Ýmralı’da neler oluyor?

Ýmralı’da neler oluyor?

Dile kolay, Ýmralı’da tutulan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve yanında kalan PKK’li tutsaklardan tam 416 gündür haber alınamıyor. Buna tecrit adı veriliyor, fakat mevcut durum tecridi oldukça aşıyor. Zira geçmişteki askeri darbe dönemlerinde bile hiçbir tutsak bu denli korkunç bir bilinmezliðe mahkûm edilmedi. Etrafında bu çapta kuşku, belirsizlik ve bilinmezlik duvarları örülmedi. Generallerin aðzından çıkan her sözün kanun yerine geçtiði askeri darbe koşullarında bile, başvurulan bilinçli izolasyon çabalarına raðmen, bu kadar hukuk dışı ve vahşi bir uygulamaya tanık olunmadı. Oysa bugün hiçbir aile Ýmralı’da tutulan yakınlarının akıbeti hakkında herhangi bir şey bilmiyor, bilmesine izin verilmiyor.

Bilinmezlik gerçekten de Ýmralı’daki ürkütücü izolasyonu anlatan anahtar sözcük oluyor. Bu bilinmezlik başta Önder Öcalan olmak üzere Ýmralı’daki tutsakların can güvenliði sorununu akla getiriyor. Ortada gelişmelerin kanıtladıðı bir gerçek varsa, o da Önder Öcalan’ın can güvenliðinin büyük bir tehdit altında bulunduðudur. Erdoðan ve hükümeti bazı riskleri göze alarak izolasyonu daha uygun görmüştür denilebilir. Yine de böylesi bir karar Ýmralı’daki tutsakların bu kadar uzun bir süre aileleriyle görüşmelerine izin verilmemesini açıklamaya yetmez. Kürdistan’da tırmanan savaş ve bunun yol açtıðı milliyetçi histeri de ikinci yılındaki bu insanlık dışı tecridi ve yol açtıðı bilinmezliði izah etmede yetersiz kalır. Bu durum AKP Hükümetinin burada gizlemeye çalıştıðı bazı uygulamalara giriştiði kuşkusunu doðuruyor. TC’nin Kürt direniş önderlerine yönelik geleneksel uygulamaları bu kuşkuyu daha da güçlendiriyor.

Bir an için geriye dönüp düşünelim: Devlet Bahçeli de içinde olmak üzere bazı MHP’li milletvekilleri bir ara Önder Öcalan’ın Ýmralı’da olup olmadıðını Meclis’te tartışma konusu yapmışlar, bunu da geçmişte Ýmralı ile yapılan görüşmelerin yeniden başlaması endişesine baðlamışlardı. Peki, bu tartışmanın asıl özü neydi? Onları böylesi bir soru sormaya yönelten şey sadece yaşadıkları bu yönlü bir kaygı mıydı? Sayın Öcalan’ın Ýmralı’da olmadıðı düşüncesine nasıl ulaşmışlar, neden ve hangi gerekçeden hareketle bu tür bir kanaate varmışlardı? Bilindiði üzere daha sonra Leyla Zana ilginç bir tavırla Erdoðan’ın Kürt sorununu çözeceðine inandıðını belirten bir açıklama yapmış, medyada Zana’nın bu açıklama öncesinde Öcalan’ın olurunu aldıðı türünden tuhaf bir iddia ortaya atılmıştı. O zaman sormak gerekir: Bu tür bir iddiaya neden ihtiyaç duyuldu? Kimler, hangi karanlık güçler bu iddiayı medyaya servis yaptı? AKP’nin bundaki payı neydi? Öcalan’ın Ýmralı’da olmadıðı iddiasıyla hangi meşum proje için uygun zemin döşenmeye çalışılmıştı?

Roboskî katliamı AKP’nin Kürt sorunu konusunda izlediði politikanın niteliðini gözler önüne seren bir mihenk taşıydı. Bu katliam bir kaza deðil, kesinlikle oldukça iyi tasarlanıp hayata geçirilmiş bir mini soykırımdı ve Kürtlerin direnişte ısrarı halinde AKP-Fethullah koalisyonunun alacaðı tutumun ipuçlarını ele veriyordu. Roboskî katliamı vermek istediði mesaj bakımından âdeta 12 Eylül faşizminin ön habercisi olan Maraş katliamına benziyordu. Roboskîli köylülere bir askeri yetkilinin söylediði şu sözler tamı tamına AKP’nin duruşunu özetliyor: “Bunu unutun. Kazaydı, devlet kaza yaptı. Diyelim ki ben yaptım. Ne olacak? Siz devlete karşı ne yapabilirsiniz ki?”

