GÖRÜNTÜLÜ

Besê Hozat: Bu süreci iktidarın elinde bir malzeme olmaktan çıkarabiliriz

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, “Muhalefet, STÖ’ler ve tüm toplumsal kesimler güçlü bir mücadele ortaya koyarsa, kesinlikle bu süreci bu iktidarın elinde bir malzeme olmaktan çıkartabiliriz” dedi.

Hozat, “İktidara bırakılırsa, bu iktidar bu süreci de araçsallaştırıp götürecek, bir sonuç ortaya çıkmayacak. Dolayısıyla tüm toplumun, tüm toplumsal kesimlerin, sivil toplum örgütlerinin, muhalefetin bu süreci çok güçlü bir biçimde sahiplenmesi gerekiyor ve bu konuda gündem oluşturup, pratik çözümler konusunda da proje ortaya koyup yoğun bir tartışma ve pratik süreç geliştirmesi gerekiyor” diye konuştu.

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, Önder Apo’nun 12. PKK Kongresi’ne sunduğu politik raporu, Barış ve Demokratik Toplum Sürecini ve küresel hegemonik güçlerin Ortadoğu'yu yeniden dizayn temelindeki ulus devletlere yönelik müdahalelerini, muhalefete dönük saldırıları, doğa ve toplum kırımı Medya Haber Tv’ye değerlendirdi.

Değerlendirmelerin tamamını paylaşıyoruz:

Önder Apo’nun 12. PKK Kongresi’ne sunduğu manifesto, politik rapor gerçekten çok önemliydi, çok ufuk açıcıydı. Birçok tarihsel gerçekliği, hakikati çok çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyordu, değerlendiriyordu. Kadın tarihi açısından, Kürt halk tarihi açısından, insanlık tarihi açısından aynı şeyi belirtebiliriz. Böyle tarihi gerçeklikleri, hakikatleri yerli yerine oturtan, adeta gerçekten tarihin hakikatine göre yeniden yazan, ele alan bir değerlendirmeydi manifesto, politik rapor. 

Tabii bunun üzerine çok yoğun tartışmalar gelişiyor. Bir kısmı bize de yansıyor. Tartışmaların detaylarını bilmiyoruz. Fakat kısmi bize yansıyan boyutları oldu. Önder Apo’nun yaptığı değerlendirmelere, düşüncelerine dönük de son derece ahlaksız, adaletsiz, vicdansız bazı değerlendirmeler ve saldırı diyebileceğimiz düzeyde yaklaşımlar var. Biz bunları elbette şiddetle eleştiriyoruz, doğru bulmuyoruz.

Önemli bir kısmının art niyetli olduğunu düşünüyoruz. Bize yansıdığı kadarıyla bu tartışmaları yürütenlerin bir kısmı kaçkınlar, hainlerdir. Ömrü işbirlikçilikle geçen, halkına düşmanlıkla geçen, kötülükle geçen kişiler, kesimler ve çevrelerdir. Bu kesimlerin yaptığı bu eleştirileri biz eleştiri olarak değerlendirmiyoruz. Bunlar eleştiri değil; karalamadır, teşhirdir. Bu, kendi kötülüğünü, kendi yaptığı çirkinlikleri hayatı boyunca bastırma çabasıdır. Kendi kirli sicilini bir nevi böyle örtme gayretidir. Bunun eleştiriyle, sağlıklı tartışmayla bir alakası yoktur.

Önder Apo’nun belirttiği görüşler politik raporda, manifestoda on yıllardır — grup döneminden bu yana, hatta özellikle PKK’nin kuruluşundan bu yana — yıl yıl tarihsel birikimi, derinliği geliştikçe, Önder Apo tarihsel gerçeklikleri kavradıkça, anladıkça, gördükçe yaptığı değerlendirmelerdir. Yani çok sıfırdan yaptığı değerlendirmeler de değil. 

Özellikle Demokratik Uygarlık Manifestosu’nda Önder Apo Aleviliğe ilişkin de, Kürt tarihine ilişkin de,  Marksizme ilişkin de, kadın tarihine ilişkin de çok derinlikli, çok çarpıcı, çok yeni değerlendirmelere sahiptir. Önder Apo bu değerlendirmeleri bu manifestoyla daha da derinleştirmiş bulunmaktadır. Çok ufuk açıcıdır bu anlamda. Çok çarpıcı değerlendirmeler var. Şimdiye kadar yaptığı değerlendirmeleri de aşan ve derinleştiren, o değerlendirmelerini, bilgilerini derinleştiren değerlendirmeler var. Kadın tarihine ilişkin de böyledir, kadın hakikatine ilişkin de böyledir. Kürt halk tarihine ilişkin, Kürtlere ilişkin, toplumsal gelişim tarihine, insanlığın gelişim tarihine ilişkin de böyledir.

Evrensel tarihe ilişkin de çok bu anlamda çarpıcı değerlendirmeleri var. Tarihi kuantum bakış açısıyla ele alıyor, müthiş bir diyalektik bakış açısıyla değerlendiriyor. Bakış açısı, diyalektiği ele alış biçimi, kullanış biçimi ne kaba materyalist ne metafiziktir. Bunları bütünüyle elbette reddetmiyor. Kendi dönemi içinde insanlığa, toplumlara, halklara bunların da katkısı vardır. Tarihe bunların da katkısı olmuştur. Fakat gerçekten çok muazzam diyalektik bir bakış açısıyla bir bütün olarak insanlık tarihini, Kürt halk tarihini, halklar tarihini, kadın tarihini çok güçlü bir biçimde ele alıyor.

Ben de şu anda hem kadın kimliğimle, hem Kürt, hem sosyalist, hem Alevi kimliğimle şu anda konuşuyorum. Bütün bu kimliklerle manifestoyu okuduğumda muazzam bir güç, enerji alıyorum. Ufkum açılıyor, heyecan duyuyorum, coşku duyuyorum. Bende müthiş bir sevinç yaratıyor.

Bu anlamda tüm bu kimliklere ilişkin de hiçbir yanlış değerlendirme ben görmüyorum. Aksine bilincimi açıyor, özgürlük arayışımı güçlendiriyor. Bu, bütün kadın arkadaşlar, bütün arkadaşlar ve — ben inanıyorum — halkımız ve toplum açısından da tüm demokratik, devrimci, sosyalist, sol kesimler açısından da bu böyledir. Önemli bir kesim açısından böyledir. 

Tabii bu kesimlerde de bazı eleştiriler, değerlendirmeler olabilir. Bu, yeterince Önder Apo’nun diyalektik bakış açısını, paradigmasını, düşünce dünyasını yeterince anlamamaktan, kavramamaktan kaynaklı bir kavrama arayışı, anlama arayışı; şimdiye kadar kendisinin bildiği ve onda ezber, dogma, kalıp haline gelen bir düşünce yapısı, bir kişilik şekillenmesi, dünyaya bir bakış açısı elbette vardır.

Önder Apo’nun değerlendirmeleri, bu anlamda analiz, görüş ve tespitleri, yeni tespitleri bu kalıplara, ezberlere, dogmalara çarptığında kuşkusuz bir sarsılmaya yol açıyor. Belki bir kesimde tepkiye de yol açıyor, öfkeye de yol açıyor. Ezberi bozulduğu için, adeta böyle bir altüst oluş yaşıyor. Çünkü ona tanrı gibi inanmış; adeta din haline getirmiş inandıklarını. Adeta bir inanç ve din haline getiren insanlarda yeni düşünceler, yeni bakış açıları bir sarsılma yaratıyor, bir altüst oluş yaratıyor. Bu da anlaşılırdır. Biz de bu değişim, dönüşümü, bütün bu sancıları yaşayarak yıllardır birebir yaşıyoruz.

