KNK üyesi Akif: Bir halkın özgürlüğü öz yönetimle gelişir
Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK) Üyesi Yaşar Akif, Kürtlerin öz yönetimlerle özgür yaşamak istediğini belirterek, “Bir halkın kölelikten kurtulması ve özgürlüğü, öz yönetimle gelişir" dedi.
Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK) Üyesi Yaşar Akif, Kürtlerin öz yönetimlerle özgür yaşamak istediğini belirterek, “Bir halkın kölelikten kurtulması ve özgürlüğü, öz yönetimle gelişir" dedi.
Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK) Üyesi Yaşar Akif, Kürtlerin öz yönetimlerle özgür yaşamak istediğini belirterek, “Bir halkın kölelikten kurtulması ve özgürlüğü, öz yönetimle gelişir. Öz yönetimi olmayan bir halk başkaları tarafından yönetildiği anlamına geliyor. Bu da sömürge anlamına geliyor. 21 yüzyılda Kürtler artık sömürge altında yaşamak istemiyor” dedi.
KNK Üyesi Yaşar Akif, çözüm süreci, öz yönetimler ve Kürtlerin talepleri üzerine ANF’nin sorularını yanıtladı.
Kürt sorununun çözümü için Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan tarafından başlatılan çözüm sürecinden herkes büyük umutlar beklerken aniden bozuldu. Bunu kim neden bozdu?
Evet, doğru bir süreç vardı. Fakat bu süreç hep Kürt hareketi ve Önder Apo emeği ve çabasıyla yürütülüyordu. Devlet ve AKP hiçbir zaman bu sürece samimi yaklaşmadı. Her zaman çözüm süreci adı altında Kürdistan’da bir tasfiye politikası yürüttü. Bu politikayı hep yumuşak bir şekilde yürütmeye çalıştı. Aslında bu süreç Kürtlerin iradesini teslim almaya dönüktü. Bunun için de hep oyalama taktiği yürüttü. Hiçbir zaman stratejik olarak yaklaşmadı. Hiçbir zaman çözüm sürecinin ruhuna uygun olarak hareket etmedi. Zaten bu süreç içerisinde de saldırılarına devam etti. Barajlar, karakol, kalekollar yaptı. Koruculuk sistemini geliştirmeye çalıştı. Kürdistan’daki kültürel soykırımı sürekli olarak sürdürdü. AKP sürekli kendisini Kürdistan’da etkin ve hakim kılmaya çalıştı. Yani savaşın silahlı boyutu belki çözüm sürecinde görülmedi ama fiiliyatta ise topyekûn kültürel soykırımda ısrar eden AKP vardı. Diğer taraftan ise asıl savaşı Rojava üzerinde yürüttü. Kobanê’de DAİŞ’ten çok savaşı yürüten AKP hükümetiydi. Kobanê’deki mücadele aslında Türk devletine karşı yürütüldü. Belki görünürde DAİŞ vardı ama onu organize eden, yürüten Kürtlere saldırtan AKP ve Türk devletiydi. Bu politika hala da davam ediyor. Bugün Cerablus’ta bütün lojistiğini yapan AKP’dir.
Bunları göz önünde bulundurduğumuzda Türk devleti hiçbir zaman çözüm sürecine samimi yaklaşmadı. Hep tavsiye planının bir parçası olarak ela aldı. Bunun yanında Kürt hareketi ve onun önderliği ise sürekli çözüm sürecine samimi yaklaştı. Bu konuda adımlar attı. Gerillanın sınır dışına çıkma kararı aldı, bütün bunlara denk düşen kısmi çalışmalar yapıldı. Sürecin ruhuna uygun olarak gerilla tamamen savunma pozisyona çekildi. Bütün bunlara rağmen yapılan görüşmelerde verilen en temel sözler bile yerine getirilmedi. En basiti hasta tutsakların sorunu bile çözülmedi. Zor koşullarda, hasta olan tutsakların durumunu bile pazarlık konusu yapmalarına rağmen bu konuda bile adım atılmadı.
Taraflar birbirine hangi sözleri verdi de yerine getirmedi?
