Rojbin’e dair birkaç hatıra…

Rojbin, Önderliğin uluslararası bir komplo ile yakalanıp Türkiye'ye götürülmesinden sonra ortaöğretimini yarıda bırakıp profesyonel olarak Kürt özgürlük hareketinin mücadele alanına yeni katılmıştı...

Seni çok özledik be heval Rojbin!!!

4 yıldır hep Rojbin'i anlatmak, anılarımızı paylaşmak istedim ama her seferinde gerçek anlamda hakkını veremeyeceğim kaygısıyla erteledim. Yine Rojbin'i hak ettiği gibi anlatamayacağımı biliyorum ama bir nebze de olsa ona karşı olan vefa borcumu ödemeye çalışacağım.

10 Ocak 2013 sabaha doğru saat 04.00 civarıydı. 24 saat açık olan telefonum çaldığında heyecanla yataktan fırlayıp baktım. Brüksel’den bir arkadaş arıyordu. Benden kimsenin olmadığı bir odaya geçmemi istedi. Paris Kürt Enformasyon Bürosu’nda vahşi bir cinayet yaşandığını ve üç arkadaşımızın isimlerini söyleyerek şehit edildikleri haberini verdi. Heval Rojbin'in ailesi Strasbourg'ta yaşadığı için daha kendileri uyanıp televizyon ve ajanslardan öğrenmeden benim onların evine gidip bildirim yapmamı istedi. Dünyanın en zor işi olduğunun bilincindeydim, fakat yapmam gerektiğini de biliyordum ve gidip yaptım.

Daha bir hafta önce, 3 Ocak’ta, Rojbin ve ablası bize misafir olmuşlardı. Bir yandan sohbet ediyor, bir yandan da Rojbin sürekli telefonundan haberleri takip ediyordu. Birden ayağa fırladı ve "Önderlikle görüşme olmuş! Ahmet Türk ve Ayla Akad Ata İmralı’ya gidip Önderlikle görüşmüşler! Bu sefer olacak!!! Bu sefer çözüm olacak; barış gelecek!!! Biz ülkemize döneceğiz Hocaaa!!!!" diyerek bir sevinç çığlığı attmıştı.

Umutların bu kadar yeşerdiği, çözüm ve barışın gerçekleşebileceğine olan inancın bu kadar güçlenmesine neden olan bu gelişmeden sadece bir hafta sonra nasıl böyle bir vahşet yaşanabilirdi? Ama işin doğası böyleydi. Çözüm çabalarının olduğu dönemlerin bu tür risklerin en fazla olduğu dönemler olduğu gerçeği bir tokat gibi yüzümüze çarpmıştı!

O gün vahşice katledilen üç devrimci Kürt kadınını da şahsen tanıyordum. Heval Sara'yı uzun süredir yaşayan bir efsane, bir zindan direniş abidesi olarak tanıyordum. Ronahi'yi de yerinde duramayan, hep daha hareketli bir mücadele alanında çalışmaya kilitlenmiş devrimci ruhlu bir Kürt genci olarak tanıdım. Ama Rojbin'i 1999 sonbaharından şehit düştüğü zamana kadar hem mücadele alanında hem de ailesiyle aynı şehirde kalmam nedeniyle çok daha yakından tanıma imkanım oldu. Onun için daha çok Rojbin ile olan bazı anılarımı paylaşacağım, Rojbin'i anlatmaya çalışacağım…

Dediğim gibi Rojbin’i ilk olarak 1999 sonbaharında Avrupa’ya ilk geldiğimde, daha önce birlikte cezaevinde kaldığım bir arkadaşımı ziyaret ettiğimde tanımıştım. Önderliğin uluslararası bir komplo ile yakalanıp Türkiye'ye götürülmesinden sonra ortaöğretimini yarıda bırakıp profesyonel olarak Kürt özgürlük hareketinin mücadele alanına yeni katılmıştı. Paris'e gideceğimi söylediğimde ailesine yazdığı bir mektubu Paris’teki Kürt Enformasyon Bürosu üzerinden ailesine ulaştırmamı istemişti. Kısa bir süre sonra diplomasi çalışmalarına yoğunlaşmaya karar vermiş ve özellikle uluslararası kurumlarda birçok çalışmayı birlikte organize etme ve yürütme imkanımız oldu. Birlikte çalıştığımız bu süre içerisinde birçok şeyi paylaştık ve onu daha yakından tanıdım.