Bu süreçleri bizler de yaşadık, biliyoruz. İnsan bu anlamda anlıyor, empati geliştirebiliyor. Bu eleştiriler, bu yönüyle elbette anlamaya, kavramaya dönük. Şimdiye kadar kendisinin inandığı, bildiği doğruları sarsmaya dönük, kişide, çeşitli kesimlerde, yapılarda yarattığı o etki, o sarsılmanın yarattığı bir tepki hali, refleks de olabilir. Bunlar anlaşılırdır. Biz bunlara büyük bir kıymet biçiyoruz, değer biçiyoruz. Bunların hepsi gelişmeye, daha güçlü kavrayışlara hizmet ediyor, devrimci mücadeleye güç katıyor. Bunların hepsi değerlidir. Fakat benim esas olarak eleştiri geliştirdiğim nokta, tabii ki dediğim gibi bu kaçkın, hain tiplerin, ömrü işbirlikçilikle geçen, kötülükle geçen çeşitli tiplerin, kesimlerin, çevrelerin  aslında kendi gerçekliklerini örtbas etmek için yaptığı karalamalardır, saldırılardır. Bunları ben açıkça şiddetle reddediyorum. Bir dönüp kendi gerçekliklerine baksınlar.

ÖNDER APO’NUN TESPİTLERİN DERİNLİĞİNİ ARAŞTIRMAK ÇOK ÖNEMLİ

Önderliğin Aleviliğe ilişkin yaptığı değerlendirmeler kesinlikle doğrudur. Özellikle Aleviliğe, Kürt Aleviliğine ilişkin yaptığı değerlendirmelerdir. Kürt Alevi inancı, Rea Haq inancıdır esasen. Temeli Zerdüştlüğe, Neolitik toplumun kalıntılarına dayanıyor. Temeli Neolitik topluma, animist inanca, doğa inancına dayanıyor.

Aslında Kürt Aleviliği; yani Rea Haq inancı, bir bakıma doğa inancıdır. Ekolojik bir inançtır. Animizmin etkileri çok çok fazladır. Gerçekten kendimiz de derinliğine yaşadık. Yani kaldığımız çevre, büyüdüğümüz aile, Alevi kültürünün, inancının çok güçlü yaşandığı bir aileydi. Çekirdek aileden ve çevreden bahsediyorum.

Bu anlamda şunu çok açık belirtebilirim: Önder Apo diyor, İttihatçılar, İttihat ve Terakkiciler eliyle uydurma bir Alevilik yazdırıldı. Özellikle 100 yıldır, 150 yıldır onun üzerinden Kürt Aleviliği asimile edilmeye çalışıldı. Türkleştirilmeye çalışıldı Kürt Aleviler. Bu çok doğru bir değerlendirmedir. Kesinlikle böyledir yani.

Ben kendim de çocukluğumdan biliyorum. Babam, 1920–21’lerde doğan biridir. Annem 1930’larda doğmuştur. Dersim Tertelesi yaşandığında benim babam evlidir, üç çocuğu var. Üç çocuğu, eşi, babası; yani dedem Dersim Tertelesi’nde katlediliyor. Tertele öncesi Alevi inancı, Kürtlük kültürü bu anlamda çok daha güçlüdür ve bu düzeyde çok fazla asimile edilmemiştir. Biz o kültürle büyüdük. O Kürt kültürüyle büyüdük. O Alevi kültürüyle, inancıyla büyüdük. O anlamda çok rahatlıkla bunu söyleyebilirim.

Dersim’de yaşlılara sorun, hepsi önce “Ben Kirmanc’ım,” der. “Dilim Kirmanc’tır”, “Kirmanckî’dir” der. Alevilik, Alevi kimliği çok sonradan, Dersim soykırımından sonra bu kadar başat hale getirildi. Artık adeta ulus kimliğinin önüne geçen bir duruma getirildi. Şimdi kime sorsan önce Alevi kimliğini öne verir. Neden şimdi mesela? Bu konuda Önder Apo’nun çok derin araştırmaları, okumaları, arkadaşlarla tartışmaları olmuş. Ve bir bütün kendi yaşamımızdan da biliyoruz. Hepsini bir araya getirip tarihsel okumalarımızdan biliyoruz.

Alevilik üzerine benim de epey okumalarım var. Bu anlamda baktığımda kesinlikle, yani İttihat ve Terakki eliyle özellikle 100–150 yıllık Alevilik üzerine yapılan değerlendirmeler, özellikle Kürt Aleviliği neredeyse homojenleştiriliyor: Kürt Aleviliği, Türk Aleviliği, Arap Aleviliği…

Halbuki çok ciddi özgünlükleri, farkları vardır. Bu tür yazılımlar ve Alevilik üzerine geliştirilen değerlendirmeler, birçok bu anlamda yazılar, söylemler, tartışmalar; Kürt Alevilerini Türkleştirme, Alevilik eliyle Türkleştirme temelinde yapılan kültürel soykırımın, inançsal soykırımın bir parçası olarak geliştirildi. Bunu hiç kimse inkar edemez. Bu bir gerçektir. O açıdan Önder Apo’nun yaptığı değerlendirmelere, tespitlere doğru yaklaşmak, anlamaya çalışmak, derinliğini araştırmak, incelemek çok önemlidir.

Önder Apo’nun Seyit Rıza’ya ilişkin geçmişte yaptığı benzer değerlendirmeleri de vardır. Yani Seyit Rıza’nın o direnişçi tutumu, o baş eğmeyen tutumuna değer verdi. “Ben yalanlarınızla baş edemedim, bu bana dert oldu; ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun” — söylemine Önder Apo çok büyük bir değer atfetti her zaman. Müthiş dersler çıkardığını söyledi. Bundan çıkardığı dersler üzerinden, aldığı ilham üzerinden bu mücadeleyi bu kadar geliştirdiğini; ne aldandığını ne de aldattığını; yani bu çizgi üzerinden bu mücadeleyi geliştirdiğini ifade etti.

Aynı şey Kürtlük açısından da geçerlidir. 52 yıllık özgürlük mücadelesi olmasaydı, şu anda biz Kürtlükten bahsedemezdik. Bir bütün Kürtler asimile olmuş olacaktı, soykırıma uğramış olacaktı, Kürtlük namına bir şey kalmamış olacaktı. Bu çok açıktır. Önder Apo’nun ifadesiyle, “Zalim tanrı bile bunu inkar edemez.” Bu bir hakikattir.

Özellikle son 200 yıllık tarih, fiziki katliamlarla doludur. Kültürel soykırımla, coğrafi soykırımla, her yönüyle, her boyutuyla soykırımlarla dolu bir tarihtir. Bu anlamda Kürtlerin PKK çıkmadan önce iradesi kırılmıştı, Kürtler sindirilmişti. Kürt olmaktan, Kürt olduğunu ifade etmekten korkan bir duruma gelmişti. Kürtçe konuşamıyordu. Hatırlıyorum; bizim evde bir plak vardı. Biz küçüktük. Kiırmanckî parçalar çalan bir plaktı. Dil yasaktı ya, Kürtçe yasaktı; her gün bizim köye askeri operasyon oluyordu. Sürekli arama yapıyorlardı, halka hakaret ediyorlardı. Dövüyorlardı, sövüyorlardı. Kürtçe konuşan işkenceye uğruyordu. Sabah annem keşfe çıkardı. Sabah şafakta kalkardı. Bakardı, çevrede asker varsa hemen apar topar bizi uykudan uyandırırdı. Biz o plakayı götürürdük, samanların içine gizlerdik. Operasyon bittikten sonra asker çekilirdi; samanların içerisinden o plakayı çıkarıp getirirdik. Asker olmadığında takarlardı. Dillerini unutmamak için plak dinlerlerdi, konuşurlardı. Korkudan askerin yanında Kürtçe konuşamazlardı. Türkçe bilmeyenler lal olurdu, lal kesilirdi.

DEVLETİN TETİKÇİLİĞİNİ YAPAN KÜRT DÜŞMANI KÜRTLER YOK MUDUR?

