Direniş, irade ve umutla geçen on yedi gün-İZLENİM

Saldırılar iki haftayı aşkındır aralıksız bir şekilde devam ediyor. İlk günlerde kısmen var olan endişe çoktan yerini cesaret, öfke ve umuda bıraktı. Yaşam normal akışına girmiş durumda. Dükkanlar geç saatlere kadar açık.

Top ve uçak sesleri altında bu yazıyı yazerken Efrin direnişi on yedinci gününü de geride bıraktı. Direniş, irade ve umutla  geçen on yedi gün. Efrin Amanos Dağları’na sırtını vermiş Hatay, Kilis, Antep, Ezez ve İdlip’e komşu nari ve zeytiniyle ünlü, yaz kış çeşit çeşit meyve ağıçıyla süslenen bir kent. Sulak olması nedeniyle eski adi Avrîn olan bir Kürt kenti ancak zamanla Arapların da bölgeye yerleşmesiyle berarber kültürel etkileşim sonucu adı Efrîn oluyor. Avrîn’i ise yaşlıların lügatında, dükkan ve çocuk isimlerinde görmek mümkün. Bunun yanısıra kentin en büyük hastanesinin de ismi.  

Verimli kahverengi toprağı ve göz alabildiğince uzanan yeşil ovalarıyla dört mevsim renk cümbüşü. Hitit ve Roma döneminden kalma tarihi eser, yazıt ve tapınaklara sahip. Bunların bir çoğu faşist Erdoğan rejiminin saldırıları sonucu ya tahrip oldu ya da yok oldu. Yerli halkın nüfusu 500 bin ancak Halep, Ezez ve İdlib’deki savaş ve çatışmalardan sonra bu bölgelerden gelenlerle birlikte nüfusu 1 milyona yaklaştı. İç içe yaşayan farklı ulus, mezhep ve dinleriyle tam bir kültür mozaiği. Kürt, Arap, Êzidî, Alevi, Türkmen, Asurilerin birlikte yaşadığı kadim bir kent.

2013 yılında yer yer çetelerin saldırısına uğrasa da Suriye iç savaşından bu yana Süriye ve Rojava’nın en sakin kentlerinden biri. İç savaştan sonra merkezi elektirik sistemi ortadan kalkmış halk elektirik ihtiyacını ortak jeneratörlerle karşılıyor. Jeneretör sesini saymazsak sessiz ve huzurlu bir kent. Şu günlerde ise top, uçak ve mermeri sesleri jenerator sesini bastırıyor. İnsanları doğal, üretken, emekçi, yurtsever ve oldukça direngen. Okuma yazma oranı yüksek, sanat ve kültür seviyesi yüksek, toprağına, ağacına ve ülkesine bağlı bir halk. Neredeyse her evin en az bir YPG ve ya YPJ savaşçısı var.

Son yıllarda ise sürekli faşist Erdoğan devletinin tehditleriyle karşı karşıya kaldı. Son olarakta 20 Ocak tarihinde 72 uçakla gerçekleştirilen hava saldırıysıyla savaş başladı. Erdogan “bir gece ansızın” gelmedi, gündüz vakti bağıra çağıra geldi ama acısı uzun yıllar sürecek bir yola girdi. Mussolini ‘dünya yüksek sesle konuşanları dinler’ dedi, dünya Musolini’yi dinlemedi. Erdoğan da yüksek sesle konuşuyor, dünya bu çığırtkanlığı da dinlemeyecek.

Saldırılar iki haftayı aşkındır aralıksız bir şekilde devam ediyor. İlk günlerde kısmen var olan endişe çoktan yerini cesaret, öfke ve umuda bıraktı. Yaşam normal akışına girmiş durumda. Dükkanlar geç saatlere kadar açık. Dış göçten ziyade daha çok çatışmanın yoğun olduğu köylerden şehre doğru bir akış var ve genel olarak halk sonuna kadar Efrin’de kalma düşüncesi üzerinden hazırlığını yapıyor. Çünkü savaş mevzilerinde özgürlüğü için, ülkesi için savaşanlar kendi çoçukları. Ne çoçuklarını ne de her santimine emek harcadıkları topraklarını bırakmaya niyetleri yok. Direngen ve boyun eğmeyen bir halk. En iyi mesaji 4 Şubat’ta yani direnişin on altıncı gününde verdi. Binler özgürlüğe aktı. Kadını, erkeği, genci yaşlısı ve çoçuklarıyla boyun eğmeyeceklerini gösterdiler. Dahası sonuna kadar çoçuklarının arkasında yürüyeceklerinin mesajını verdiler. Çok etkileyiciydi. Bir taraftan top ve çatışma sesleri diğer taraftan özgürlük nidalari.

Üstelik orda bulunan hiç kimsenin can güvenliği yoktu. Çünkü neredeyse her gün şehir merkezi başta olmak üzere rast gele top atışları yapılıyor. Bu saldırıların sonucunda yarısı çocuk onlarca sivil hayatını kaybetti. Yüksek bir binanın tepesinde kalabalığı izlerken aklıma Marquez’in şu sözü geldi: insanın oturduğu toprakların altında ölüleri yoksa, o adam o toprağın insanı değildir. Bu toprakların altında bu insanların ölüleri var ve bu insanlar bu toprakların adamları ve kadınları. On yedi gündür devam eden yogun bombardımana karşılık iradeleriyle savaşıyorlar. Bunun başka açıklaması yok. Teknolojiyle donanmış topları ve uçakları yok, inançları, iradeleri var ve topraklarına bağlılıkları. Birde öfkeleri! En çok Barîn Kobanê’nin cenazesine yapılan vahşete karşı öfke var.

Yaşarken yenemedikleri kadının cansız bedeni üzerinde tahakküm kurmaya çalışıyorlar. Halk bunun farkında. Dolayısıyla en büyük moral kaynağı yine YPJ savaşçıları. Şiddetli şavaş olmasına rağmen bir trajedi havası yok aksine olumlu ve umutlu bir atmosfer var. Operasyonun adının ‘zeytin dalı harekatı’ olarak açıklanması Erdoğan açısından büyük bir talihsizlik olarak yorumlanıyor. Çünkü bu toraklarda zeytin kutsaldır. Üzerine şarkılar yapılmış, şiirler yazılmış. Geçim kaynağının yanında emek ve kültürle özdeştir ve zeytin dalı işgalin değil direnişin sembolu olmuş durumda. Her yürüyüşte halk toprağına, ülkesine sarılır gibi zeytin dalına sarılıyor. Tamda Filistin özgürlük şarkısında söylendiği gibi: Güçlü bir duruşla yürüyorum, gururla yürüyorum. Bir elimde zeytin dalı ve kefenim elimde yürüyorum. Yürüyorum ve yürüyorum...