‘Zindanlardaki kadın yoldaşlarımızın mücadelesi ilham veriyor’

PAJK Zindan Komitesi Üyesi Rozerîn Öcalan, Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’nin büyümesi ve tüm dünyaya ilham kaynağı olmasında, zindanlarda direnen kadın yoldaşların mücadelelerinin ve bedellerinin büyük bir rol oynadığını vurguladı.

ROZERÎN ÖCALAN

PAJK Zindan Komitesi Üyesi Rozerîn Öcalan, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü dolayısıyla ajansımız ANF’ye değerlendirmelerde bulundu. Rozerîn Öcalan, Önder Apo’nun 26 Şubat’ta yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” açıklamasının yarattığı heyecan ve sevgiyle, başta Önder Apo'nun ve Bakur ile Rojhilat Kürdistanı'ndaki zindanlarda direnen tüm kadınların 8 Mart’ını kutladı. Tüm günlerin kadın günü olacağına dair sözlerini yenileyerek selam ve sevgilerini iletti.

Rozerîn Öcalan, Sara (Sakine Cansız) yoldaşın “Hep kavgaydı mücadelem” sözüyle başlayan direnişin, bugün hegemon erkekliğe karşı en zor koşullarda sürdürüldüğünü belirtti. Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi’nin büyümesi ve tüm dünyaya ilham kaynağı olmasında, zindanlarda direnen kadın yoldaşların mücadelelerinin ve bedellerinin büyük bir rol oynadığını vurguladı. Önder Apo’nun “Gül teorisi” ile dünyada hiçbir güzelliğin bedelsiz olmayacağını öğrettiğini hatırlatarak, kadın özgürlük mücadelesinin bu bilinçle sürdürüldüğünü ifade etti.

Dünyada büyüyen ve gelişen kadın mücadelesi ile Kürdistan kadın hareketinin rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

21. yüzyılın kadın yüzyılı olacağını öngören birçok kesim olsa da bu yüzyıla kadınların yön vereceğini ve 21. yüzyılın kadın özgürlüğünün yüzyılı olacağını söyleyerek somutlaştıran Önder Apo’dur.

Rêber Apo, 90’lı yıllarda Kürdistan devriminin bir kadın devrimi karakterinde olması gereğini ortaya koyarak, sosyalist ideolojideki tıkanmadan kadın özgürlüğüne dayalı bir çıkışın adımlarının atılmasını sağladı. Bu yüzyılda kadın kurtuluş ideolojisini ilan ederek, onun partileşmesini gerçekleştirdi ve dünya kadın devrimine kuramsal, örgütsel, eylemsel anlamda perspektif sunabilecek değerlerin toplandığı bir Kürdistan kadın hareketi konumunu oluşturdu.

Gelinen aşamada, Kürdistan Kadın Hareketimiz, kadın kurtuluş ideolojisi ve Jineoloji’nin ortaya çıkardığı yaratımlarla tüm dünyaya ve bilime ilham kaynağı olmaktadır. Kürdistan Kadın Hareketi’mizin yaratımları, sadece kürt kadınları için değil, tüm dünya kadınlarına ve halklarına her konuda öncülük edebilecek küresel bir hareket haline geldi.

Hegemonik sistem, yaşamı kadınlar için karanlık bir zindana çevirmiştir. Önder Apo, ‘’ İnsan yaşamı ancak özgür olduğunda anlam taşıdığına göre, özgürlüksüz nerede yaşanırsa yaşansın, orası her zaman kadın için karanlık bir zindandır’’ demektedir. Karanlık zindan olarak tanımladığı sistem güçleri, modernite adı altında toplumun gözünü boyamak için sürekli eşitlik, özgürlük ve kardeşlik sloganlarının arkasına gizlenerek kadın kırımıyla birlikte toplum kırımını geliştirmektedirler.

Hegemonik erkeğin soykırımcı zihniyetine karşı, 8 Mart 1918’de ABD’nin New York kentinde bir tekstil fabrikasında emek sömürüsüne karşı açlık grevine giren binlerce kadın, çalışma koşullarının ve saatlerinin düzenlenmesi, eşit işe eşit ücret gibi somut talepleri içeren bir eylem ile kadının kendi öz savunmasının ve mücadelesinin ifadesi olan açlık grevini başlatır. Bu tarihsel dönemde kadınların yaptığı bu direniş, hegemonik sistemin cinsiyetçi zihniyetine karşı yapılan bir öz savunmaydı.  Kadınlar, bu bilinçle hegemonik erkeğe karşı eşitlik ve özgürlük haklarını savunarak demokratik eylem hakkını kullanmıştır.