Bunu yaşadık, gördük. Kendim de yaşamışım. Şimdi kim bunu inkar edebilir? Kürtlük nereden nereye geldi? Önderlik “çöplük” derken bunu kastediyor. Kendini ifade etmekten korkan, sinen, iradesi kırılan, herkesin elinde malzeme haline getirilen, herkesin hizmetine koşturulan, asker yapılan, işçi yapılan, köle yapılan bir Kürtlükten söz ediliyor. Özgür Kürt için bunu söylemiyor. Örgütlü, iradeli Kürt için bunu söylemiyor. Kendi varlığının, kimliğinin bilincinde olan, bunun için mücadele eden Kürt için bunu söylemiyor. 

Binlerce yıl örtük bir biçimde sürekli saldırı, zulüm altında kalmış, ciddi bir kırılma ve dağılmayla, parçalanmayla yüz yüze kalmış bir Kürt gerçekliği var. Son 200 yıldır da korkunç bir soykırım saldırısı altında, fiziki katliamlar ve kültürel soykırımla süregiden bir tarih var. Bu kadar kültürel soykırım ve fiziki soykırım altında kalan bir Kürt iradeli olabilir mi? Yani yaşadık! Dili yasak, korku içerisinde, sürekli tedirginlik içerisinde yaşıyoruz. Bu anlamda doğru anlamak lazım, buna doğru anlam vermek lazım.

Elbette bu tarih içerisinde çok köklü, adeta geleneksel bir çizgi haline gelen, Kürt tarihinde bir damar olarak da ifade ettiğimiz bir işbirlikçi, hain kesim de çıktı ortaya. Binlerce yılı saldırılar altında geçen bir tarih, bir toplum, elbette çok büyük dağılmalara, yarılmalara, çürümelere, yozlaşmalara yol açıyor ve onun içerisinde bir hain işbirlikçi kesim de çıkıyor. Kürtlerde bu fazladır. Yani Kürtlerde nereye baksan mutlaka bir işbirlikçi haine rastlarsın.

Önderlik bunun adına “Judendrat” diyor. Niye tepki duyuyorsunuz yani? Bu kadar tepki duyanların demek ki yarası derindir. Yarası olduğu için bu kadar tepki duyuyor. Haindir, kaçkındır, işbirlikçidir. O yüzden bu kadar agresif, çok çirkin bir biçimde saldırıyor. O zaman sen Judendrat’sın. Hainsin, işbirlikçisin. Yok mu bunlar Kürtler tarihinde? Doludur. 

Yani say say bitmez. Çok bariz bir örnek: Korucular dediğimiz yapı. Şu anda her yerde devletle iş tutan, Kürt düşmanlığı yapan, özgür Kürt’e düşman olan, kendini yaşatmak için, kendine konforlu bir yaşam alanı oluşturmak için özgür Kürt’e saldıran; düşmanla, sömürgeci, soykırımcı her türlü yapı, devlet ve oluşumla işbirliği yapan, kontralık, tetikçilik yapan Kürt az değil.

Etnik kimlik olarak Kürt’tür ama Kürt düşmanıdır. Haindir. İşbirlikçi çizgi nedir? Özgür Kürt’ün tasfiyesi, imhası için sürekli Kürt’ün düşmanıyla işbirliği yapıyor. Kürde saldırıyor, düşmanlık yapıyor. Bu hain işbirlikçi, Judendrat dediğimiz kesimler siyasette de var, ticarette de var, basında da var — her yerde var. Toplumun her yerinde var.

Çok isim vermek de istemiyorum. Doludur. Çıkıyor, televizyonda “terör uzmanı”, “güvenlik uzmanı” olarak, gazeteci, basın mensubu, yazar olarak konuşuyor. Tam bir haindir. 24 saat o televizyonda Kürt düşmanlığı yapıyor. Soykırım politikalarını meşrulaştırıyor. Savaş politikalarını meşrulaştırıyor. Judendrat’tır. Buna niye tepki duyuyorsun? Tepki duyuyorsan dön kendine bak. 

ELEŞTİRİM ANLAMADAN TEPKİ VERENLERE DEĞİL

Hani anlamadan tepki verenler olabilir. Ona anlam veriyoruz. Benim eleştirim onlara değil. Anlam veremiyor. İşte “Judendrat, Yahudi soykırımı sürecinde, Yahudi konseyidir. İşbirlikçi Yahudilerden oluşan bir konsey. Nazilerle işbirliği yapmış. Ne alakası var Kürtlerle?” diyorlar. Hani tarih bilinci zayıftır ya da anlam veremiyordur, eleştiriyordur. Bunlar anlaşılırdır. Sözüm bunlara değil. Sözüm Judendrat olup da buna saldıranlaradır, yani bu değerlendirmelere. Önder Apo’nun bu değerlendirmelerini, gerçeği bilip de saldıranlaradır. Kendi gerçeğini bilip de saldıranlaradır. Bunların da hiçbir kıymeti yoktur. 

JUDENRATLAR ÇOK TARTIŞILMALI, GERÇEK YÜZLERİ AÇIĞA ÇIKARILMALIDIR

Kürtlerdeki Judendratlar çok tartışılmalıdır. Tüm gerçek yüzleri açığa çıkarılmalı, mahkum edilmelidirler. Judendratlar olmasaydı Kürdistan’da, Kürtlerde, kesinlikle şimdi Kürt sorunu demokratik temelde çözülmüştü. Türkiye demokratikleşmişti, Ortadoğu demokratikleşmişti. Kürt sorununun bu kadar uzun ve ağır bedellere rağmen halen bu mücadeleyle sürüyor olması, Kürt sorununun halen demokratik temelde çözülmemiş olması, Kürtlerin varlığının, özgürlüğünün güvenceye alınmamış olması, kimliğinin güvenceye alınmamış olması, demokratik, özgür bir statü sahibi olmamış olması, ülkesinde özgürce yaşamıyor olmasının temel nedeni; hatta baş nedeni Kürtlerdeki bu Judendratlardır. Bu işbirlikçi, hain çizgidir. Judendrat eşittir, işbirlikçi hain çizgidir. Bunu kim inkar edebilir? O açıdan doğru yerden ele almak ve tartışmak lazım. Ve bu tür kesimlere de özgür basının, mücadele eden herkesin, özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürüten herkesin çok etkili, güçlü cevaplar vermesi gerekiyor. Bu önemlidir. 

MARX’IN, LENİN’İN İNSANLIĞA KATTIĞI ELBETTE ÇOK BÜYÜK DEĞERLER VAR

Yine aynı şekilde Önder Apo’nun Marksizm’e ilişkin çok çarpıcı değerlendirmeleri var. Reel sosyalizmin iflasını da önemli oranda, esas olarak böyle de değerlendiriyor. Tüm sorunları sınıf temelli ele almak reel sosyalizmi iflasa götürdü, diyor. Gerçekten öyledir.

İnsanlık tarihi sınıfla mı başladı? Tarihin ilk çelişkisi kadın-erkek arasındaki çelişkidir. Bu bir gerçektir. İlk toplumsallık kadın etrafında gelişen toplumsallıktır. Komündür, klandır yani. Ve daha sonra erkeğin kadın karşısında örgütlenmesiyle ve orada kadın ekseninde, kadın toplumsallığında oluşan tüm değerlere el koymasıyla, kadın üzerinde, kadının oluşturduğu toplumsallık üzerinde, toplum üzerinde egemenlik kurmasıyla tarihin ilk çelişkisi de başlamış oluyor. Onunla birlikte peyderpey elbette sınıf ortaya çıkıyor. Sınıflar ortaya çıkıyor.

Önderlik bunu derken sınıf çelişkisini reddetmiyor, inkar etmiyor. Aksine Önderlik tarihi, gerçekleri, gelişim tarihini hakikatine denk bir biçimde ele alıyor ve değerlendiriyor. Sınıf mücadelesi de olmuştur hep ama temeli, komünle devlet arasındaki, yani kadının yarattığı toplumsallıkla erkek egemen zihniyetin yarattığı iktidar-devlet sistemi arasındaki mücadele ve çelişkiyle geçmiştir. Tarihsel mücadeleyi Önderlik buna oturtuyor ve bu kesinlikle doğrudur.

