Toğrul: Halkın kendini yönetmesinden asla vazgeçmeyiz
AKP'nin terör uygulayarak Rojava'daki kazanımları da engellemek istediğine vurgu yapan HDP Milletvekili Toğrul, Avrupa'daki halkın da destek eylemlerini geliştirmesi gerektiğini söyledi.
AKP'nin terör uygulayarak Rojava'daki kazanımları da engellemek istediğine vurgu yapan HDP Milletvekili Toğrul, Avrupa'daki halkın da destek eylemlerini geliştirmesi gerektiğini söyledi.
HDP Milletvekili Toğrul, AKP'nin Kürdistan'da terörüne karşı halkın direnişinin giderek arttığına dikkat çekti. AKP'nin terör uygulayarak Rojava'daki kazanımları da engellemek istediğine vurgu yapan Toğrul, Avrupa'daki halkın da destek eylemlerini geliştirmesi gerektiğini söyledi. Toğrul, hendekleri sebep olarak gösterenlere tepkide bulunarak, "Hendekler kazılmalıydı" dedi.
Bir dizi temaslarda bulunmak ve etkinliklere katılmak üzere Avrupa'da bulunan HDP Antep Milletvekili Mahmut Toğrul, AKP'nin Kuzey Kürdistan'daki terörü ve halkın direnişi üzerine ANF'nin sorularını yanıtladı...
'TÜRK HÜKÜMETİNİN AMACI ROJAVA’DAKİ KÜRT KAZANIMLARINI HEBA ETMEK'
Devlet Kürdistan’da katliamda, halk da direnişte. AKP iktidarının, Saray'ın hedefi nedir?
Şu an Kürdistan’ın 18 merkezinde, 54 kez, 200 küsur günü aşmış "sokağa çıkma yasakları” adı altında halka bir katliam provası yapılıyor. Katliamın boyutu o kadar ileri ki; sadece Cizre için bir örnek vereyim; şu anda Cizre’de devletin resmi kaynaklarının açıkladığına göre, 6 general, 36 albay ve on bine yakın paramiliter özel yetiştirilmiş özel harakat timi, sadece orada konuşlandırılmış.
Amaç sadece, Kürdün iradesini kırmak, Kürdün öz yönetim talebini kapatmak değil. Asıl amaç, Rojava’da Kürtlerin bugün ortaya çıkardığı bir değer var, ortaya koyduğu bir statü var; bu statüyü engellemektir. Arka plandaki asıl neden de budur. Biliyorsunuz, Cezire Kantonu’ndan Kobanê Kantonu’na kadarki alan birleştirildi. Kobanê ile Afrin arası 98 kilometrelik alan, hala o tecavüzcü IŞİD’ın elinde.
Türkiye Cumhuriyeti sonuç çıkarmamız açısından, bunun açık emarelerini verdi. Aslında bu bölgede Kürtlerin, YPG-YPJ’nin süpürmesini, Kürtlerin kendi alanında söz sahibi olmasını kırmızıçizgi ilan ediyor. Ancak, dünya tarafından ispatlı; katliamcı, tecavüzcü çete olan; kafa kesen, kol kesen bir grubun o 98 kilometrelik bir mesafede yerleşik olmasını öyle değerlendirmiyor. Sadece o da değil, şu anda da, çok öteden beridir yaptığı desteğini de hala devam ettiriyor.
Türkiye’nin süreklilik arz eden geçmişten gelen bir devlet anlayışı var. O da şu; "Kürde mümkünse hiç bir hak vermeyeceksin." Bu algı, işte Kobanê'de de, Rojava’da da, Güney'de de, Kuzey'de de; nerede Kürt sahiplense, kırmayı TC kendisine bir görev biliyor. Bu gün aslında yaşatılmak istenen Kürtlerin bir statüye sahip olmasının önü kapatmak.
Bu durumda Cizre, Sur, Silopi ve Nusaybin aslında 'Rojava' mı oluyor Türkiye açısından?
Öyle, aslında bunun üzerinden taraflara mesaj veriyor. Bunun üzerinden IŞID'e destek vererek ya da Rus uçağını düşürerek mesaj vermek istiyor. Mesaj şudur: "Ben burada Kürde bir statü kabul etmiyorum. Bunun için kiminle oluyorsa, kiminle angajmana girmem gerekiyorsa, onunla girerim. Kiminle düşmanlık yapmam gerekiyorsa, onunla yaparım. Bir biçimiyle de; ben bu statüyü engellerim."
