Atakan Mahir’i hatırlamak

Atakan Mahir, 93’te Dersim’de gerillaya katıdı. Savaştı, komuta etti, üretti, anlattı, yazdı; ülkesini, insanını, doğasını sevdi. Dersim’le bütünleşti, şehadete de orada yürüdü. 

Savaşın tarihini yazan, yazdığı kadar savaşan, savaştığı kadar konuşan-anlatan, adını altın harflerle yazan ve yazdıran Atakan Mahir, yaşadığı yüz yılın, dünyaya geldiği coğrafyanın özetini veriyor bizlere.

Bir insanı, bir devrimciyi tanımlamak zordur. Kimileri Atakan Mahir için Dersim’in dervişi, kimisi kendi tanımlamasından yola çıkarak, ‘uzay çağı gerillası’, kimisi dağların ustası dese de tüm tanımlamaları ilk yapan kendisidir, çünkü bir sözü söyleyene değil, söyletene bakmak gerek diyerek hakikatin özüne kavuşması gerekliliğini işaret eder tanımlamalar.

Maraş’ın Elbistan ilçesine bağlı Akdil/Yalçıntaş’ta 1974’te dünyaya gelen Atakan Mahir, 8 kardeşi ve ailesi ile birlikte büyüdü. Kürdistan’dan Türkiye’ye uzanan göç ile yaşanılan sınıfsal farklılaşmayı küçük yaşında sezdi. Henüz 6 yaşındayken taşındıkları İzmir’de köylü kökenli mütevazi aile, proleterleşme ile yüz yüze kalmıştı. Maraş Katliamı’nın ardından alınan göç kararı, Kürt Alevi bir ailenin bir var olmaya çalışma biçimi olarak okumak gerekir.

Toprağın tüm cömertliği ile size sunduğu yaşamı bırakıp gitmek kolay değildir, hele hele ucunda paralı işçi-proleterleşme varsa ve toprak insanı buna alışkın değilse her nereye giderse arayışları da sürüyor. İlk gençlik yıllarında 12 Eylül faşizmi, Denizler’in idamı ardından oluşan sessizliğin kırılmaya başlandığı günlere tekabül ediyor Mahir’in. Mahir’ce mücadele etmeyi, Deniz’ce yürümeyi öğrenmeye çalışmak için sistem ile kurulan tüm bağlarını yüksek öğrenim de buna dahil terk ederek Apocu olmaya, yurtsever gençlik çalışmalarına katılmaya karar verir.

ÇELİŞKİLERİN ORTASINDA ÇÖZÜM ARAYIŞI

Komutan Atakan Mahir’in, kendi anlatımlarından devam edelim: 6 yaşında köyden metropole taşındık. İzmir’in Yamanlar Mahallesi daha sonra Kürt ve Kürdistanlıların ağırlıkta olduğu bir mahalleydi. İşçi mahallesiydi genelde. Katılana kadar da hemen hemen o ortamlarda kaldım. Kürtler olsa da genelde Alevi toplumunun olduğu yerlerdi. Yüksek öğrenimimi belli bir süre sonra terk ettim. Katılımın kökeni solculaşma oldu öncelikle. O dönem hem Kürdistan’daki savaş hem de yavaş yavaş Denizler’in idamından sonra yaratılan pasifikasyon aşılıyordu. Alevi bir toplumdan gelme Kürt ve fakir bir ailenin çocuğu olma, yani bütün bu çelişkiler metropol ortamında yaşanıyordu, hissediliyordu. Onun ağırlığı vardı fakat çözüm bulamıyordum. Daha sonra sol bilinçle tanışma olunca çözüm arayışları, içerisinde yer alma düşüncesi gelişmeye başladı.

