Kardeş Türküler 'Yol'unda ilerliyor

Kardeş Türküler, 2011’de çıkardığı 'Çocuk (H)aklı'nın ardından, 6 yıl sonra 'Yol' albümüyle dinleyicilerine yeniden merhaba diyor.

Kardeş Türküler, 'Yol' albümüyle yeniden dinleyicileriyle buluşuyor. 25 yıldır Anadolu’dan Mezopotamya’ya, Ortadoğu’dan Balkanlar’a çokkültürlü ve dilli yaşamın ezgilerini, hikâyelerini anlatan Kardeş Türküler, heybesine eklediği yeni halk ezgileri ve o bilindik tınılarıyla çıkıyor sevenlerinin karşısına.

Grup, 'Çocuk (H)aklı'dan bu yana yaşanan ve devam edenleri tarif ederken neden tekrar yola düştüklerini de anlatmış oluyor. 2011’de Roboskî ile başlayan, Soma, Ermenek, Suruç, Ankara ve sonrasında yaşanan katliamlar, sokağa çıkma yasakları ile 6 milyonun iradesini yok sayan tutuklamalarla devam eden süreci 'yol' imgesi ile ele alırken; yolda katledilenlerin, yolda isyan edenlerin, yeniden yeniden yola düşenlerin, yol açanların, yolda bir araya gelenlerin, yolda yürüyenlerin ve yolda kazananların hikâyesidir bu, diyor bir nevi.

Kardeş Türküler’in solistlerinden Feryal Öney ile Vedat Yıldırım, 25 yılık serüvenlerini, geride bıraktıkları çalışmalarını, kısacası çıktıkları ve yürümeye devam ettikleri 'Yol’u ANF’ye anlattı.

‘HA BİZİMKİLER’ DİYECEKLER AMA...

Albüm için ilk akla gelen soru elbette diğerlerine benzeyip benzemediğiydi. Dinleyiciler bu albümden de aynı tadı alacak mıydı ya da onları yeni şeyler mi bekliyordu? Feryal Öney bu sorunun cevabını şöyle veriyor: “İnsan yaş aldıkça alışkanlıkları değişiyor, kılık kıyafet zevkinden tut da yeme içmeye kadar... Ama yine de sen sensindir, üzerine yeni şeyler eklenmiştir; hayat tecrübesi, yaşanmışlıklar vs... Biz de öyleyiz. Kardeş Türküler dinleyicisi bu albümü dinlediğinde ‘ha bizimkiler’ diyecek yine. O sıcaklığı yakalamaya çalıştık. ‘Bizimkiler’ diyecek ama ‘yeni arkadaşlar gelmiş, yepyeni renkler de çıkmış ortaya’...”

ÇOK DİLLİ BİR ALBÜM

'Yol' da selefleri gibi çokkültürlü ve çok dilli bir albüm. Kardeş Türküler en başından beri bu bir aradalığı yaşatma ve ileriye taşıma çabası içerisinde. Bu çabanın sebebini de Vedat Yıldırım’dan dinliyoruz: “Yok olma tehlikesi altında birçok dil var. Misal, biz Kardeş Türküler projesine başladığımızda Ubıhça adlı bir dilin varlığını öğrendik Çerkes dostlarımızdan ama ne yazık ki bu dilin son temsilcisi de hayatını kaybetti. Bir dil böylelikle yok olup gitti! Lazca tehlike altındaki dilerden biri, hakeza Kürtçenin Zazakî lehçesi de öyle. Elbette bu dilleri bilenler var ama dil kendini yeniden üretiyor mu ve bu dili yeni nesiller öğrenebiliyor mu? Çocuklar, Türkiye’deki eğitim-öğretim sistemindeki yasaklardan dolayı anadillerini bilmiyor. Diyorlar ki, ‘gidin özel ders alın, diliniz serbest ama paranızla öğrenin...’ vs. Bizler ya da bu insanlar vergi vermiyor mu? İnsanın anadilini öğrenmesi en temel hakkı.”