Rojbin'in en önemli özelliği ve bence onu farklı kılan özelliği, şartlar ne olursa olsun, önünde ne kadar engel olursa olsun, kafasına koyduğunu yapan ve mutlaka başarmayı esas alan kişiliğiydi. Hiçbir zaman umutsuzluğa kapılmazdı. Reddedildiği zaman ya da kapılar yüzüne kapandığında mutlaka ya o kapıyı açmanın yolunu bulurdu ya da başka bir kapı açardı. Ama mutlaka içeri girmeyi başarırdı. Öyle kararlı, öyle inatçı, öylesine hedefine kilitlenen bir yapıya sahip olduğunu gören muhatapları ya ikna olurdu ya da ısrarı nedeniyle onun karşısında pes edip istediğini yapmak zorunda kalırlardı. O kadar tatlı bir mizacı vardı ki, muhatabının ruh dünyasına girip fethetmeyi mutlaka başarıyordu. Bazen çok ideolojik olan kemikleşmiş kürt siyasetçilerle görüştüğünde onlara istemedikleri halde kendi isteğini kabul ettirip, sonuç almayı çok iyi biliyordu.

Bir seferinde ‘Öcalana Özgürlük Kampanyası’ çerçevesinde Avrupa Konseyi’nde yürütülen imza kampanyası için gelmişti. Birçok sol, sosyalist hatta liberal parlamenterden imzalar alınmıştı ama sağcılara gidildiğinde teredütsüz bir şekilde reddediyorlardı. Konsey’in parlamenter kafeteryasında otururken karşı masada oturan aşırı sağcı bir Fransız milletvekilini gözüne kestirdi ve gidip ondan imza isteyeceğini söyledi. Ben kendisine “Gidebilirsin, ama boştur. Bunlardan almak mümkün değil” dediğimde, "İddiasına var mısın? Ben bundan imza alacağım!" demişti. Adam tam kalkıp parlamento salonuna gitmeye hazırlanırken onun masasına gidip onu adeta sandalyesine kitlemişti. Yaklaşık 5 dakikalık bir konuşmadan sonra onun eline kalemi tutuşturup imzasını almayı başarmıştı. Ben onun "İddiasına var mısın?" sorusuna cevap vermediğim halde iddiayı kaybetmiş olarak kabul edip, kendisine cezamı ödemiştim.

Yine Avrupa Konseyi Genel Sekreteri ile bir görüşme talebinde bulunmuştuk. Üç kişilik heyetimizde Rojbin de vardı. Ancak kendisi İngilizce bilmiyordu. Genel Sekreter de Fransızca bilmiyordu. Rojbin, “Hoca ben hayatımda hep gelen heyetlere tercümanlık yaptım. Bu sefer ben konuşmacı olsam sen bana tercümanlık yapar mısın?" diye sordu. Ben de "Tabii ki memnuniyetle" dedim ve görüşme için Genel Sekreterin odasına girdik. İngilizce olarak heyetimizi tanıtım ve kısa bir giriş yaptıktan sonra tam sözü kendisine verecektim ki kulağıma eğilip, “Hoca bu adam tam devlet gibi, sen devam et!" dedi. Toplantıyı bitirip çıktıktan sonra kendisine neden böyle yaptığını sorduğumda, “47 devletin temsil edildiği bir kurumun en başındaki adamla konuşurken tek bir yanlış kelime bile bizi zor durumda bırakabilir diye düşündüm ve senin bu konuda daha tecrübeli olduğunu düşündüm. Onun için senin konuşman daha doğruydu" dedi. Her zaman Kürtlerin diplomasi çalışmasını yürüten ekibin içerisinde Rojbin'in en iyisi olduğunu şehadetinden önce bile söylemişimdir. Ama aynı zamanda o kadar ince, hassas ve mütevazi bir yapısı da vardı.