Önder Apo da ifade ediyor. Aslında son dönemlerinde Marx’ın da bu yönlü arayışları, değerlendirmeleri olmuştur. İşte Paris Komünü üzerine yazmıştır, konuşmuştur, tartışmıştır. Fark etmiştir bazı şeyleri ama ne ömrü ona yetmiştir, ne birikimi yetmiştir ne de o çağın gerçeği buna yeterince el vermiştir.

Bu anlamda Önder Apo da Marx’ın, Lenin’in, Engels’in insanlığa kattığı elbette çok büyük değerler olduğunu, o fikirler, o düşünceler üzerinde çok güçlü bir toplumsal mücadelenin, halkların, kadınların, insanlığın büyük mücadele verdiğini ve çok önemli değerler ortaya çıktığını söylüyor ve bunları teslim ediyor. Eleştirdiği bu değildir. Ve bu anlamda bir bütünen, Önderliğin geçmişten bu yana, özellikle o beş ciltlik eserini de bütün bu kesimler yeniden bir daha okuyarak, manifestoyu da onun üzerinden okuyarak bütünlüklü değerlendirmeleri önemlidir. Bu daha sağlıklı, daha doğru değerlendirmelere götürebilir. 

TARİHE RASYONAL, DİYALEKTİK YAKLAŞMAK GEREKİR

Yine son süreçte böyle bazı görüşme notları herhalde gündeme girmiş. Onun üzerinden bir tartışmanın olduğu söyleniyor. Yahudilik üzerinden bir tartışmanın böyle yoğun geliştirildiği belirtiliyor. Önderliğin Demokratik Uygarlık Manifestosu’nda Yahudilik üzerine de çok önemli değerlendirmeleri var. Şu anda yaptığı değerlendirmeler onlardan bağımsız değil.

Ben bu tür tartışmaları yürütenlerin, anlamayıp da farklı, yanlış değerlendirmelere gidenlerin, haksız değerlendirmelere gidenlerin savunmaları tekrar okumalarını öneriyorum. Okusunlar. Tarih boyunca Yahudilerin Kürtlere ilgisi gerçekten çok fazla olmuştur. Kürtlerle ilişkiyi çok önemsemişlerdir. Hatta tarihte Yahudiler bir kayıp kavimlerinin olduğunu söylüyorlar ve bu kavmin de Yahudi-Kürt kavmi olduğunu belirtiyorlar. Tarihte bunlar geçiyor. Yok mudur Kürt Yahudiler? Var. Özellikle Musul’da, Başûr’da. Hakkari’ye kadar birçok yerde. Birçok halktan da vardır Yahudi kesimler. Kürtler açısından da tarih boyunca öyledir. Yahudilerin, Güney Kürdistan’da da bu federasyonlaşma süreci, Güney Kürdistan’da verilen mücadele, Saddam diktatörlüğüne karşı Başûr’da Kürtlere çok desteği olmuştur. Bunu biz söylemiyoruz, tarih yazıyor. Gerçektir bunlar. 

Kürtler bölgede stratejik güçtür. Kim Kürtlerle ilişkilenirse, kim Kürtlerle ilişkileri geliştirirse, kim Kürtlerle ittifak geliştirirse o bölgede üstünlüğü elde ediyor. Bölgenin temel, stratejik gücü olmada Kürtlerle stratejik ilişki, ittifak neredeyse belirleyici diyebileceğimiz bir rol oynuyor. Şimdi herkes bunu düşünüyor. Türkiye de bunu tartışıyor. Tartışmıyor mu? Tartışıyor.

İşte bu sürecin bir nedeni de o tartışmalardır. Barış ve demokratik toplum sürecinin bir boyutu da odur. Bunu İsrail de tartışıyor, Araplar da, Farslar da tartışıyor.

Kürtlerin Farslarla ilişkisi de çok kadimdir, tarihidir. Türklerle ilişkisi de bin yıllık bir ilişkidir. Yahudilerle ilişkisi binlerce yıllık bir ilişkidir. Şimdi bu tarihi gerçeklikleri Önder Apo güncel siyasetle birlikte ele alıp değerlendirdiğinde, niye bu kadar büyük reaksiyonlar, tepkiler çıkıyor ortaya? Doğru değil. Tarihe de doğru yaklaşmak lazım, rasyonel yaklaşmak lazım. Diyalektik yaklaşmak lazım. Tarihsel sosyolojiyle yaklaşmak lazım. Bu anlamda da daha doğru yaklaşmaya davet ediyorum. 

ANAYASAL DÜZENLEMELER YAPILMADAN DAĞDAKİ GERİLLA NASIL OVAYA İNECEK?

Bu süreci, iktidarın tanımladığı gibi “terörsüz Türkiye süreci” olarak tanımlamak çok yanlıştır. Biz bu ifadeyi, bu tanımlamayı reddediyoruz, onu açık söyleyelim. Artık bu söylemin gündemden çıkarılması gerekiyor. Bu sürecin adı bellidir: Barış ve Demokratik Toplum Sürecidir. Önder Apo 27 Şubat’ta Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nı yaptı. Yaptığı bu çağrı, devlet heyetiyle ortak, mutabakatla, konsensüsle geliştirilen bir çağrıydı. Dolayısıyla barış ve demokratik toplum sürecini, bu ifadeyle — yani sürecin adını — devletin kendisi de kabul etmiş oluyor. Bu durumda, “terörsüz Türkiye” söylemini ortadan kaldırmak, gündemden çıkarmak gerekiyor. Yoksa doğru tartışmalar gelişemez, doğru bir gelişim de sağlanamaz bu süreçte.  

İkinci bir şey; şimdi bu İsrail-İran savaşıyla bu sürecin ne kadar önemli olduğu, ne kadar kıymetli olduğu tekrar tekrar, bir kez daha ortaya çıkmıştır. Şu anda bölge büyük bir cehennemin içindedir. Cayır cayır yanıyor her yer. Ve şu anda İran’la birlikte sıra Türkiye’ye gelmiştir. O tartışmalar kesinlikle doğrudur. Başladı işte; Gazze, Lübnan, Suriye, şimdi İran; artık sıra Türkiye’dedir. Bölge yeniden dizayn ediliyor. Bu, bölgenin dizaynıyla alakalı bir süreçtir. Dolayısıyla sağlıklı tartışmak gerekiyor. Bu konuda artık devletin de iktidarın da somut adım atması gerekiyor.

Biz hareket olarak yapmamız gerekeni yaptık. Her türlü adımı attık. Önder Apo’nun çağrısına olumlu cevap verdik. 1 Mart’ta ateşkes ilan ettik. Ardından 5 Mayıs’ta PKK’nin 12. Kongresini topladık. PKK’yi feshettik kongrede. Silahlı mücadeleyi sonlandırma kararı aldık. Biz şu anda Türkiye’ye karşı silahlı mücadeleyi sonlandırmışız. Türkiye’ye karşı silahlı mücadele vermiyoruz.

Şimdi buna karşı Türkiye, Türk devleti adım atmalıdır. Silahlı mücadeleyi Türkiye’ye karşı vermeyen bir güce dönük ne yapacak? Bu süreci Türkiye nasıl karşılayacak? Adım atması gerekiyor. Artık bu güç diyor ki: “Ben artık silahlı mücadele yürütmeyeceğim Türkiye’ye karşı.” “Silah kullanmayacağım. Ben gelip siyaset yapmak istiyorum. Demokratik siyaset yapmak istiyorum.”

O zaman Türkiye, demokratik siyaset hakkını tanıyacak bu insanlara. Bize yasal, anayasal düzenlemeler yapacak, hukuki düzenlemeler yapacak. Siyaset alanı açılacak ki, Türkiye’ye karşı silah kullanan bu insanlar gidip Türkiye’de siyaset yapabilsin. Toplumsal çalışma yapabilsin. 

