Güney Kürdistan'da nereye doğru?
Son günlerde Güney Kürdistan'da halk serhıldanları, yürüyüşler, öğretmenlerin okul boykotları, memurların iş grevleri bir biri ardına haber bültenlerinin başat gündemleri olmaya başladı.
Son günlerde Güney Kürdistan'da halk serhıldanları, yürüyüşler, öğretmenlerin okul boykotları, memurların iş grevleri bir biri ardına haber bültenlerinin başat gündemleri olmaya başladı.
Son günlerde Güney Kürdistan'da halk serhıldanları, yürüyüşler, öğretmenlerin okul boykotları, memurların iş grevleri bir biri ardına haber bültenlerinin başat gündemleri olmaya başladı. Krizin sorumluları tıpkı ‘muktedir devletin şefkatli kollarını ezilenlere açtığı’ gibi kollarını açıyor hak taliplerine. Ama haklarını vermek için değil. Kucağında taşıdığı ölüm ve şiddeti haklarını isteyen bu insanların üzerine salmak için.
Peki, Güney Kürdistan'da neler oluyor? Eminim ki bu alana çok dikkat kesilmeyen, uzaktan, etrafında kopan çöl fırtınasının ortasında şimdiye kadar nispi olarak sakin görünen Güney Kürdistan'da, bir anda ortalığın toza dumana boğulmasına şaşırıyorlardır.
HALK ‘ARTIK YETER’ DEDİ
Aslında Güney Kürdistan'da son günlerde yaşanan gelişmeler sadece sessizlikten sonra kopacağı belli olan fırtınaydı. Zira iktidarın sarhoş ediciliğine kapılan tüm iktidarların halka reva gördüğü uygulamalar burada da yaşanıyordu. Parayı ve gücü elinde bulunduranların kendi iktidarlarını ve ebediyetlerini sağlama almak adına her türlü yolsuzluğu kendileri için mubah gördükleri sistemin acımasızlığı altında inim inim inleyen halkın bir süreden sonra “ artık yeter” diyeceği belliydi.
Bugün yaşananların perde arkasına bakmak, işin iç yüzünü az da olsa kavramamıza yardımcı olacaktır.
SİSTEMSİZLİK BELİRLEYİCİ ETKİYE SAHİP
Birincisi, Güney Kürdistan'da daha önce defalarca yazdığımız gibi siyasal sistem adına yaşanan belirsizliğin, bölgede giderek palazlanan hakim sınıfların, güya sistem adına geliştirdikleri sistemsizlik bu tablonun yaratılmasında belirleyici etkiye sahip.
24 yıldır belirli düzeyde statü kazanmış, federal bir sisteme kavuşmuş olan Güney Kürdistan'da hükmü geçerli olan kesinlikle yasalar ve anayasa değildi. Aslında anayasa diyebileceğimiz yürürlükte kabul görmüş, herkesin kanunlar karşısında hakkını belirleyen bir şey de yoktu ortada. Yıllardır anayasa taslağıyla yönetilen, sadece güçlü iki partinin karşılıklı çıkar dengeleriyle yönetilen bölgeden söz etmek daha doğru olur.
Bir parlamentosu olan, meclisi olan, başkanı, başbakanı olan bir siyasal sistem görünürde olsa da özünde siyasal, ekonomik ve sosyal düzeni düzenleyen iki partinin çıkar işbirliği oldu. Bu iki parti ise KDP ve YNK idi. Son birkaç yıldır bunlara bir de Goran Hareketi eklendi. Zira Goran Hareketi de YNK’den ayrılan bir kesimin bölgede üçüncü büyük güç olarak tezahür bulması sonucu oluştu.
