15 Ağustos’tan Ulusal Kongre’ye - Cahit Mervan
15 Ağustos’tan Ulusal Kongre’ye - Cahit Mervan
15 Ağustos’tan Ulusal Kongre’ye - Cahit Mervan
Kürdistan hem insanlığın beşiği, hem de ‘hayli belalı’ bir coğrafyada bulunuyor. Bu coğrafyada savaş, onun yol açtığı derin yıkım ve acılar eksik olmadı. Bu acılar bazen o kadar keskin ve geri dönülmez oldu ki, sadece bu coğrafya kaybetmedi. Onunla birlikte tüm insanlık kaybetti.
Çünkü dünya insanlığının ve kültürünün birer parçaları olan bu coğrafyanın tarihi derinliklerine nüfus etmiş kadim halklar savaş ve soykırım sonucu yok oldular. Yirminci yüzyılın başlarında Asuri-Süryani ve Ermeni halkı sömürgeci talan, savaş ve soykırım politikası sonucu neredeyse üzerinde binlerce yıldır yaşadıkları bu coğrafyadan silindiler.
Benzer bir kaderi kısmen Kürtler de yaşadı. Esas olarak yirminci yüzyılın başından ülkeleri Kürdistan İngiltere’nin başını çektiği müttefik güçlerin mihmandarlığında dört parçaya bölündü. Ülkesi hançerlenen Kürtler, her parçada ayrı bir zulüm, eritme, yok etme ve soykırım politikasıyla karşı karşıya kaldı. Kürdistan’ın her yaylası, deresi tepesi, dağ, köy ve kasabası katliam ve soykırımla anılır oldu. Kürtlerin her itirazı kanlı bir şekilde bastırıldı. İtiraz, yani isyan eden liderleri için her parçada darağaçları kuruldu.
Kürdistan bir boydan bir boya Arap, Fars ve Türk devletleri tarafından işgal edilirken, Kürtler zamana yayılmış bir soykırımla karşı karşıya kaldılar. Ya kaderlerine razı olup, köksüz, kimliksiz ve bir köle gibi yaşamayı kabul edeceklerdi. Ya da başkaldırıp, hem kendilerinin hem de bölgenin kaderini kökten değiştireceklerdi.
15 AĞUSTOS ÖNCESİ SÖMÜRGECİLERİN İLK YENİLGİSİ
70’li yılların başında filizlenen modern Kürt hareketi sonuncusunu tercih etti. Sömürgeciliğe ve zamana yayılmış Kürt soykırımına güçlü bir itirazda bulundu. 12 Eylül askeri faşist cuntası bir karabasan gibi çökmeden önce Kürdistan’da birçok parti, örgüt, çevre bu itirazın farklı kanatlarını oluşturuyordu. Ancak askeri cunta ile birlikte Abdullah Öcalan’ın liderlik ettiği ve 1978 yılının 27 Kasım’ında kurulan Kürdistan İşçi Partisi hariç hemen hemen hepsi tasfiye oldular.
PKK’nin ise onlarca lider kadrosu, yüzlerce üyesi ve sempatizanı tutuklandı. 12 Eylül sonrası sömürgeciliğe ve soykırıma itiraz, bu kez bir grup insanın Diyarbakır cezaevinde akıllara durgunluk veren direnişinde kendisini buldu. Her şeyin bittiği ve tükendiği sanıldığı bir yerde Mazlum Doğan, Hayri Durmuş, Kemal Pir gibi PKK’nin lider kadroları başta olmak üzere ilk önce bir avuç insanın ve daha sonra yüzlerin direnişi zifiri karanlığı delen bir ışık oldu.
Kelimenin gerçek anlamında Kürdistan devrimi ilk kez sömürgeciliği ve soykırımı Diyarbakır zindanında alt etti. Çıplak bedenleriyle bir grup Kürdistanlı devrimci o yenilmez, bükülmez sanılan devletin sırtını yere vurdu. Sömürgeciliğin ve soykırımın bir halkın geleceğinde kader olmadığını gösterdi.
Aslında Diyarbakır Zindan direnişi bugün sadece Kürtlerin değil bütün bölgenin kaderini kökten değiştiren ve etkileyen 15 Ağustos Atılımı’nın öncü ve çelikten bir dalgasıydı. Bu dalga öyle bir dalga idi ki, 12 Eylül askeri cuntasıyla birlikte Ortadoğu’ya çekilmiş olan güçlerin ülkeye dönüşünü hızlandırdı ve kaçınılmaz kıldı. Bu, topyekûn yok oluşa karşı topyekûn diriliş davetiyesiydi.
15 AĞUSTOS’U ANLAMAYAN SADECE TÜRK DEVLETİ DEĞİLDİ
15 Ağustos 1984’te PKK gerillalarının Eruh ve Şemdinli eylemi ilk başta tam anlaşılmadı. Türk devleti ve medyası olayı ‘bir grup çapulcu ve anarşistin’ eylemi olarak gördü. ‘Vatan-Millet Sakarya’ naraları arasında Eruh ve Şemdinli eyleminin bir saman alevi gibi sönüp gideceği ve Türk devletine karşı hiç kimsenin cüret edemeyeceği söylendi.
