Bir devlet geleneğidir Aralık ayı katliamları
1923’te kurulan cumhuriyetin ardından “Tek devlet, tek millet, tek din” resmi ideoloji altında bir katliam silsilesidir Türk devleti tarihi.
1923’te kurulan cumhuriyetin ardından “Tek devlet, tek millet, tek din” resmi ideoloji altında bir katliam silsilesidir Türk devleti tarihi.
1923’te kurulan cumhuriyetin ardından “Tek devlet, tek millet, tek din” resmi ideoloji altında bir katliam silsilesidir Türk devleti tarihi. Tekçilik altında kendi vatandaşına katliamları reva gören devlet aklının, 93 yıldır devam eden katliamcı yüzünün en iyi göstergelerinde bir kaçı “Maraş, 19 Aralık ve Roboski” katliamlarıdır. 3 katliamın da Aralık ayında yapıldığı tesadüf müdür bilinmez ama gerçek olan Maraş’ın, 19 Aralık’ın ve Roboski’nin bu ülkenin tarihinde kara bir leke olarak hep kalacak olmasıdır.
Cumhuriyetin ilanının ardından başlayarak günümüze kadar “Tek devlet, tek millet, tek din” resmi ideolojisi çerçevesinde ülkede yaşayan farklı kimlikler başta olmak üzere muhalefet kesimleri katletmekle kendi varlığını koruyan bir Türk devlet geleneği ile karşı karşıya kaldık. 93 yıllık tekçi devlet geleneği yöneten simalar ve isimler belli aralıklar ile değişse de 93 yıl boyunca değişmeyen tek gerçek “Tek devlet, tek millet, tek din” resmi ideolojisine karşı çıkan veya bu duruma karşı muhalefet yapan güçlerin bu toprakların bir parçası değilmiş gibi hep katliamlara maruz bırakılması oldu.
Kendi varlığını, kendi vatandaşlarından oluşan farklı inançlara, farklı kimliklere ve farklı düşüncelere sahip olan kesimleri katlederek sürdüren 93 yıllık devlet geleneğinin katliamcı yüzünün, kendisini açığa vurduğu en önemli aylardan birisi de Aralık ayı oldu. Farklı tarihlerde ama Aralık ayı içerisinde Türkiye ve Kürdistan halklarının hafızalarından hiçbir zaman silinmeyecek devlet eliyle 3 büyük katliam yaşandı. Türk devlet tarihinde kara bir leke gibi hep var olacak bu katliamların birincisi 19- 26 Aralık 1978 tarihinde Kürt Alevilere yönelik yapılan Maraş Katliamı, ikincisi 19 Aralık 2000’de 19 Aralık Cezaevleri katliamı, 3 ise 28 Aralık 2011 tarihinde gerçekleştirilen Roboski katliamı oldu.
MARAŞ KATLİAMI
37 yılına girdiğimiz 19-26 Aralık 1978 tarihinde gerçekleştirilen Maraş Katliamında bir hafta boyunca devlet gözetiminde bir araya gelen faşist güçler, Kürt Alevilerin ev ve işyerlerine saldırılarak büyük bir katliam gerçekleştirdi.
AMAÇ YÜKSELEN MUHALEFETİ YOK ETMEKTİ
Derin devletin ve uluslararası güçlerin maşası MHP, ülkenin bir çok merkezinde provokatör eylemler için harekete geçiriliyordu. Bu faşist güç, 19 Aralık 1978’de bu defa Maraş’ta harekete geçirilerek, Maraş’ta Kürt Aleviler öncülüğünde resmi devlet ideolojisine karşı yükselen muhalefeti ortadan kaldırılmayı amaçlıyordu.
Ülkenin birçok merkezinde provokasyon amaçlı MHP’li güçler öncülüğünde gösterime sokulan “Güneş ne zaman doğacak” adlı film bu defa Maraş’ta gerçekleştirilmek istenen katliamın bir parçası olarak 19 Aralık gecesi Maraş Çiçek sinemasında akşam saatlerinde gösterime sokulmuştu. Bu filmin gösterimi sırasında ses gücü yüksek tahrip gücü düşük bir bomba patlatıldı. Patlamanın ardından kendini dışarıya atan ırkçı kitle burada MHP’li faşist gruplar tarafından daha da provoke edilerek bir anlamda Maraş katliamının startını verilmiş oldu.