Avrupa Konseyi’ndeki oturumları sürekli takip ettiği için bütün program ve planlamayı birlikte yapardık. Türkiye heyeti başkanı Mevlüt Çavuşoğlu hasbelkader Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi başkanı olmuştu. Rojbin beni arayıp biraz da nükteli bir şekilde, “Hoca senin arkadaşın Çavuşoğlu'ndan resmi bir görüşme alamaz mısın?" diye sormuştu.

Gerçekten de Çavuşoğlu koridorlarda veya kafeteryada beni gördüğünde gelip koluma girer ve adeta herkese ‘Bakın bizim Kürtlerle bir sorunumuz yok’ dercesine şov yapardı. Hatta birçok sefer beni Türkiye'de siyaset yapmaya davet etmiş, askerlik sorunumu bile çözmeyi teklif etmişti. Resmi bir görüşme talebinde bulundum ve hemen kabul etti. Görüşmeye gittiğimizde Çavuşoğlu'nun yanında ufak tefek başı kapalı genç bir kadın vardı. Bütün görüşme boyunca Çavuşoğlu dışardaki şovun tam tersi bir şov sergilemiş, bu sefer de patronlarına yaranabilmek için ne kadar agresiv bir dil varsa kullanmıştı. Bu nedenle görüşme çok kısa sürmüştü. Dışarı çıktığımızda Rojbin bana dönüp gülerek, "Hoca gördün mü; o böcek gibi komiser koskoca Çavuşoğlu’nu ne hale koydu" demişti. Ben de kendisine, "Cemaat böyle bir şeydir. Her yerde kendisine bukalemunlar bulur ve böyle maymun gibi oynatır" demiştim.

Bir seferinde ise, Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Kongresi Başkanı Jean-Claude Frécon ile bütün heyetimiz için Rojbin bizzat kendisi randevu almıştı. Odasına gittiğimizde sekreteri ‘başkanın yan odada olduğunu ve çalıştığını’ söylemiş ve biraz beklememizi istemişti. Yan odadaki kapıda biraz bekledikten sonra içerden hiç ses seda çıkmayınca Rojbin kapıyı açıp içeri girmeye karar verdi. İçeri girdiğimizde yaşlı başkanı bir koltukta uyurken bulduk. Bizler bir mahçubiyet hissedip geri çıkmaya hazırlanırken Rojbin gidip omuzundan tutup sallamış ve "Monsieur Frécon, Monsieur Frécon!" diyerek onu uyandırmış; sonra da sekreterine gidip hem heyetimize hem de Monsieur Frecon'a birer kahve ısmarlatmıştı. Ve böylece toplantımızı gerçekleştirmiştik...

Strasbourg Belediye Başkan Yardımcısı ve aynı zamanda Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Kongresi üyesi olan Arap asıllı kadın siyasetçi Nawel Elmrini bizimle karşılaştığında çok samimi davranır ve birçok taahhütte bulunurdu. Ancak sırtını döndükten sonra ne mesajlarımıza ne maillerimize ne de telefonlarımıza asla cevap vermezdi. Onu yakaladığımızda birşey yaptırdık mı yaptırdık, yoksa mümkün değildi. Oturumlar esnasında Avrupa Konseyi’nde Rojbin onu yakalamış ve önemli bir konuda ondan güçlü bir söz almıştı. Ancak oturumlar bitecekti ve hiçbir şekilde ulaşamıyorduk. Rojbin onun istihbaratını almış, belediyedeki bürosunda olduğunu tespit etmişti. Yanına bir arkadaşı alıp kapısına dayanmıştı. Ancak sekreteri onun önemli bir görüşmede olduğunu ve ondan sonra da başka önemli bir görüşmesinin olduğunu söylemişti. Rojbin ondan sonraki önemli görüşmenin kendisiyle olduğunu söyleyip, görüşmesinin bitmesini beklemişti. Madam Elmrini görüşmesini bitirip diğer heyeti içeri almak için kapıya çıktığında Rojbin’i karşısında bulmuş ve adeta şok almuştu. Madam Elmrini, "Ama Rojbin seninle kesinleşmiş bir randevumuz yoktu, şimdi de başka bir görüşmem var" dediğinde Rojbin de ona, "Bak Navel hiçbir şekilde sana ulaşamıyoruz, bunu yapmaktan başka çare yoktu ve şimdi diğer randevunu biraz erteleyip bizimle görüşüyorsun!" diyerek içeri girmişti. Madam Elmrini'nin hiçbir şey yapma şansı kalmamıştı ve özür dileyerek diğer heyeti yarım saat kapıda bekletmişti...

