Kahramanlık ve direnişin sembolü: Mustafa Gezgör

Mustafa Gezgör (Zamani), 1976 yılında Kürt halk Önderi Abdullah Öcalan ile tanıştıktan sonra Kürt özgürlük davasına kendini adamanın, kahramanlığın ve direnişin sembolü oldu.

Mustafa Gezgör (Zamani), 1976 yılında Kürt halk Önderi Abdullah Öcalan ile tanıştıktan sonra Kürt özgürlük davasına kendini adamanın, kahramanlığın ve direnişin sembolü oldu.

Urfa'nın Viranşehir ilçesinde yoksul bir ailenin çocuğu olarak 1957 yılında dünyaya gelen Mustafa Gezgör (Zamani), ilk ve ortaokulu Vi­ranşehir'de okudu. Aile bütçesine katkıda bulunmak için küçük yaşlar­dan itibaren öğrenciliğin yanı sıra çalışmaya başladı. Marangoz çı­raklığı, seyyar satıcılık, inşaat işçiliği, hamallık ve kebapçılık gibi işlerde çalıştı. Emeğine dayanarak ya­şamını sürdüren Gezgör, başkalarına bağım­lı yaşamayı asla benimsemedi. Erken yaşta emek dünyası ile tanışma Gezgör’de sömürü sistemine karşı büyük bir öfke duymayı yarattı. 1970’li yıllara denk gelen Gezgör’ün dünyayı tanımaya başladığı bu yıllar devrimci gençlik hareketlerinin tüm dünyada olduğu gibi Türkiye ve Kürdistan’da da yaygınlaşarak tüm toplumun içindeki isyanın sesi olmaktaydı. Gezgör için de emek-sömürü çelişkisini yaşadığı bu yıllar devrimci düşünceleri de tanımaya başladığı ve devrimcilere büyük ilgi duyduğu yıllar olmaktaydı. Devrimci hareketler onun için bir ışık gibi hayata doğmuştu.

HAKSIZLIKLARI KABUL ETMEZ

Devrimci gençlik ateşi her yerini sarmaktaydı. 12 Mart 1971 muhtıra sürecidir. Türk devleti her yerde genç devrimcileri, demokrat insanları katletti. Devletin katliamlarına karşı devrimci gençlerin de eylemleri gelişti. Böylesi direnişlerin geliştiği bu dönemde Gezgör, hem aile ile çatışır hem de düzene karşı bir kişilik kazandı. Ona hayatın sunduğu iki seçenek kalıyordu, ya susup sistemden yana silik bir kişilik olacaktı ya da kavganın içinde isyancı biri. Gezgör kavgayı tercih etti. Çocukluğundan beri hiçbir zaman haksızlığı kabul etmeyen, tüm haksızlıklara karşı kavga eden Gezgör, bu kez de kavgayı seçti.

ÖCALAN İLE TANIŞMA

Türk devletinin Kürdistan’daki faşist uygulamaları cumhuriyetin kuruluşundan beri artarak sürmüş ve dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir düzeye ulaşmıştı. Kürtlerin çoğu kendi kimliklerinden haberi olmayan bir toplum haline getirilirken, bilenler de kendi kimliğinde utanır bir hale getirilmişlerdi. Gezgör de ortaokul yıllarına kadar Kürt olduğunu bilmez. O yıllara kadar kendi Kürt kimliğinden habersiz yaşamıştır. Kürt olduğunu öğrendiği andan itibaren içinde yeni kıvılcımlar oluşmaya başlar.

Lise yıllarında ise her şey daha da bir netlik kazanır. Yıl 1976’dır. Ankara’da örgütlenmeye başlayan ve Apocular olarak tanınan Kürt hareketinin ve liderinin yankısı artık Kürdistan’da da duyulmaktadır. Gezgör de Apocuları duymuştu. O yıl Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile tanıştıktan sonra kısa sürede bir Apocu olur ve içindeki kıvılcımlar giderek gürleşen bir aleve dönüştü.