Bugün Rojava’nın onun nazarında Kuzey Kürdistan’dan; Nusaybin’den, Cizre’den, Silopi’den, Silvan’dan, Derik’ten, Sur’dan hiçbir farkı yok. Sırrı Süreyya Önder’in bir benzetmesi var: "Hava bile almasın, nefes bile almasın, ekmek bile yemesin" bakışı var.
'DEVLET HALA KÜRTLERİ İYİ TANIYAMAMIŞ; TARİHİ İYİ OKUYAMIYOR'
Peki, bu gücü, bu güveni nereden alıyor? Kaybetmeyi de göze alan bir yaklaşım değil mi?
Diktatörler en güçlü hissettikleri dönemlerinde aslında kayba en yakın pozisyonlardalar. Steinbeckin'in 'Gazap Üzümleri’nde şöyle bir ifade geçiyor: "Eğer düşmanınız size her türlü aracıyla saldırıyorsa, her aracı sizi yenmek için mübah görüyorsa, bilin ki kayba en yakın zamandadır, bilin ki kaybediyor."
Şu anda aslında AKP Türkiyesi kaybediyor. Aynen dediğimiz gibi. Şimdi öteden beri, "Biz kardeşiz, bin yıllık kardeşliğimiz var, biz çok evlilikler yapmışız" diyerek, bunu bir güvence görüp, "Biz Kürtlere ne yaparsak yapalım, bizden ayrılmazlar, bizden böyle bir talepleri olmaz" gibi yaklaşım var.
Bakın, üç yıl önce Suriye’de halklar bir arada yaşıyorlardı, Irak’ta halklar bir arada beraber yaşıyordu, ne oldu? Zalimler, diktatörler halklara zulmederlerse, orası bir anda, o çok güvendiğiniz bin yıllık kardeşliğiniz, et-tırnak hikayeniz bozulabilir. Şu anda bu zulüm, Kürdistan’da ciddi bir şekilde, halklar arasına ciddi bir ayrıştırma noktasına geliyor ve bu, Tayyip Erdoğan’ın kesin kaybetmesiyle sonuçlanacaktır.
Biz halkların bir arada yaşaması için, çoğulcu bir ortamda yaşaması için, birbirinin farklılıklarının olduğunu kabullenen bir yaşam biçimini, bir coğrafya bütünselliğini başarmak istiyoruz. Ama buna güvenerek, bizim bu çabamıza güvenerek, bizim bin yıldır bu topraklarda beraber yaşıyor olmamıza güvenerek, her türlü zulme boyun eğmemizi de beklememeleri lazım. Ve bu halk, yeri geldiğinde başka şeyleri de önüne koyacaktır. Dediğimiz gibi; bilinçaltında işte Osmanlı Bakiyesi, TC topraklarını koruduğunu ima ediyor ama bunu yaparken halkının bir bölümüne, kimsenin kabullenmeyeceği insanlık tarihinin görmediği bir zulüm yapmak istiyor. Burada hedeflerden bir tanesi olarak da, ahlaki bir kırılma, deformasyon yapmak istiyor. Devlet, Kürtlerin kutsallarına saldırıyor.
Kürtlerin en önemli değerlerinden bir tanesi de şehitleridir, mezarlıklarıdır, yine kadınlardır. İşte, Ekin Van’da olduğu gibi cesetlerinin çırılçıplak soyulup teşhir edilmesi gibi barbarlıklara başvuruyorlar. Doğrudan en değer verdiği, en önemsediği, onun için en kutsalını yok etmek istiyor.
Bu konuda ben açık söylüyorum; bu saldırılar, Kürtleri tanımadıklarını gösteriyor.