Kürt tarafıyla AKP’nin çözüm sürecinde anladığı dil aynı değil. Kürtler çözüm sürecinde şunu anlıyor: Kürt halkının yaşadığı yerlerde kendi kendisini yönetme hakkını istiyor. Kendi diliyle, kültürüyle eğitimini görmesiyle bunu tanımladı. Demokratik öz yönetim biçimi. Devlet ise aslında hepsini ret ederek bu sürecin içine girdi.
Öz yönetim talebi başlangıçta kabul edildi mi yoksa böyle bir şey yok muydu?
Bir görüşme yapılırken karşınızdaki istem ve talepleri bildiğiniz zaman onunla oturuyorsanız. Oturduğunuz zaman bunu kabul etmiş oluyorsunuz zaten. Kürtlerin demokratik halklarını tanıma olarak bu sürecin içine girilmeye çalışıldı. Fakat sonuç olarak ortaya çıkan şu oldu: Devlet samimi olarak hiçbirini izlemedi. Bir oyalama ve tasfiye politikası olarak bunu yürüttü. Önderlik ve Kürt hareketi de bu süreci samimi olarak yürüttü. Sürekli Kürt sorununun çözümü için demokratik siyasette ısrar etti. Zaten Kürt hareketi 1993 yılından bu yana demokratik siyasette ısrar ediyor. Bütün bunlara karşın sürekli Kürtlere savaşı, imhayı, çatışmayı dayatan bir Türk devleti vardı. En son da AKP hükümetiyle görünürde bir çözüm süreci gibi gösterdi, iç ve uluslararası kamuoyuna “Ben Kürt sorununu demokratik yollarla çözmek istiyorum. Türkiye’yi demokratikleştirmek istiyorum” demeye çalışarak, AKP burada kendi propagandasını yaptı. AKP’nin hiçbir çözüm politikası yok. Tamamen Kürtleri imha eden bir siyaset olduğu ortaya çıktı. Bu da zaten Dolmabahçe mutabakatından sonra çok net olarak ortaya çıktı.
Bu tarihten sonra Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik bir tecrit uygulaması başladı. Ardından 7 Haziran seçimlerine giderken HDP üzerine başlatılan bir baskı furyası başladı. Ancak bütün bunlara rağmen HDP’nin zaferinin ardından 2013 yılından sonra tekrar bir çatışma dönemine gidildi...
7 Haziran’da HDP projesiyle altında siyasi bir zafer kazanıldı. Kendini 2023 hata onun ötesine de kendisini hazırlayan bir parti iktidar olamadı. Bundan dolayı büyük şok yaşadı. Hata kurulduğundan bugüne en büyük şoku yaşadı. Bu da HDP üzerinden oldu. Burada CHP ve MHP bir varlık gösteremedi. Siyasi tabloyu değiştiren HDP oldu. HDP’nin ortaya koyduğu başarı, Türkiyeleşme projesiyle sol, demokratik çevreler olmak üzere bütün kesimlerde yarattığı heyecan, Türkiye’de yeni bir heyecan ve dalgası yarattı. Bütün bunları gören ve kendisini iktidarda düşüren HDP ve Önder Apo’ya karşı savaş başlattı. Dikkat edilirse, 7 Haziran sonrasında HDP’ye yönelik fiziki ve psikolojik baskı başlattı. Bununla birlikte katliamlara başvurdu. Suruç olmak üzere birçok katliamlar yaptılar ve 24 Temmuz’da ise Medya Savunma Alanları’na yönelik hava saldırısı başladı. İşte Kürt halkının öz yönetim ilan ettikleri bölgelere saldırması ve etnik temizlik derecesine yapılan saldırılar başlattı. Bu sadece AKP ile ifade edilemez. Bir Türkiye devletinin konseptidir.
