Her canlı varlıðın kendini saldırılar karşısında korumak için savunma refleksi geliştirdiði biliniyor. Tarihten günümüze insanlar da gerek doðadan gerekse yabani hayvanlar ve insanlardan gelişebilecek saldırılara karşı kendini savunmayı, varlıðını koruma gerekçesi sayıyor. Bu meşru savunma refleksi uluslar arası sözleşmelerde ve insan hakları evrensel bildirgesinde de temel bir hak olarak kabul ediliyor. Meşru savunma hakkı, yaşamsal deðerlere karşı haksızca yönelim oldukça, içinde bulunulan koşullar ne olursa olsun, yapılması gereken varlıðını koruma ve özgürlüðünü saðlama hakkı ve kutsal eylemidir.
Devletin en temel özelliði insanı kullaştırma, köleleştirme temelinde kendi hizmetine koşturmasıdır. Bu yaklaşım günümüze kadar deðişmemiş, bin bir maskeyle sürekli allanıp pullanarak geliştirilmiştir. Buna karşı ezilen, horlanan, köleleştirilen veya ötekileştirilenlerin direnişleri de eksik olmamıştır. Egemenlerin zoruna karşı önce yakınma olarak başlayan memnuniyetsizlik giderek isyan ve savaşlara dönüşmüştür. Bu açıdan insanlık tarihini, egemen güçlerin zoru ile ezilenlerin ve dilsizlerin savunma direnişleri arasında geçen yoðun mücadele tarihi olarak da ele almak mümkündür. Peygambersel çıkışlar da devlet ve iktidarların bu zulüm düzenine bir başkaldırıdır ve gerektiðinde meşru savunma savaşına girmekten çekinmemişlerdir.
Kapitalizmin şiddet ve zor kullanımında daha önceki sınıflı toplumlardan en büyük farklılıðı bilim ve tekniðin gelişmesi sonucunda elindeki zor araçlarını da sınırsız geliştirmesidir. Bu çerçevede kapitalizm en ince ve en derin tarzda toplumu köleleştiren, zoru en kapsamlı, en yıkıcı ve hızlı kullanabilen sistem olmuştur. Son iki yüz yıldaki sayısız devlet ve bölge savaşları, 20. yüzyılda iki dünya savaşı, kontra örgütlenmelerle verilen kirli özel savaşlar, nükleer, biyolojik silahlanma vs. bu gerçeðin ifadesidir. Kamu güvenliði gerekçesiyle toplum üzerinde her türlü zor ve şiddeti geliştirmekten geri durmayan devlet aygıtı, silahlı güç oluşturma tekelini de ele geçirip toplumları silahsızlandırmayı, savunmasız bırakmayı kendini sürdürebilmenin koşulu olarak görmektedir. Ýktidarların silahlı zoru ve şiddetine karşılık geliştirilen her tür silahlı direniş ve zorun kanla, zulümle bastırılmasını devletlere hak görmek, şiddet ve silah kullanma tekelinin devlet ve iktidarda olduðuna dayanan anlayışın ürünüdür. Bu anlayış, toplum ve insan eksenli deðil, devlet önceliklidir. Ýnsanı kullaştırma, köleleştirme biçiminde hizmetçiliðe mecbur kılma olarak Sümerler tarafından belirlenen devlet ilkesi, günümüze kadar özü itibariyle deðişmemiştir. Böylelikle atom bombalı devletin, maskeli tanrı devletiyle kıyaslandıðında en dehşetlisi olduðu açıða çıkmaktadır.
Halklar son yüzyılda, kendini her şeye muktedir gören ve her şeye zapturapt altına almaya çalışan emperyalizme ve sömürgeciliðe karşı ayaklanma ve uzun vadeli (süreli) halk savaşı stratejisi ile ortaya çıkmışlardır. Özünde her iki strateji de, uygulanan iktidar zoru ve baskısına karşı hakların kendilerini savunma refleksleridir. Devrimci hareketler geçen yüzyılda her iki stratejiyi de uygulamış ve silahlı mücadeleyle önemli sonuçlar da almışlardır. Ancak iktidar ve devlet olgusu doðru tanımlanıp aşılamadıðından bir süre sonra modernizmin sol versiyonu olmaktan kurtulamamışlardır.
Ýlk çıkışında PKK hareketi de bu devrim stratejilerinden etkilenmiş, silahlı devrimle iktidar olmayı hedefleyen ulusal kurtuluş mücadelesini esas almıştır. Ancak 90lı yıllarda başladıðı deðişim arayışlarını 2000li yıllarda resmiyete kavuşturmuş ve paradigmal deðişime gitmiştir. Bu deðişimle PKKnin silahlı mücadelesi meşru savunma çizgisine çekilmiş, devlet ve iktidarı deðil, kendi yaşamını, barınma ve güvenlik-savunmasını örgütleyen özgür demokratik bir toplumu hedeflemiştir.