Önderlik, “Her bir olay ve an, devrim yapmayı gerektirecek kadar etkilidir” der. Yapılan bu eylem, kendi içinde devrimsel bir niteliktedir. Bu dönemde, sistem içinde demokratik eylem diyebileceğimiz açlık grevine cesaret etmenin kolay olmadığını bilmek gerekiyor. Yaşanan devrimsel niteliğin, tarihi, şimdiyi ve geleceği içinde barındırmasından dolayı günümüze dek evrensel bir nitelik kazanmıştır.

Tarihin bu döneminde kadınlar, hegemon erkek sistem güçlerinin gerçek yüzünü açığa çıkarmak için bir kez daha tarihsel rollerini oynadılar. Bu tarihsel rol, stratejik düzeyde ele alınabilecek güçlü bir adımdır. İlk kez bu süreçte kadınlar örgütlü bir düzeyde bir araya gelerek kendilerini örgütledi ve örgütlü bir şekilde demokratik eylem hakkı olan tepkilerini siteme karşı ortaya koydu. Bu direnişçi kadınlar, kendi güçlerini ve potansiyellerini, kadının yaratımları olan Neolitik devrim mirasından aldılar.

Hegemonik sistem, kadınların demokratik hakkı olan açlık grevini kırmak ve örgütlü, devrimsel niteliğe sahip bu mücadelenin yayılmasını engellemek için direniş mekânı olan fabrikanın kapısına kilit vurup etrafında barikat kurarak fabrikayı ateşe verir. Bu fabrikada, açlık greviyle direnen 129 direnişçi kadın yanarak katledilir. Bununla toplumda korku yaratarak kadınların olası direnişlerinin önünü almak için gözdağı verilir. Bu gözdağı ile hegemonik sistem, direnen kadınların mücadelesini katliamla bastırmak istemesine rağmen, kadınların mücadelesi dalga dalga yayılarak günümüze dek gelmiştir. Bugün de yakılan özgürlük meşalesi, Kürdistan Özgür Kadın Hareketimizin öncülüğünde devam etmektedir.

Hiçbir sistem kadının akışkan enerjisini hapsetme gücüne sahip olmadığı gibi, bundan sonra da olamayacaktır. Önderlik, 1998 de kadın kurtuluş ideolojisiyle kadının özgür iradesini ve öz gücünü ortaya çıkardı. Kadın kurtuluş ideolojimiz, köle kadın gerçekliğine karşı, kadının kendi öz gücüne dayanarak irade olmasını ve yaşam ile ilişkilerde özne olarak duruş sahibi olmasını bir yaşam ilkesi haline getirmeyi amaçladı.

Önder Apo, 8 Mart 1998’de ilan ettiği kadın kurtuluş ideolojisiyle, “Bundan sonra sadece 8 Mart günü değil, tüm günler kadınların olmalıdır” dedi. Tüm günlerin kadınlar günü olabilmesi için, kadın kurtuluş ideolojimiz doğrultusunda, sistem içinde kendi konfederal sistemimiz olan KJK’yi inşa etmekten geçer. Bu da kadın kurtuluş ideolojisi temelinde, kendimizde ve toplumda zihniyet devrimini yarattığımız oranda başarılabilir.

Kadın kurtuluş ideolojisi, kadının özgürlük değerlerine dayalı özneleşmeyi hedefler. Özgürlüğü ise, seçim yapabilecek irade ve bilince sahip olmak, neyi nasıl yaşayacağına karar verebilmek olarak tanımlayabiliriz. Kadın kurtuluş ideolojimiz, kadının kendi öz değerlerine dayanarak bilinçli, iradeli, örgütlü, mücadeleci, etik ve estetik bir kişiliği yaratacaktır. Aynı zamanda kadın, etrafını kuşatan hegemon sistemi ve erkeği dönüşüme uğratarak toplumsal özgürlüğü sağlar. Kadın kurtuluş ideolojisi temelinde gelişen kopuş ve sonsuz boşanma, özgürleşen kadınların her türlü cinsiyetçi ve köleci ilişkileri reddetmesidir.