Bu konuda hiçbir adım atmıyor. Artık bundan ötesi olmaz. Silahlı mücadeleyi durdurmanın ötesinde daha ne olacak? Artık sıra karşı tarafın adım atmasına geliyor. Muhatabın adım atmasına geliyor. Yasal, anayasal düzenlemeler yapılmadan dağdaki gerilla nasıl ovaya inecek? Nasıl ovada siyaset yapacak? Ovada siyaset yapması için yasal, anayasal düzenlemeler yapıp siyaset alanı açması, siyaset hakkını tanıması gerekiyor ki, gerilla silahı bırakıp gidip ovada siyaset yapabilsin.

NİYETİ İYİ OLAN BİR DEVLET, KONGRE SONRASI İKİNCİ GÜN KOMİSYON KURARDI

Şimdi bir silah demagojisidir gidiyor. Bu defa da diyorlar: “Tamam, kongre yapıldı.” Bu defa da “PKK silah bıraksın. Ondan sonra biz komisyon kuracağız. Komisyon çalışmaya başlayacak” diyorlar.  Bu ne anlama geliyor? Bu, hiçbir ciddi niyetlerinin, zihniyetlerinin, çözüm zihniyetlerinin, siyasetlerinin olmadığını ortaya koyuyor. Çözüm niyeti olan, çözüm zihniyeti ve politikası olan, PKK kendisini feshettikten, silahlı mücadeleyi durdurduktan — yani bitirme, sonlandırma kararı aldıktan — hemen sonra ikinci gün hemen komisyon oluştururdu, meclisi toplardı, meclis tartışırdı, yasa çıkarırdı. PKK’ye özel bir yasa çıkartırdı, siyaset hakkı tanırdı, yasal ve anayasal düzenlemeler yapardı ve gerilla da çıkardı, giderdi, ovada şehirde siyaset yapardı. Ciddi olan, niyeti iyi olan, çözüm zihniyeti olan bir devlet, bir iktidar bunu yapardı.

12 Mayıs’tan bu yana üzerinden ne kadar zaman geçmiş? Şimdi Haziran’dır, Haziran’ın sonlarıdır; hala ortada bir şey yok. Bu kabul edilemez. Önceki gün işte İstanbul’da bir konferans vardı: “Barışın Yolunu Açmak” konferansı, gerçekten çok önemli bir konferanstı. Ben belli oranda takip ettim. Çok değerli insanlar katılmış, çok önemli tartışmalar oldu. Belki sayı azdı ama iyi bir nitelik vardı.

Muhalefetteki bütün parti liderleri mesajlar gönderdi konferansa. O değerlendirmeler çok yerindedir. Kürt sorunu çözülmeden Türkiye demokratikleşemez. Türkiye’nin demokratikleşmesi için Kürt sorununu demokratik temelde çözmesi gerekiyor. Kürtlerin kimliğini tanıması gerekiyor. Kürt kimliğinin anayasal güvenceye kavuşması gerekiyor. Varlığının ve kimliğinin, siyaset alanının, demokratik siyaset alanının ardına kadar açılması gerekiyor. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüne kavuşması gerekiyor. Önder Apo’nun siyaset yapması gerekiyor. Barış ve demokratik toplum sürecini yönetmesi gerekiyor, yürütmesi gerekiyor. Ve o tartışmalarda da vardı. Gerçekten ana muhalefet partisinin, Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu süreci bütünüyle sahiplenmesi ve çok güçlü, aktif bir biçimde bu sürece katılması gerekiyor.

BU SÜRECİ İKTİDARIN ELİNDE BİR MALZEME OLMAKTAN ÇIKARABİLİRİZ

Bu süreç toplum tarafından güçlü bir biçimde sahiplenilirse, yine muhalefet, sivil toplum örgütleri, kadınlar, gençler, Aleviler, tüm toplumsal kesimler tarafından güçlü bir sahiplenme gelişirse, bu anlamda güçlü bir mücadele ortaya çıkarsa, muhalefet de bütünüyle sahiplenir ve bu sürece katılır, Kürt sorununun demokratik çözümüne, Türkiye’nin demokratikleşmesine ilişkin güçlü bir politika ortaya koyarsa ve bu konuda çeşitli adımlar atarsa, kesinlikle bu süreci bu iktidarın elinde bir malzeme olmaktan çıkartabiliriz. Yani bu iktidara bırakılırsa, bu iktidar bu süreci de araçsallaştırıp götürecek, bir sonuç ortaya çıkmayacak. Dolayısıyla tüm toplumun, tüm toplumsal kesimlerin, sivil toplum örgütlerinin, muhalefetin bu süreci çok güçlü bir biçimde sahiplenmesi gerekiyor ve bu konuda gündem oluşturup, pratik çözümler konusunda da proje ortaya koyup yoğun bir tartışma ve pratik süreç geliştirmesi gerekiyor.

Yoksa mevcut durumda halen öyle somut bir adım yoktur. O yüzden bütünüyle bir tıkanmadan da bahsedemeyiz ama olduğu gibi yolunda giden bir süreçten de bahsedemeyiz. Böyle ağır aksak, demokratik çevrelerin, Kürtlerin, özgürlük hareketinin mücadelesiyle, çabasıyla, zorlamasıyla giden bir süreç var ve özellikle de Önder Apo’nun büyük bir emeği ve çabasıyla sıcaklığını koruyan bir süreç var.

Yoksa mevcut durumda iktidarın yaklaşımı öyle Kürt sorununu demokratik çözmeye, Türkiye’yi demokratikleştirmeye temelli bir yaklaşım değil. Diyor ki “PKK silah bırakacak, gelip teslim olacak.” PKK bu yaklaşımla, bu anlayış karşısında ne silah bırakır, ne gelip teslim olur. Bunları, bu tür gündemleri, bu tür değerlendirmeleri de şiddetle eleştiriyoruz ve reddediyoruz. Bu iktidar ciddi olacak. 

Bölge şu anda cehenneme dönmüş durumda. Bu ateş Türkiye’ye sıçrar. Türkiye’nin bu durumdan kendisini kurtarmasının tek yolu, Kürtlerle kesinlikle stratejik ilişki ve ittifaktır. Kürt sorununun demokratik çözümüdür, Türkiye’nin demokratikleşmesidir. Türkiye’de yaşayan bütün kesimlerin özgür yurttaşlık temelinde haklarını elde etmesidir. Aksi durumda büyük bir felaket Türkiye’yi bekliyor.

İSTANBUL’DA FAŞİZM VARSA AMED’DE DEMOKRASİ OLMAZ

Muhalefete yönelik saldırılar yoğunlaşarak sürüyor. İşte bu da iktidarın bu sürece ne kadar gayri ciddi yaklaştığını ortaya koyuyor. Ciddi bir çözüm, Türkiye’yi demokratikleşmeye dönük ciddi bir planın, politikanın, projenin olmadığını ortaya koyuyor.

Türkiye’nin demokratikleşmesine dönük bir iyi niyeti, ciddi bir niyeti, zihniyeti, politikası olsaydı, muhalefet üzerinde bu kadar ağır baskı, bu kadar şiddet uygulanmazdı. Demokratik siyaset alanı sonuna kadar açılırdı. 

İstanbul’da faşizm varsa, Amed’de demokrasi olmaz. Türkiye’de faşizm varsa, Kürdistan’da Kürt sorunu demokratik çözülmez. Kürdistan’da demokrasi olmaz. Bu mümkün değil. Muhalefet üzerindeki bu baskılar, birçok kesimde de birçok kuşkuya, kaygıya yol açıyor. Yani niyeti bozuk olmayan bir iktidar niye bu tür şeylere başvursun? Diyor ki CHP belediyelerinde yolsuzluk var. Peki AKP belediyelerinde yolsuzluk yok mudur? Ben şunu öneriyorum. Bir bağımsız komisyon kurulsun. O bağımsız komisyon içerisinde bütün partilerden üyeler olsun. Demokratik hukuk kesimlerinden de birçok insan o komisyonda yer alsın. O komisyon AKP belediyeleri başta olmak üzere, CHP, diğer muhalefet belediyeleri, bütün belediyelere dönük bir yolsuzluk soruşturması başlatsın. Bütün belediyeleri bir soruştursun. Bir incelesin, incelemeye tabi tutsun. Bakalım durum ne olacak? 