SAVUNMASIZ TOPLUM ÖZGÜR OLAMAZ
10 bin civarındaki silahlı ordu güçleri ARGK ise Halk Savunma Güçleri (HPG) olarak yeniden düzenlenmiştir. PKK, meşru savunma anlayışını Öcalanın dünyayı yenecek gücümüz de olsa saldırmayacaðız; ama dünya birleşip üzerimize gelse de kendimizi sonuna kadar savunacaðız sözlerine dayandırmaktadır. Daðdaki çobanın bile silahsız olmadıðı, devletlerin milyarlarca doları silahlanmaya harcadıðı dünya ve Ortadoðu gerçeðinde hiç bir alt yapı çalışması, çözüm projesi geliştirilmeden, hiç bir anayasal güvence saðlanmadan Kürt halkının varlıðının, meşru ve haklı taleplerinin ve özgürlüðünün teminatı olan PKKnin silahsızlandırılması mümkün görünmemektedir. Dünyada belki de en çok silahlı direniş sergileme Kürtler açısından meşrudur, haktır. Çünkü en temel hakkı olan kendi dili ve kimliðiyle varolma hakkı tanınmıyor. Bir halkın varlıðı tanınmayacaksa orada demokrasiden ve demokratik mücadele koşullarından bahsedilemeyeceði açıktır. AKPnin bu ısrarının bir halkı tümden imha etme anlamı taşıdıðı açıktır. KCK Yürütme Konseyi üyesi Cemil Bayık, Kürtler üzerinde bu kadar soykırım operasyonu ve çözümsüzlükte ısrar sürerken PKKden deðil silah bırakmak, sadece direnişini yükseltmesi beklenir, derken KCK Halk Savunma Komitesi Başkanı Duran Kalkan da NATO destekli 12 Eylül rejiminin teslim alamadıðı özgürlük iradesini AKPnin asla teslim alamayacaðını vurguluyor ve şöyle diyor: Dikkat edilirse küçük bir siyasi mücadele imkanı bulmuşsak ateşkes ilan etmiş, siyasi mücadeleyi öne çıkarmış bir hareketiz. Fakat siyasi demokratik mücadelenin bütün kanalları tıkatıldıðında, Özgürlük mücadelesini geliştirmek ve özgür olarak var olabilmek için silahlı direnmekten başka çare kalmadıðında gereken direnişi dün de gösterdik, bugün de gösteriyoruz, yarın da gösteririz. Bunu herkes bilsin. Bizim silahımız Kürtün özgürlüðü içindir, direniş temelindedir. Hiç kimseye bir tehdit deðil, bir saldırı deðil. PKK'nin hiç kimsenin özgürlüðünü yok edecek ne bir anlayışı var ne de o kadar silahlı gücü vardır. PKK, silahla kimsenin özgürlüðünü tehdit etmiyor, kimsenin varlıðına kast etmiyor, kimseyi baskı altına almıyor. Ama her taraftan gelişen Kürtü yok etmek, soykırımdan geçirmek isteyen saldırılara karşı özgür olarak kendini yaşatabilmek için, kendini savunma amaçlı kullanılan silah her zaman gereklidir. Güvenlik de beslenme ve üreme gibi yaşamanın temel unsurlarından biridir. Güvenlik olmazsa, öz savunma olmazsa toplum yaşayamaz, dolayısıyla özgür de olamaz.
DAÐI ASKERLE ŞEHRÝ POLÝSLE KUŞATMA ÇABALARI
PKKye silah bırak dayatmasında bulunan güçlerin dünyanın en çok silahlanan devletleri olması da işin bir başka dikkat çeken noktası. Stockholm Uluslararası Barış Araştırma Enstitüsü (SIPRI) 2009 yılı verilerine göre, dünya ekonomisi 2009'da yüzde 0.6 oranında küçülürken, askeri harcamalar 2009'da yüzde 6 oranında artarak 1 trilyon 531 milyar dolara ulaştı. Askeri harcamalar dünya toplam gelirinin yüzde 2.7'sine denk düşüyor. En çok askeri harcamayı 633.2 milyar dolarla ABD yapıyor. Ýngiltere 69.2 milyar dolarla üçüncü sırada. Türkiye de 2009'da 19 milyar dolarla askeri harcaması yüksek ülkeler arasında yer alıyor. Aynı Enstitüsü'nün (SIPRI) yayınladıðı rapora göre, Türkiye 2011 yılında askeri harcamalara 15 milyar 364 milyon dolar ayırdı. 2011 yılı bütçesinden ordu ve emniyete ise 20 milyar dolarlık bütçe ayrıldı. Güvenlik ve savunma harcamalarında da geçen yılın ilk altı ayına göre toplamda 50 milyon lira artış var. Bütçede 'gizli hizmet giderleri' adı altında görünen örtülü ödenekten altı ayda 431 milyon lira harcanmış. Geçen yılın aynı döneminde bu tutar 296 milyon lira. Aradaki fark 135 milyon lira. Mühimmat harcaması geçen yılın aynı dönemine göre 8.5 kat artmış. Yılın ilk yarısında mühimmat alımına harcanan tutar, 122.8 milyon lira. Aynı kalem geçen yılın aynı döneminde, 15.3 lira.
