'14 Temmuz ruhu bugün Kobanê’nin direnen ruhudur'
8 yıl Diyarbakır Zindanı’nda kalan Gani Alkan, 14 Temmuz ruhunun bugün Kobanê’de, Şengal’de ve Roboski köylülerinin verdiği mücadelede yaşadığını söyledi.
8 yıl Diyarbakır Zindanı’nda kalan Gani Alkan, 14 Temmuz ruhunun bugün Kobanê’de, Şengal’de ve Roboski köylülerinin verdiği mücadelede yaşadığını söyledi.
8 yıl Diyarbakır Zindanı’nda kalan Galin Alkan, 14 Temmuz ruhunun bugün Kobanê’de, Şengal’de ve Roboski köylülerinin verdiği mücadelede yaşadığını söyledi.
14 Temmuz Ölüm Orucu direnişinin 33. yıldönümünde, ANF’ye konuşan PKK Ana davasından yargılanan ve sekiz yıl Diyarbakır zindanlarında kalan Diyarbakır 78’liler Derneği Başkanı Gani Alkan, 14 Temmuz ruhunun Kürt halkı şahsında bir diriliş ve direniş olduğunu vurguladı. Diyarbakır 5 nolu cezaevi Müze Koordinasyonu içinde yer alan ve 14 Temmuz direnişine giden yola tanıklık eden Alkan, 14 Temmuz ruhunun bugün Kobanê’de, Şengal’de ve Roboski köylülerinin verdiği mücadelede yaşadığını söyledi.
Faşizmin zirvede olduğu 12 Eylül darbesi döneminde PKK Ana Davasında yargılanan ve Amed zindanlarında insanlık dışı uygulamalara tabii tutulan devrimcilerden biri de Gani Alkan’dı. Kasım 1980’de yakalanan ve 1.5 ay gözaltında tutulduktan sonra Diyarbakır Zindanına götürülen Alkan, yaşanan süreci şöyle anlattı: “34 kişilik bir gruptuk. Cezaevine geldiğimizde çok gergin bir ortam vardı. Kapıdan girer girmez her yerden kalas, köpek, çığlık, mazgal ve postal sesleri geliyordu. Gözaltındayken aramızda konuşup ne olursa olsun askerlerin emirlerine itaat etmeme kararı almıştık. Kayıt yapıldığı noktada andımız, istiklal marşı ve gençliğe hitabe asılıydı. Önce yüzümü duvara doğru çevirdiler ve çağırdıkları her kişiye andımızı okumayı dayattılar. İki kişinin andımızı okuduğunu görünce, bilinçli bir şekilde pencereyi açtım. Orada tek maksadım beni çağırmalarıydı ve çağırdılar. Bir asker bana ‘Burası senin babanın evi mi?’ diyerek istiklal marşını okumamı istedi. Reddettim. ‘Niye okumuyorsunuz?’ diye sorunca , ‘Siz bana bunu dayattığın için okumuyorum’ dedim. Bu sefer ise okuman, yazman yoksa ben okuyum, sen arkamdan tekrarla dedi. Öğretmen olduğumu belirterek okumayacağımı söyledi. Ortam gerginleşti. Komutanı çağırdılar ve kaydımı yapıp merdiven altına götürdüler. Orada neden istiklal marşını okumadığımı tekrar sordular. Ben de onlara, asker değil bir tutuklu olduğumu hatırlattığımda darp etmeye başladılar.
HOŞ GELDİN DAYAĞI
Daha sonra 34 arkadaşın bekletildiği koridora götürüldüm. Arkadaşlarımızı ikişer ikişer dizmişlerdi ve benim geldiğimi gören arkadaşlardan biri , ‘Sen çok dayak yedin gel arkama geç en azından hedef olmaktan çıkarsın’ dedi. O esnada komutan geldi. Beni kastederek askere ‘Buraya son giren tutukluyu göster’ dedi. Tam cevap verecekken, orada nöbet tutan bir asker başka bir arkadaşımızı işaret etti. Konuşmasına bile fırsat vermeden daha sonra Esat Oktay Yıldıran’ın köpeği olduğu öğreneceğimiz Jo’yu üzerine salarak, feci şekilde darp ettiler. Ardından bize yönelip ‘hoş geldin’ dayağı attıktan sonra bizi koğuşa değil hücrelere aldılar. Alt kattaki hücrede Mazlum Doğan kalıyordu. Hiç unutmam bizim geldiğimizi duyduğunda, Kürtçe ‘Ben Mazlum, Delil’in abisiyim’ dedi. Bir müddet sonra bulunduğumuz hücrelere bir not aktarıldı. Ancak bulunduğumuz hücreler arasında mesafe olduğu için bu nottan sonra haberdar oldum. Notta, ‘Eğer gerçekten arkadaşların moralini bozmayacaksanız ve direnecekseniz koğuşa gelin’ yazısı vardı.