Başbakan daha iki gün önce bunu söylüyor; "Ev temizliyoruz." Evinin önünü temizler gibi. Bu, halka karşı katliam söylemidir. Kürdü tanımadığını, tarihi bilmediğini gösteriyor. Seyit Rıza’nın bıraktığı mirası görmüyor, Arin Mirkan’ı görmüyor, Şeyh Sait’in bıraktığı mirası görmüyor. Kürtler ne zaman zulme boyun eğmiş? Kürtler, bin yıllardır direnmeyi atalarından aldılar ve direnmeyi gençlerinden de öğrendiler, hep direnen bir halk. Çünkü direnişten vazgeçme şansları da yok. Boyun eğmediler, boyun eğmeyi de düşünmüyorlar. Şu anda yapılmak istenen zulmün boyutu bu. Hakikaten insan aklının sınırlarını da zorlayan bir boyut.
Şu anda Sur’un sokaklarına panzerler dar olduğu için giremiyor. Ev ev temizlikten kastettikleri de, Kürde ait o evi adım adım yıkmak. Panzeri içeriye sokmaya çalışıyorlar bunun için.
Şu ana kadar tankıyla, topuyla Ortadoğu’nun ve dünyanın en güçlü ordusu olduğu iddia edilen ordusuyla, bu kentlerimize nüfuz edemiyorlarsa, Kürdün direnişinin boyutunu anlamamız lazım.
DİRENİŞİ KÜRDİSTAN’DA SADECE BELLİ FEDEKAR KESİMLER Mİ OMUZLADI?
Tam bu noktada, yeterli görüyor musunuz? Gerçekten bu, Kürtlerde sadece bedel ödemişlerin mücadelesi midir?
Aslında geçmişte yarattığımız algıyı, henüz toplumda kırabilmiş değiliz. Bu algı şu; biz 7 Haziran’da seçime doğru giderken, Türkiye toplumlarının farklılıklarının bir araya gelmesinden, farklılıklarının kabul edilmesinden yeni bir yaşamın kurgulamasını arzu ederken ki bu doğru bir politikaydı, hala da doğrudur. Ancak toplumda zalimlerin bu yaptıkları zulümleri de kısmen zaman zaman 'aman ha o tılsım bozulmasın' diye, görmezden geldik. Ve toplumda şöyle bir algı uyandırdık. 'Ne olursa olsun, bu zalim devlet, ne kadar bize saldırırsa saldırsın, biz bunu provokasyon olarak algılattırdık ve bu provokasyona gelmeyeceğiz' dedik. Bu son derece eksik ve yanlış bir şeydi. Bakınız, dediğim gibi politikamız çok doğruydu. Hala farklılıkları savunuyoruz, hala bir arada olmayı savunuyoruz, hala çoğulculuğu savunuyoruz. Tüm halkların özgürce bir arada birbirini değiştirmeden yaşamını savunuyoruz. Ama bu zalimler benim varlığımı yok ederken, benim direnme hakkıma engel olmamalıdır. Biz bunu öngörmekten, aslında devletin savaş kararı verdiğini bile bile 30 Ekim 2014 Türkiye Cumhuriyet tarihinin en büyük, en uzun MGK toplantısı. Bu toplantıda savaş kararı alındığı bilinmesine rağmen biz bu süreçte çoğulculukla, Meclis'te çok milletvekilimizin olmasıyla bu süreci karşılayacağımızı zannettik. Ve tam da bunun üzerine 7 Haziran’da olumlu sonuç ortaya çıktığında da, 1 Kasım'da MGK kararı gereği, Tayyip Erdoğan ve şürekâsı savaşa başladığında, bizim toplumumuz yine buna sessiz kalmamızı bekledi. Çünkü demiştik ki; 5 Haziran’da senin kalbinde bombayı patlattı, Amed İstasyon Meydanı’nda. Ama biz dedik ki, 'Aman aman provokasyona gelmeyelim, bunlar bizi provokasyona getiriyorlar.' Orada bile kalkıp reaksiyon göstermedik, susturduk. O halkın tepkisini azalttık. Şimdi 'buna devam et' diye bir algı var. Ama saldırının boyutunu biz halka hala da anlatabilmiş değiliz. Saldırı topyekun bir yok etme saldırısıdır. Sri Lanka Modeli’ne benzer bir Türk Modeli ile, Kürt kentlerini yerle bir etme politikasıdır. Çok derindir, çok hesaplıdır. Çünkü sadece bu olay Tayyip Erdoğan olayı da değildir. Tavır öyle bir günlük, bir anlık tavır değil. Erdoğan'ı seçtiler. Darbe diyoruz da bundan daha farklı bir darbe olur mu? Ordu darbesinde mesela neyi kullanabilecekler? Mesela şu anki 'sokağa çıkma yasağı' neye uyuyor? Hukuka, dış hukuka uyan bir tarafı var mı? Ama işte bunu fiili hale getirdiler. Devletin bekası denilen şey Erdoğan'da karar kıldı.