Bütçe rehberindeki tanımıyla 'MÝT Müsteşarlıðında deðişik statülerde istihdam edilen personele nakdi olarak ödenen her türlü mali ve sosyal hak ve yardımları' ifade eden harcama kaleminin altı aylık bilançosu: 265.2 milyon lira. Bu kalem, geçen yılın aynı döneminde 216.5 milyon liraydı. Artış tutarı, 46.7 milyon lira.
Dünyadaki en silahlı polis gücü de Türkiyede bulunmaktadır. Türkiye'de toplam 232 bin polis görev yaparken AKP iktidarında 50 binin üzerinde yeni polis göreve alındı. Aðır silahlar, helikopterler, panzerler, akrep tipi zırhlı araçlar ve TOMAlarla adeta ayrı bir ordu gibi donatıldı. Polisin toplumsal olayları bastırmak için kullandıðı biber gazının insan saðlıðını tehdit ettiði bilimsel olarak kanıtlanmasına raðmen AKPli bakan Hayati Yazıcının beyanına göre Türk devleti son 12 yılda 21 milyon lira karşılıðında 6 yüz 28 bin kg. biber gazı satın almış, stok tüketilmiş ve yeni siparişler verilmiştir. Türkiye Ýnsan Hakları Vakfının (TÝHV) verilerine göre ise son beş yılda polisin biber gazı kullanımından etkilenen 12 kişi yaşamını yitirmiştir.
AKP döneminde zırhlı araçlar, savaş helikopterleri, insansız hava araçları (heronlar), savaş uçakları, termal kamera alımına milyarlarca dolar harcandıðı bilinmektedir. Özel paralı ordunun sayısının 150 bine çıkarılması öngörülmektedir.
Ýstihbarat teşkilatının (MÝT) eleman sayısı ve giderleri ise net bilinmemektedir. 90 bin korucuya raðmen yeni korucular oluşturma çabası da buna eklenebilir. Bu kadar polis ve askeri güç bir düşman ülkeyle savaşmadıðına göre ne yapıyor? Tek yanıt şu: Kürt halkının demokratik direnişini ve gerillanın özgürlük mücadelesini bastırmak. Bunu başarmak için de gerillanın silahsızlandırılması şart. Amaç, gerillaya silah bıraktırıp özgürlük mücadelesini budamak, ardından da inkar ve imhayı daha rahat devam ettirmektir.
AKP AJANDASI BÝR AMERÝKAN PROJESÝ
15 Haziran 2012 tarihli Yeni kültürel soykırım stratejisi başlıklı yazısında yazar Hüseyin Ali bu konuya dikkat çekmiş: Türk devletinin bu adımı (PKKnin Silahsızlandırılması) çözümün deðil, saldırıların arttırılmasının sıçrama tahtası olarak kullanacaðı anlaşılıyor. Belki de bazı çevrelerle biz bu tür şeyleri yapalım, sizler de bizimle birlikte PKK'nin üzerine gidin konusunda anlaşmıştır. Beşir Atalay bu konuyu gündeme getirdiði gün ABD ve Barzani üzerinden PKK'ye silah bıraktırma görüşmeleri yapılıyor biçiminde açıklamada bulunmuştu.
Kaldı ki bu yeni bir konsept de deðil. PKKnin 2006da ilan ettiði tek yanlı ateşkes sonrası AKPnin geliştirdiði diplomasi trafiði, Erdoðanın dönemin genelkurmay başkanı Yaşar Büyükanıtla 2007 yılında Dolmabahçede gerçekleştirdiði ve konuşulanlar benimle mezara gidecek dediði gizli görüşme unutulmuş deðil.