PKK’YE KATILMA KARARI GELİŞİYOR

Arayışlar, önce sol bilinçle tanışma, daha sonra PKK ideolojisi ve yurtseverleşmenin öğrenilmesi çabası ile devam etti. Fakat bunda duygusal boyutlar ağırlıkta idi. Mücadele gücü gösterme anlamında PKK’yi tanıma daha zayıftı. ‘Tanıyacaksam merkezinde yer almalıyım buralar merkezi değil’ bilinçte öğrenmişiz belki biraz ama esas olarak buralar mücadele merkezi değil. Merkezinde, gerillada yürütülmesi gerekir diye bir ilgi gelişiyordu. Yine genç olmanın verdiği duygularla, Mahsum Korkmaz Akademisi’nin eğitimlerine ilgi vardı. Gördüğünüz o dinamizmin içinde yer alma duygusu da çekici geliyordu. Yani özünde toplumsal çelişkilerimiz, bunların arayışı, çözümüne ilişkin vardı fakat duyguda, düşüncede de PKK ve yurtseverlikle tanışmanın verdiği diğer etkenlerde çözümde belirleyici oldu. Bunların sonucunda PKK’yi biraz daha fazla araştırma, öğrenme oldu. Yurtsever gençlik çalışmaları içerisinde yer aldım. Belli bir sempatizan çevresi içinde hareket ettim. PKK’ye katılım kararını yavaş yavaş kafamda örgütsel olarak netleştirdim. Yaşadığım duygusal arayışlar da hızlandı. Gerillada yer alma duygusu geliştirdi.

BAŞÛR’DAN DERSİM’E KADAR

Ağustos 1993’te Dersim’de katıldım gerilla saflarına. O süreçten sonra birkaç merkezi eğitim ve Önderlik eğitimi almak amacıyla Başûrê Kurdistan alanlarına ve Önderlik sahasına geçtim. Tüm bunların dışında Bakurê Kurdistan gerilla çalışmalarında yer aldım. Dersim, Erzurum, Amed, Garzan eyaletlerinde çalışmalarda bulundum, gerillacılık yaptım. Ağırlıklı olarak Dersim’de kaldım. Yer yer Başûrê Kurdistan’da siyasal çalışmalarda bulunma da söz konusu oldu.

Eğitim önemli bir imkandır. Örgütün verdiği ideolojiyi çok derinlikli öğrenme, Önderlik savunmalarını sistematik olarak işleme imkanını yakalıyoruz. Örgütün sadece bizim kaldığımız alanlara değil, bütün çalışmalarına ilişkin stratejik-taktik yaklaşımı, yürüttüğü mücadele var. Düşmanın verdiği cevaplar, örgütün geliştirdiği strateji ve taktikler var. Eğitim alanlarında tekrardan bu strateji ve taktiği daha derinlikli kavrama, takip etme imkanı buluyoruz. Hazırlık da sadece kendi alanlarımıza ilişkin değil, örgütün geneline, Kürt halkının mücadelesine, değelerine ilişkin bir hazırlık gerekiyor. Ona da tekrar dahil olmak, örgütün gözüyle bakmak; yine Önderliğin ideolojik gücüyle donanıp tekrar çalışmalara hazırlanmak gerekiyor.”

ÇAĞRIYLA AYRILDIĞI DERSİM’E DÖNER

Gerillaya doğru atılan ilk adımların merkezi olan Dersim’den üç kez ayrılır, üç kez de Dersim’e döner. ‘Dersim aşığı’ demek ya da ‘Dersim topraklarının dervişi’ demek aksi bir tabir olmaz. Birinci Dersim ayrılışı Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın çağrısı ile Akademi’ye olur.

2013’teki geri çekilme süreci ile birlikte Türkiye’de oluşan demokratikleşme zemininde Dersim dağlarından fısıldadığı şu sözler kulaklara küpe olmuştur: “Bu topraklar bize de kimlik vermiş. Bu toprakların dervişiyiz aslında. Bir yere gitmemiz gerekmeseydi iyi olurdu. Dolaşırdık toprağımızda. Kimseye bir zararımız olmayacaktı. Bir ekmek aldığımız bir kapıdan hakikati tartışacak, bilgi verecektik. Onlardan hakikat gerçeklikleri alacaktık. Birbirimize öğretecektik.”

ASLINDA BIRAKMAK İSTEMİYORDU

Geri çekilme mi? Bu çağrının sahibi acaba Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan olmamış olsaydı bir adım dahi atar mıydı Dersim’den geriye? Yine kendisi cevaplıyor bu soruyu: “Seyid Rıza’ya atfediyorlar ama herhalde Demenanlı bir aşiret mensubunun sözü, zannediyorum çocuğu şehit düşüyor ondan sonra söylüyor. ‘Dağların anahtarını kaybettik!’ Şimdi üç bin şehidi bırakabilir misin? O arkadaşlarla yaşadıklarımızı? Halkı bırakabilir misin? Ciddi anlamda dost olanı, soyut bir anlamda halk kavramı olarak söylemiyorum. Bu coğrafyayı bırakabilir misin? Meşe ağacı her gün, her yıl bizsiz açacak. Yıllarca yaşadıklarımız var, aşağıda Munzur suyu akıyor onu hissediyorsan aslında, bırakamazsın zaten...”