'HENDEK KAZILMAK ZORUNDAYDI'
O halde ileri sürdükleri hendek meselesi, sadece bir algı yaratılması mıdır?
Şimdi saldırılarını yaparken, mutlak bir bahane ile toplumu inandırmaya çalışır. Mesele hendek meselesi değildir. Kürdistan’da ilk hendek 7 Haziran’da kazılmamıştır. Cizre’de 2014’te hendekler kazılmak zorunda kalınmıştır. Hatırlayınız, Hatip Dicle, Öcalan'ın mesajlarını Cizre’ye götürdüğünde hükümetle o gençler arasında bir diyalog kuruldu. Hükümet, o gençlerin tutuklanmayacağını, gözaltına alınmayacağını, onların katledilmeyeceğine dair güvence verdi ve Öcalan’ın talebi üzerine hendekleri kapattılar. Ama birkaç gün sonra aynı saldırılar tekrar başladı, dolayısıyla bu hendek meselesi değildir. Bu tekrar ediyorum; Kürtlerin kendi kendisini yönetme iradesini kırmak, Kürt nerede ise onu engelleme girişimidir.
Kendi kamuoyunu hatta Kürt kamuoyunu da böylelikle yanılgılı olarak manipüle etmek istiyor.
Sizce gerçekte, Türk kamuoyu ikna edilmiş durumda mı hükümet tarafından?
İkna edildiğini, halklardan umudu kesmek durumunda bir yaklaşımı kastetmiyorum. Yeterince bu zulmün kavranılamadığına inanıyorum. Türkiye halkları ve hatta savaşın yaşandığı bölgelerin dışında yaşayan Kürdistanlılarca da yeterince kavranıldığına da inanmıyorum. Avrupa’daki Kürdistanlıların, politik olanlarının da yeterince kavradıklarına inanmıyorum. 'Bunun üç-beş günlük ömrü ne zaman bitecek' gibi sorularla karşılaşıyoruz. Ya zulüm ne zaman bitecekse o zaman bitecek. Zulüm devam etiği sürece olacaktır.
Uzun süren barış görüşmelerinin ruh halinin devamı mı?
Tabii ki bunların hepsi bir algı olarak kullanılıyor. Dünyada bize benzer sorunlar yaşayan halklar, iradelerinin yok sayıldığı, zulüm altında yaşayan başka halklar da var. Çok büyük bir nüfusa sahip olmamıza rağmen, farklı devletlerin arasında bölünmüş olmaktan kaynaklı sorunun karmaşıklaştığı bir durum yaşıyoruz ama sorun elbet günün birinde masanın etrafında konuşularak çözülebilmeli. Buna inanmak yanlış bir şey değil, eksik bir şey değil.
Bakın, 5 Nisan’dan bu güne bu çözüm sürecinin etkisinin, boyutunun ne olacağı ortaya çıkmış olduğu halde, Sayın Öcalan ile hala görüşmelerin engellenmesi, üzerinde Türkiye ve dünya tarihinin görmediği bir tecridin uygulanılması, bize tüm bunlardan sonra yine de bu işin barıştan yana olmamızdan engel oluşturmadığı inancı var. Biz barıştan yanayız. Çocuğu ölürken bile hala tekrar tekrar 'biz barış istiyoruz' diyor, bu halk. Bizim barış çığlığımızı, bir itaat olarak algılamasınlar. Bu halkın barıştan kastı o değil. Esedullah Timleri’nin Silvan’da duvarlara yazdığı, 'Türksen övün, değilsen itaat et'; bu aslında Kürde bakışı net gösteriyor. Onlar netken, bizim bu durum karşısında netsizliğimiz, görevimizi yeterince yapamadığımızı gösterir, tekrar kendi eksikliğimize dönüyoruz. Tüm Kürtler için bunu söylüyorum. Savaşın geldiğini göre göre bizim önlemimizi almamamız, sadece HDP olarak da değil, DBP, diğer kurumlar ve genel olarak eksiklik var, yetersiz kalındı. Biz bu barış sürecinin bu kadar büyüdüğü bir ortamda devletin bu kadar büyük katliamcı zihniyetini, geçmişini unutuverdik.