ECEVİT BAŞKANLIĞINDAKİ CHP SUSKUNDU
Bülent Ecevitli CHP azınlık hükümetinin hükümette olduğu bir dönemde yaşanan bu katliamın sürdüğü bir hafta boyunca, MHP ve faşistlere karşı mücadele sözüyle göreve gelen Ecevit başkanlığındaki hükümet, bu güçler ile mücadele bir yana ortaya koyduğu siyasetle kitlelerin savunma refleksini daha da zayıf hala getirerek Maraş’ta Kürt Alevilere yönelik başlayan saldırıları daha açık hale getirdi.
Maraş Katliamı öncesinde Türkiye ve Kürdistan’ın birçok yerinde terör estiren MHP’ye bağlı faşist güçlerin yaptıkları, açıktan devlet tarafından korunup desteklenirken, bir devlet politikası gereği MHP kontra-gerillanın en sivil oluşumu haline getirildi. Ülke genelinde tüm bunlar yaşanırken, ordu ise kitleler nezdinde kurtarıcı gösterilmek amacıyla elden ne gelindiyse yapıldı.
Bu siyaset arenasının yaşandığı bir dönemde devlet aklıyla 1923 beridir ortaya konan resmi ideoloji çerçevesinde Maraş katliamı yaşandı.
19-26 Aralık tarihlerinde yaşanan olaylarda faşist güçlere öncülük eden Maraş ülkücü dernekleri başkanları, ülkücü dernekleri genel merkezlerini arayarak yardım talebinde bulunmuştu. Yapılan yardım talebinin ardından Maraş’a yakın yerlerden yüzlerce eli silahlı faşist güçler şehre akın ederek önce Kürt Alevilerin iş yerlerine ve kıraathanelerine ardından ise Alevi mahallerine saldırarak katliam planını gerçekleştirmeye başlamıştı.
‘BİR ALEVİ ÖLDÜREN CENNETE GİDER’
Faşist güçlerin 2 öğretmeni öldürüp ardından bu öğretmenlerin cenaze törenine katılan kitleye saldırmasıyla daha da büyüyen olaylarda, özellikle camilerden “Oruç tutmak ve namaz kılmak ile hacı olunmaz. Bir Alevi öldüren bin defa haça gitmiş sayılır” şeklinde yapılan konuşmalar ve “Gün Cihat günüdür bir Alevi öldüren cennete gider, bütün Alevi öldürün ki şahit kalmasın” şeklinde imamlar tarafından verilen vaazlardan da daha da güç alan faşistler Alevi mahallerine saldırarak büyük bir katliam gerçekleştirdi.
Alevilerin yaşadığı Yörük Selim, Yeni Mahalle, Serin Tepe, Kara Maraş ve Mağaralı mahallerine saldıran faşist güçler, vahşi bir şekilde kadın, erkek, çocuk, yaşlı demeden insanları katletti. Erkeklerin pantolonlarını indirerek sünnetli olup olmadıklarına bile bakan faşist güruh anne karnındaki çocukları da öldürmekten tutunda insanları diri kazanlarda kaynatmaya kadar varan vahşet uyguladılar.
Alevilere yönelik yapılan bu katliam devam ederken olayların başlandığı günden itibaren kentte gönderilen sözde müdahale güçleri ise ne hikmetse hala kentte varamamıştı.
Bir hafta süren olaylar boyunca Ecevit hükümeti ise sadece Ankara’dan demeç vermekle yetiniyordu.
KATLİAMIN BİLANCOSU
Bir hafta boyunca devlet destekli faşist güçler tarafından Kürt Alevilere dönük yapılan katliamda resmi rakamlara göre toplam ölü sayısı 111’di. Olaylar boyunca yine 200 ev 100 üzerinden işyeri tamamen yakılıp yıkıldı.
Savcılığa göre katliama karışanların toplam sayısı 1350 iken bunların sadece 752 si tutuklandı. Davalar 23 yıl sürdü. 22 kişi idam, 7 kişi müebbet hapis, 321 kişi de 1-24 yıl arasında ceza aldı. 1991’de çıkan TMK ile ceza alanların büyük bir kısmı serbest bırakıldı. Katliamda birinci derecede rol alan ve sorumlu olan 68 kişiye ise devlet tarafından korunduğu için hiç bir şekilde ulaşılamadı.
19 ARALIK CEZAEVLERİ KATLİAMI
Tarih 19 Aralık 2000’ni gösterdiğinde Türk devleti bu defa tutuklama ile yetinmediği siyasi mahkûmlara dönük bir katliam girişimi başlatmıştı.