Komplocu bir yapılanma olarak halklarımıza dayatılması ve bizatihi varlıðının komplo olması, AKP hakkında iyimser düşünmeyi imkansız kılıyor. AKP ile suç ortaklıðı yapan Fethullah Gülen adlı kontra, ‘karanlıklar imparatorluðu’ olan CIA’nin hizmetindedir. 12 Eylül darbesi öncesinde solcu kıyımında kullanılan ‘ülkücü kontralar’ın yerini bugün Fethullahçı ‘yeşil kontralar’ dolduruyor. Kaldı ki, söz konusu koalisyon şimdi MHP ile kol koladır. Bu soykırımcı şebeke Kürdistan’a yönelik imha politikalarında en büyük desteði MHP’den alıyor. Yaşamın kendisi de bu gerçeði doðruluyor. Bunun hiç de hayra alamet bir gelişme olmadıðı açıktır.

MHP’nin Önder Öcalan’a yaklaşımı hiç kimse için bir sır deðildir. Sayın Öcalan Türkiye’ye teslim edildiðinde linç edilmesine yönelik çaðrılar yapan güç bu partiydi. “Onun derisinden ayakkabı yapmak gerekir” gibi insanlık dışı ve Kürt düşmanı önerilerde bulunanlar da yine aynı partinin yöneticileriydi. Ancak Önder Öcalan’ın daha başından beri komplonun gerçek amacının farkında olması ve esas aldıðı demokratik çözüm çizgisi bu asalımcı takımını boşluða düşürdü. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in olumlu yaklaşımı da bunda önemli bir etken oldu. Buna karşılık AKP’nin bugünkü pek çok yöneticisi o zaman Sayın Öcalan’a verilen idam cezasının infazı lehinde oy kullanmıştı. AKP iktidar olduktan sonra da bu asalımcı çizgiyi terk etmedi. Neredeyse her seçim döneminde MHP ile idam-infaz polemiðine girişti. MHP’yi imkanı varken infazı gerçekleştirmemekle itham etti. Bahçeli ve Erdoðan seçim meydanlarında birbirlerine yaðlı urgan atma yarışına girmekte bir beis görmediler. Bütün bu gerçekler bir araya getirildiðinde, bugün bu iki partinin hükümet ortaðı gibi davranmaları yapabilecekleri konusunda insanı dehşete düşürüyor.

En az bunun kadar önemli olan ve asla göz ardı edilmemesi gereken bir diðer husus da Fethullah Gülen’in Okyanus ötesinden verdiði fetvanın içeriðidir. Bu yeni yeşil kontra, daha uygun bir tanımla Bin Ladin’in küresel hegemonun dönemsel çıkarlarına uyarlanmış bu yeni tiplemesi, Roboskî katliamının hemen öncesinde soykırım politikalarına karşı direnen her Kürt’ün hanesinde feryatlar ve figanların yükselmesi gereðine işaret ediyordu. Söyledikleri son derece netti: Adam açıkça Kürdistan’da her direniş noktasının altını üstüne getirmekten söz ediyordu. Günümüzün yeni kontra yapılanması olan ‘yeşil kontrgerilla’nın başı olduðu ve CIA ile birlikte hareket ettiði dikkate alındıðında tedirgin olmamak mümkün müdür? Bu sözler karşısında hangi namuslu Kürt yataðında rahat uyuyabilir?

Bir de TSK cephesine bakalım: ‘Kimyasal’ lakaplı Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in 90’lı yılların ilk çeyreðinde korkunç cinayetler işleyen, beş bin köyü harabeye çeviren, milyonlarca insanı yerinden yurdundan eden Doðan Güreş’ten ne farkı var? Güreş görünürde Çiller’in emrindeydi; Çiller ‘tak’ diye emrediyor, Güreş ‘şak’ diye yerine getiriyordu. Buna karşılık Özel’in AKP ve liderinin emrinde olması biçimsel bir durum deðil bir gerçektir. Kürt halkı ülkesindeki kirli pratiðinden hareketle Özel’e ‘kimyasal’ lakabını takmıştır. Erdoðan’ın savaş suçları işlemiş böyle bir kimseyi Genelkurmay Başkanı yapması bile kendi başına AKP’nin Kürtlere bakışını anlamak için yeter de artar. Nereden bakarsak bakalım, kanlı kıyımlar için hazırlanmış ve kendince Kürtlerin kökünü kazımakta kararlı Kürt düşmanı bir şer cephesiyle karşı karşıya olduðumuzu göreceðiz. AKP daha iktidara geldiði ilk günden beri bu şer cephesini kurmak için çalıştı. Uzun süre diline pelesenk ettiði ‘demokratik açılım’ söylemini bu konuda zaman kazanma silahı olarak kullandı. Cepheyi pekiştirdiðinde bu söylemi terk etti. Sonunda olmak ya da ölmek noktasına geldi.

