Kürt gerillasını yenemeyecekler

Hainler, işbirlikçiler, paramiliter askerler en son teknolojik silahlarla saldırıyorlar. Ama Kürt gerillasını yenemediler ve yenemeyecekler. PKK, dağlar ve nehirler gibi Kurdistan’ın damarıdır.

Bir ülke; uğruna direnenleri yoksa imansız kalır. Bastırılan isyanlardan sonra dağların ve nehirlerin ülkesi Kurdistan adeta imansız kalmış gibiydi. Meydan, Kürt dilini yasaklayan, Kurdistan topraklarını parçalayan, “En iyi Kürt ölü Kürt’tür” diyen sömürgecilere kalmıştı. Oysa Kurdistan tüm imanların vücut bulduğu coğrafyaydı. İmansızlığı kabul etmeyen direnişçiler Fırat’ın kıyısında yola düştüler. Yola çıkanlar belirsizliği, bilinmezliği haklılık ile aşacaklarına ve kaybolmasın diye bir halkın varoluşunu yaratacaklarına inanıyorlardı. Dicle’yi geçerek dağlara ulaştılar. Ava Zê, Avaşîn ve Xabûr nehirlerinin dağları ilk üslenme alanları oldu. Çünkü imansızlık ancak gerilla savaşı ile son bulacaktı.

KURDİSTAN ŞEHİTLERİN KANI İLE HAYAT BULDU

Sömürgecilerin silahları, paraları ve ittifakları vardı. Tarih boyunca sömürü düzenleri güç üzerine şekillenmiş ve gelişmişti. Sömürgecilerin iştahını kabartan gerçeklik ise daha çok ele geçirerek durdurulamaz bir canavar olmaktı. Gerillaların ise sömürgeciliğe karşı savaşta sadece değerleri vardı. Çünkü sömürgeciliğe karşı savaş, esas gücünü değerlerinden alırdı. Gerilla, Kürt halkı ve Kurdistan ülkesi, eşsiz direnişlere mühür olan şehitlerin kanı ile hayat buldu. Gerilla savaşının, sömürgecilere karşı başarısının sırrı da en büyük değer olan şehitlerin döktüğü kanla mümkün oldu. Antep’te Haki Karer’in bedeninden dökülen kan, günümüze kadar Ava Zê suyunun Zap dağlarında, Avaşîn suyunun Zağros dağlarında, Xabur suyunun Metîna dağlarında, 153 gerillanın gencecik bedenlerinden dökülen kan ile Kurdistan ülkesinde şehitler nehrinin akışını kesintisiz kılıyor.       

Seher vakti ağaçların dallarına tüneyen kuşlar davudi nağmelerle ötüyor. Zap, Xabur ve Avaşîn nehirlerinin suları derin vadilerden kıvrıla kıvrıla akıyor. Esen sonbahar rüzgarı ile ağaçların yaprakları dans edercesine köklerine dökülüyor. Sayısız dağ zirveleri tüm görkemiyle damarları olan bu sularını koruyor. İlk bakışta bu bir döngü sanılabilir. Ama hiçbir damar yavrusunu bırakmaz. Bu zamansız ve mekansız olan hayatın akışıdır. Zaman ve mekan insan zihninin çizdiği sınırlardır. Kim bilir belki de zaman ve mekan egemenlerin bir tuzağı ve hilesidir.

KENDİNİ BİLMEK HALK OLMAK İLE MÜMKÜN

Zaman ve mekan içine sıkıştırılan insanın ahlaki politik toplumdan kopuşu ile nasıl da zombiler haline getirildiğini kapitalist kentlerin sokaklarında görüyoruz. Şehirler denilen mekanlarda herkes sıkıştırılmış yaşamın robotları haline getirilmiş bir yarışçı olmaya zorlanmaktadır. Gökyüzünün yıldızlarını dahi unutan, birbirini tanımayan yarışçılar. Zaman ve mekan içinde hiçleştirilen, hafızasız bırakılan, güdülere esir düşürülen acınası zavallı yığınlar. O kentlerin soğuk zaman ve mekanı gibi aç güdülerin yarışçıları haline gelmişler. Bu yarışçıların dikkatleri bedenlerine odaklandığı için yiyeceğin, seksin, korkunun ve ölümün pençelerinde kaldıkları görülüyor. Yine bu yarışçılar her şeye ömür biçme ve özgürlüğü uğruna savaşanların değerlerini aşındırma hastalığına tutulmuşlardır. Onlara göre ‘Özgürlük lafla alınabilir, silahlı mücadeleler ömrünü tamamlamıştır.’         

Oysa hayat, bu dağların nehirlerinin kıyılarında zamansız ve mekansızdır. Sonsuz ve sınırsız güzellik bu dağların bağrında ölümsüz bir büyüleyiciliği muhteva ediyor. Bu dağların mağaralarında insan anlam ve örgütlülüğe kavuştu. O mağaraların duvarlarına bilinmeyenler, bilinsin ve anlaşılsın diye kazındı. Yani mağaralar kendini bilmenin ilk mabetleri oldu. Çünkü Allah, insanı ‘Kendini bilsin’ diye yarattı. Kendini bilmesine vasıl olsun diye halk haline getirdi. Çünkü halk haline gelmeyen insan kendisini bilemezdi. Kendini bilme halk olmak ile mümkündü. Halkının hakikatini bilmeyenler kendilerini asla bilemezlerdi. Kendini bilmenin amentüsü diline, kültürüne, varlığına, DNA değerlerine sahip çıkmaktan başka ne olabilir ki?