Ortadoğu’da ve Kürdistan’da yaşanan savaşlardan en çok kadınlar etkileniyor. Savaşın getirdiği yıkımın sonucu olarak genel yoksullukla birlikte büyüyen bir kadın yoksulluğu da var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

21.yüzyılda toplumun yaşadığı sistemsel krizi çözebilecek ideoloji, Önder Apo’nun yaratımı olan kadın kurtuluş ideolojimizdir. Gelinen aşamada, erkek egemen ideolojiler 21. Yüzyılda yaşanan toplumsal sorunlara cevap olamıyor. Çünkü hegemon sistemin damgalı ideolojileri, toplum karşıtı ideolojiler olduğu için daha çok sorun üreten ideolojilerdir ve doğal olarak toplumun sorunlarına çözüm gücü olamazlar.

Hegemon erkek damgalı ideolojik kimlikler karşısında Kürdistan kadın kurtuluş ideolojimiz, topluma çıkış yolu sunabilecek güçtedir. Hegemon aklın 21.yüzyılda ideolojilere gerek olmadığını ilan etmesi, esasta kadınları ve toplumları ideolojisiz ve kimliksiz bırakarak kendine mahkûm etmek istemektedir. Çünkü ideoloji, bir toplumun kimliğidir ve bu kimlik olmadan yeni bir toplumsal doğuş gerçekleşemez.

Önder Apo’nun başlattığı ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nı kadınlar olarak hem sahiplenmeli hem de her konuda sürecin bizden istediği öncülük düzeyiyle her zamankinden daha çok görev ve sorumluluk bilinciyle yaklaşmalıyız.

Ortadoğu ve dünyada yaşanan savaşların yarattığı tahribat ve yıkımları en derinden yaşayan biz kadınlarız. 2024 yılı boyunca bunu çok derinden yaşamadık mı? Üçüncü Dünya Savaşı nedeniyle birçok ülke derin kriz ve kaos içinde oldu. Avrupa ve dünya devletleri, vatandaşlarını yeni bir küresel savaşa hazırlıyor. Birçok ülke askerliği zorunlu hale getirmeye çalışırken, savaş aracı üretimleri ve silah satışları rekor seviyelere ulaştı.

Bütün ulus devletler, toplumda güvenlik ve savunma konusunda bir korku atmosferi yayarak yaşattıkları krizin normalleştirilmesini amaçlıyor. Genel olarak toplum, büyük bir güvenlik arayışı içinde. Bu arayış, sistem karşıtı ve demokratik yönden yeterli cevaplar bulamadığı için, insanlar kendi hayatlarına dair bireysel güvenlik arayışına giriyor, ulus devlet referansı artıyor, faşizm orta sınıfta başarı kazanıyor ve kadın katliamları da dahil olmak üzere ataerkil dinamikler güçleniyor.

Dünyanın neresinde olursak olalım, erkek egemenlikli çıkar savaşlarından en çok zarar görenler, kadınlar ve çocuklar oluyor. Çocuklar öldürülüyor, kadınlar göç etmek zorunda kalıyor, sınırlarda askerlerin taciz ve tecavüzüne uğruyor, insan kaçakçıları tarafından fuhuşa sürükleniyor. 2024’te dünya genelinde, her yirmi kişiden biri savaş veya baskılar nedeniyle göç etmek zorunda kalırken, bunların çoğunluğunu kadınlar oluşturuyor. Kadınların yaşadıkları zorluklar, göç ettikleri ülkelerde de devam ediyor. Örneğin; Ukraynalı 130 kadın, geçtiğimiz yıl eylül ayında Alman Kızıl Haç ve SDP’ye mektup yazarak kamplarda yaşananları, kadınların fuhşa sürüklendiğini açığa çıkardı.

Son elli yılda endüstriyalizmin yıkıcı etkileri, sadece insan yaşamını değil, bir bütün olarak canlı yaşamını tehdit eder bir karakter kazandı. Ekolojik dengenin bozulması nedeniyle birçok canlı türü ortadan kalkarken, iklim değişimi nedeniyle buzulların erimesi, kuraklık, su taşkınları ile her gün yeni felaketler ortaya çıkıyor. Milyonlarca insan, hayvan ve bitki örtüsü bundan etkileniyor. Nefes alacak temiz hava, içme suları, sağlıklı gıda imkanları giderek azalıyor. Buna karşılık, insan nüfusu giderek artıyor ve kırsal alanları tüketen devasa şehirler, ekolojik krizi derinleştiren kar mantığı ile hastalıklı birer ur gibi büyümeye devam ediyor.