İLK İŞARET ROBOSKÎ’DE VERİLDİ

Tek tipleşme, tek bayrak ve tek vatan söylemini 90’lardan bu yana en sert şekliyle 3 ayda bir uzatılan OHAL’le yaşadığımız şu zamanda, Kardeş Türküler için bu çeşitliliği ve çokkültürlülüğü hatırlatmak zor değil miydi? Bunca ayrışmaya, yalnızlaştırmaya rağmen yüz yıllardır aynı coğrafyada bir arada yaşadığımızı nasıl anlatacaktı Kardeş Türküler yeniden.... Feryal Öney bunun sadece OHAL’in ilanı ile başlamadığını hatırlatıyor. 2011’de Roboskî, ardından Gezi’de yaşananların bugünlere gelineceğinin işareti olduğunu söyleyip devam ediyor: “Roboskî’de 50 lira kazanmak için çocuklar sınır ötesine gidiyor ve devlet onları bombalıyor, kimse de kalkıp bir şey diyemiyor. Öyle başladı sonraki süreç. Sonra Gezi oldu ‘aa az değilmişiz, birlikte çok güçlü bir ses çıkarabiliyormuşuz’ dedik ama birçok insan gaz fişeğiyle, biber gazıyla, TOMA’yla, Akrep'le de o dönem tanıştı. İnsanlar sakat kaldı, gençler hayatlarını kaybetti. Böyle böyle işte... Soma ve Ermenek faciası oldu. Artlarında gözü yaşlı, hakkını alamayan insanlar bıraktıklar... Bu günlere gelinceye kadar çok fazla şey yaşandı. Eğer sanat yapmasak, kendimizi bu yolla ifade edemesek işte o zaman onun ağırlığıyla çoktan her şeyi bırakmış olurduk.”

MUKDERİ OLANLAR YALNIZLAŞIYOR

Öney, bunca yaşanan olaya rağmen 25 yıldır ilk kez, 3-4 ay konser veremediklerini ekliyor sözlerine. Elbette bu dertten muzdarip birçok sanatçı, tiyatrocu, oyuncu, dansçı ve müzisyen olduğunu da hatırlatıyor. Yine de tüm bunlarla baş etmenin yolunu müzik yaparak bulduklarını anlatıyor. Her şeye rağmen ortaya böyle bir albümün çıkmış olmasından mutlular. Hatta insanlara moral vereceği kanısındalar. ‘Bir arada nasıl yaşanacak?’ sorusunu 25 yıldır biz de birbirimize soruyoruz, henüz en azından somut bir şey olmadı, bir şey çıkmadı ortaya ama biz bunun gerçekleşeceğine hâlâ inanıyoruz” diyor Feryal Öney ve sözü yeniden Vedat Yıldırım alıyor: “Her dilden, kültürden, kimlikten insan bizim konserlere geliyor. Elbette birçok şey oldu, insanlar kendi köşelerine çekildi. Yalnızlaştırılmaya ve yabancılaştırılmaya çalışılıyorlar, keskin bir kutuplaşma var ve bu, buluşmaları azalttı. Ama yine de yolunu bulunca bir araya gelebiliyor insanlar. Misal, konserlerden gördüğüm kadarıyla hiç de kırgınlık olmuyor ya da kavga. ‘Şu halkı, bu dili öne çıkarmışsınız’ gibi bir itiraz da almadık şimdiye kadar. Belli ki bir hassasiyet oluşturmuşuz...”

Öney de Yıldırım’dan farklı düşünmüyor bu konuda. Ona göre de muktedir olanların yalnızlaşması var esas olarak: “Bizim şarkılarımız ya da konserlerde kurulan ortam, asıl o zenginlik insanları mutlu ediyor. Biz en azından şunu biliyoruz ve tadına vardık; sahiden farklı kimlikler bir arada birbirini tamamladığında hayat daha güzel...”

METAL YORGUNLUĞUMUZ YOK!

