Dağların büyüsünü kameraya çeken ilk gerilla: Halil Uysal

“Bu topraklarda doğmadım ve bu topraklarda büyümedim. Kürdistan adını verdiğimiz bu ülkenin sadece dağlarını gördüm. Bir de uzaklardan şehirlerinin ışıklarını... Ama akarsularından ıslandım, kayalarına dokundum…”

Halil Uysal'ın İzmir'den başlayan yolculuğu önce Avrupa'ya oradan da Mezopotamya'nın dağlarına kadar sürüyor. Kürtlerin gerilla savaşını belgelemek ve haberlerini yazmak için başladığı serüveninde, ölümlerle karşılaşıyor savaşın bütün boyutlarını yaşıyor; tanıklık ediyor ve gerillalarla birlikte dağlarda yaşamaya karar veriyor.

Fotoğrafçı olarak başladığı dağ yolculuğunda yaşanılan her anı görüntüleyen Uysal yazılarında ise bu görüntülerin kendisinde bıraktığı izleri anlatmaya çalışır ve herkesin bu güzelliklerden haberdar olmasını ister.

Önce bir fotoğrafçı olarak gelir Kürdistan dağlarına; sonra gerilla olmanın, bunun savaşını vermenin muhteşemliğiyle tanışır, zamanla gönlünün fotoğrafladığı her anı yaşadığı her ayrıntıyı yazıya döker. Farklı zamanların sınırsız yoldaşlığını paylaşmanın büyüsünü her zaman yaşayan ve yaşatan Halil, şiir tadında başladığı gerilla yolculuğuna ve herkesin bu şiiri okuması, duyması, anlaması için kimi zaman fotoğraflarla, kimi zaman kamerasıyla anlatmak ister.

Bu topraklarda doğmayan Halil, bu topraklarda büyütür yüreğini dağ tadında. Her zaman gülmeyi ve güldürmeyi seven Halil, yürüdüğü her patikada tarihe bir iz bırakmanın sorumluluğuyla yürümüş ve aynı zamanı yaşayan tüm yoldaşlarının gönlünde unutulmaz anılar bırakmıştır ve çektiği Beritan filmiyle tüm dünyaya gerilaların dünyasını amacını tanıtması gerillada yarattığı ilklerden biri olmuştur. Halil’in bıraktığı bu miras üzerinden gerilla büyüsü her alanda kendisini anlatıyor dünyaya:

DAĞ SİNEMASINI DÜNYAYA TANITAN HALİL'İN KALEMİNDEN DAĞLARIN SİHRİ

“Bu topraklarda doğmadım ve bu topraklarda büyümedim. Kürdistan adını verdiğimiz bu ülkenin sadece dağlarını gördüm. Bir de uzaklardan şehirlerinin ışıklarını... Ama akarsularından ıslandım, kayalarına dokundum, yemyeşil yaz sıcağında ter döktüm. Burada arkadaşlarım oldu, arkadaşlarım vuruldu. Onların arkasından gözyaşı döktüm. Bir zamanlar sadece fotoğrafladığım insanlarla yaşadım. Aynı yemeği, aynı battaniyeyi, aynı soğuğu paylaştım. Ölümlerine tanık oldum. Artık geçtiğim hiçbir mekan geride kalmıyor. Yürüyüp gitsem de artık hiçbir zamanı bırakamıyorum. Bu koca coğrafyada sanki kendi evindeyim. Dağ dağ dolaşırken, her kayada tanıdığım bir gerillanın simasını, çok sevdiğim bir arkadaşın kahkahasını duyuyorum. Sanki kendi evimin odalarında dolaşır gibi dolaşıyorum bu coğrafyada. Hiçbir şey uzak değil, hiçbir şey yabancı değil uzansam dokunuyorum.”

Dağlarda yaşadıkça kendisini tanıyan ve ülkesiyle bütünleşmenin muhteşemliğini kaleminde şöyle dile getiriyor Halil Uysal: “Gördüğüm ve dokunduğum her nesne bana bir zamanı çağrıştırıyor, mutlaka geçmişte bir yaşanmışlığı anlatıyor. Burada bütün zamanları iç içe yaşıyorum. Bu dağlardaki bütün kayaların, taşların, böylesine zaman yüklü olduğunu önceleri bilmezdim. Onların zamanı kendileriyle birlikte tuttuklarını ve taşıdıklarını anlamam için yıllar gerekiyormuş.

Nihayet insanlar gibi olmadıklarını öğrendim. Onların hiçbir şeyi geride bırakmadıklarını, yanından geçip gitmediklerini, üstünden atlamadıklarını gördükçe, bu kayalara, taşlara, sulara olan sevgim gittikçe artıyor. Bazen bende bir taş gibi bütün zamanı kendimde biriktirmek tanıdığım bütün yüzleri, duyduğum bütün sözleri kendimde saklamak istiyorum. Bazen tek parça kaya gibi durabilmek istiyorum. Biliyorum tanıyorum ve seviyorum. Bu ülke artık benim ülkem oldu...”