bu şehirlerin sadece ekonomik büyüklüğünden, sosyal ve kültürel yaşam alanları olmasından söz etmek yetersiz kalır. Bunlardan da öte buralar Türkiye’nin yönünü, geleceğini belirler demek gerekiyor. Türkiye’deki demokrasi mücadelesi verecek dinamik güçler de buradadır. Emekçiler, kadın örgütleri, Kürtler, Aleviler buradadır. Gerçekten demokrasi ve özgürlük isteyen kesimlerin yoğunlaştığı ve geleceği belirleyen toplumsal yapı bu alanlarda vardır. Bu bakımdan bu alanlarda daha fazla mücadelenin gelişmesinin hem toplumsal zemini var hem de bu seçimlerle birlikte siyasal zemini var. Bu bakımdan yerel seçimlerle birlikte gerçekten de politik dirilişin, daha fazla mücadele etmenin önü açılmıştır. Ancak bu da kendiliğinden olacak değildir. Demokratik güçler, demokrasi ittifakı, sol, sosyalist güçler ittifak yaparak ve örgütlenerek bu mücadeleyi yürütmeleri gerekir.

AKP/MHP ittifakı gibi faşist iktidarlara karşı mücadele ancak ittifaklarla olur. Demokrasi ittifakı geliştirilmeden tek başına şu bu gücün bu tür iktidarları geriletmesi mümkün değildir. Nitekim şimdiye kadar geriletilemedi. Ne zaman yerel seçimlerde olduğu gibi biraz ortak davranıldı, bu iktidar geriletildi. Bu açıdan tabi ki siyasal, politik ve toplumsal mücadelenin gelişmesinin zemini doğmuştur. Ama burada ittifaklar ve öncülük önemlidir. Toplumu örgütlemek ve toplumu harekete geçirmek önemlidir. Sadece söylemler değil, toplumu gerçekten tabandan örgütleyen, demokrasi ve özgürlük mücadelesine çeken bir demokratik toplumcu anlayışa ihtiyaç vardır. Örgütlü toplumu yaratan zihniyete ihtiyaç vardır. Türkiye’de demokrasi güçlerinin bu yönlü tecrübesi vardır. Kürt halkının da bu yönlü tecrübesi vardır. Türkiye halklarının demokrasi tecrübesi, demokrasi birikimi eksik değildir. Zaman zaman sanki Türkiye’de hiç demokrasi birikimi yok, demokratik bilinç yok, böyle bir tarih yok gibi çok umutsuz ve negatif yaklaşımlar görülüyor. Böyle bakmamak lazım. Türkiye’de demokrasi birikimi de var demokratik bilinç de var. Bir mücadele tarihi de var, bunun toplumsal güçleri de var. Eksik olansa öncülüktür. Biz bu seçim sonuçlarından sonra herkesin heyecan ve coşku duyarak, gerçekten mücadele edilirse kazanılabilecek ortamın oluşuğunu kavratarak, bunun coşkusu ve heyecanıyla bunun ortaya çıkardığı dinamizmle hem öncülüğün gelişeceği hem de bu temelde toplumsal mücadelenin yükseleceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.