Ortadoðu kaosu Irak ve Suriyede derinleşiyor. Ýsrail ile Filistin arasında gerçekleşen ateşkes, bu kaosu bir nebze hafifletmiş gibi görünse de bölgenin çehresini deðiştirmeye yetmiyor.
Dört dil, dört kimlikSuriyeyi saran savaş sarmalı Şam, Humus ve Halepten sonra, şimdi de Kürt bölgesine kaymış durumda. Günlerdir Serêkaniyê ve çevresinden çatışma haberleri geliyor. Resmiyette Hasekeye baðlı olan ve 50 bin nüfusa sahip Serêkaniyê ilçesinde halk, aðırlıkta tarımla uðraşmaktadır. Kürt nüfusunun yoðun olduðu ilçede Asuri, Ermeni ve Araplar yaşamaktadır. Suriyenin doðusuna düşen ilçenin bir diðer özelliði ise Arap Kemerinin geçtiði alanlardan birisi olmasıdır. Bilindiði üzere 1980 yılında Kürt bölgesinin genelinde hayata geçirilen bu proje ile Kürtlerin bölünmesi, izole edilmesi ve dolayısıyla Araplaştırılması hedeflenmişti. Bugün de aynı hattın kullanılıyor olması oldukça manidardır.
Provokasyonun merkezi TürkiyedirKendilerine El-Şam ismini veren grubun Serêkaniyêye gelerek, kendilerini uyaran halka saldırması ve orada Halk Konseyi Başkanı Abid Xelili canice katletmeleri ardından başlayan olaylar, beli aralıklarla günlerce devam etti. YPG birliklerinin alana kaydırılmasıyla hız kazanan çatışmalarda, söz konusu bu grupların aðır kayıplar verdiði öðrenildi. Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) adına açıklama yapan Riyaz el-Esed, El-Şam, Özgür Suriye Ordusunu temsil etmiyor demişti. Bu açıklamanın inandırıcılıðı ayrı bir tartışma konusu olurken; gerek geri çekilme güzergâhlarına ve gerek konumlandıkları alanlara bakıldıðında, cephe gerisi olarak kullandıkları alanın Türkiye tarafı olduðunu rahatlıkla görebiliyoruz. Nitekim KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, geçtiðimiz hafta ANFye verdiði mülakatta, Türkiyenin Serêkaniyê hamlesi için söz konusu bu gruplara 2 milyon dolar para verdiðini belirtmişti. El-Kaide çizgisinde olan bu grupların Afrin, Kobani ve Azaz bölgelerinde de benzer provokatif girişimlerde bulundukları biliniyor.
Hedef, ÖSO ile PYDnin çatıştırılmasıHer ne kadar ÖSO, tüm bileşenleriyle tam bir birlik içerisinde deðilse de, Kürtler söz konusu olduðunda, beli bir diyalog ve eşgüdüm dâhilinde hareket ettikleri bir gerçektir. Çünkü yönetme ve yönlendirme merkezleri aynıdır. Burada esas komuta rolünü üslenen ise AKP hükümeti ve dolayısıyla Türkiyedir. AKP hükümeti ve özellikle de Erdoðan, başından beri ÖSO ile PYD arasında çatışma çıkarmadan yanadır. Suriye siyasetleri bunun üzerine kurulmuştur. Türkiye, bu yolla Kürtlerin kazanımlarını tasfiye etmeyi hedeflemektedir.
Suriye rejimi siyaset üretemiyor Öte yandan iç destek kadar, Rusya, Çin ve Ýran desteðiyle ayakta duran Suriye rejimi, direnme siyasetini aşmış deðil. Bu siyasette yapıcılık söz konusu olmadıðı gibi gün geçtikçe yıkımı derinleştirmektedir. Rejim güçleri, bunun yerine, Suriye toplumunu oluşturan tüm kimlik ve kültürleri esas alan bir anlayışla çözüm yaklaşımını sergilerse durum deðişir. Böyle bir durumda ne bu tür silahlı çeteler türer ne de dış güçler bu kadar iç karışıklık için arayışa girebilir. Dolayısıyla mevcut pozisyonuyla Suriye rejimi siyaset yapamıyor, sadece herkese siyaset zeminini sunuyor. Yani bir bakıma süregelen kaosa davetiye çıkarıyor.