Apocular kimsenin düşünmeye bile cesaret edemediği Kürt ve Kürdistan kavramları üzerine tartışır ve mücadelelerini bunun üzerine inşa etmeye başlarlar. Gezgör, Apocuların bu gerçeğini gördükçe onlara daha çok bağlanır. Apocular adeta onun ruhunu ifade ediyordu, onun içindeki isyanın sesi olmuşlardı. Lise son sınıfta okuyan Gezgör, her şeyi bir kenara bırakarak aktif bir şekilde Apocularla birlikte Kürt özgürlük mücadelesine katılır.

URFA’DA BİR EFSANE

Gezgör, Apocu gençlik ile birlikte dur durak bilmeden, gözü kara, korkusuz ve fedakarca çalışma yürütür. 1976 yılında Filistin’de eğitim gördükten sonra geri dönerken mayın tarlasında Türk askerleri tarafından THKO’lu Fevzi Aslan’ın cenazesine Apocular sahip çıktı ve kitlesel bir eylem gerçekleştirdi. Apocular adına eylemde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve PKK’nin önder kadrolarından Hayri Durmuş, Kemal Pir ve Haki Karer de vardır. Gezgör de saflardaki yerini alır. Eylem sırasında konuşan Kemal Pir, Fevzi Aslan’ın Kürt kimliğine vurgu yapar ve “Kahrolsun sömürgecilik” sloganını atar. Ardından Türk polis ve askerleri eylemcilere saldırır ve birçok genci tutuklar. Apoculardan Kemal Pir, Hayri Durmuş ile birlikte Gezgör de gözaltına alınır. Gözaltında polise karşı devrimci direnişi ve taviz vermeyen duruşu Gezgör’ü Urfa’da bir efsaneye dönüştürür. Tutuklanan Gezgör, Urfa’dan sonra Amed zindanına gönderilir ve kısa bir süre orada kaldıktan sonra çıkar.

BAZEN BİR PAMUK TARLASINDA, BAZEN BİR İNŞAATTA

Geçen zindan süreci Gezgör’ü daha da geliştirir. Eskisinden daha etkili ve daha coşkulu çalışmaktadır. İnsanları örgütlemek için birçok yöntem demektedir. İşçileri örgütlemek için, bazen bir pamuk tarlasına, bazen bir inşaata gidip onlarla birlikte çalışır. Amaç para kazanmak değil, onları örgütlemektir. Gezgör ile birlikte işçileri örgütlemeye giden bir mücadele arkadaşı yaşadıkları bir olayı şöyle anlatıyor: “Mustafa arkadaş kısa boyluydu. Bir gün pamuk yolmaya gitmiştik. İşçilerle ilgileniyor sohbet ediyorduk. Gençlerden biri yanımıza geldi. ‘Mustafa Gezgör’ dedi. Onu tanıyıp tanımadığını sordum. ‘Yok, ama görüp tanımak istiyorum’ dedi. Mustafa arkadaşı işaretle gösterdim. ‘Benimle eğleniyorsunuz’ diye gülümsedi. ‘Vallahi budur’ diyordum ama o ‘olmaz’ diye inat ediyordu. Sonra Mustafa arkadaşı çağırdım. ‘Seni soruyorlar’ dedim. Yine de uzun süre inandıramadık. Zar zor inandı. Sonrasında ‘hakkında o kadar çok şey duymuştum ki gözümde iri yarı bir arkadaşı canlandırıyordum. Kısa boylu olduğunu bilmiyordum’ diye mahcup açıklamada bulundu. Biz de gülmekten kendimizi alamadık...”