SANDIKLAR KURULMADI, YENİ BAŞKAN SEÇİLMEDİ
Bölge bugüne kadar bu güçler arasındaki dengelerle geldi. Bu partilerin en son kendi aralarında varmış oldukları güç paylaşım dengesine göre, bölge başkanlığı KDP’ye, dönüşümlü olarak bölge başbakanlığı KDP ve YNK’de, parlamento başkanlığı ise Goran Hareketi’ndeydi. Peki, bu durum sonsuz mu olacaktı? Kuşkusuz değil. Bölge başkanlık görevini bir dönemdir uzatmalı yürüten Mesut Barzani’nin bu yılın Ağustos ayının 20’sinde görev süresi bitti. Doğal olarak bölge yeni başkanını seçmek için sandık başına gidilmeliydi. Ancak beklenen olmadı. Sandıklar kurulmadı, yeni başkan seçilmedi.
Ancak bu durum anayasaya aykırıydı. Hükümeti oluşturan diğer dört parti olan YNK, Goran Hareketi, Yekgırtu İslam ve Komala İslam bu duruma karşı durdular. Öyle ki bu talepleri de KDP kabul etmeyip Barzani’nin görev süresini uzatılmasını talep etti. Aynı ret cevabı bu kez o partilerden geldi.
Lakin böyle bir tıkanıklık aslında bekleniyordu. Onun için daha Mesut Barzani’nin görev süresinin bitimine aylar kala söz konusu partiler kendi aralarında 5’li katılımla toplantılara başladılar. Seçim zamanı gelmeden bu sorun çözülmeliydi. Onun için ardı arkası kesilmeyen toplantı serisine taraflar Hewler ve Süleymaniye arasında mekik dokuyarak devam ettiler.
Fakat sorun bir türlü çözülemedi. Taraflar başkanın nasıl seçileceği, görev ve yetkilerinin yeni dönemde ne olacağı konularında bir türlü ortak bir konsensüse varamadılar.
20 Ağustos gelip çattığında ise seçim yapılamadığı ve yeni başkan seçilemediği için Mesut Barzani’nin başkanlık süresi bitti ve anayasa gereği görev ve yetkilerini parlamento başkanına devretmesi gerekti. Ancak herkesin tahmin ettiği gibi Mesut Barzani görevi Goran Hareketi’nden bölge parlamento başkanı olan Yusuf Muhamed’e devretmedi. Özcesi anayasaya aykırı olarak görevine devam etti. Başkan sıfatıyla açıklamalar yaptı, görüşmeler gerçekleştirdi. Fakat buna rağmen partiler arasında, bir çözüm bulmak için görüşmeler devam etti.
EKONOMİK KRİZ ÜLKEDEN KAÇIŞI YARATTI
Fakat bir sorun daha vardı: Belki de çok hesapta olmayan, ancak gerçekleşmesi de kimse tarafından sürpriz sayılmayan, giderek toplumu darboğaz eden ekonomik kriz bu yaşanan siyasi krizle paralel bir biçimde gelişti. Tamamen tüketime dayalı bölge ekonomisi her geçen gün dibe doğru hızla yol aldı.
Hewler-Bağdat hattında yaşanan siyasi kriz ise işe bir başka boyut ekledi. Zira federal bölgenin petrol satışını Bağdat üzerinden gerçekleştirmesi gerekirken bu, De facto olarak ortadan kaldırıldı. Federal bölge ile Türk devleti arasında petrol satışı gerçekleşti. Bağdat buna sert cevap verdi. Bu sorunun çözümü için de Bağdat-Hewler arasında birkaç kez görüşmeler gerçekleşti. Ancak istenen sonuç elde edilmedi. Bu durum ve yaşanan DAİŞ saldırıları sonucu giderek derinleşen siyasi ve ekonomik krizi bahane eden Bağdat hükümeti merkezi bütçeden bölgeye vermesi gereken yıllık %17’lik ödeme payını kesti. Ödemeler yapılmayınca zaten baş gösteren ekonomik kriz bölge açısından daha da zorlayıcı bir duruma geldi.
Hewler, bu kesintileri gerekçe göstererek memurlara, peşmergeye maaşları ödemedi. Bu maaş kesintileri aylarca sürdü. Yaşadığı siyasi belirsizlik nedeniyle her geçen gün krizli bir hal alan bölgede ekonomik bir kriz baş gösterdi. Halkın alım gücü düştü, işsizlik oranı her geçen gün büyüdü. Bölgenin petrolden sonra ikinci büyük iş alanı olan inşaat sektötürü çökme noktasına geldi. Tarım ve hayvancılık dışında da başka iş kolu olmayan, tek geçim kaynağı olan maaşlar da ödenmeyince ülkeden açık bir şekilde kaçışlar yaşanmaya başlandı.