Hakikat var olan her şeyin ilk ve en eski kaynağıdır. İnsanın ilk savunma silahının taş olduğunu bu mağaralara kazınan çizimlerden görüyoruz. Kendisini taş ile savunan atalarımızın canavarlara karşı direnişi ile bugünlere geldiğimizi en azından biliyor ve anlıyoruz. 6 aydır savaş uçakları, silahlı keşif uçakları, kimyasal silah ve paralı askerlerle Türk devleti, o zamanların canavarları gibi yaşamın özgürce ve huşu içinde aktığı Zap, Avaşîn ve Metîna dağlarında gerilla güçlerine saldırıyor.

KURDİSTAN BİR ASIRDIR SOYKIRIM PENÇESİNDE

Kurdistan bir asırdır emsalsiz bir sömürgeciliğin soykırım pençesinde. Beş bin yıldır kadın üzerinde yemin edilmişçesine sürdürülen kirli ittifaka benzer bir ittifak bir asırdır Kürtler üzerinde kusursuz bir şekilde sürdürülüyor. Kendilerini yeryüzünün efendisi görenler kadınlar ve Kürtler üzerinde emsali olmayan zulümler yürütüyor. Özcesi dünyanın bütün devletleri bu derin ittifakın sömürü çarkını çevirmeye çalışıyor.  

Gerillalar komutan Egîd’in ve tanrıçalaşan Zîlan’ın öncülüğünde dağların ve Kürt halkının bağrına kök saldı. Dağlarına ve halkına dayandığı için yenilmezdir. Hainler, işbirlikçiler, paramiliter askerler en son teknolojik silahlarla saldırıyorlar. Ama Kürt gerillasını yenemediler ve yenemeyecekler. PKK, dağlar ve nehirler gibi Kurdistan’ın damarıdır. Bu amansız savaş; bir de gerçekleri ve sonuçları ortaya çıkarıyor.

Ölümsüz olan nedir? Zamanla değişmeyendir. Geçici olan bir şey ebedi olamaz. Yalnızca, değişmez ve kalıcı olan ebedidir. Ebedi değerlerimizi ve acılarımızı aşındırmaya çalışan, dili ve bedeni Kürt ama beyaz Türk olmak için çırpınan kişilere karşı bir çift sözümüz olmalı. Biyolojik, nihilist ve paraya tapan, zombiler haline geldiğiniz iğrenç, popülist, sinmiş, korkmuş yaşamınızda boğulun. Değerlerimiz ve acılarımız kutsiyetimizdir. Değerlerimiz ve acılarımız kendimizi bilmenin haritası ve intikam yoludur.

KİMİN ELİNDEN NE GELİYORSA YAPMA ZAMANI

Ava Zê, Avaşîn ve Xabur nehirlerinin dağlarının derinliklerinde ve kayalarda açılan tünellerinde altı aydır, Türk ordusu ve HPG, YJA Star gerillaları arasında savaş kesintisiz bir biçimde devam ediyor. Aşırı teknik ve kimyasal silahlar kullanmasına rağmen Türk ordusunun psikolojisi bu savaşta çökmüştür. Paralı askerler arasında ölmemek için küfür, kavga ve moral bozukluğu had safhada yaşanmaktadır. Arazinin derinliklerine ancak DAİŞ çetelerini, korucuları ve Barzanilerin paralı çetelerini sürüyorlar. Barzanilerin paralı çeteleri Türk ordusuna kalekollar ve yollar yapıyor. Türk ordusu ancak bu şekilde arazide tutunmaya çalışıyor.

Bu savaşın ortaya çıkardığı diğer önemli bir sonuç ise Kürtlerin artık bir bütün illegal mücadelenin yol ve yöntemine sarılması zorunluluğudur. Mevcut devletlerin yasaları bir bütün Kürtlerin inkarını ve sömürüsünü bilincine kazımıştır. Bu devletlerin yasalarına göre mücadele edeceğim demek, kuru vicdan tatmininden ve kendini kandırmaktan öte bir anlam taşımıyor. Çünkü bu devletlerin yasaları hırsızları, ezenleri ve yasakları koruyor. O yüzden başta kadınların, gençlerin ve en son corona saldırısı ile yok edilmeye çalışılan toplumların hafızası yoksul yaşlıların, insanlık düşmanı Türk devlet sömürgeciliğine karşı her türlü yol ve yöntemle mücadele etmesinin binlerce nedeni vardır. Kimin elinden ne geliyorsa yapmasının tam zamanıdır. Yaşlılar hafızası ile kadınlar binlerce yılın sömürüsüne olan öfkeleri ile gençler de itaat altına alınmaya çalışılan enerjileri ile özgürlük nehrine katılmalıdır. 

Savunma amaçlı taşı ilk silah olarak eline alıp canavarlara karşı savaşan atalarımız bunu kendimizi bilmemiz için yaptı. Kurdistan’ı köle statüsünde tutmaya çalışan kapitalist sistemin canavarlarına atılacak her taş insanın kendini bilmesi olacaktır. Bunun dışında insanın kendini bilmesinin başka bir yolu acaba var mıdır? O zamanların çok güçlü görünen canavarları yenilip, yok oldular, günümüz canavarlarının da akıbeti aynı olacaktır.