Dicle Operasyon GücüSuriyenin komşusu olan Irakta da sular dinmiyor. Başbakan Nuri El Maliki, anayasanın kendisine tanımış olduðu yetkiye dayanarak Dicle Operasyon Gücünü kurmasıyla tırmanan çelişki, gün geçtikçe büyümektedir. Irak anayasasına göre ordu, sivil otoriteye baðlıdır. Ancak aynı anayasanın 61. maddesinde, olaðanüstü hal 30 gün süreyle ilan edilir. Bu süre her defasında Meclis tarafından onaylanarak uzatılabilir bendi de geçmektedir. Dolayısıyla Maliki, böyle bir orduyu yasal olarak oluşturabilir ancak bir yerde konuşlandırmak için meclisin onayına başvurmak zorundadır. Kaldı ki, üç tugaydan oluşan bu güç, anlaşmazlıðıyla tanınan Kerkük, Diyala ve Selahaddinde konuşlandırılıyor. Oradaki yerel inisiyatifi alaşaðı ettiði gibi, doðal olarak olaðanüstü hal durumuna da geçilmiş oluyor.
140. madde hep ertelendiAslında bu sorun yeni deðildir. 2005 yılında yürürlüðe giren Irak anayasasının 140. maddesine göre aidiyet açısından tartışma götüren bölgelerde (Kerkük, Diyala ve Selahaddin) referanduma gitme kararı vardı. Ýki yıl içerisinde bu maddenin uygulanması öngörülüyordu. Ancak her defasında ertelendi. 2008e gelindiðinde bir sözleşmeyle adı geçen tartışmalı bölgelerde ABD öncülüðünde ortak bir güç konumlandırıldı. ABD, ülkeden ve özellikle de buralardan çekilince hem bu ortak güç hem de sözleşme bir daha yenilenmedi. Böylece askeri ve siyasi kontrol doðal olarak Kürtlere geçmiş oldu. Ýşte Malikinin hazmedemediði asıl nokta da bu oluyor.
Halk ortak güç diyor Irakın birliði ve istikrarı bu soruna endekslenmiş durumdadır. Geçtiðimiz hafta toplanan Kerkük Halk Meclisi, Dicle Operasyon Gücü yerine Kürt, Arap, Türkmen ve Asurilerden oluşan ortak bir güç oluşturma talebinde bulundu. Buna benzer diðer şehirlerde de toplantılar gerçekleştirildi. Hepsinde de aynı görüş hâkimdi. Doðrusu makul olan da budur. Öbür türlü bir oluşum, geçmişteki operasyonel güçleri çaðrıştırıyor ki, bunu hiç kimse kabul edemez.
Kürt birliði pekiştiKonuyu özetlersek, Serêkaniyê olayı nasıl ki, Batı Kürdistan halkını ve oradaki tüm Kürt siyasi örgütlerinin birlik olunmasını şart koşturmuşsa; Dicle Operasyon Gücü de Güney Kürdistandaki Kürt birliðine hizmet etmiştir. Öyle ki, düne kadar çelişen ve çatışan çevreler de bugün aynı tavır ve tutumda birleşmişlerdir. Cumhurbaşkanı Celal Talabaninin Baðdatı terk ederek Kürdistana gelişi, yerel hükümet yetkilileri başta olmak üzere diðer parti ve grupların ortak toplantılar yapması, bu gündemin bir sonucudur. Her iki gündemle birlikte ise tüm Kürtlerin ulusal ve demokratik birliði açısından oldukça öðretici olmuştur.
Sonuç itibarıyla her iki ülkenin sorunları da çözümleri de kendi içindedir. Irakın birliði için Kerkük ne ise Suriyenin birliði için de Serêkaniyê odur. Her iki yerde de demokrasinin temel kuralı olan eşitlik ve hoşgörü geçerlidir. Dolayısıyla herkesin hak ve özgürlüklerini esas alan iradi bir birliktelik çözümün kendisidir. Bunun dışında hiçbir dayatma, egemenlik ve hükümranlık asla kabul görülemez. Bu coðrafyanın tabiatı artık bu tür uygulamaları kaldıramıyor.
Ne kadar özgürlük ve demokrasi, o kadar toplumsal barış ve birlik demek olduðunu artık bilmek ve ona göre bir dil geliştirmek bu coðrafyanın da büyük bir özlemidir.