'ADIM ADIM ÖRGÜTLENİYORLAR'
HDP bu yoğunlukta bir savaş bekliyor muydu?
Savaşın başlayacağını biliyordu, bekliyordu ama boyutunu bu çapta hesap etmedi. Hesap etmiş olsa, bugün hazırlıksız yakalanmazdı.
İlk Cizre’de dokuz günlük yasak ilan edildiğinde oradaydım. Benim orada gördüğüm tablo daha negatifti. Hepimizde genel varsayım; bunun üç gün sonra biteceği yönündeydi. Sonrasında, özellikle Sur’da uzun sürmesi, Cizre’de artık defalarca tekrarlanması, zulmün devam etmesi, halkta tepkiyi büyüttü. Halk başlanılan noktadaki gibi değil, dizlerinin üzerine çökmüş değil, tekrardan toparlanıyor. Hiçbir şey yapamadığımızı söylemek doğru değil. Şu anda halkın tepkisi, adım adım kendisini örgütlüyor, düzene koyuyor. Bakın Sur’da devam etti ama Bağlar'da da, Koşuyolu’nda da, gençlerimiz orada hayatlarını kaybetti. Şu anda sivillerimiz ölüyor. Adım adım mesela Cizre’de Nur'da başladı, Cudi’de başladı, Yafes’de sürüyor. Adım adım kendisini örgütlüyor. Biz bunun böyle olacağını, gerçekten bu kadim halkın, gençliğin potansiyelini biliyorduk.
Bu sadece Kürdistan'da da değil, Avrupa’da da bulunduğu her alanda halk adım adım kendini örgütlüyor ve tavrını da koyuyor.
Belediyelerin ekseriyeti HDP’nin elinde. Halk için ne tür tedbirler alınıyor? Barınma, yeme-içme... Belki daha da büyüyecek, daha vahim durumlar yaşanacaktır. Barınmaya yönelik altyapı çalışmaları mesela nedir?
Şimdiye kadar evet, bu eksiklikler var. Bunun bu kadar büyüyeceği 18 merkezi kapsayacağı, bu kadar uzun süreceğinin hesaplanmadığını söylemek lazım ama şu anda bu algının eski noktasında olmadığını, şu anda Kürdistan’da ilk başlamışlar hendeğe aynen Türkiye’de Batıdakinin algısıyla bir yaklaşım vardı. Oluşan olağanüstü koşullara denk düşecek bir altyapı oluşturma, ihtiyaçları giderme çalışmaları elbet olacaktır. Şu an topyekun bir imha durumuyla karşı karşıya olma durumu var, öncelikle yaşam hakkı sağlanmalı, yaşam hakkı güvenceye alınmalı, yerleşim yerlerine yönelik saldırılar kesilmelidir önceliğimiz bu.
Yani Kürdistan'da da hendek bir sebepmiş algısı mı yaygındı?
Evet, sebep algısı vardı. Ama Kürdistan’da açığa çıktı ki; hendek sebep falan değil. Halk bunun çok farkında. Özellikle Cizre’de de, Amed’de, Nusaybin, Mardin’de de biz oradaydık. Halk mahallelerinde direnişi sürdürüyor olmaları, devletin katliamcı yaklaşımlarını kavramış olmalarından kaynaklıdır. Dışardan da halk o mahallelere girmek için defalarca serhildanlar geliştirdi. Başlangıçta hazırlıksız yakalandı, şu anda bu süreci karşılamak için bu işin hendek meselesi olmadığını, bir irade kırma meselesi olduğu artık yavaş yavaş oturmaya başladı.
'HALK HER ŞEYE RAĞMEN DİRENİYOR'
Peki, bizzat o kentlerde yaşayan insanlarla da yüz yüze geldiniz. Bizzat içinde ya da kendisini savunma durumunda olan halkın bakışı nasıldı, şikayetleri nelerdi, genel olarak beklentileri nelerdi, Kürdistan halkından, kamuoyundan beklentileri nelerdi?