Kürdistan’da gördük. Daha önce Kayyumlarla el koydu HDP’nin belediyelerine. Şimdi de aynı politika sürüyor. Yeni bir seçimle tekrar belediyeler alındı. Enkaz görüldü. Belediyelerin nasıl borç batağına sokuldukları, o belediyelerin nasıl yolsuzluklarla batırıldığı görüldü. Hepsi AKP kayyumlarıydı, AKP’nin adamlarıydı. AKP belediyeleri yolsuzluktan boğuluyor. Yolsuzluksa, o zaman bu yolsuzluk soruşturmaları hepsine dönük yapılsın. 

BU DEVLET, BU İKTİDAR KENDİNE GELMELİ

Barış ve demokratik toplum süreci başladı. Demokrasinin önü açılacak, siyasetin önü açılacak. Bütün muhalefet, toplum bu süreci sahiplenecek ki bu süreç bir sonuca ulaşsın. Böyle bir süreçte sen büyük bir bölünme yaratıyorsun. Muhalefet içerisinde büyük bir dağılma yaratıyorsun. Toplumda kutuplaşmayı derinleştiriyorsun. Sürece dönük büyük bir tepki yaratıyorsun bu kesimlerde. Kuşku yaratıyorsun. Sonra da diyorsun ki, “Ben bu süreci yürüteceğim. Ben bu süreci sonuca götüreceğim. Terörsüz Türkiye…” Zaten bu “terörsüz Türkiye” deyiminden de nasıl bir zihniyete sahip oldukları ortaya çıkıyor. Muhalefete saldırılarda nasıl bir zihniyete sahip oldukları ortaya çıkıyor.

Kendinize gelin diyorum. Bu devlet, bu iktidar kendine gelsin. Sen artık Kürtleri kandıramazsın. Ayak oyunlarıyla Kürtleri aldatamazsın. O dönem bitti, o dönem tarihe karıştı. Doğruya gel, gerçeğe gel. Oyun oynama. Zamana oynama, konjonktüre oynama.

Konjonktüre oynuyor. Gelişmelere bakıyor, ona göre bir üslup tutturuyor. Kürt sorunu Türkiye’nin çok temel bir sorunudur. Türkiye’deki faşizmin temel nedeni, otoriterleşmenin temel nedeni Kürt sorununun kendisidir. Bu soykırım politikalarıdır, inkar-imha politikalarıdır. Türkiye’nin demokratikleşmesinin yolu, elbette Kürt sorununun demokratik çözümünden geçer. Kürt kimliğinin tanınmasından geçer. Kürt özgürlüğünün, varlığının tanınmasından geçer. Türkiye öyle demokratikleşir. Bu da muhalefetin bu süreci sahiplenmesiyle, tüm toplumun sahiplenmesiyle mümkündür. Sen bütün bu kesimleri bastırıyorsun, eziyorsun. Büyük bir şiddet altında tutuyorsun.

Muhalefet bu gerçeği görerek bu oyunlara gelmemelidir. Bu önemli bir süreçtir. Önder Apo’nun muazzam bir emeği, çabası var. Özgürlük Hareketi’nin öyle, Kürtlerin öyle, demokrasi güçlerinin öyle, kadınların öyle. Büyük bir mücadelesi, emeği var. Gerçekten bu süreci bir çözüm sürecine çevirmek için herkesin bu süreci çok güçlü sahiplenmesi, mücadeleyi büyütmesi ve birleşik, birlikte bir mücadele yürütmesi gerekiyor. Bu çok önemlidir.

BU SÜREÇ İRAN’DAN SONRA TÜRKİYE’DE DE BAŞLAYACAK

Bölge şu anda gerçekten yangın yeridir. Oluk oluk kan akıyor. Yani büyük bir ekolojik yıkım, doğa yıkımı var; şehirler yerle bir oluyor. Toplumun bütün kaynakları bombalanıyor. Tek kelimeyle korkunç! 

Bütün bunlar yeni olmuyor. Aslında bu süreç Körfez Savaşı’yla başladı. 90’larda başlayan bir süreçtir. Adım adım gelişti. Irak müdahalesi, Afganistan müdahalesi, işte Gazze’ye saldırı (7 Ekim), sonrası Lübnan saldırısı, Suriye, Suriye’de 2011 ile birlikte gelişen iç savaş, yıllardır süren savaş… Şimdi İran’da gelişen tüm bunlar, 90’larda başlayan bir sürecin devamı. Bunun içinde uluslararası komplo da var. O süreç ileri bir noktaya götürüldü ve sonrası hızlı bir biçimde bu bölgeye müdahale gelişti.

Bu tamamen bölgeye, uluslararası güçlerin, kapitalist hegemonik sistemin bölgeye dönük geliştirdiği müdahalenin çok önemli bir aşaması oluyor. Yani 3. Dünya Savaşı’nın çok önemli bir aşaması olarak bu süreci değerlendirmek lazım. Ondan kopuk değil. Bölge yeniden dizayn ediliyor. Kapitalist, emperyalist, küresel sermayenin, hegemonik sermayenin çıkarları temelinde bölge yeniden dizayn ediliyor. Bölgedeki siyasal sistem yeniden biçimlendiriliyor.

Dolayısıyla bölge yeniden dizayn edilirken, küresel hegemonik sermayenin çıkarları temelinde yeni bir biçim verilirken, bu sisteme kapalı, içe dönük, statükocu, faşist ulus-devlet sistemleri dağılıyor. Çünkü bu devlet yapısı, bu hegemonik sermaye sistemine hizmet etmiyor, onun çıkarına zarar veriyor. O yüzden dağıtıyorlar.

Şimdi bunun bir ayağı da İran’dır. İran’a müdahaleyi de bu kapsamda değerlendirmek lazım. İran’a müdahale, öyle sadece “nükleer üretim yapıyor, nükleer silah üretimi var” söylemiyle, bundan kaynaklı bir müdahale değildir. Bunlar gerekçedir. Irak’a da aynı gerekçeyle müdahale ettiler.

Esas müdahale sisteme dönük bir müdahaledir. İran’daki devlet sistemi de yeniden şekillendirilecek, biçimlendirilecek. Bu çok açık. Ve sıra Türkiye’ye gelecek. Çünkü bu tür sistem yapıları artık küresel emperyalist hegemonik sistem açısından bir yüktür. Küresel sermayenin önünde bir engeldir. Böyle görüyorlar. 

İşte Libya’da başladı, Suriye, Irak, şimdi İran. O açıdan bu olaya geniş bir pencereden, ufuktan bakmak gerekiyor. Diyorlar ya “makro bakmak” gerekiyor. İşin gerçeği böyledir. Dolayısıyla bu savaş, İran’ı yeniden düzenleme savaşıdır.

Bu rejim bu müdahalenin ardından ayakta kalsa bile bunu takip eden süreçte uzun süre ayakta kalamaz. Artık o duruma getirdiler. Belki ayakta kalsa bile bir süre daha çok zayıf bir durumda, pozisyonda ömrünü sürdürür. Fakat ondan sonra değişir, değişmek durumunda kalır. Sistem, giderek öyle bir sonuç ortaya çıkaracak orada. Dolayısıyla elbette doğrudan İran sistemine ve rejime dönük bir saldırıdır bu. Rejimi değiştirmeye dönük bir saldırıdır.

Bunun etkisi tüm bölgeye olacak. Şimdi Amerika da resmen savaşa girdi. Baştan itibaren zaten Amerika, İngiltere, İsrail ile başlayan bir Ortadoğu müdahalesi var.

Bütün bu müdahale sonucunda da kapitalist modernitenin çekirdek gücü olan İsrail, bölgenin hegemonik gücü yapılmak isteniyor. Bir hegemonik güç olarak İsrail bölgede inşa edilmek isteniyor. Bu açık. Dolayısıyla İsrail’in tüm bölge genelinde de etkisi giderek artacak. ABD, İngiltere, Batı’nın etkisi giderek daha fazla artacak. Ve Ortadoğu’daki devletler, siyasi sistemlerin hepsi küresel sisteme entegre edilecek. Hedef budur. Sistemin içine çekilecek. Ve bunun etkisi Irak’a da olacak.

