Mutlaka kazanacağız Newroz’u

Dört köşe bir çivi haline gelmiş direniş hamlesini, artık işe yaramaz bir boruya dönüşmüş Türk devletinin tutması, bükmesi mümkün değil. Newroz da bunun ilanı oldu.

Türk devleti, ‘diyalog süreci’ni akamete uğrattıktan sonra Kürtlere karşı savaş ve işgal politikasını öne aldı. Amacı, Kürdistan üzerinde çöken ve çözülen sömürgeci tahakkümü yeniden inşa etmekti. Ankara rejimi bunu ilk kez denemiyor.

70’lı yıların sonunda da bugün gibi olmasa dahi Kürdistan’da ulusal ve devrimci hareketin gelişmesi, sömürgeci sistemi sallamaya başlamıştı. 1979’da İran’daki iktidar değişimi bölgede yeni bir dönemin kapısını açıyordu.

Ortadoğu kaynıyor, Kürtler hak, özgürlük taleplerini yükseltiyordu. 12 Eylül 1980 darbesi başka nedenlerin yanında çözülmeye doğru giden sömürgeci sistemi zor ve şiddet yoluyla ayakta tutmayı amaçlıyordu. Darbe, esas olarak Kürdistan halkına karşı yapılmıştı.

O zifiri karanlığı, sömürgeci-faşist rejimi ilk alt eden, bizzat darbenin hedefindeki Kürtler ve Kürdistan Özgürlük Hareketi’ydi.

Cunta, ölümcül darbeyi bir ulusu yok etmek için kurduğu 5 Nolu işkence laboratuvarında aldı. Kürdistanlı devrimciler, akıllara durgunluk veren bir inanç ve kararlıkla hayatlarını ortaya koyarak cuntaya meydan okudu.

Zindan direnişini çok geçmeden özgürlük savaşçılarının Eruh ve Şemdinli’de sömürgeci köleliğe karşı attıkları “ilk kurşun’’ izledi.

Hem Kuzey’de hem de başlayan Irak-İran savaşıyla birlikte Ortadoğu’da Kürdistan üzerinde 20. yüzyılın başında tahkim edilen sömürgeci sistem çözülmeye, çatırdamaya ve nihayetinde çökmeye başladı.

90’lı yılların başında Kuzey Kürtleri sadece ruhsal olarak değil, fiziki olarak da Ankara’ya yabancılaştı. Kürt Özgürlük Hareketi’nin etrafında adete bir okyanusa dönüştü. Ne çizilen sömürgeci sınırları ne de ona bir yazgı gibi sunulan sömürgeci statüyü tanıdı.

Kürdistan şehirleri, kasabaları, köyleri sömürgecileri istemiyordu. Gerilla cenazelerinden Newrozlara milyonlar sokağa iniyor, özgürlük talep ediyordu.

Devletin buna yanıtı gecikmedi. Çözülen ve çöken sömürgeci sistemi tekrardan tesis etmek için soykırım savaşına başladı. Buna “balığı yakalamak için denizi kurutma” deniliyordu, hatta Hakkâri’de bir Türk general “bana yetki verin buralarda ot dahi bitmez’’ diyordu. Yetki verildi. Dönemin “çökertme planı’’ devreye konuldu.

Şırnak, Cizre, Nusaybin gibi yerlerde sivil katliamlar yapıldı. Sadece 1992’de Cizre ve Şırnak’taki Newroz’da katledilen sivil insan sayısı 100’u geçiyordu. 4 bin köy boşaltıldı.

Aralarında yazar, gazeteci, aydın, işveren, farklı meslek gruplarından insanlar, kanaat önderleri, din adamlarının da olduğu 17 bin Kürt, Türk kontrgerillası tarafından infaz edildi. Yüz binlerce insan göç ettirildi. Amaç Kürtlerin özgürlük talebini bastırmak, kazanma umutlarını yok etmek ve Kürdistan’da parçalanan sömürgeci yapıyı tekrardan re-organize etmekti.

80’lerde olduğu gibi, 90’lı yıllarda da uygulanan bu vahşi saldırı istenilen sonucu vermedi. Her seferinde Kürtler adeta kendi küllerinden doğarak daha güçlü şekilde geldi.

Kürt Özgürlük Hareketi, 90’lı yılların sonunda bu kez uluslararası bir komployla karşı karşıya kaldı. Hareket’in tartışmasız lideri Abdullah Öcalan esir alındı. Hesap yine aynıydı; Kürt Özgürlük Hareketi’ni yok edip tarihten silmek. Ancak bu da olmadı.

Geçen onca zaman içinde hem Öcalan esir tutulduğu İmralı işkencehanesinde, hem Kürtler ve hem de özgürlük hareketi dişe diş bir direniş sergiledi. Gücünü nicel ve nitelik olarak katladı. İdeolojik-politik öncülük ettiği Rojava Devrimi bütün dengeleri sarstı.

Kuzey’de ise devletin “diyalog süreci” ile beklediği çözülmenin aksine Kürt Özgürlük Hareketi kökleşmeye başladı. Kürdistan’ı sömürgeci boyunduruk altın alan Sykes-Picot ve Lozan antlaşmaları fiili olarak çöktü.

Türk devletin önünde artık iki yol vardı: Ya Kürtlerle eşit, demokratik barış içinde yeni bir sözleşme ya da savaş ve yıkım politikaları. Erdoğan’ın başında olduğu devlet, daha önce sıkça denenen ama başarısız kalan ikinciyi seçti.

TC, son beş yıldır, yani Ekim 2014’te kabul ettiği “Çökertme Planı” ile bunu deniyor. Kuzey’deki her alandaki vahşetine bir de Efrîn işgalini, Rojava ve Güney Kürdistan’a karşı açık düşmanlığı ekledi.

Peki sonuç?

Sonuç, TC açısından bir hüsran. Bugün sömürgeci-faşist rejime karşı Leyla Güven, Nasır Yağız öncülüğünde binlerce tutsak açlık grevi direnişinde. Dört köşe bir çivi haline gelmiş bu devrimci direnişi, artık işe yaramaz bir boruya dönüşmüş Türk devletinin tutması, bükmesi mümkün değil.

Zaten 2019 Newroz’u da bunun açık ispatı ve ilanı oldu. Artık gönül rahatlığıyla söyleye biliriz: Kürtler mutlaka kazanacak!