Nerde olursa olsun Rêber Apo ile ilgili bir kampanya, bir eylem, çalışma oldu mu, mutlaka Rojbin içinde yer alır, bazen de pratik iş yürütmede en öne geçerdi. 2007 ve 2012'de Strasbourg'ta gerçekleştirilen büyük ölüm oruçlarında da özellikle diplomatik alanda en başta görev üstlenmişti. 2012'deki açlık grevini başlatacak arkadaşlar Strasbourg’a gelmiş, açlık grevini yapacakları bir kilise arıyorlardı. Nihayetinde Saint Maurice kilisesinde karar kılınmış ve heval Rojbin ile birlikte bu kiliseye gitmişlerdi. Ancak kiliseye girdiklerinde muhatap hiç kimseyi bulamamışlardı. Kilisenin içinde birkaç tur atıyorlar, hatta oturabilecekleri bir yer beğenmeye çalışıyorlar ama sonuçta muhatap birisiyle konuşup öyle oturmaları gerekiyordu. Bir süre bekliyorlar ama yine hiç kimse gelmiyor! Heval Rojbin her zamanki gibi pratik zekasını kullanıp kilise dökümanlarının olduğu bölüme gider ve ordan kilisenin bir katalogundan rahibin telefon numarasını bulur. Onu arayıp durumu kısaca anlatır ve kendisiyle görüşmek istediklerini söyler. Çok kısa süre içerisinde kilise rahibi geldiğinde eylemcilerin en önünde Rojbin ile karşılaşır. Rojbin Önderliğin durumunu anlattıktan sonra bu amaçla yapılacak açlık grevi eylemini kilisede yapmak istediklerini söyler. Rahip, çok şaşkın bir durumdadır. Hayatında böyle birşeyle karşılaşmadığı için nasıl bir cevap vereceği konusunda kısa bir kararsızlık geçiririr. Bir yandan ‘Tanrı’nın evine’ gelip bir istekte bulunanları geri çevirmek olmaz ama öte yandan kendi yaşamlarını tehlikeye atacak insanlara dinen yardımcı olmak da olmaz...

Rahip, Rojbin'in aralıksız kendisini ikna etme çabası karışısnda kısa süre içerisinde pes edip kilisenin içinde mutfak, banyo, tuvalet vb. ihtiyaçların karşılanması imkanı olmadığı için kilisenin hemen yanında, yine kiliseye ait bir binanın alt katında eylemin yapılmasına izin verir. Açlık grevi sürdüğü sürece kilise rahibi adeta bizim bir elçimiz olmuştu; bütün uluslararası kurumlara mektuplar gönderir, kilisenin bütün ayinlerinde Kürt halkının durumunu anlatır, dua ederdi. Açlık grevi bittiğinde kilise Rahibi artık ‘Heval Rahip’ olmuştu... Bu anıyı Rojbin'den dinlemiştim, olduğu gibi aktarmaya çalıştım.

Evet, dediğim gibi Rojbin’i hakkıyla anlatmak mümkün olmazsa da umarım bu birkaç örnekle onun diplomatik yeteneği ve inatçı yapısıyla ilgili biraz ipucu verebilmişimdir.

Sevgili Rojbin! Seni ve tüm yoldaşlarını minnetle anıyor, sana layık olmak için var gücümle çalışmaya devam edeceğimin sözünü veriyorum...

*Çalışma ve mücadele arkadaşı