Kızıl Emniyet'teki işkenceyi anlattı

Nesrin Ömer Reşid (47), Saddam liderliğindeki BAAS rejiminin Süleymaniye'deki işkence merkezi Emne Süreke'den (Kızıl Emniyet) sağ kurtulanlardan. 27 yıl sonra yaşadıklarını anlattı.

Emne Süreke yani Kızıl Emniyet... Saddam Hüseyin liderliğindeki BAAS rejimi tarafından Süleymaniye’deki Kürtlerin sorgusuz sualsiz kurşuna dizildiği, kaybedildiği, ağır işkencelerden geçirildiği merkez. 1980’li yıllarda kuruldu. 1991'deki Raperîne kadar binlerce Kürt'ün öldürüldüğü bir mekan oldu. Orada kaybedilen binlerce insanın hala akıbeti bilinmiyor. 5 Mart 1991'de Ranya ve Qeladizê’de ayaklanma başladıktan iki gün sonra Süleymaniye’ye sıçradı. Süleymaniye halkı önce şehir içindeki Saddam karakollarını ele geçirdi. Karakollar ele geçirildikten sonra ilk hedef Emne Süreke yani Kızıl Emniyet oldu. İki günlük bir kuşatmadan sonra 8 Mart gününde ele geçirilen Emne Süreke'de ölümü, kurşuna dizilmeyi bekleyen yüzlerce Kürt sağ olarak kurtarıldı. Kurtarılan insanlar arasında yıllarca kalanlar da vardı, üç ya da dört ay gibi kısa süre kalanlar da. Ancak kısa ya da uzun süre kalması önemli değildi. Orada kalan, o vahşeti gören her Kürt'te önemli izler kaldı.

ORADAN SAĞ ÇIKAN NESRİN

Emne Süreke'yi ziyaret edip duvarlarına yansıyan vahşetin, orada solup giden yaşamların, ölüme dahi giderken duvara yazılanlarla bırakılan izleri gördükten sonra oradan sağ kurtulanlardan birilerini bulmaya çalıştım. Kısa süreli bir araştırmadan sonra Süleymaniye’nin Raperin Mahallesi'nde Emne Süreke’den sağ kurtarılan bir kadının izlerine ulaştım. Sağ kurtulmuştu, ancak orada gördüğü ağır işkencelerden ötürü gözlerini yitirmişti. Bir kaç gün içinde Nesrin Ömer Reşid’i evinde ziyaret ettik.

Nesrin Omer Reşid, 1971'de Pêciwên’de altısı kız biri erkek yedi çocuklu bir ailenin kızı olarak doğdu. Okul okumadı. Başûrê Kurdistan Marksist Leninist Devrimci Gençlik Hareketi üyesiydi. Eşi Adil Eli ile bu örgütleme çalışmaları içinde tanıştı. Ekim 1990'da BAAS tarafından yakalanmadan iki ay önce evlenmişti. Nesrin Ömer Reşid yakalanma anlarını şöyle anlatıyor: "Birkaç arkadaşımla evlerimize yapılan baskınla yakalandık. Hücre sorumlumuzla beraber 30 kişilik bir gruptuk. Beni, eşimi, eşimin kardeşini ve iki arkadaşı tutukladılar. Akla hayale gelmeyecek sorgulardan geçirildik. Her günümüz ve gecemiz sorguyla geçiriyordu. Güçlü olman, direnmen gerekiyordu yoksa birçok arkadaşı ele verip tutuklatırdın. Birçok kez toplantılarda tutuklamalardan söz edilmişti ve bu sorguda güçlü olunması gerektiği, yoksa yeni tutuklanmalara sebep olunacağından söz edilmişti. Birey olarak çok güçlüydüm ve sorguda hiç kimsenin adını vermedim. Ağır işkencelerden geçirdiler, fakat itiraf edersem idam edileceğime, kurşuna dizileceğime dair eğitilmiştim. Onun için ölecekse de bir tek ben öleyim, başka arkadaşım benim yüzünden idam edilmesin, dedim. Bizi her gün soruşturmaya götürüyorlardı. Soruşturmaların hepsi ağır işkencelerle yapılıyordu. Kimseyi tanıyıp tanımadığımızı, sorumlunun kim olduğunu, nerede çalıştığını, dışarıdan veya içeriden kimin bize yardım ettiğini soruyorladı. İnsanları karşımıza çıkarıp teşhis etmemizi istiyorlardı. Sorularına iyi cevaplar vermen gerekiyordu. Çünkü bugün sordukları soruları, yarın da soruyorlardı. Eğer verdiğin cevaplar bir birini tutmuyorsa diğer arkadaşlar için büyük risk oluşuyordu.”