Peki, Kardeş Türküler 25 yıldır nasıl oluyor da bu projenin kalıcılığını sağlayabiliyor? Feryal Öney, 25 yıl boyunca Bgst’deki (Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu) anlayış sayesinde birbirlerine hem içeriden hem de dışarıdan birer kulak ve göz olduğundan bahsediyor. Böylelikle yaptıkları iyi şeyi de kötü şeyi de iki yönlü görüp ona göre hareket edebildiklerini anlatıyor. Vedat Yıldırım da gülerek dönemin popüler yorgunluk tanımını hatırlatıyor ve şöyle diyor: “Bu aralar popüler bir terim olan metal yorgunluğuna izin vermeyen bir yapımız var bizim.”

İLK KEZ PONTUSÇA SÖYLEDİK

'Yol' albümü ağırlıklı olarak halk ezgilerinden oluşuyor. Albümde daha önce okumadıkları iki dilde daha söylüyor Kardeş Türküler. Albümün dillerle olan bağı ve besteler meselesinde de Vedat Yıldırım’a kulak veriyoruz: “Bu coğrafyada o kadar çok dil ve şarkı var ki... Öte yandan tanımlanmayan birçok kimlik... Bu yüzden daha fazla söylememiz, dillendirmemiz gerekiyor bunları. Israrımızın nedeni bu. Halkların dillerinde söylemeye devam edeceğiz. Bizim bestelerimiz de var ama belki iki sene sonra sadece onlardan oluşan bir albüm yaparız. Bu albümde mesela çok da kullanılmayan Karadeniz Rumcası (Romeika / Pontusça) var. İlk defa Pontusça bir şarkı okuduk. Boşnakça var yine ilk defa okuduklarımızdan. Arapça, Kürtçe, Türkçe ve Ermenice bunlar zaten hep olanlar. Onun dışında ‘melezlik’ vurgusuna dikkat ettik. Şarkı Türkçedir, Ermenicedir ama aslında ortak yaşanmışlığın verdiği kültürel çeşitlilik, melezlik vardır, onu müzikal olarak hissettirmeye çalıştık.”

BU BİR KÜLTÜR GASPI

Konu, şarkıların kökenleri ve kültürlerin iç içeliği olunca söz, son dönemde epey tartışma yaratan, “Ölürüm Türkiyem” şarkısının Kürtçe bir besteden alınmış olmasına geliyor. Feryal Öney de Vedat Yıldırım da kültürlerin birbirini etkilemesi ve esin kaynağı olması meselesinin ayrı düşünülmesi gerektiğini vurgularken, bu tür vakaların ise bambaşka bir şeye hizmet ettiği görüşünde. Yıldırım birçok şarkının başına gelen bu durumun bir “gasp kültürü” göstergesi olduğunu ifade ediyor: “Çok doğal kültürlerin birbirini etkilemesi, yeter ki eşit koşullarda olsunlar. Ama sen mağdur edilen bir dilden sürekli çalarsan bu esinlenme değil, gasp olur.”

Öney ise Neşet Ertaş’ın “Gönül Dağı” şarkısını örnek gösteriyor ve meselenin esinlenme yönüne de dikkat çekiyor: “Gönül Dağı şarkısında da böylesi bir durum var ama Neşet Ertaş yaşasaydı ‘arkadaşlar almışımdır, kulağımda kalmıştır’ derdi. Çünkü çok fazla ezgi yolculuk yaptı bu topraklarda. Ertaş, mesela Abdal olduğu için âşıklar ve dengbêjler gibi yaşadığı için kalkıp da ona ‘çaldın’ diyemezsin. O yüzden Gönül Dağı çok tartışılmadı. Ama sen hele hele bu topraklardan attığın, katlettiğin insanların şarkısını alıp marş yaparsan o bambaşka bir niyettir zaten. Sadece o insanları öldürmüyorsun, yerinden yurdundan etmiyorsun. Şarkılarını, dillerini, ezgilerini gasp ediyorsun, o çok kötü niyetli bir şey. Yoksa şarkıların, dillerin, müziklerin birbirinden etkilenmesi çok normal...”