Zaten bu saldırıları 7 Haziran öncesinde de vardı. Amed, Adana, Mersin ve Erzurum saldırıları HDP’li çalışanların infazı. Bütün bunlara rağmen Kürt özgürlük hareketi sabırlı davrandı, seçimlerin saboteye uğramaması için cevap vermedi. Düşünebiliyor musun HDP’ye yönelik toplumsal bir linç girişimi başlatıldı yüzlerce HDP binası yakıldı. Ve bu olaylara karışan tek bir kişi gözaltına alınmadı. Bunu sebebi devlet ve sistem bir bütün olarak HDP karşıtlığı üzerinde gelişti. Burada Kürtlerin evini, partisini, işyerini yakmak “meşrudur” mesajı verildi. AKP ve özel savaş hükümeti Kürtlere karşı topyekûn bir saldırı başlattı. Zaten AKP tümden bir savaş hükümeti oldu. Bazı yerlerde DAİŞ eliyle yapıyor, bazen de Osmanlı Ocakları gibi örgütlerin işiyle. Bunun tek sorumlusu AKP’dir.
Bütün bu saldırılar AKP eliyle mi oluyor?
Kesinlikle öyle. Zaten Erdoğan’ın etrafında bir grup var. Yalçın Akdoğan, Efkan Ala, Hakan Fidan, özel savaş ekibidir. Bu ekip saldırıları planlıyor. Bu Gladio ekibi her yere talimat veriyor, organize ediyor. Bunları herkes biliyor. Zaten bu sosyal medyaya da yansıyor. 7 Haziran öncesi Ağrı’daki olayda Efkan Ala, talimat veriyor: “Askerleri çatışmaya gönderin, sayısı fazla olsun” orada bir provokasyon yaratmak istediler. PKK’yi tahrik edip savaş dalgasını başlatıp seçimlere öyle girmek istediler. Fakat Kürt özgürlük hareketi buna izin vermedi. Ancak 7 Haziran sonra savaş planlarını her tarafa yaydılar. Tamamen Kürtleri tavsiye etmeye karar verdiler. Buna karşı da Kürt halkı topyekûn bir direniş geliştirdi. Gelinen süreç böyle oldu.
Cizre, Sur, Silvan, Nusaybin ve Gever gibi bölgelerde öz yönetimler ilan edilerek, direnişe geçildi. Nedir bu öz yönetimler, buradaki amaç ne?
Bir halkın kölelikten kurtulması ve özgürlüğü, öz yönetimle gelişir. Öz yönetimi olmayan bir halk başkaları tarafından yönetildiği anlamına geliyor. Bu da sömürge anlamına geliyor. Hala öz yönetim nedir, anlaşılmıyor, ne söylenmek isteniyor soruları soruluyor. Burada çok net ve açık şu söylenmek isteniyor: Biz bir halkız, 20 milyonluk bir halkız. Bizim de kendimizi yönetme hakkımız olmalı. Başkası bizi yönetmesin. Bizi niçin Türk devleti yönetsin. Bu kadar sıradan ve doğal talebine soykırımla yaklaşılıyor. Bugün öz yönetim ile Kürt halkının ortaya koyduğu duruş şudur, sadece Cizre ve Silopi değil tüm Kürdistan halkının talebidir. 21 yüzyılda Kürtler artık sömürge altında yaşamak istemiyor.
Bazı çevreler şunu diyor: ‘Yıllardır bölgede belediyeler Kürtlerin elindeydi. Neden şimdiye kadar bu talepler uygulanmadı?’ Katılıyor musunuz bu görüşe?