YANIMIZA AJAN BIRAKIYORLARDI

Nesrin Ömer, Emne Süreke’de yaşadıklarını hala yaşıyormuş gibi hissederek kendisine bıraktığı derin etkilerle anlatıyordu. Saçlarından tutup yerlerde sürüklendiğini, kafasının duvarlara vurulduğunu, bu uygulamalar sonucunda gözlerinden olduğunu belirterek, şöyle devam ediyor: "Bizi işkenceden geçirdikleri her defasında, hiçbir sonuç alamıyorlardı, çünkü konuşmuyorduk, hiçbir şey söylemiyorduk. Birçok defa işkencede kendimizden geçip bayılıyorduk. Duvara asıp soğuk ve tazyikli su tutuyorlardı. Birçok defa işkenceden gözlerimiz hiçbir şeyi göremez duruma geliyordu. Çoğu zaman tek kişilik hücrede tutuldum. Bazen bir ekmek veriyorlardı, suyla yiyebiliyorduk. Bir gün beni işkence için götürdüler. Bir genç çıkardılar karşıma. Tanımıyordum. Bazen insanlar daha fazla işkenceye maruz kalmamak için tanıyorum demek zorunda kalıyorlardı. Tanımıyorum dediğim genç belki de öldürülmekten kurtuldu. Bir ara tutuklu bir kız getirdiler. Daha önce toplantılarımızda, bu tür olası durumlarda tutuklu süsü verilmiş ama aslında ajan olan ve onlara bilgi vermek için getirip yanımıza koyabilirler, denilmişti. Yanıma iki kişi koymuşlardı, çok soru sordular. Bunlardan kuşkulandım hiçbir isim ve kişiye ilişkin konuşmadım.”

UMUDUMUZ RAPERİN SADECE İHTİMALDİ

Emne Süreke’ye girenlerin sağ çıkmayacağını; sağ çıkanların da sakat veya teslim olduğunu herkes biliyordu. Oradan sağ çıkacaklarına inanmadığını belirten Nesrin Ömer, tek bir umutlarının halk serhildanı/Raperîn olduğunu söylüyor. Nesrin Ömer, şöyle konuşuyor: "O dönemde Irak ile Kuveyt arasında bilinen durum yaşandı. Kuveyt'in durumundan dolayı Raperîn olacağına dair hiç umudum yoktu. Amerika Irak’ı vurduğu gece Süleymaniye’de çok mermi sıkıldı. Acaba Raperîn mi başladı diye düşünmeye başladım.

AMA O İHTİMAL GERÇEK OLDU

Eşim Adil Eli koleraya yakalanmış gibiydi. İyileşene kadar bir odada karantinaya alınmıştı. Onların odasında birçok kişi vardı. Bir hafta öncesinde bazı yurttaşları tutuklamışlardı ve onlardan ‘raperin olacak’ bilgisini almışlardı. Bizim örgütten birimimizin yönetimi, ben ve eşim Adil Eli, kitapçı Kak Hesen, Kak Evdirehman, Kak Namik Wadil Osman ve Avrupadan birkaç kişi ile bir kadın daha vardı Emne Süreke’de tutuklu olarak. Daha önce kadını üstümüzde olan bir cezaevine koymuşlardı. Raperîn öncesi gördüğüm ağır işkencelerden dolayı ve sıtma gibi bir hastalığa yakalandığım için beni hastaneye kaldırmışlardı. Çok kilo kaybettim, zayıfladım. Kelepçeli halde beni kent hastanesine götürdüler. Raperîn başladığında hastanedeydim. Emne Süreke ele geçirilip BAAS askerleri Süleymaniye’den çıkarılınca hastanede özgürlüğüme kavuştum.”

7 YILDA İKİ GÖZÜNÜ DE KAYBETTİ

Nesrin Ömer Reşid, orada gördüğü ağır işkencelerden dolayı iki yıl sonra yani 1993'te sağ gözünü, 1995'te de sol gözünü kaybeder. Buna rağmen yaşama umudunu yitirmez. Yaşama sıkı sıkıya bağlanır. Nesrin Ömer, şöyle sürdürüyor: “Kişi olarak çok güçlü durdum. Gözlerimi, okumayı, işimi, örgütümü, her şeyi kaybetmeme rağmen direnmeyi bırakmadım. Yapayalnız bırakıldığım yerde, eski yaşamıma, eşim Adil’in yanına döndüm. O zaman bir kızım vardı. Okulunu tamamladı. Evlendi ve eşi bana çok yardımcı oldu. Yine kardeşlerim bize çok yardımcı oldular. Toplumda birçok kişi gönüllü olarak bana yardımcı oldu. Görememe rağmen gözlerim çok ağrıyor ve beni zorluyor. Sürekli ilaç kullanmam lazım.”

EMNE SÜREKE'Yİ UNUTMAYACAĞIM

Nesrin Ömer, Emne Süreke'de vatanı ve halkı için elinden ne geliyorsa yapacağının hissini kazandığını ifade ediyor. Hiçbir zaman unutmayacağını vurguladığı Emne Süreke’yi bir kaç kez ziyarete gitmiş. İlk gittiğinde fenalaşmış. Çünkü orada kendisine ve arkadaşlarına yapılan insanlık dışı işkenceler bir anda gözlerinin önüne gelmiş.