Bir Çerkes kızının hayatı pahasına verdiği ders!

1 Mayıslarda, Taksim’de elinde taş tuttuğu ara sokaklarda da öncüydü, Kadıköy’de mora büründüğü eylemlerde de. Gidişi gibi şaşırtmadı bizi, elinde mavzeriyle Kürdistan dağlarında da yine öncü oldu.

Politikayı, toplumsal sorunların çözüm gücü, toplumun özgürlük alanı olarak görmemek, bilinçli şekilde üretilen bir tartışmaya bizleri itebildi. Son günlerde koltukta Türk mü, yoksa Kürt mü oturacak tartışması çoğumuzun gündeminde.

Bu tartışma yaşanırken, bir Çerkes kızı çıktı karşımıza; bizimle aynı zamanda ama farklı mekânda, başını taşa koyanlardan. Ayşe Baykal, ruh ve bilincin ortaklığıyla süren bir hayatın, özgürlük tutkusunun vücut bulmuş hali. Beyazıt’ın devrimci kızı. Yaşamının en kritik dönemlerinde, O’ndan bağımsız, bana dokunmuş bir kadın gerilla, Zozan Cudi. Arkadaşım, yoldaşım, anılarımın en güzel yerinde duran Ayşe, öz kimliğiyle Şırnak’ta düştü.

1 Mayıslarda, Taksim’de elinde taş tuttuğu ara sokaklarda da öncüydü, Kadıköy’de mora büründüğü eylemlerde de. Gidişi gibi şaşırtmadı bizi, elinde mavzeriyle Kürdistan dağlarında da yine öncü oldu. Ankara’da, ilkel milliyetçiliğin en çiğ haliyle ayyuka çıktığı zamanlarda, aldım haberini.

***

Bir röportajında kendisini şöyle anlatmıştı Zozan Cudi; “Dağa gelişim üç adımda gerçekleşti. Birincisi ideolojik olarak Önderliğin paradigması olan Demokratik Modernite’yi benimsiyordum. Bu konuda kendimi geliştirmek istiyordum. Ahlaki boyutta sistem içerisinde kendisini yaşatan bir hayat istemediğimi fark ettim. Günlük olarak yoğunlaşmalarımın çoğunun sisteme hizmet ettiğini fark ettim. Bununla yüzleştim. Ne kadar faaliyet yürütsek de alanlarda, zamanımızın çoğu, bilincimizin çoğu sisteme hizmet etmeye devam ediyordu. Bu anlamda ahlaki bir yoğunlaşma yaşadım. Öznel olarak da kendini yaşatan bir genç kadın olarak var olmak istemediğimi fark ettim. Hayat içerisinde, bu sistemin içerisinde yer almak istemediğimi fark ettim.”

“Köken olarak bir tarafım Bulgaristan göçmeni, bir tarafım da Çerkes. Ama Türk üst kimliğinde cisimleşmiş bir ailem var” derken, şimdi, koltuk tartışmasını halklar üzerinden yapıldığı bugünlerde, biz; Türkler, Kürtler, Çerkesler, Ermeniler daha ne kadarımız varsa, ne diyelim, nereye koyalım O’nun Çerkesliğini?

Cevap veriyordu Zozan Cudi, “Türk üst kimliğinde cisimleşmiş bir ailem var. Bu anlamıyla hayatım boyunca tam bir Türk üst kimliği yaşadım. Aslında bu bir kimliksizliktir. Kendini bilmeyen, kökünü bilmeyen bir tarzdır. PKK hareketi kendimle yüzleşmemi, geçmişimi araştırmamı sağladı. Sadece Kürt halkının mücadelesi olarak görmediğim için bir sosyalist olarak katılım yaptım. Çünkü beni en iyi ifade edecek, demokratik halkların kendi öz yönetimini burada bulabileceğine inandığım için geldim. Benim için bir deneyimdi. Gerçekten çok güzel yoldaşlık ilişkileri gördüm.”

***

Zozan Cudi, tüm arkadaşlarının bildiği mütevazi üslubuyla şöyle seslenmişti, geldiği yere, “Türkiye solunun geleneklerini bırakarak PKK’ye katılması gerektiğini söylemiyorum. Ama hiçbir şey üretemeden, kendi grubunu korumak adına HDP’ye zarar verecek yaklaşımlardan vazgeçilmeli.”

Şimdilerde, solun karşısında, Kürt kimliğiyle kendini var etmek isteyen ama ilkel milliyetçilikten kurtulamayanların HDP’ye zararı olası. Sonuçta her kimsenin özgürlük ve toplumsallığı temel alan bir paradigması yok. Bunun yerine iktidar ve kârı esas alan bir zihniyeti var ise, düşmanına benzememesi kaçınılmazdır. Yapılan tartışmanın eğer varsa bir anlamı, küçük bir bölümü de burada saklıdır.

***

Bugünlerde iki akıl beliriyor. Türk derken, aslında Kürdün kendisine, sayamayacağımız kadar çok halklara “haddini bildirmek” isteyen devlet ve onun aklı. Bir de başını taşa koyan, hakların ve bizzat kendi özgürlüklerini için düşenlerin ve ardıllarının aklı.

Elbette ki, can yoldaşları olanlar, Ayşe ve omuz omuza düştüğü arkadaşlarının yaşamı ve hayatı anlayış biçimini en güzel şekilde, Kadıköy’de, Bayramoğlu’nda, Göztepe’de, İzmit’te, Kürdistan dağlarında, var olduğu her yerde, nesilden nesile anlatacaktır. En güzel yazılar, en güzel hikayelerde, filmlerde, kitaplarda var olacaktır.

Ancak bu yazının anlatmak istediği, Ayşe’nin hayatta dokunduğu sadece küçük bir noktadır; ilkel milliyetçiliğin ayyuka çıktığı ayaksız masasına hançer gibi saplanması, koltukları parçalaması, yerle bir etmesidir. Elbette ki, O, daha niceleridir…

Unutmamalı ki, Kürt halkına da, Türk halkına da tüm halklara da özgürlüğü getirecek olanlar, başını taşa koyanlar ve onların mücadelesidir.

Kaynak: Yeni Özgür Politika