Irak zaten büyük bir kaos içindedir. Bir türlü çıkmadı. Bu kaos daha fazla Irak’ta derinleşecek, öyle görülüyor. İç çatışmalar başlayabilir. Diğer alanlar da öyledir. Türkiye, barış ve demokratik toplum sürecini doğru değerlendirmezse, pratik adım atmazsa Türkiye de bundan çok çok büyük etkilenecek ve gerçekten artık o süreç İran’dan sonra Türkiye’de de başlayacak. O yüzden bu süreç önemlidir. 

ESAS SAVAŞ İÇERİDEN YÜRÜTÜLDÜ

Bu süreçte Şu da ortaya çıktı; milliyetçi, dinci, tekçi tüm ulus-devlet sistemleri sonuçta böyle bir yıkımla, çürümeyle karşı karşıya kalıyor. Mesela uzun süredir İran’da özgürlük talepleri, demokrasi talepleri, hak, adalet talepleri var, değil mi? “Jin, Jiyan, Azadî” sadece Kürtlerin bir isyanı, kadınların bir isyanı değildi ki. İran’da yaşayan tüm toplumlar, tüm halklar, hatta sistem içinde bile sahiplenenler oldu. Özgürlük talep edildi. İran rejimi hepsine gözünü kapattı, bastırdı. İdamla terbiye etmeye çalıştı. İradesini kırmaya, toplumu teslim almaya çalıştı. Baskıyla, şiddetle, zindanla... Müthiş bir çürüme yarattı bu. Şimdi mesela MOSSAD, CIA adeta içeriden İran’ı fethetti, işgal etti.

İçeride drone atölyeleri bile kurmuşlar. On binlerce ajan örgütlemişler. İçeriden ajan devşirmişler. Devletin içinden ajan devşirmişler. İçeriden ele geçirmişler; Truva Atı gibi...

Bu kadar çürüme, bu siyasetin bir sonucudur. İran demokratik bir siyaset esas alsaydı, köklü demokratik reformlar yapsaydı, kadınların taleplerine cevap verseydi, Kürtlerin, BeluCların, tüm halkların taleplerine cevap verseydi, tüm toplumsal kesimlerin taleplerine cevap verseydi; gerçekten köklü reformlar yapsaydı, demokratikleşseydi, bu kadar on binlerce ajan İran’a karşı çalışır mıydı, düşmanlık yapar mıydı? MOSSAD, CIA, MİT – her türlü istihbarat – adeta içeriden işgal eder miydi? Ele geçirir miydi ülkeyi?

Esas savaş içeriden yürütüldü. Birçok patlama içeriden yapıldı. Tamam, İsrail’in savaş uçakları, ABD’nin savaş uçakları şey yaptı ama bir sürü suikast içeriden yapıldı. Devrim Muhafızları’ndan başlamak üzere sistemin ideolojik kadroları tasfiye edildi, imha edildi.

BÖLGENİN EN FAŞİST SİSTEMİ TÜRKİYE’NİN SONUÇ ÇIKARMASI GEREKİYOR

Ben burada özellikle Türkiye’ye dikkat çekmek istiyorum: Bölgenin en ırkçı, en faşist, en tekçi iktidar sistem yapısına sahip bir ülke de, bir ulus-devlet ülkesi olarak Türkiye’dir. Çok büyük sonuç çıkartması gerekiyor. 

Şimdi mesela korkunç bir çürüme durumunu görüyorsun. O yüzden çok güçlü bir şey de olmuyor. Tamam, saldırılar karşısında şimdi toplum sesini çıkarmıyor. Çünkü çok köklü bir geleneksel bir kültür de var Batı karşısında. Batı karşıtlığı güçlüdür İran’da. Fakat bu böyle hep sürecek anlamına gelmez. Bu rejim toplumda müthiş bir öfke yaratmış, tepki yaratmış. O yüzden ayakta kalması zor görünüyor. Kalsa bile uzun süre kalması çok mümkün görünmüyor. 

ROJHILAT ÖRGÜTLERİNİN ÇAĞRILARI SÖZDE KALMAMALI, BEDENE KAVUŞMALIDIR

Bu durum karşısında Kürtler tutumunu ortaya koydu. Elbette Kürtler öz gücüne dayanacak, öz örgütlülüğüne dayanacak, öz savunmasına dayanacak. Herhangi bir güce dayanarak, güvenerek, beklentiye girerek Kürtler kendi varlığını ve özgürlüğünü sağlayamaz, güvenceye alamaz.

Bunu başta belirteyim; bu çok önemlidir. Kürtlerin mücadele stratejisi de bellidir; demokratik ulus stratejisidir, demokratik ulus anlayışıdır. Bütün halklarla birlikte ortak yaşam projesine, anlayışına sahiptir Kürtler.

Dolayısıyla PJAK’ın da yaptığı açıklamalarda bu çok net bir biçimde ifade edilmişti. Böyle bir stratejiyle mücadele yürütüyorlar. Dolayısıyla İrani, Kürdistani bütün halklarla birlikte ortak bir mücadele, ortak bir örgütlülük, ortak bir öz savunma geliştirme çabası içerisindeyiz. Zaten ancak bu biçimde kendilerini koruyabilirler, kendilerini savunabilirler, varlıklarını ve özgürlüklerini de güvenceye alabilirler. Bu önemlidir. 

Elbette bu bölgede Kürtler çok önemli, stratejik bir güçtür. Kürtler örgütlendiği, örgütlü mücadele yürüttüğü kadar, öz gücüne güvenerek örgütlenip mücadele ettiği kadar bu dünyada, bu bölgede yaşıyorlar. Kürtlerin de siyaset yapma, diplomasi yapma hakkı var. Kürtler de siyaset yapıyor, diplomasi yapıyor, stratejik ilişki ve ittifak çalışmaları yürütüyor. Halklarla, sivil toplum alanıyla taktik ilişkiler geliştiriyor, taktik ilişkilerden yararlanmaya çalışıyor. Yani bu konjonktürü değerlendiriyor; kendi lehine, halklar lehine, toplum lehine, yararına nasıl değerlendirebilir? Bundan yararlanabilir, bunun üzerinde duruyor, buna göre plan yapıyor, politika geliştiriyor, pratik adım atıyor, örgütleniyor. Bunların hepsini yapıyor.

Bu konuda takip ettiğimiz kadarıyla belli bir hazırlıkları da var, katılımları da var. Kendilerine herhangi bir güç saldırmadığı müddetçe onlar da saldırmayacak. Kendilerini koruyacak, kendilerini savunacak, kendi varlıklarını ve özgürlüklerini ayakta tutmaya ve güvenceye almaya çalışacaklar. Ama saldıran hangi güç olursa olsun, ona karşı da en etkili cevabı verecek, mücadeleyi yürütecek. Bu Kürtlerin temel mücadele esprisidir, anlayışıdır. Rojhilat Kürtlerinin yaklaşımını da böyle gördük açıklamalardan, yaklaşımlardan. Bu net, ortadadır.

Rojhilat Kürdistanı’nda – bu genel Kürdistan açısından da geçerli – ulusal birlik çok önemlidir. Birlikte hareket etme, ortak politikayla, ortak anlayışla, yaklaşımla bu süreci geliştirme, yürütme çok çok önemlidir. Bu konuda da çeşitli çağrıları oldu Rojhilat örgütlerinin. Bu çağrılar sözde kalmamalı. Elbette pratikleşmelidir. Gerçekten bedene kavuşmalıdır. Kürt örgütleri arasından da ortak bir ulusal birlik tutumu ve pratiği ortaya çıkabilmelidir. Bu da önemlidir. Kürtlerin kazanmasında bunun etkisi de çok büyük olacak. Bu tüm Kürtler açısından geçerlidir. Bu süreçte Kürtlerin ulusal birliği çok önemlidir. Ulusal tutum çok önemlidir. Bu Kürtlere gerçekten çok büyük kazandırır. Bu konuda da her yerde çabalar geliştirilmelidir, yoğunlaştırılmalıdır.