Savaşı yaşayanlar, gençlerin, orada yaşamak durumunda olanların, mücadele verenlerin duruşu, çok saygın bir muhteva içeriyordu. Bakın 18-19 günden bahsediyoruz. Hazırlıksız koşullarda, tüm ağır silahlarla, sanki dışarıda uluslararası savaş varmış gibi havan toplarının kullanıldığı, yerleşim yerlerinde kullanımı yasak ağır silahların kullanıldığı bir saldırı durumunda bile orada yaşayan halk, mücadeleye devam ediyor. Bakın devletin, açık açık şu çağrılarını ben kulaklarımla duydum. Örneğin Derik’te halka sokağa çıkma yasaklarının olduğu bölgelerde 'Evlerinizi boşaltın, yoksa can ve mal güvenliğinizi sağlamayacağız' anonsları yapılıyordu. Buna rağmen insanlar terk etmedi. Bu çapta zulme karşın, ölümüne çıkmadılar. İnsani bir durum, direkt gündelik hayatını idame etmeye yönelik bir durum bu. Yaşamı idame ettirebilecek temel ihtiyaçlara yönelik bir mahrum etme cebri var; elektrik yok, su yok, yiyecek-içecek yok, dış dünya ile iletişim yok, telefon–internet yok. Cenazeniz oluyor, onu kaldıramıyorsunuz. Başında günlerce beklemek durumunda kalıyorsunuz. Şimdi bu süreklilik arz ediyor. Bazen onlarca günden sonra yasağa ara veriliyor, o süreler bile ihtiyaçları karşılamaya yönelik değil, aslında 'Kentini terk et, meskenini boşalt' çağrısıdır. Ama tüm bunlara rağmen hala oraları boşaltmamışsa, direniyorsa, oradaki halk, mücadeleye olan inancının güçlülüğünü gösterir. Bu ilk olan yaklaşım.
İkinci bir grup var; dedim ya üçlü bir ruh hali var. Bunlar da esnaf, orta sınıf diyebileceğimiz bir kesim. Bunlar ciddi bir iş kaybına uğramışlar. Bunlar direnişin bitmesini arzu ediyorlar. Mücadelenin boyutunun anlatılamadığı kesim de tam da bu kesimdir. Hala halkın imhası gündemdeyken, halkın topyekun yok edilmesi gündemdeyken onlar, iş yapamamaktan bahseden kesimlerdir.
Şu anda en çok mağdur olan, öldürülen, bedel veren kesimlerden çok, bir yönüyle maddi kayıp yaşayan kesimler rahatsız oluyor. Bunun AKP'nin 'benim esnafım' algısıyla ilgisi var mı? Bu bir sınıfsal duruş mudur?
Kuşkusuz öyle. Sürekli verdiği mesajlara bakalım, 'esnaf kardeşim!' Oradaki öğretmeni çıkar vur ama 'esnaf kardeşim' de. Bir diğer üçüncü bir kesim de, kendisini hiç mücadeleye katmayan ama 'yapsınlar etsinler' diye beklentiye giren bir kesimdir. Elitler sınıfı dediğimiz, çok azınlık da olsa öyle bir kesim de var. Üçlü ruh hali.
HDP YETERSİZ Mİ KALDI?
HDP, Türkiye'deki tüm bileşenleri bir arada toplayan siyasal parti projesi olarak, etkisiz mi kaldı? Yani barış zeminini oluşturmada, köprü rolü oynamada yetersizlik mi var?