Yeşil Türkçü AKP faşizminin korkuyu pompalayarak topluma hükmetmeye çalıştıðını iyi biliyorum. Bunun tüm faşist rejimlerin ısrarla denediði bir yöntem olduðunun farkındayım. Sizi yok etmek isteyen bir güce karşı sonuç alıcı bir direniş içinde olmak istiyorsanız, öncelikle onun ne yapmak istediðini ve neler yapabileceðini kestirmek zorundasınız. Tanımadıðınız bir güçle mücadelede galebe çalamazsınız. Şu gerçeði asla unutmamak gerekir: Hitler ne kadar sosyalist olduysa, Tayyip Erdoðan da o kadar demokrattır. Bunun farkında olmayan her Kürt gaflet ve dalalet içindedir.

Kürt gerillası kendisini savunabilir. Adı üzerinde, Halk Savunma Kuvvetleri kuruluş gerçeðine uygun olarak rolünü oynamaya devam edecektir. Hiç kimse bu gücün ‘Kimyasal Necdet’in kimyasını bozacak kapasiteye sahip olduðundan endişe duymamalıdır. Sorun bu deðildir. Dürüst, toplumsal namus sahibi ve özgür yaşamak isteyen her Kürt tüm dikkatini öncelikle Önder Öcalan üzerinde yoðunlaştırmalı, Onun saðlıðı ve özgürlüðüne kenetlenmelidir. Her yerde yapılacak eylemlerle AKP Hükümeti Sayın Öcalan’ın saðlıðı konusunda açıklamaya yapmaya zorlanmalı, demokrasi güçleri ve parlamenterlerden oluşacak bir heyetin Ýmralı’ya gitmesine izin verilmesi için çaðrıda bulunmalıdır. Tüm demokrasi güçleri Kürt halkıyla omuz omuza verip AKP’nin Türkiye’yi mahşeri felakete sürüklemesine karşı direnmelidir. Yurtseverliðin de, emeðe saygının da, sosyalizme baðlılıðın da yolu bu direnişten geçmektedir.

Ýmralı Cezaevi Adalet Bakanlıðına baðlıdır, dolayısıyla hükümetin kontrolü altındadır. 416 gündür Ýmralı’yı bilinmezliðe iten bir askeri darbe yönetimi deðil, sözüm ona bir sivil siyasal rejimdir. Ama öyle bir rejimdir ki bu, askeri darbe yönetimlerinden beklenebilecek bir adaleti kendisinden bekleyemezsiniz. Bu rejim gözleri baðlanmış adaletin ırzına geçmiştir. El Kaide, Taliban ve Ýhvanı Müslimin’in Suriye versiyonu ne kadar adaletliyse AKP de o kadar adaletle ilişkilidir. Erdoðan-Gülen ikilisine asla güven olmaz. Komploculuk kötülük yapmakta uzmanlaşmak demektir. Bu şer cephesinden beklenen hayır deðil şer olmalıdır. Şer cephesine karşı mücadele ise bir insanlık görevidir.

Yineliyorum: Ýmralı etrafında örülen kuşku, endişe ve bilinmezlik duvarını yıkalım. Cezaevlerinde Önder Öcalan’ın saðlıðı ve özgürlüðü için direnen, açlık grevlerine ve ölüm oruçlarına giren tutsakları yalnız bırakmayalım. Bunun için tam bir seferberlik ruhuyla gücümüzü birleştirip harekete geçirelim. ‘Olmak veya ölmek’ ikilemi ile yüz yüze gelmiş Yeşil Türkçü faşizmin kaderini kesinleştirip kendisini mezara gömelim. Görev budur, kardeşliðin, insanlıðın ve onurlu yaşamın yolu buradan geçiyor.

Kaynak: Yeni Özgür Politika