 

HERKES OLSUN İSTEDİK O FOTOĞRAFTA

 

'Yol' albümü için çekilmiş epeyce kalabalık bir fotoğraf var. O fotoğrafın öyküsünü de Feryal Öney’den dinliyoruz: “Kardeş Türküler çok geniş bir aile. Arka planda çalışan çok insan oldu, oluyor hep. Bize söylediğimiz dilleri çalıştıran, o şarkıları arşivinden çıkarıp veren, Türkçeye çeviren insanlar oldu, ta 93'ten beri. İcracı olarak katkısı olanlar da çok elbette. Çalan, söyleyen, telaffuz çalıştıran, şiir okuyan, sesini sesimize katan... Görüş ve yorumlarıyla bizi yönlendiren... İlk defa albüme katkısı olan herkesle bir fotoğraf çektirdik; albümün kapakçığına koyduk bu fotoğrafı da.”

 

YOL’UN 13 ESERİNİN HİKÂYESİ

 

'Yol' albümü 13 şarkıdan oluşuyor. Kardeş Türküler, Yol’daki şarkıların hikâyelerini ise şöyle anlatıyor:

* 1974 yılında, ilk kez Cem Karaca’nın sesinden bir plağa okunmuş bir Yılmaz Asöcal bestesi Beyaz Atlı.

* Homeros'tan bugüne halkların hikâyelerini kuşaktan kuşağa aktaran dengbêjlerin taşıdığı binlerce hikâyeden sadece biri olan Halâlê (Dağ Lâlesi).

* I. Dünya Savaşı ya da Kurtuluş Savaşı zamanında askere alınmış Çerkes gençlerin ardından kadınlar ya da Çerkescede "kaşen" olarak adlandırılan sevgililer tarafından yazılmış Kayseri Ğogum (Kayseri Yolunda).

* İlk kez Fransa’da yaşayan ve solistleri Ermeni olan bir topluluk olan Bratsch’tan dinlediğimiz Ermenice bir şarkı, Hanane.

* Kadınların müziğinde sıkça rastladığımız, erkek isimlerinden yola çıkarak yaratılmış, mani, tekerleme geleneğinin bir devamı gibi de görülebilecek bir türkü Kalk Gidelim (diğer adıyla, Oğlan Adın İsmail).

* Kardeş Türküler repertuarında her zaman yeri edinen iki dilli şarkılardan biri olan kültürel yolculuğa / geçişkenliğe iyi bir örnek, Ala Del’una & Evlerinde Lambaları Yanıyor.

* Yüzyıllar önce yazılsa da bugün adaletsizliğin, kötülüğün, savaşların yaşandığı dünyamızda vicdanıyla ayakta kalmak isteyen insanlara ışık olduğu için Eşrefoğlu Al Haberi.

* Hemâvaz albümümüzde bir zeybekikoyla zeybeği bağlamış, buradan Ege’nin karşısına selam göndermiştik sesimizle. Yol albümümüzde sadece zeybek söylüyoruz ama yine zeybekikolara bir selam gönderiyoruz: Bir İncecik Duman Tüter.

* Karadeniz Rumcası/Romeika ya da Pontiaka olarak adlandırılan bir dilde söylenen Aitents’ Eparapetanen (Kartal Uçuyordu).

* Balkanlar’da köklü bir müzikal form olan sevdalinka formunda bir şarkı, Mito Bekrijo (Bekrî Mito).

* 16. yüzyıl Tasavvuf şairlerinden Melayê Cizîrî'nin Diwan'ında geçen dizeler, Reşîd Sofî tarafından bestelenmiş Sebahül Xeyr (Hayırlı Sabahlar).

* Daha ilk dinleyişimizde sıcak ezgisiyle, sonra da çetin Dersim iklimini, karlarla kaplı bu iklimde yaşanan bir aşkı anlatan sözleriyle etkileyen Gulê.

* Yine doğduğu kaynak neresidir belli olmayan, çok geniş bir coğrafyayı dolaşmış olduğu açıkça hissedilen bir ezgi: Kayıtlara “Kilis türküsü” olarak geçmiş ama belki Halep’ten yukarılara doğru, Kilis’e kadar söylene söylene, küçük değişikliklere uğrayarak gelmiş Karanfil Deste Gider.