ESAT OKTAY YILDIRAN İLE İLK KARŞILAŞMA
Gece olduğunda bir asker beni çağırdı. Karanlık bir odaya sokarak ‘Komutanına tekmil ver’ dedi. Üzerinde askeri bir üniforma ile elini çenesine koymuş bir şahıs karşımda oturuyordu. O zaman onun Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran olduğunu henüz bilmiyordum. Yıldıran bana, ‘Niye okumuyorsun istiklal marşını? sen Türk çocuğu değil misin?’ diye sordu. Ben de asker olmadığımı söyledim. Bunun üzerine ayağa kalkıp yanıma yanaştı ve çeneme bir yumruk atarak küfür etmeye başladı. Bakışları kin doluydu. Tam odadan çıkarken, bir asker kalasla belime vurdu. Acıdan büküldüm ama arkadaşların psikolojileri bozmamak için hücrelerin önünden geçerken mümkün oldukça kendimi dik tutmaya çalıştım. Sabah erkenden hemen gelip bizi hücrelerden koğuşlara aldılar. Sanki bizi teslim almışlar gibi boşatılan hücrelerin karşısındaki demir parmaklıklara Türk bayrakları astılar. Bunun akabinde, alt katta direnen arkadaşları da 35’inci koğuşa aldılar. Benim alındığım koğuşta bir korku havası hakimdi. Seyfettin Rüzgar arkadaşla konuşurken not gönderildiğini öğrendim. Ancak direnen arkadaşları hücrelerden başka koğuşa götürdükleri için geç kalmıştık. İki sene o koğuşta kaldık.”
‘HALKIMIZ NE ZAMAN NE YAPACAĞINI ÇOK İYİ BİLİR’
Hayri Durmuş, Kemal Pir, Mazlum Doğan ve Akif Yılmaz ile birlikte çıktıkları mahkemeler tanıştığını belirten Alkan, “Genellikle mahkemelerde Hayri Durmuş ve Mazlum Doğan birbirini tamamlayan savunmalar yaparken, Kemal Pir ise mütevazi bir şekilde onların sözlerini onaylıyordu. Aralarında böyle bir görev dağılımı yapmışlardı” diye konuştu.
Hayri Durmuş’un mütevazi kişiliğinin mahkeme heyetini etkilediğini belirten Alkan, Durmuş’un sorumluluğunu çok iyi bilen bir devrimci olduğunu söyledi. Alkan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Hayri arkadaş bir gün mahkemede ‘Bizim insanlarımız ne zaman ne yapacaklarını bilirler’ diyerek hepimize bir mesaj vermişti. Bu, kalkın, partiye ve harekete sahip çıkın anlamına geliyordu ve bu söz sonrası herkes cesaretlenerek siyasi savunma yapmaya başladı. Mahkeme heyeti şok oldu. Hayri arkadaş sık sık, ‘Bu çığlıklar duvarların arasında kalamaz dışarıya yansıması gerekiyor’ diyordu. Durmuş gerek mahkemelerde yaptığımız savunmalarda gerekse cezaevindeki baskıya karşı duruşumuzla halka moral vermek gerektiğini vurguluyordu. Ancak yazılı olarak hazırladığımız savunmalar Esat Oktay Yıldıran tarafından alıkonularak mahkemeye ulaşması engelleniyordu. Bu engelleme yüzünden bir arkadaşımız bir gün savunmayı külotuna koyup mahkemeye ulaştırmaya çalışırken yakalandı. Bu yakalanma sonrası çıplak aramalara tabii tutulduk. Mahkemeye gittiğimizde zincirlerle bağlanıyorduk. Tecrit içinde tecrit yaşıyorduk. Birbirimizle konuşmak dahi engelleniyordu” dedi.
‘14 TEMMUZ RUHU DİRİLİŞ VE DİRENİŞ RUHUDUR!’
Dışarı ile olan tüm bağların koptuğu, cezaevi idaresinin hakimiyetinin kurulduğu ve mahkemelere dahi çıkartılmadıkları bir ortamda itirafçılık döneminin başladığını anlatan Alkan, Mazlum Doğan’ın gerçekleştirdiği eylemin bu gidişata dur dediğini vurguladı. Mazlum Doğan’ın şehadetini ancak bir ay sonra öğrenebildiklerine dikkat çeken Alkan, bu şehadet sonrası dörtlerin birbirine kenetlenerek yakma eylemi gerçekleştirdiğini anlattı. Dayatılan teslimiyete karşı arka arkaya yapılan bu eylemlerin, cezaevindeki direniş ruhunu tekrar dirilttiğini ifade eden Alkan, daha sonra büyük ölümü orucu direnişinin başladığını söyledi. “Mazlum kibriti çaktı, dörtler bedenlerini ateşe verdi, 14 Temmuz direnişi zirveleştirdi ” diyen Alkan şunları ekledi: “14 Temmuz bir diriliş ve direniş ruhudur. Tutsaklar şahsında yok sayılan bir halkın tekrar uyanışıdır. İdeolojik olarak giderek kök salan ve kitleselleşen bir hareketin başarısıdır. PKK hareketi üç noktayı çok iyi anlamıştır, birincisi Kürt halkını çok iyi tahlil etmiştir, ikincisi sömürgeci sitemin attığı her adımın ardından neler yapabileceğini çok iyi kavramıştır, üçüncüsü ise öz gücünü nasıl oluşturacağını çok iyi öğrenmiştir.”
14 Temmuz direnişi, bir daha geçmişe dönmemenin çizgisi olduğunu kaydeden Alkan, “14 Temmuz ruhu bugün Kobanê’de direnen ruhtur, Şengal’deki ruhtur, Roboski’deki köylülerin ruhudur. Halklaşma ruhudur” dedi.