HAYATA DÖNÜŞ ALTINDA KATLİAM
19 Aralık 2000’de F Tipi cezaevlerine karşı tutuklu ve hükümlülerin başlattıkları ölüm oruçları eylemine yönelik Türk devleti “Hayata Dönüş” adı altında bir katliam gerçekleştirdi.
Cezaevlerinde yükselen direnişe karşı tutukluların iradesini kırmak isteyen dönemin hükümeti, F Tipi cezaevlerini uygulama koymak istemiş ancak tutsakların ortaya koyduğu direniş ile karşılaşmıştı.
Tutsakların ortaya koyduğu direniş toplumun büyük bir kesiminde yankı bulmuş bunun üzerine aralarında gazeteci-yazar, sanatçıların da bulunduğu çok sayıda aydın, yaşanan duruma ilişkin bir çözüm bulmak için hükümet yetkilileri ile görüşmeler gerçekleştirmiş olsa da duruma yönelik bir çözüm üretilmemişti.
Yapılan görüşmelere rağmen F tipi cezaevleri uygulamasında ısrar eden hükümet, 19 Aralık gecesi “Hayata Dönüş” operasyonları adı altında eş zamanlı olarak 20 cezaevinde katliam yapmıştı.
DİRİ DİRİ YAKILDILAR
20 cezaevine yönelik yapılan katliam sırasında tutsaklara dönük yakıcı maddelerinde içerisinde bulunduğu binlerce bomba kullanılmıştı. Yapılan operasyonlar sonucunda 28 tutsak hayatını kaybederken bunlardan birçoğu yanarak can vermişti.
Katliamın ardından asıl sorumlulara dönük hala bir soruşturma başlatılmazken, ancak katliamın yoğun olarak yaşandığı cezaevlerine yönelik dava açıldı. Açılan bu davalar ise katliamı yapanlara yönelik değil, katliamda mağdur olan ve o dönemde cezaevlerinde olan tutsaklara yönelik oldu. Bu dönemde açılan davaların hepsi “Devlet malına zarar verme” veya “Cezaevinde isyan çıkarma” suçlarından katliam yapıldığı anda cezaevlerinde bulunan tutsaklara dönük oldu.
KATLİAMIN MAĞDURLARI YARGILANDI
Katliamda asıl sorumluların açığa çıkarılmasına dönük verilen hukuk mücadelesinde en büyük gelişme ise 2010’da Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Bayrampaşa Cezaevinde katliam sırasında görev yapan 39 askere dönük açılan dava oldu. Bu davada yine emri verenlerin değil emir altındaki askerlerin yargılanması dikkat çekerken, 5 yıldan beridir devam eden bu dosyada da bugüne kadar alınmış bir yol olmadığı avukatların yaptığı açıklamalar arasında.
ROBOSKİ KATLİAMI
Tarih 28 Aralık 2011 gösterdiğinde katliamcı zihniyet bu defa Şırnak’ta iş başındaydı. Hedef olarak yine Kürt halkı seçilirken, Roboski’de 17’si çocuk olmak üzere toplam 34 sivil, Türk savaş uçaklarının bombardımanlarıyla katledilecekti.
Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Roboski köyünde 28 Aralık 2011 tarihinde saat 21.30 sularında Genelkurmayın bilgisi dâhilinde Güney Kürdistan’a geçerek sigara ve mazot getiren 17’si çocuk olmak üzere toplam 34 sivil geri döndüğü esnada Amed’den kalkan savaş uçakları ile katledildi.
KATLİAM SAATLERCE GİZLENMEYE ÇALIŞILDI
Katliamdan kurtulan Servet Encü’nün köye gelerek yaşananları anlatmasının ardından katliamı Kürt basını dünyaya duyururken, yaşanan en ufak durumu son dakika olarak gecen Türk medyası katliamı üzerinden 13 saat geçtikten sonra ancak haber yapmaya başlamıştı.
Savaş uçakları yaptıkları bombardıman sonucundan 34 köylüyü vahşi bir şekilde katlederken, katliamın ardından hiçbir yetkili olay yerine gitmezken cenazeleri kaldırmak yine köylülere bırakıldı. Uzun bir yolculuğun ardından sabah saatlerinde paramparça edilmiş çocuklarının bedenlerinin bulunduğu alana varan köylüler, katledilmiş 34 sivilin cenazelerini katır sırtlarına bağlayarak geri getirmeye çalıştı.