Apocular Kürdistan’da devletin kendini örgütlediği tüm kurumlara karşı mücadele yürütmektedir. Bunlardan birisi de Türk devleti ile işbirliği yapan kesimlerdir. Bu kapsamda 30 Temmuz 1979’da Hilvan’ın Kırbaşı köyüne işbirlikçilere karşı bir baskın düzenlenir. Baskında Mehmet Sevgat, Salih Kandal vurulur. O süreçte Gezgör alanda askeri kanat sorumlularındandır. Kendisi bu eyleme katılmamıştır. Bir kaza sonucu bacağından yaralanmıştır. Kırbaşı eylemi ardından alanda operasyon başlatan devlet Gezgör’ü tedavi amaçlı kaldığı evde gözaltına alır ve eyleme katılmış süsü vererek tutuklar. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra cezası netleşir. 24 yıl ceza alan Gezgör, Malatya’ya sürgün edilir. Malatya cezaevinde birkaç PKK’li vardır. Ama ruhta direnişçiliği yaşayan Gezgör için yaşadığı her yer devrim sahasıdır.  O bu süreçte kendini yazmaya ve araştırmaya verir. Ve burada ‘Kürdistan Tarihi’ doğar. Devrimcilik onda arayıştır. Kaleme aldığı Kürdistan Tarihi ve şiirleri onun için bir eylemdir.

VAR OLANI DEĞİL, YENİYİ YARATIR

Diyarbakır cezaevi vahşetinden bir yıl sonra Gezgör buraya sürgün edilir. İnsanlık dışı uygulamalar halen devam etmektedir. Ancak devrimci direnişlerle birazda olsa vahşet dönemi kırılmıştır. Malatya’dan gelişi tüm arkadaşlarını sevindirir. Onun coşkulu, heyecanlı yapısı tüm arkadaşlarına moral olur. Sürgün edildiği her cezaevinde muhakkak bir firar planı vardır. Bir çivi gördüğünde ilk aklına gelen duvar delmektir. Tüm olanakları yaratır, eline geçen her şeyi değerlendirir. Var olanı kullanmaktan ziyade yeni olanı yaratma vardır. İmkansızlıklara meydan okur. 1987 yılında kazıdığı bir tünel son anda Türk askerleri tarafından fark edilir. Ardından Mardin Cezaevine sürgün edilir.

HAYALLERİNDEKİ DAĞLARA KAVUŞUR

Urfa, Viranşehir, Kızıltepe, Diyarbakır, Mar­din, Adıyaman, Malatya, Eskişehir, Aydın, Buca cezaevlerinde kalan Mustafa Gezgör, 1991’de cezaevinden çıkar. Zindanda depoladığı öfkeyi, özlemini çektiği dağlara akıtır. Hayallerinde yaşadığı gerillayla Mahsum Korkmaz Akademisi’nde buluşur. Dışarıdaki mücadele ‘80’de bıraktığı yerde kalmamıştır. Birçok ırktan, dinden, ulustan gerillaya olan katılımı ve direniş saflarındaki düzeyi görür. Ayağındaki sakatlığa rağmen dizgin tutmayan coşkusunu Bekaa’da solunan havaya katar. Mahsum Korkmaz Akademisi onun için yeni bir doğuş olur. ‘76’larda devrimci duyguların ateşlediği genç yürek, zindan sürecinde önemli bir birikim sağlamış ve Bekaa’da bu özü alınamaz bir yaşam coşkusuna dönüşür.

YILLAR SONRA YİNE URFA’DA

Bekaa sonrasında Gezgör’ün döndüğü yön yine Urfa olur. Urfa tamamı söylenmemiş bir türkü, yarım kalan bir eylemdir. Orada bırakılan yarımlar tamamlanmalıdır. Orada uğranılan ihanetin intikamı, alınacak mesafelerle kapatılmalıdır. Urfa, durgunluğu kabul etmeyen, taşkın nehrin gözünü diktiği, geniş bir yataktır. O hep Urfa’da yeni bir başlangıç yapmak ister. Urfa’ya gitme istemini her zaman dayatır. Gitme istemini Öcalan’la paylaşır. Öcalan o coşkunluğuyla erken şehit düşmesini istemediği için direkt göndermez. Fakat Gezgör’ün ısrarlı dayatmaları sonucu GAP Eyaleti'ne, komuta düzeyinde gönderilir. Takvimler 1993 yılını gösterir. Gezgör için yeniden acılı türküleri, acı dolu tarihiyle Urfa’da olmak, bırakılan yerden bir sorumluluğu tekrar üstlenmek, mücadelesini bir üst boyuta taşımak istemi her zaman taze kalır. Şimdi Urfa toprağa bağlılığın, davaya bağlılığın gösterilme zamanı olur.