Temel ekonomik faaliyetlerin tekelleştirilmesi ve fiyatlarla oynanması, devasa işsizler ordusuyla birlikte finans kapital tekelinin ekonomik krizi derinleştirmesine yol açıyor. Kapitalizmin gelişimine paralel biçimde, sermayenin belirli yerlerde ve ellerde katlanarak büyümesine karşılık, yoksulluk kitleselleşmekte, açlık ve işsizlik oranları artmaktadır. Dünyadaki en zengin 42 kişinin mal varlığı, dünya nüfusunun yüzde 50’sine tekabül ediyor. Yoksulluğun kadın yüzü ise 70’li yıllardan bu yana literatüre giren ‘yoksulların yoksulu kadın’ ya da ‘yoksulluğun kadınlaşması’ kavramları ile tanımlanmaktadır.

Kadınlar, dünyadaki toplam iş gücünün üçte ikisini oluşturmakta, günlük çalışma süreleri bakımından erkeklerden yüzde 25 daha fazla çalışmakta ve dünyadaki gıdanın yarısını üretmelerine rağmen, dünya gelirinin yalnızca yüzde 10’unu kazanmaktadır. Dünyadaki yoksulların yüzde 70’ini kadınlar oluşturmaktadır. Kadınların yüksek gelir getiren işlerde çalışma imkanları daha azdır. Büyük bölümü kadın emeğine dayanan sektörlerde kadınlar güvencesiz ve sigortasız çalışmaktadır. Kürdistan’dan gelip tarlalarda çalışan kadınların maruz kaldıkları ayrımcılık, şiddet, taciz olayları ve Önderliğimizin öfke ve hayıflanmayla dile getirdiği, trafik kazaları sonucu traktör kasalarında ölmeleri ise kadın emeğinin sömürüsünün boyutlarını ortaya koymaktadır.

Esnek çalışma adı altında, kadınlar geleneksel rollerini sürdürmelerini garantileyecek tarzda işlerde istihdam edilmektedir. Kadınların ekonomiye katılım biçimleri genellikle evdeki işlerin devamı olan hizmetçilik, temizlikçilik, el işi, dikiş atölyeleri, hasta ve çocuk bakımı, eğlence sektörü, ticaret alanında reklam ve pazarlama malzemesi olarak kullanılması emek sömürüsünün yeni biçimleridir.

Her yıl milyonlarca dolar kar elde eden, büyük bölümünü kadınların oluşturduğu tekstil sektöründe kadınlar, insanlık dışı koşullarda çalışmaktalar. Uzun çalışma saatleri, sağlıksız ve temiz olmayan çalışma mekanları, taciz ve tecavüz oranlarının yüksekliği, sigortasız ve ucuza çalıştırma gibi koşullar, bu sektörde çalışmak zorunda kalan kadınların ruhsal ve fiziksel sağlığını olumsuz etkilemektedir.

Büyük oranda Kürdistan’dan göç eden ve çoğunlukla da çok genç yaştaki kadınların istihdam edildiği bu alanlar, aynı zamanda asimilasyon ve yozlaşma açısından özel savaş alanı gibi değerlendirilmektedir. Suriye’den gelen mülteci kadınlar ise daha kötü koşullarda ve daha düşük ücretlerle çalışmak zorunda bırakılıyorlar.

Kadın kırım politikaları karşısında kadınlar için öz savunma neden gereklidir?

2024 yılı, başta Kürdistan olmak üzere Ortadoğu ve dünya açısından savaşların ve çatışmaların yoğunlaştığı bir yıl oldu. Faşist Türk devleti, 2024 yılında da İmralı soykırım sisteminde ısrar etmiş ve Önder Apo üzerindeki mutlak tecrit uygulamalarına devam etmiştir. İmralı’dan başlayarak tüm kadınlara ve topluma yayılan bu soykırım ve tecrit uygulamalarına karşı direniş, yine Önder Apo’nun 26 yıldır gösterdiği özgür yaşam ısrarından ve direnişinden ilham almıştır.