Öte yandan darbe sonrası birçoğu hızla mültecileşmeye doğru giden diğer Kuzey Kürdistanlı grup ve partiler ise şaşkındılar. 15 Ağustos’un yol açacağı tarihsel dönüşüm ve değişimi anlamaktan ve izah etmekten uzaktılar.
Türk devleti gibi olmasa da bu kesimler de, 15 Ağustos Atılımı’nı ‘bir provokasyon’ ve ‘çılgınlık’ olarak değerlendirdiler. Bu başkaldırı ve itiraz biçiminin sürdürülemez olduğunu iddia edip durdular. Zaman içerisinde o ‘tezler’ çökünce, bu kez Türk devletinin Kürdistan’daki vahşet ve uygulamalarına PKK’nin ‘silahlı başkaldırısının neden olduğu’ savışı ileri sürdüler. Bir anlamda devlet terörünü ‘anlaşılır’ bulan bir çizginin takipçileri oldular. Zulme başkaldıranı değil, şiddet ve zulüm tekelini elinde bulunduranı aklamaya çalıştılar. Bu tutum süreç içinde söz konusu parti ve grupların Kürdistan’da siyaset sahnesinde ilk önce erimelerine ve daha sonraları yok olmalarına yol açtı.
Hâlbuki 15 Ağustos 1984 sömürgeciliğe ve soykırıma karşı Kürtlerin yaptığı en güçlü ve kalıcı sonuçları olan bir itiraz ve isyandı. Elbette ki bizzat bu eyleme karar verenler, yapanlar sonuçların tümünü kestirmiş olamazlardı. Bu, eşyanın tabiatına aykırı olurdu. Ama ‘ilk kurşunu’ atanlar bir konuda nettiler: Artık Kürdistan eski Kürdistan, Kürtler ise eski Kürt olmayacaktı.
SIRA DIŞI BİR BAŞKALDIRI
Bu nedenle 15 Ağustos Atılımı basit, sıradan silahlı bir başkaldırı değildi. O, bir ülkenin ve bölgenin kaderini kökten değiştiren, sosyal, politik, ahlaki ve demografik köklü değişiklere yol açan bir devrimin ‘ilk kurşunuydu.’
Nitekim 15 Ağustos’u salt bir silahlı itiraz olarak gören Türk devleti ve onu bu savaşta destekleyen müttefikleri ciddi yanılgılara düştüler. Evet, PKK Kürdistan’da 15 Ağustos ile sömürgeci ve soykırım politikalarına karşı, devletin acımasız terör ve vahşetine karşı ‘zoru’ devreye sokarak silahlı bir direniş başlatmıştı. Ama ‘zoru’ esas olarak siyasi hedefleri öne alan bir mücadelenin parçası olarak ele aldı. Bu nedenle 15 Ağustos’u Kürdistan’ın özgürlüğüne giden bir diriliş olarak gördü.
15 Ağustos Kuzey başta olmak üzere Kürdistan’ın her parçasında toplumda devrim niteliğinde dönüşümlere yol açtı. Örneğin sömürgeci ve feodal sistemin eve hapsettiği kadınları devrimin öncüsü haline getirdi. Önce akıllardaki sınırları ortadan kaldırdı. 1923 yılında Kürtlerin iradesi dışında çizilen ve Kürdistan’ı dört parçaya bölen devlet sınırlarını geçersiz kıldı. Kürdistan’ın parçaları arasında sosyal-politik yakınlaşmayı ve dayanışmayı aşarak, parçaların kaderlerini birbirine bağladı.
15 Ağustos 1984 başkaldırısıyla sömürgecilik Kürdistan’da parçalandı. Soykırım tehdidi büyük oranda ortadan kalktı.
Kısacası 15 Ağustos ‘ilk kurşunla’ Kürdistan’ın kalbine saplanan sömürgeci hançeri çekip aldı. Kürtlerin de her halk ve topluluk gibi özgür ve komşularıyla barış içinde yaşamaya hakkı olduğunu gösterdi. Tabii ki 15 Ağustos Kürtlerin tarihinde ilk silahlı başkaldırı değildi. Ancak hiçbir başkaldırı bu çapta ulusal olmadı.
Eğer bugün Kürtlerin parçalanmışlığı artık ‘bir kader olmaktan çıktı’ diyorsak 15 Ağustos’un bu konudaki payını da teslim etmek gerekiyor. Çünkü 15 Ağustos Kürdistan’ı köleliğe mahkûm etmek isteyen statükoya ağır bir darbe indirmemiş ve onu kırmamış olsaydı, bugün hiç kimse ne Kürtlerin birliğinden, ne de Ulusal Kongre’den bahsedebilirdi.
Evet, Kürt birliğinin ve Ulusal Kongre’nin temelini 15 Ağustos’ta Mahsum Korkmaz ve arkadaşları büyük bir cesaret ve fedakârlık örneği sergileyerek attılar. Şimdi bunu sürdürme onuru da Ulusal Kongre’yi toplayarak bu süreci tamamlayanların olacak.