Toplumun yarısı savaş mağduru

Derûnnasên Mezopotamyayê / Mezopotamya Psikologlar Girişimi'nden Psikolog Fahriye Cengiz, iç savaş yaşandığınıve toplumun yarısının savaş mağduru olduğunu söyledi.

Derûnnasên Mezopotamyayê (Der-Mez) içerisinde psikoloji ve psikolojik danışmanlık bölüm öğrencileri ile mezun olup alanda çalışan aktivistler görev yapıyor. Mezopotamya Psikologlar Girişimi, iki yıllık geçmişi olan bir psikoloji topluluğu. Üniversitelerde öğretilen psikolojinin toplumsal alanda yeterli olmadığı görüşünden hareketle oluşturulan Kürtçe bir topluluk. Girişim'den Psikolog Fahriye Cengiz, ANF'nin sorularını yanıtladı.

Kürt sorununun siyasal, ekonomik ve toplumsal boyutu olduğu kadar psikolojik boyutu da var. Psikolojik boyutun önemli parçalarından biri de sürecin insanların ve toplumun ruhsal dünyasına yaptığı travmatik etki. Nedir bu etki?

Psikolojik travma çok eski geçmişi olan, ancak dönemsel olarak unutulan ve yeniden çalışmalara başlanılan bir alandır. Psikoloji literatürüne baktığımızda genel olarak “beklenmedik şekilde insan hayatını tehlikeye atan olaylarla karşılaşılması veya tanık olunması” şeklinde genel bir ifade görürüz. İnsan hayatında gelişen bu beklenmedik olaylar (travmalar) da iki şekilde tanımlanır:

* İnsan eliyle gerçekleştirilen travma; savaş, şiddet, taciz, tecavüz, istismar...

* Doğal afetlerle gelişenler.

Her iki alanda da yapılan çalışmalar genel olarak insanların atlatmakta en zorlandıkları travmanın insan eliyle oluşturulan olduğunu göstermiştir. İnsan eliyle yaratılan travmada mağdur-kurban ilişkisinin eşitsizliği ve güç dengelerinin genelde mağdur üzerinden deşifre edilmesi, toplumun sessizliği ya da güçten yana taraf olması sonucu kurbanın yaşadıklarını anlatmaktan çekinmesi, ayrıca yaşadığı olayın neden başına geldiğini tanımlayamaması gibi birçok etken bu alanda yaşanan travmanın daha uzun ve yıkıcı olmasını beraberinde getirmektedir. Aynı zamanda çatışmanın devam ediyor olması, travma etkilerinin de sürece yayılmasını sağlayıp iyileşmeye yönelik çalışmalar yapılmasını engellemektedir.

Sürekli ölümlerin ve şiddetin yaşandığı bir ortamda mahsur kalmış, çaresizlik, sürekli yok olma tehdidi altında, kurtulma ümidi olmaksızın arkadaşlarının ve ailesinin ölmesine veya yaralanmasına tanık olmaya zorlanan kişiler bir süre sonra hissizleşme, hafızalarını ve konuşma yetilerini kaybetme, kontrolsüz bir şekilde ağlama nöbetleri geçirme, donup kalma ve hareket edememe gibi birçok fiziksel ve duygusal tepkiler geliştirirler.

Çatışmanın daha uzun süre devam etmesi kişilerin gelecek beklentisini de ortadan kaldırmaktadır. Her an öleceği kaygısıyla yaşayan biri dağılmış yaşamı yeniden kurmaya çalışmaz, gelecek ile ilgili planlar yapmaktan kaçınır ve her an ölümü bekler. Savaşa, şiddete alışma diye bir şey yoktur aslında. Bunun en önemli örneklerinden biri 2. Dünya Savaşı sonrası iki Amerikalı psikiyatristin askerlerle yaptıkları çalışmaların sonucudur. Buna göre; muharebeye alışmak diye bir şey yoktur… Muharebenin her anı öyle büyük bir zorlama dayatır ki; insanlar maruz kalmanın süresi ve yoğunluğuyla doğru orantılı olarak ruhsal sarsıntı geçirirler. Bu yüzden psikolojik zaiyatlar savaş meydanındaki silah ve şarapnel yarası kadar kaçınılmazdır.

'Çatışma ile ilişkili psikolojik travma', özellikle Kuzey İrlanda, Bask, Filistin meselelerindeki gibi uzun zaman devam eden çatışmaların yol açtığı ruhsal travmaları anlatmak için kullanılıyor. Kürt illerinde yaşananları bunlarla karşılaştırdığımızda ya da onlara göre değerlendirdiğimizde nasıl bir durumla karşı karşıyayız?

Evrensel olarak her çatışma, savaş travmatiktir ve kişiler bazında benzer sonuçlar yaratmaktadır. Ancak sizin de bahsettiğiniz örnekler kapsamında bakacak olursak savaşı kendi sosyal bağlamında da değerlendirmek gerekir. Burada önemli olan nokta; toplum-birey ilişkisidir. Ülkemizde yaşanan, iç savaştır yani başka ülkelerle, başka sınırlarda yürütülen savaşlardan farklı süreçler gelişmektedir. Ülke toplamda bir toplumu ifade etmekte ve bu toplumun yarısı doğrudan çatışmanın mağduru olurken diğer bir yarısı seyircisi olmaya ya da tarafı olmaya zorlanmaktadır. Dolayısıyla direkt çatışmaya maruz kalan kişiler tarafından kendini ifade alanı oluşmamakta hatta bu eşitsiz düzlemde buna maruz kalan kişilerde 'yalnızlaştım, dünya beni terk etti' görüşü hakim olarak çaresizlik hissini daha da arttırmaktadır.