DESTANLAŞAN DİRENİŞ

Gezgör, yıllar sonra döndüğü coğrafyada kısa sürede birçok yeni gelişme yaratır. Dur durak bilmeden çalışır. Kısa sürede Gezgör’ün namı halkın içinde tekrardan dolaşmaya başlar. Herkes onu merak eder, onu görmek için adeta can atarlar.

Gezgör’ün kısa sürede halk üzerindeki etkisi Türk devletinde de büyük bir korkuya neden olur. Devlet onu yakalamak için tüm imkanlarını seferber eder. Birçok sefer girişimlerde bulunan devlet Gezgör’ü yakalayamaz. Tabii Kürdistan coğrafyasında bir tarafta direniş yaşanırken diğer taraftan da Türk devletinin beslediği ihanetler de yaşamaktadır. Gezgör’e ulaşamayan devlet ihanet kanallarını kullanarak 23 Aralık 1992 günü onu ve arkadaşlarını kaldıkları evde kuşatmaya alır. Askerler teslim olmalarını ister. Ama onlar teslimiyeti değil direnişi esas alırlar ve çatışma başlar. Çatışma uzun süre devam eder. Direnişleriyle destanlaşan Gezgör ve arkadaşları bu çatışmada ölümsüzler kervanına katılırlar.

Uğruna yola çıkılan, yazgısı değiştirilmesi istenilen bir halk; ağıtları değiştirilmek istenilen analar, çepeçevre örülü farklı bir zindan tutsağı genç kızlar, kadınlar; Harran’ın susuzluğunda yiten umutlarıyla gençler, insanlar... Onlara duyulan sevgi kavgasının da gerekçesidir. Gezgör kendisini onlarla var kılar. Gezgör’ün şahadeti alandaki Kürt gençlerini derinden etkiler. Yüzlerce genç PKK saflarına katılarak Kürt halkının özgürlüğünü sağlamak için onun mirasını devralarak Gezgör adını alır. Ayrıca o yıllarda birçok aile yeni doğan bebeklerine Gezgör adını verir. Onun mücadelesi sadece gerilla saflarında değil, Kürt halkının yaşadığı tüm alanlarda sahiplenilir.

‘APOCULUK HER ŞEYİ SANATLAŞTIRMAKTIR’

Sanat, kültür ve edebiyat yaratım ister. Devrim bir yaratım olayıdır. Apoculuk da her şeyi biraz sanatlaştırmaktır. Bu noktada Gezgör ve onun gibi arkadaşlarının yarattıkları kendilerinden sonrakilere önemli bir mirastır. Gezgör de birçokları gibi devrimin sanat ve edebiyat akımının yaratıcılarından olur. Gezgör’de araştırma kapasitesi, yaratım yeteneğinin derinliği ve yoğunlaşması hiç eksik kalmamıştır. Gezgör, duygudaki inceliğiyle buna en yakınlardan biri olur. O önce kişiliğinde insan özünü ortaya çıkararak şiiri oluşturur. Devrimci duygulara bürünmüş onlarca şiir yazar. Kendi döneminin duygularını, özlemlerini, umutlarını mısralara döktüğü şiirleri yarınlara kalır. Yazdığı şiirlerinden biri olan “gidenler, gidenlerimiz” dizeleri şu şekildedir:

Gidenler, gidenlerimiz,

Biliyorum geri gelmeyecekler

Neyleyim kahpeyse devran

Vaktidir geceleri kuşatmanın

Ve dağlar ki hep bizden yana

Çatışmasız, baskınsız, pususuz gün yaşanmadı.

Gidenler gidenlerimiz seni unuttuk mu ki

Hep andı silahlarımız

Kininiz bile yiğit

Fırtınalarınızı taşırdık sahralardan

Vietnamlardan ormanlarınızı

Sevdanız sevdamızdır bizde yaşayan

Sissiz, karsız geçti mi ki barutsuz soluklanışta kan fırtınası sağanaklar

Bakire gecelerin çırılçıplak gün doğumunda dizgin tutmuyor artık yürek

Şafakları tomurcuklanmış yüreklerimiz

Size sevdamızı taşıracak sevdanızdan