Belediyelerin olması, yüzde 13 gibi bir oy alınması Kürtlerin öz yönetimi ifade etmiyor. Niçin çünkü Kürdistan’da askeri bir işgal var, siyasi bir sömürgecilik var, kültürel bir soykırım var. Kürdistan’da ekonomik bir soykırım var. Bütün bunların olduğu bir yerde belediye ne yapabilir ancak temizlik işleri yapabilir. Bir halkın öz yönetimi bu mudur? Bu halkı düşünün bir okulu olmasın, ekonomi sistemi olmasın, siyasi sistemi olmasın, güvenliği olmasın, bir halkı kendi kültürel yaşantısını iradesiyle belirleyemesin. Bütün bunlar belediyenin hizmetlerin üzerinden öz yönetim tartışması yapılıyor. Böyle bir şey olabilir mi? Kürt halkı açık açık şunu söylüyor: “Ben artık kendimi yönetmek istiyorum, bayrağımı oluşturmak, parlamentomu kurmak istiyorum.” Önderliğimiz demokratik konfederalizm ilanında şunu söyledi? Bizim bayrağımızı, parlamentomuzu mücadelemizi tanıdıkça biz de Ankara’yı tanıyacağız. Eğer onlar bizim mücadelemizi, sistemimizi, kültürümüzü tanımayacaksa, bizim güvenliğimizi tanımayacaklarsa bizde Ankara’nın hiçbir şeyini tanımayacağız. Bugünkü öz yönetim şua anlama geliyor. Ankara eksenli ulus eksenli her şeyi ret ediyoruz. Şu anda Kürdistan’da eğitim sistemi tamamen sömürgeci eğitim sistemidir. Bazı çevreler diyor ki ‘çocuklarımız okula gitmiyor.’ Zaten isteğimiz budur. Kürt çocukları niçin Türk okullarında asimle olsun. Neden o eğitimle Türkleşsin. Öğretmenlerin Cizre ve Silopi’yi terk etmesi aslında çok önemli bir adım. Bu sömürgeci zihniyet Tüm Kürdistan’ı terk etmelidir.
Peki öz yönetim ilanı silahla olmak zorunda mı?
Önceleri silahla olmak zorunda değildi. Şöyle Kürt özgürlük hareketi, 1993 yılından bu yana öz yönetimleri demokratik siyasi bir evrede olmasını istiyor. Ateşkesler ilan edildi, siyasi süreçler başladı Oslo’da görüşmeler oldu, öz yönetimlerin olması için Kürtler ciddi mücadeleler yürüttü. En sonda 2013 yılın Newroz’unda ise Önderlik bir deklarasyon ilan etti.
KCK davaları altında Kürt siyasal hareketine operasyonlar başlatıldı. Serhildanlar oldu. Hiçbir yerde silah kullanılmadı. Ama bütün talepler silah, askeri ve polisiye bir güçle bastırıldı. Bir halk yok edilmeye çalışıyor. Bugün bu halk kendini savunuyor, koruyor. Siz 10 bin asker, tank, top ve helikopterlerle bir ilçeye saldırın, deyin ki “hendek var” onun için. Hendek varken de sen bunu yapıyorsun. Dersim’de siz bunu yaptınız, 90lı yıllarda yapıldı. Roboskî’de, 241 çocuk katledildi. Cezaevlerinde Kürt çocuklara tecavüz edildi. Bu bir devlet politikası olarak yapıldı. Hendeklerin barikatların olmadığı yerde sömürgecilik vardır, bu kadar açık. Tam tersi olmalı. Her ev ve sokak bir direniş alanına dönüşmeli. Yaşamak için bunu yapmalı. Bazıları diyor ki, yaşam kalmadı. Zaten önce yaşam var mıydı. Ölü gibi bir yaşamdı. Sömürgecilik altında yaşamak ölümdü. Bu direniş özgürlük getirecek.
Birçok bölgede öz yönetimler ilan edilip, mücadele ediliyor. Ancak Kürdistan genelinde bir sessizlik söz konusu. Bunun nedeni nedir sizce?
Aslında, birçok kesim başlangıçta öz yönetimleri anlamadı. Anlaşılamadı. Siyasi çevrelerde de bu yaklaşım oldu. Birde uzun yıllar barış sürecinin getirdiği bir ortam vardı. Bu başlangıçta böyleydi ama şu anda bu tartışmalar bitti. Bu önemli bir nokta. Şuanda nedenleri, barikatları ve öz yönetimleri tartıştırmak sömürgeciliğe hizmet etmektir. Herkesin bunu bilmesi lazım. Tam tersini bu süreci savunmamak Kürt halkına karşı düşmanca bir yaklaşımdır. Artık özgürlük yakındır.
YARIN:
İstanbul, Ankara, Adana, Mersin olmak üzere Türkiye metropollerinde yaşayan Kürtlerin sessizliği?
Türk halkının tutumu…
Avrupa’da yaşayan Kürtlerin ne yapması gerekiyor?