Kadına yönelik cinsel saldırılara baktığımızda konu genellikle kurban üzerinden konuşulur, fail burada kimliksizdir. Genellikle kurbanın davranışları, kıyafetlerine odaklanılarak suçun meşru zemini oluşturulmaya çalışılır. Savaş süreci de toplumda tam olarak böyle yürütülmektedir. Savaşın faili kimliksiz, ancak kurbanlar hakkında çok fazla bilgi toplanarak bütün kurumlar aracılığıyla suçun meşru zemini yaratılmaktadır. Yaratılan bu suç meşruiyeti, hak talebini elinden almaktadır. Bu da daha köklü bir toplumsal güvensizliği yaratmakla birlikte insanlar arasında soyut bir düşman yaratıp bunun karşısına aynı toplumdan kahramanlar çıkarmaktadır.

Bu konu hakkında aktif olarak devam eden çatışmalardan ziyade savaş sonrası yapılan çalışmalara ve sonuçlara bakıp ders çıkarmak bizlerin yararına olacaktır. Özellikle toplumsal travma alanında 2. Dünya Savaşı ve Vietnam Savaşı sonrasında psikoloji-psikiyatri alanında gerek savaşa katılan askerler gerekse siviller üzerine çok ciddi çalışmalar yapılmıştır. Hatta bazı bölgelerde savaş karşıtı muharebe gazileri tarafından sivil toplum kurumları oluşturularak savaşın her iki taraf açısından yıkıcılığı anlatılmaya çalışılmıştır. Sıcak bir savaş devam ederken barışı savunmanın ve bununla ilgili söylemler geliştirmenin en önemli yolu toplumsal alanlar olduğu kadar siyasi hareketlerdir de. Siyasi hareketlerin bu anlamda savunuculuğu geliştirme gibi toplumsal sorumluluğu yerine getirilmeli ki gerek ruh sağlığı alanında gerekse genel sağlık ve hukuk anlamında çalışmalar yapılabilsin.

Öz yönetim direnişlerinin olduğu ve devletinin sınırsız şiddet uyguladığı kentlerde çalışmalar yaptınız ve bu çalışmalarınız kamuoyuna yansıdı. Bu süreçte sizi en çok etkileyen toplumsal olgu ne oldu?

Gerek kadına ve çocuğa yönelik şiddet alanında gerekse birçok çatışma bölgesinde çalışmalar yapan bir psikolog olarak beni en çok etkileyen durumun iki alan arasındaki benzerlikti. İnsanların (erkeklerin) nasıl bu kadar kötü olabileceğini sorgularken aynı duyguları çatışma bölgesinde de daha genel hissetmemdi. Çatışma öncesi belki her güz yüz yüze bakıldığı, esnafından alışveriş yapıldığı, kahvesinde oturulup birlikte oyun oynandığı, ilk defa ataması oraya çıkmış yabancılık çekmesin diye sofralarına misafir olunmuş insanlara bunların nasıl yapılabildiği? Tam da burada travma alanında okuduğum bir kitaptan şu satırlar aklıma geliyor: Psikolojik travma çalışması hem doğal dünyadaki insan yararlanabilirliği hem de insan doğasındaki kötülük kapasitesiyle yüz yüze gelmektir...

Der-Mez'in çalışmalarından da biraz söz edebilir misiniz?

Der-Mez bir meslek örgütü, Kürtçe bir psikologlar girişimi. Çatışmanın yaşandığı bölgeden gelen, oranın kimliğine sahip psikolog ve psikoloji öğrencileri olarak örgütlenme ihtiyacı duyduk. Çünkü oradaki travma çalışmalarımız, aslında bir dayanışma ya da destek değil, bir zorunluluktu bizler açısından. Hepimizin o çatışmalardan etkilenen ailelerimiz vardı. Bundan dolayı bir zorunluluk haline gelmişti. Oluşum hikayemiz buna dayanmakta.

Bu süreçte hepimiz alanlarda - Cizre, Silopi, Nusaybin- psikososyal dayanışma çalışmaları yürüttük. Çocuklar, kadınlar ve oluşturduğumuz gruplarla. Yine Sur’da çatışma devam ederken, bu çatışmaya maruz kalan çocuklarla dayanışma amacıyla oradaki sivil toplum örgütleri ortaklığı ve öncülüğünde çocuklarla oyun terapisi etkinliklerimiz oldu. Yine Güneydoğu Anadolu Belediyeler Birliği ile ortak olarak kadın ve çocukların yaşadıkları ruhsal hasarı tespit etme çalışmalarımız oldu.

Bulunduğumuz yerellerde bazı farkındalık çalışmalarımız oldu; eğitim atölyeleri. Özellikle yeni gelen psikoloji öğrencileri için daha da devam eden üniversite öğrencileri için üniversitede öğretilen ana akım psikoloji dışında toplumsal yapıyı, dinamikleri daha demokratik şekilde ele alan ve bu gruplarla terapist/psikolog olarak nasıl eşitlikçi temelde çalışırızı esas alan alternatif eğitim atölyeleri düzenledik.

Bu dönemde özellikle çatışma bölgelerinde ortak çalışma yürütebildiğimiz kamu-sivil kurumların kapatılmış veya kayyum atanmış olmasından dolayı çalışmalarımız aksamış durumda. Ancak orada yaşayan ve görev yapan ruh sağlığı çalışanı arkadaşlarımızla dayanışma içerisinde çalışmalarımızı kısmen de olsa yürütmeye çalışmaktayız.