İlk olarak gençlerle başlayan kaçak yollardan yurtdışına gidişler giderek aileler şeklinde ülkeyi terk etmeye kadar vardı. Resmi olmayan rakamlara göre 30 binin üzerinde insan yurt dışına çıktı.
PARLAMENTO TOPLANMADI, TOPLANTILAR SORUNLARI ÇÖZEMEDİ
Tüm bu yaşananlara bir de iktidarı elinde bulunduranların özellikle petrol gelirlerinde yolsuzluk yaptıkları söylentileri siyasi ve ekonomik belirsizlik altında büyük sıkışma yaşayan toplumda giderek gerilmelere neden oldu. Bu gerilme zaman zaman toplu tepkileri getirse de çok fazla ses getiren, siyaseti zorlayan kıpırdanmalar değildi. Sadece uyarı düzeyinde kaldı. Fakat yaşanan ekonomik belirsizliği ve ülkeden kaçışları görüşmek üzere çeşitli şekillerde hem aydınlar, sivil toplum örgütleri hem de kimi milletvekilleri tarafından parlamentonun toplanma çağrılarına rağmen parlamento toplanmadı. Siyaset sınıfı sadece başkanlık krizini çözmek için 5’li toplantılara devam etti. Ancak bu toplantılarda bugüne kadar da bir sonuç çıkmadı.
Tüm bu gelişmeler yaşanırken daha Haziran ayında parlamentodan 22 kişilik komite kurularak yeni bir anayasa için çalışmalar başlatıldı. Bu komitenin de çalışmalarını Ağustos ayında sonlandırması ve yeni anayasayı oylanmak üzere parlamentoya sunması gerekiyordu. Ne var ki, başkanlık konusunda süren belirsizlik ve partiler arası anlaşmazlık bu çalışmayı tümden gündemden düşürdü ve hiç kimse anayasadan söz etmez duruma geldi.
SERHILDANLARIN FİTİLİNİ ÖĞRETMENLER ATEŞLEDİ
Tüm bu belirsizlikler yaşanırken kaçınılmaz son her geçen gün biraz daha yaklaşıyordu. Toplum, süren bu siyasi ve ekonomik belirsizlik karşısında her gün biraz daha geriliyor, sıkışıyor ve tepkilerini artık daha sesli dile getirmeye başlıyordu. Buna rağmen bölge yönetimini ve ekonomisini elinde bulunduranlar yine oralı olmuyorlardı. Derken okullar açıldıktan kısa süre sonra öğretmenlerin 4 aydır ödenmeyen maaş taleplerini toplu gösteriler ve okul boykotlarıyla serhıldanların fitilini Süleymaniye’de ateşledi. Süleymaniye’de protesto gösterisi yapan öğretmenlere güvenlik güçleri saldırılarda bulundu, yaralanmalar oldu. Güvenlik güçlerinin bu güç kullanımına halktan da tepkiler yükseldi. Ranya ve değişik ilçelerden destek amaçlı öğretmenlerin eylemi gelişince domino etkisiyle neredeyse tüm bölgede protestolar gelişmeye başladı. Ancak bu kez eyleme katılanlar sadece öğretmenler değildi. Halk da bu gösterilere destek verdi ve ortalık bir anda karıştı.
Halkın protesto gösterilerine güvenlik güçleri diğer devletlerde olduğu gibi şiddet kullanarak engel olmaya çalıştı. Birkaç gün süren eylemlerde 5 kişi yaşamını yitirdi, onlarca yaralı ve yüzlerce de gözaltı yaşandı.
Halkın tepkileri giderek birçok yerde KDP’ye yöneldi. Zira başkanlığın kendisinde kalmasında ısrarcı olan hükümetin büyük ortağı olan KDP siyasi ve ekonomik krizlerin sorumlusu olarak görüldü.