Devlet yetkililerinin ve Türk basının sus pus olduğu anlarda, katledilen cenazelerin sırayla yol kenarlarına dizilmiş hali ve her bir katırın sırtına battaniyelere sarılmış 2 cenazenin bağlı şekilde ortaya çıkan görüntüleri Kürt basını tarafından dünyaya duyurulurken ortaya çıkan bu kareler zihinlerde ve yüreklerde unutulmayacak bir iz bırakacaktı.
MİLYONLAR SOKAKLARA İNDİ
Katliamın hemen ardından Türkiye, Kürdistan ve Avrupa’da milyonlarca insan sokaklara inerek katliamı lanetlerken, katledilen 34 sivil, yüzbinlerin sloganları eşliğine toprağa verildi.
KATLİAMI YAPANLAR ERDOĞAN TARAFINDAN TEBRİK EDİLDİ
Katledilen sivillerin aileleri devletten resmi bir özür beklerken, katliamın üzerinden 12 saat geçtikten sonra Türk ordusu planlı bir şekilde gerçekleştirilen katliamın üstünü örtmek amacıyla katliam yapılan bölgeyi PKK’lilerin geçiş noktası olarak nitelendirip katliama meşruluk kazandırma peşine düşmüştü. Kürdün katledilme fermanını her zaman kendi içlerindeki ihanetçi kürde yaptırma geleneğini sürdüren Türk devleti, Roboski Katliamının ardından dönemin sözde Kürt AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’e açıklamayı yaptırmıştı. Çelik “Uludere bir operasyon hatasıdır” diyerek Türk devlet geleneğinde Kürde karşı yapılan her katliamın meşruluk tarafının olduğu mantığını bir kez yine ortaya koymuştu.
Yine dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan ise “Genelkurmay Başkanı ve komuta kademesine bu konudaki hassasiyeti nedeniyle medyaya rağmen teşekkür ediyorum” diyerek katliamı kutsamıştı.
SÖZ KONUSU KÜRT OLUNCA TÜRK ADALETİ!
Roboskili ailelerin ve avukatlarının Adalet arayışı katliamın üzerinden geçen her gün biraz daha büyüyerek devam ederken, Türk Adaleti yine her zamanki bilindik yüzüyle bir kez yine sorumluları açığa çıkarmak yerine katliama maruz kalan aileleri suçlu bulacaktı. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı olayla ilgili soruşturma hakkında 2013’te görevsizlik kararı vererek, dosyayı Genel Kurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı’na gönderdi. Genel Kurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı ise dosyayla ilgili verdiği gerekçeli kararında “Gerek şüphelilerin gerek se olayda görev yapan diğer TSK personelinin, TBMM ve Bakanlar Kurulu kararları çerçevesinde kanunun emrini icra kapsamında kendilerine verilen görev gerekliliklerini yerine getirirken kaçınılmaz hataya düştükleri dolasıyla eylemleri hakkında kamu davası açılmasını gerektiren sebep bulunmadığını anlaşıldığı” diyerek bir anlamda katliamın bir bire dönemin Bakanlar Kurulu ve Hükümeti tarafından verilen emirler doğrultusunda gerçekleştirdiği gerçekliğini ortaya koydu.
Takipsizlik kararının ardından avukatlar katliamı Anayasa Mahkemesi’ne taşırken, yine bu dönem içerisinde Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonu hazırladığı raporda ortada olan bütün verilere rağmen katliamda kasıt olmadığını belirtti.
MAĞDURLAR YARGILANDI
Yaşanan bütün bu hukuksuzluklar yetmezmiş gibi Türk devleti katliamın sorumlularını açığa çıkarmak yerine, katliam esnasından yaralı şekilde canlarını kurtaran birçok vatandaşa ise sınır ihlali yaptıkları gerekçesiyle dava açarak açıkça “katliamda neden ölmediniz” denildi.
KÜRT HALKI ALANLARDA KATLİAMIN SORUMLUSUNUN ERDOĞAN OLDUĞUNU HAYKIRIYOR
Türk devlet dünyanın gözü önünde yaptığı bu katliamın sorumlularını korumakta ve aklamakta ne kadar dirense de, Kürt halkı bu katliamın emrinin bire bir dönemin başbakanı şimdinin Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından verildiğini çok iyi bildiğini katliamın üzerinden gecen 4 yıla rağmen her gün alanlarda haykırmaya devam ediyor.