Bazı çalışmalar da oldu, çok değerlidir. Bu yakın süreçte, birkaç gün önce Başûrê Kürdistan’da da Kürt kadınlarının ulusal birlik konferansı oldu. Çok önemli bir çalışmadır. Daha önce başka yerde de olmuştu. Çalıştaylar oluyor birçok yerde, çeşitli toplantılar oluyor. Qamişlo’da olmuştu genel Kürt ulusal çalışması. Bunları da artık her yerde, her parçada geliştirerek genel bir Kürt ulusal kongresine de, birliğine de dönüştürmemiz gerekiyor. Tarihi bir süreçtir bu süreç. Kürtler ulusal birliği geliştirerek karşılamalı ve bundan çok büyük kazanım sağlarlar.

DOĞA VE TOPLUM KIRIMINA KARŞI DAHA GÜÇLÜ BİR TEPKİ VERMEK LAZIM

Kürdistan’da müthiş bir talan var, doğa kırımı var. Bir soykırım var doğaya dönük. Kürdistan’da bu soykırım politikalarının bir parçası olarak geliştiriliyor. Türkiye’de, dünyanın her yerinde var. Özellikle Kürdistan’da bu çok fazladır. Bu konuda bir mücadele de var. Her yerde maden ocaklarına karşı, HES’lere karşı, barajlara, doğa talanına karşı biraz tepkiler geliştiriliyor.

Şimdi başlamışlar, birçok yerde kuyu kazıyorlar. Sözde petrol çıkarıyorlar, gaz çıkarıyorlar, kaya gazı çıkarıyorlar. Ortada coğrafya bırakmadılar, doğa bırakmadılar. Böyle bir soykırım var. Bu tepkiler cılız kalıyor. Daha güçlü tepki vermek lazım. Bu doğa kırımına karşı öz savunma anlayışıyla bir mücadele yürütmek gerekiyor her yerde. Dersim’de, Botan’da, Serhat’ta, her yerde çok güçlü mücadele etmek gerekiyor.

Aynı politikalar toplumsal alanda da yürütülüyor. Uyuşturucudur, fuhuştur, ajanlaştırmadır; bunlar da yoğun. Biz hep siyaseti tartışıyoruz ama toplumsal sorunlarda da gerçekten kangren diyebileceğimiz durumlar var. Yoğun bir özel savaş saldırısı var. Toplumu çürütme, yozlaştırma çok fazla. Kültürel soykırımın bir parçası olarak, toplumsal kırım politikaları olarak bunlar yürütülüyor, özel savaş politikalarıyla. Şimdi bu konuda da bir bilinçlenme, duyarlılık, örgütlenme, öz savunmalı bir duruş var. Fakat parçalıdır, dağınıktır, zayıftır. Bunu daha fazla güçlendirmek gerekiyor. İşte uyuşturucuya karşı kaç yerde mesela yürüyüşler oldu. Bunlar anlamlıdır. Ama bu duyarlılığı daha da geliştirmek, tüm Kürdistan’da, Türkiye’de bunu yaygınlaştırmak, adeta topyekun bir toplum mücadelesi, öz savunma mücadelesi haline getirmek gerekiyor.

Kadınlar üzerinde korkunç bir şiddet var, değil mi? Her yönlü çok boyutlu bir şiddet var. Buna karşı kadın öz savunması çok önemli. Örgütlü, birleşik kadın mücadelesi çok önemli. Yani bütün bu mücadeleleri birleşik, topyekun mücadele haline, öz savunmalı hale getirmek ve bu temelde bilinçli,  örgütlü bir mücadele yürütmek gerekiyor. Ancak bu özel savaş saldırılarını püskürtebilir, etkisini kırabilir.

Eğitim çalışmaları çok önemli. Yani bu konuda bilinçlendirme, toplumu, çocuğu, genci, kadını eğitme, örgütleme bunlar çok önemli. Örgütlemenin eğitimle iç içe, eylemin eğitimle iç içe yürütülmesi gerekiyor. Bunu daha da güçlü bir biçimde yürütmek lazım. Çalışmalar son derece kıymetlidir, değerlidir. Gerçekten kutluyoruz fakat bunu daha örgütlü dediğim gibi daha güçlü yürütmek gerekiyor. 

BARIŞ VE DEMOKRATİK TOPLUM MÜCADELESİNİ ZİLAN ÇİZGİSİNDE BAŞARIYA ULAŞTIRMALIYIZ

Heval Zîlan’ı büyük bir saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Zîlan arkadaşın çizgisi, kadın özgürlük mücadelesi açısından da bir özgürlük çizgisidir, özgürlük manifestosudur. Heval Zîlan’ın özgürlük tutkusunu, özgürlük arayışı, duruşu, fedakarlığı, fedailiği, bağlılığı, yaşam duruşunu yakından da biraz tanıma durumum var. Planlı, disiplinli, hedefine kilitlenen, sonuna kadar iddialı bir kişilik sahibiydi heval Zîlan. Önderliği kavrama, anlama, Önderlik gerçeğine katılma biçimi zaten kusursuzdur bu konuda. Önderliğe bağlılığı sınırsızdır. Önderlik gerçeğini doğru kavrama ve ona katılma ve onu uygulama gerçekten kusursuzdur. Bu bütün kadın arkadaşlar, bütün kadınlar, halkımız, toplumumuz açısından; yani özgürlük mücadelesi veren herkes açısından esas alınması gereken bir duruştur, bir çizgidir.

Ve biz bu çizgide barış ve demokratik toplum mücadelesini de büyük bir iddia, kararlılık, özgürlük tutkusu, iddiası, önderlik gerçeğine yüksek katılım, doğru katılım, bağlılıkla yürütmeliyiz ve mutlaka başarıya ulaştırmalıyız. Zîlan arkadaşa da en doğru bağlılık, ona layık olmak da bununla bağlantılıdır. Onun yolu bundan geçer.

Bu ay içerisinde çok büyük şehitler de verdik. Bu yoldaşlar da Zîlan çizgisinde büyük mücadele yürüttü, direndi ve kahramanca şehit düştü. Sema Yüce arkadaş, Filiz Yerlikaya (Gulan) arkadaş, Bêrîvan Zîlan, Raperîn Amed arkadaş, Leyla Wan arkadaş, mücadelemizin ilk yıllarında Hanım Yaverkaya arkadaş. Bütün bu yoldaşlar da Haziran ayı şehitleridir. Zîlan arkadaş çizgisinde o ruhla, o inançla mücadele ettiler ve kahramanca şehit düştüler. Özgürlük tutkusu, bağlılığı, mücadele iddiası, kararlılığı, güçlü yoldaşlardı.

Yine bu ay içerisinde kahramanca şehit düşen erkek yoldaşlarımız var. Helmet (Diyar Xerîb) arkadaş, KCK Başkanlık Konseyi’nde de yer alıyordu. Uzun süre birlikte de çalıştık. Çok değerli bir yoldaştı gerçekten. Önderlik kavrayışı çok gelişkindi, çok güçlüydü. Yurtseverlik duyguları çok derindi. Kürdistaniydi. Gerçekten çok dürüst, çok temiz bir yoldaştı. Onu da büyük bir saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Başûrê Kurdistan’ın ulusal birlik çizgisinde sembolüdür. Ulusal birlik çalışması Dr. Sirvanların, Helmetlerin, Viyanların çizgisinde gelişmeli. Bu çok önemlidir.

Yine Fazıl Botan yoldaş bu ayda şehit düştü. Ali Piling yoldaş, Ferhat Şiblî yoldaş bu ayın şehitleridir. Hepsini büyük bir saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Tüm bu yoldaşları ve bu yoldaşlar şahsında bütün devrim ve özgürlük şehitlerini büyük saygı ve sevgiyle anıyorum. Mücadelelerini başarıya götürmek için tüm gücümüzle, enerjimizle son nefesimize kadar çalışacağız, mücadele edeceğiz ve mutlaka başaracağız.