Faşist Türk devletinin, başta kadınlar olmak üzere özgürlük gerillalarını, çocukları, Kürdistan doğasını, özgür yaşamda ısrar eden tüm halkımızı hedef alan soykırım ve işgal saldırılarına karşı, Kürdistan dağlarında YJA-STAR gerillaları öncülüğünde direniş büyürken; özel savaş, taciz, tecavüz ve kültürel soykırım saldırılarına karşı da şehirlerde Kürt kadınları öncülüğünde direniş büyüyerek devam etmiştir. Kadınlar, 2024 yılı boyunca sokaklarda sistemin kadınlara, çocuklara, doğaya, hayvanlara, demokratik değerlere, kazanımlara ve farklılıklara karşı olan saldırılarını kabul etmeyeceklerini haykırmışlardır.

Sistemin kriz oluşturduğu tüm alanlar, aynı zamanda kadın kırımına yol açarken, hegemonik temelde inşa edilmiş kadın-erkek ilişkisi de adeta kadınlara ilan edilmiş bir savaşa dönüşmüştür. Tüm iktidar ilişkileri, militarizm, milliyetçilik ve erkek egemenliğinden kaynaklanıyor. Fiziki ve ekonomik şiddet yöntemlerine, kültür endüstrisi ve medyanın eşlik ettiği yeni şiddet biçimleri eklenmektedir. Her şeyden önce, 21. yüzyılda kadınların en büyük öz savunması, kadın kurtuluş ideolojimizin ölçüleri doğrultusunda sistem haline getirmek istediğimiz demokratik kadın konfederal sistemimizi inşa etmek, bizim için en büyük öz savunmadır.

Kadının öz savunma gücünü açığa çıkarmada, Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi olarak dayandığımız miras ve edindiğimiz deneyim, tüm dünya kadınları adına çok değerli bir kazanımdır. Kadınları savunmak için erkeklerin ve devletlerin sınırlarını tanımamak bilincini oluşturmak, en büyük savunma olarak ele alınmalıdır. Meşru savunma hakkı her zaman vardır. Zorbalığa, haksızlığa asla boyun eğmemek için kadınlar olarak öz savunma, olmazsa olmaz kabilindedir.

Bugün kadınlar, hegemon erkek sistemi karşısında en büyük öz savunmayı Tişrîn'de vermektedir. Burada direnen kadınların, düşmana büyük bir öfke duyarak, tüm saldırılara rağmen kendi iradelerinin üstünde herhangi bir gücü tanımadıkları öz savunma değil midir? En büyük öz savunma, Önderliğin tarihsel çağrısını sahiplenerek, bu doğrultuda demokratik toplum perspektifiyle kendimizi ve toplumu örgütleyerek, sürece her konuda öncülük düzeyinde katılarak, demokratik konfederal sistem inşamızı geliştirerek en büyük öz savunmamızı yapmış olacağız.

Hegemon erkekliğe karşı Jin Jiyan Azadî felsefesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

10 Ekim 2023’te, 74 ülkede Kürt halkının dostları tarafından eş zamanlı olarak "Abdullah Öcalan’a Özgürlük, Kürt Sorununa Siyasi Çözüm" hamlesinin startı verilmiş ve özgürlük hamlesi küresel bir boyut kazanmıştır. Özgürlük kampanyası, aynı zamanda farklı toplulukların küresel anlamda savaş, sağlık, ekoloji ve göç gibi ortak talepler üzerinde seferber olabileceğinin göstergesi oldu. Devletlerin, kimliklerimiz üzerinden yarattığı ayrıştırmaya karşı bir araya gelmenin ve birlikte mücadele etmenin önemini açığa çıkardı. Bu kapsamda yıl boyunca dünyanın dört bir yanında, Önder Apo’nun özgürlüğünde kendisinin ve halkların özgürlüğünü gören milyonlar, farklı eylemlerle hamleyi güçlendirdi. Dünyanın her yerinden kadınlar, "Jin Jiyan Azadî" sloganları ile "Önder Apo’nun özgürlüğü, özgürlüğümüzdür" şiarıyla haykırarak eylemlere öncülük etti.