KDP TEPKİLERDEN GORAN HAREKETİNİ SORUMLU TUTTU
Fakat asıl kriz bu protestolar sonrası siyasi taraflar arasında baş gösterdi. Halkın tepkisinin KDP’ye yönelmesi karşısında, KDP bu tepkileri kendisine karşı kışkırtan ve yönlendiren olarak Goran Hareketi’ni sorumlu gösterdi. Bunun için 12 Ekim günü sabah saatlerinde Hewler’e gitmeye çalışan Goran Hareketi’nden parlamento başkanı Yusuf Muhamed’in Hewler girişine KDP’ye bağlı asayiş güçleri izin vermedi. Sonrasında Goran hareketinden 4 bakanı Kürdistan bölgesel yönetim başbakanı Neçirvan Barzani tarafından görevden alındı. İplerin asıl olarak koptuğu nokta ise bölge başbakanı Neçirvan Barzani’nin 13 Ekim’de Goran Hareketi’nin hükümetten çıkarıldığını açıklamasıyla oldu. Başta Goran Hareketi ve diğer siyasi partiler bunu bir darbe olarak değerlendirdiler. Zira parlamentonun toplanmadığı yerde Başbakan da kabinesini toplamadan, gerekli yasal prosedürleri yapmadan hükümeti resmen işlemez hale getirmiş oldu. YNK merkez komitesi genel sekreteri Adil Murat buna karşı sert bir açıklama yaparak, tüm güçlerin KDP’ye karşı birleşmesi gerektiğini söyledi ve YNK Goran Hareketi’nden alınan bakanlıkları kesinlikle almayacağını duyurdu.
DEMOKRATİK KATILIMCI SİSTEM OLUŞTURULABİLECEK Mİ?
Sonuç olarak Güney Kürdistan aylar öncesinden başlayan siyasi ve ekonomik belirsizliğin getirdiği derin krizle çalkalanır duruma geldi. Hükümeti oluşturan YNK, Goran Hareketi, Yekgırtu İslam ve Komala İslam bölge başkanının bundan sonra parlamento içinden ve yetkilerinin sınırlandırılarak seçilmesini isterken, KDP aynı görev yetkileri kalmak kaydıyla halk tarafından seçilmesini istiyor. Ayrıca Mesut Barzani’nin de yeniden başkan seçilmesinde ısrar ediyor. Buna paralel gelişen ekonomik kriz de halen çözülmemişken Neçirvan Barzani’nin Goran Hareketi’ni hükümet dışında bıraktığı açıklaması da krize yeni bir boyut kazandırmış durumda.
Dolayısıyla gelinen aşamada sorulan sorular şunlar: Bundan sonra sistemsel ve ekonomik olarak yaşanan bu kriz, bu sıkışma durumu nasıl aşılacak? Partiler arasında bir çözüm yolu bulunacak mı? KDP’nin Goran Hareketi’ni dışlayan bu tutumu, bölgenin üçüncü büyük partisi olan Goran tabanında nasıl bir reaksiyona neden olacak? Ve en önemlisi bütün taraflar bir araya gelip bölgeyi gerçekten partiler eksenli yönetim sisteminden çıkarıp gerçek demokratik katılımcı bir sistem oluşturabilecekler mi? Yoksa federal bölge giderek Süleymaniye ve Hewler olmak üzere iki merkezli yönetime doğru mu gidecek? YNK yaptığı açıklamada buna kesinlikle izin vermeyeceklerini beyan etse de yaşanan belirsizlikte kulislerde konuşulan bir çözüm yolu da bu gösteriliyor. Ancak şunun altını kalın çizgilerle çizmekte fayda var. Eğer bölgeden gerçekten oluşan siyasi partiler arası denge yıkılıp, gerçek bir demokratik yönetim şekli oluşturulmaz ise yaşanan siyasi ve ekonomik krizin çözülmesi oldukça zor ve bu da bölgeyi belirsiz bir duruma sürükleyen temel etmen olarak ortada duruyor.