Şimdi şöyle bir şey; HDP’nin nereye kadar büyüyeceği, ne kadar karşılık bulacağını tartışmıyoruz, HDP projesini tartışmak ayrı bir şey. HDP projesi kendi başına üç günde oturup, halledeceğimiz bir proje değildir. HDP projesinin geçmişi olan, tartışılmış ve asla vazgeçilmemesi gereken bir durumu var. Barış yanlılarının, bu ülkede kanın dökülmesini istemeyenlerin asla vazgeçmemesi gereken bir projedir. Ama bu projenin savaş ortamında ne kadar karşılık bulacağı sorusunu sorarsanız, o farklı bir nokta. Bu projeden vazgeçmemeli ama 'bu projeden vazgeçmiyorum' derken de, Kürdistan’a sırtını dönmemeli. Kürdistan’a yaşananlara kulağını, gözünü tıkamamalı. Bu biraz da HDP üzerinden toplam muhalefeti toparlamaktır, bu yönünü görmek lazım. Çünkü Türkiye Demokrasi Mücadelesinde var olan güçlerden bir tanesidir HDP, her şey değildir. Dolayısıyla HDP’nin sırtını bölgeye döndüğünü söylemek de doğru değildir. Nerede sorun olursa, orada olmaya çalışıyoruz. Özgürlük mücadelesinin, kendi kendisini yönetme söyleminin arkasında durmaya çalışıyoruz. Her şeyden vazgeçeriz de, bu halkın kendi kendini yönetmesi amacından asla vazgeçemeyiz, aksi bir tutumumuz asla olamaz.
HDP, Özgürlük Hareketi’nin yarattığı çoğulculuk anlayışının Türkiye’de yaygınlaştırılması projesidir ve oldukça önemlidir. Çünkü biz, halklarla beraber yaşadık, yaşıyoruz; o açıdan önemlidir. Ancak Kürdün imhası noktasına gelmişse, o zaman da her şeyin de ilacı değildir.
Ama şimdi pratik gerçekliğe bakıldığında da Kürdistan ve Türkiye kamuoyu açısından da farklı gündemler var, tamamen ayrı yaşamlar var, tamamen farklı algılar var?
Kürtlerin yürüttüğü mücadeleyi Batı’daki toplumlara anlatma gibi bir görevimiz de var. Bu mücadeleyi oralara anlatmak, mücadeleye engel bir durum oluşturmaz bir kere.
Çalışmalarımızda Kürdistan’da neler yapabiliriz? Halkın verdiği mücadeleyi nasıl genişletebiliriz? Bir tarafta bunu tartışırken, direnen halkın yanında olurken, diğer taraftan, bu ateşin yarın diğer halkları da etkileyeceğini, yakacağını anlatmak durumundayız. Bu direnişin aynı zamanda onun da direnişi olduğunu anlatmak durumundayız. Bu sadece Kürtlere ait bir olgu değildir.
Biz yerel parlamentolar, özerk yönetimler oluşturulsun, derken sadece Kürdistan için tartışmıyoruz. Bunu tüm diğer halklar için tartışıyoruz. Yani demek istediğim; projeyi savunacağız ama projenin savunulması oradaki mücadelenin azmini kıracak, köstek olacak tutumun içinde değil, tersine olacaktır.
'HENDEKLER BAHANE, 2013’TE SAVAŞ KARARI ALINMIŞ'
Davutoğlu’nun bir açıklaması oldu. "2013 te Çözüm Süreci’nde planlamıştık; yirmi-yirmi beş pilot bölge seçmiştik, temizleyecektik. Yirmi ilçede başardık, en son bu beş ilçe kaldı" diyor. Şimdi bunları planlıyorlarken çıkıp, "Hendeklerden dolayı barış süreci bozuldu" diyebiliyorlar. HDP bu söyleminden dahi yola çıkarak, asıl süreci askıya alanların Türk hükümet tarafı olduğu gerçeğini gündemleştirmede eksik mi kalıyor?
Sonuçta güçler eşit değil, dengede değil. Katliamın olduğu bölgelerde de anormal bir dengesizlik var. Birinin sadece cesareti, iradesi, vicdanı, inancı var. Ama diğerinin elinde her türlü imkanı, ağır silahı var. Bütün halklar üzerinde bir devlet zoru var. AKP hükümetinden anlaşılıyor ki, Tayyip Erdoğan’ı kendi zalim iktidarı için bir araç olarak kullanmış. Böyle görmüş, böyle bakmış. AKP'nin de aslında ezilen halklara, Kürtlere tavrı çok net. "Tüketeceğim, bitireceğim, özgün bir model yaratacağım" diyor. Net olmalıyız. Bu süreçte bizim hoş görünen, iyi görünen alışkanlıklarımızı hızla değiştirip, buna uygun bir yaklaşım geliştirmemiz gerekiyor.