Erkek egemen sistem, kendisinin başlı başına bir kriz olduğunu ve bunun alternatifinin kadın devrimi olduğunun farkındadır. Üçüncü Dünya Savaşı’nın mekânı ile kadın devriminin mekânının aynı olması, buna öncülük eden partimizle küresel hegemonik güçlerin aynı zeminde karşı karşıya kalmasının nedeni budur. Tüm dünyada, erkek egemenliğinin en kurumlaşmış, rafine olmuş hali olan faşizan rejimlerin yükselişinin de bununla birebir bağı vardır. Devrimin silueti belirirken, her zaman karşı devrimci güçler, devrimleri boşa çıkarmak için hazırlıklı olurlar. Neoliberal sistem, kendisini yeniden organize ederken, kadın devrimi potansiyelini ortadan kaldıracak stratejileri de oluşturmaktadır. Kadınlara dönük saldırıların kaynağında bu gerçeklik yatmaktadır. Bu açıdan, kadın devrimi iddiamızın bir yanı sorumluluk, fırsat, imkân ve çağın gerekleri iken, diğer yanı da kendimizi ve kazanımlarımızı savunabilmektir.

Kadın devrimine öncülük edebileceğimizi ortaya koymuş olmak, kadın hareketimizi ciddi saldırıların hedefi haline getirmiştir. Kendisine alternatif gördüğü her hareketi tasfiye ve asimile etmede uzmanlaşmış erkek egemen sistem, bu potansiyelimizin farkındalığı ile saldırmaktadır. Hareketimize dönük fiziki, psikolojik ve özel savaş yöntemleri daha etkin bir biçimde devreye konulmuştur. Sert yöntemlerle yumuşak yöntemlerin birlikte kullanıldığı bu saldırıların genel hareketimize dönük yanları olmakla birlikte, kadın hareketimiz özel olarak hedeflenmektedir. Heval Sara, Rojbîn ve Ronahî arkadaşların ve Evîn Goyî arkadaşın şehit düştükleri Paris katliamları, Başûr’da Bêrîvan Zîlan, Raperîn Amed, Zîlan Konya, Saliha yoldaşlar ve tüm kadın militanları ve öncülerine dönük saldırılar, sistemin çok planlı katliam ve devrimci öncülüğü tasfiye saldırılarıdır.

Rojava ile somutlaşan kadın devrimi inşası, "Jin Jiyan Azadî" sloganı ile kadın mücadelesindeki yükselişi dünyaya gösteren Rojhilatê Kurdistan oldu. Bu serhildanlar, Saqizlı bir Kürt kadını olan Jîna Emînî’nin ahlak polisleri tarafından katledilmesiyle başladı. Tüm topluma ve dünyaya yayılan kadın serhildanlarının Rojhilat Kürdistan’ında bu denli görkemli yükselişi, elbette tesadüf değildi. İran’da önemli toplumsal ve devrimsel değişim dönemlerinde hep kadınlar belirgin aktör olmuştur. İran rejimi, idam cezalarıyla büyüyen toplumsal devrimin yükselişini durdurmaya çalışmaktadır.

Günümüz İran İslam rejimi, her ne kadar kadınların özgürlüğüne yönelik büyük saldırılar içinde olsa da toplumda kadın özgürlük kültürünün gücü hep belirgindi. İşkenceler ve idamlar, öfkeyi büyüterek erkek egemen sistemin tüm dayanaklarını yıkacaktır. Serhildanlar, Kürt kadının öncülüğünde Ortadoğu’da başlayan bir kadın devriminin dünyayı nasıl etkilediğini ve toplumsal devrimin öncülüğünü yapabileceğini gösterdi. Bakur Kürdistanı'nda AKP rejimi, kayyum adı altında Kürdistan kadın hareketimizin kazanımlarına el koymaktadır. Bakur’da kadınlar olarak "Jin Jiyan Azadî" sloganıyla her yerde hegemon erkek sistemin saldırılarına karşı sonuna kadar mücadele ederek, dünya kadın mücadelesi olan bu 8 Mart’ta mücadelemizi daha da güçlendirmek için her yerde görkemli karşılamalar yapmalıyız.

Bu yılki 8 Mart kutlamalarımız çok farklı olmalıdır. Önderliğin başlattığı bu tarihi süreci kadınlar olarak büyük bir coşkuyla sahiplenmeliyiz. On yıl aradan sonra Önderliği fotoğraf karelerinde bile olsa görmenin ve selamını almanın büyük sevinci ve coşkusuyla, “Jin Jiyan Azadî ile Kadın Devrimine Doğru” nasıl yol aldığımızı ve alacağımızı alanlarda haykırabilmeliyiz. Kadınlar olarak, Önderliğin ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nı kendimiz için 8 Mart 2025’in en güzel hediyesi ve mesajı olarak alarak, mücadeleyi büyüterek özgür Önderlik’le buluşmayı yakınlaştırmalıyız.