'DÜNYA OLAYLARA ÇIKAR ÜZERİNDEN BAKIYOR'
Bir de Kobanê’de hem iç kamuoyu çok aktif hem de dünyadan büyük bir destek, bir dayanışma vardı, Kürtlere sempati ile bakılıyordu. Özellikle dış kamuoyuna yönelik, HDP’nin diplomasi alanında çalışması var mı?
HDP’nin dış ilişkiler komisyonu üzerinden yürüyor. Sayın eşbaşkanlarımız büyükelçilerle bir araya geldiler. Sonra Avrupa, ABD’ye gidildi. Durumlar raporlaştırarak ilgili uluslararası kurumlara sunuluyor. Yurt dışındaki halkımızın da bu diplomatik atağı geliştirmesi gerekiyor.
Dünya olaylara bakarken, çıkar üzerinden bakıyor. Bu çok net olan bir durum. Devletleri bir yana bırakalım. Örneğin IŞID’in Almanya ile Fransa’ya yaklaşımı bile farklıdır. Örneğin Almanya IŞID’e razı gibi görünüyor ve IŞID de Almanya’ya karşı bir pratik içine girmiyor, Fransa’ya yaklaşım gibi bir durum yok. Almanya mültecilerin kendisi için bir sorun olduğunu düşünüyor ama Fransa mevcut halde, Suriye’nin, Rojava’nın mutlaka IŞID’den temizlenmesi gerektiği noktasında duruyor. Fransa’nın Rusya’ya denk düşen, böyle bir algısı var.
Kobanê’nin Kürtler tarafından özgürleştirilmesi çok önemlilik arz ediyordu, şu anda çok farklı dengeler var.
Örneğin; ABD, İngiltere ve diğer Avrupa ülkeleri Rojava’ya girişi "Bataklığa giriş" olarak algıladılar. Rusya bunu göze alıp girdiğinde, Rus uçağı NATO’nun emriyle, Türkiye’nin oradaki kayıplarını bertaraf etmek, Batı ile bir diyalog içine girmek için ki, hem Avrupa hem de ABD ile son politikaları taban tabana zıttı. Tam bu meblağda Türkiye’yi kullanarak, Rus uçağını düşürdüler. Böylelikle ABD ile bir diyalog noktası, mülteciler üzerinden de Avrupa ile tekrardan bir diyalog noktası yakaladılar. Yani öyle tesadüfen vurulmadı uçak. Dolayısıyla dünyada Rusya ve Fransa gibi bir kanat, IŞİD’in bitirilmesini istiyor, ama Türkiye’yi jandarma gibi kullanan ülkeler, şu anda net karar verebilmiş değil.
Kobanê ile Cizre çok hızlı birleştirildi ama Cerablus ve Azaz mesafesinin hala duruyor olması da uluslararası dengelerden kaynaklıdır.
Kuzey açısından da bakıldığında, uluslararası dengelerin, müttefikliklerin burada rolü çok önemlidir. Bu durumda, HDP’nin kardeşlik projesi de burada bir kez daha hayatiliğini ortaya koyuyor. Türkiye öteden beri Kürdün statüsünü engelleme çabasındadır. Kürtlerin statü elde etmesi devletin algısında Türkiye’nin bölünmesi anlamına geliyor, bütün hücrelerinde yaşadığı korku budur.
'AVRUPA'DAKİ HALKIMIZ AYAĞA KALKMALI; DİPLOMASİ VE LOBİ ÇALIŞMALARI YAPMALI'
Avrupa’daki halktan beklentileriniz nelerdir, bir çağrınız var mı?
Katliamlara karşı Avrupa’daki halkımız ayağa kalkmalıdır. Öyle bir duruş gerektiriyor, diye düşünüyorum. Burada yaşıyor olsalar bile ülke özlemini, vatan özlemini çektiklerini biliyorum. Burada küçük organizasyonlar üzerinden, anmalar biçiminde geçmemeli; halkımız sokaklarda dayanışmasını göstermelidir. Hem diplomasi, lobi çalışmaları hem de gösterilerde eylemsellikler geliştirilmelidir. 'Burada bu ateş sadece beni yakmıyor, seni de yakıyor, senin için de bir tehdittir' diyebilmelidir. Bir halk katliamı var, bir kültür, bir tarih yok ediliyor, bunu durdurmak, herkesin boynunun borcudur. Halkımızın bu temelde ayağa kalkması gerekiyor.