NCAFP RAPORU
Hatırlayalım. Beyaz Saray'da 5 Kasım 2007'de yapılan Bush-Erdoðan görüşmesi öncesinde ABD Dışişleri Bakanlıðı eski üst düzey danışmanlarından David Phillips tarafından 15 Ekim 2007'de "PKK'nın silahsızlandırılması, daðıtılması ve (topluma) yeniden entegre edilmesi" başlıklı rapor açıklandı ve yönetime sunuldu. Amerikan Dış Politikası için Ulusal Komite (NCAFP) tarafından hazırlanan araştırma raporu PKK'nin silahsızlandırılması, terhis edilmesi ve yeniden bütünleştirilmesine ilişkin stratejiler önermektedir. Bunun gerçekleşmesi için de uluslararası toplumun ve Bölgesel Kürdistan Hükümeti'nin PKK üzerinde baskılarını arttıracak tedbirler önermektedir. Aynı zamanda PKK'nin Türkiye Kürtlerinin içerisinde desteðini arttıran siyasal ve sosyo-ekonomik şartları da deðerlendirmektedir:
Başbakan Recep Tayyip Erdoðan kararlı bir şekilde hareket etmesi açısından baskı altındadır. Fakat, Kuzey Irak'ta PKKya karşı askeri harekattan kaçınmalıdır, ki bunun ciddi yankıları olur. Askeri harekat Türkiye'nin demokratik gelişimini zayıflatır, Türkiye Kürtlerini radikalleştirir ve hem ABD-Türkiye ilişkilerini hem de Türkiye'nin AB üye adaylıðını olumsuz etkileyecek bölgesel bir afet riskini ortaya çıkarır. PKK sorunu ise kendine has deðnekler ve havuçlari gerektirmektedir. Uluslararası toplum PKK üzerindeki baskısını onun ekonomik ve propaganda altyapısını hedefleyerek arttırabilirler. Avrupa Terör Karşıtı Grup, PKK'yi besleyen kanuna aykırı kaynakları araştırmada öncülüðü alabilir. BM'nin Terörizm Karşıtı Komitesi, ki terörist aktiviteleri besleyen kaynakları mahkum etmek için oluşturulmuştur, PKK'nin organizasyonlarını tolere eden AB ve diðer üye ülkelerden bu tür kaynakları kesmeye yönelik çabalarını belgelemelerini isteyebilir. Avrupada bulunan ve nefret veya şiddeti onaylayan PKK medya mahreçlerinin lisansları da iptal edilmelidir.
PKKYÝ TESLÝM ALMA PROJESÝ: BARKEY PLANI
PKK'nin silah bırakması için koşulların da oluşturulması gerektiðine yer veren 09.02.2009 tarihli Hanry Barkey planında şu cümleler dikkat çekici: "Güneydoðu'da halk savaştan bıkmış. Kürt sorununda siyasi açılım istiyor. PKK'lıları çocuðu gibi görenler var. Şimdi bunları bir şekilde topluma kazandırmak lazım. Af yasası denilince insanlar sinirleniyor, ama af demeyin başka şey deyin. Daðdaki her bir kişi yirmi-otuz kişiyi etkiliyor." Raporda; Washington'ın, Kürt sorununun çözümü için AB üyeliðini bir manivela olarak kullanması öneriliyor.
Washington'ın eski tavrını deðiştirerek Türkiye'de şiddeti reddeden (yani PKKye karşıtlık, düşmanlık yapan) Kürt liderlerle ilişkiye geçmesi ve onları ABD'ye davet etmesi gerektiði salık veriliyor. Rapora göre PKK'nin tasfiyesine hizmet edecek olan üçlü mekanizma (TC-ABD-Irak), Ankara'nın Bölgesel Kürt Yönetimi'ni tanımasını, Erbil'de konsolosluk açmasını hedefleyecek. Ankara-Erbil arasındaki ilişkilerin gelişmesine paralel olarak ABD yönetiminin Barzani ve Talabani üzerinde PKK'ye tavır almaları yönünde baskıyı artırmasının kolaylaşacaðını düşünen Barkey, örgütün tasfiye sürecini 5 etaba ayırıyor:
1- Ankara-Erbil ilişkilerinin geliştirilmesi; böylelikle olanaklı tüm yollarla PKK saflarından kaçışı hızlandıracak şekilde örgüt üzerindeki baskının artırılması
2- Türkiye'nin PKK'lılara soruşturmaya uðrama kaygısı olmadan Türkiye'ye dönmelerini ya da Kuzey Irak'ta kalmalarını saðlayacak şekilde af çıkarması
3- Erbil'in ve Washington'ın askeri yetkililerinin silah bırakan PKK'lılara geleceklerini garanti etmesi; Irak'taki ABD'li yetkililerin silah bırakma sürecini gözetecek bir mekanizma kurması ve PKK'lıların silahlarını Türk subaylarının gözetiminde ve medya tarafından izlenecek şekilde ABD'li subaylara teslim etmesi
4- Bu adımlar atıldıðında Bölgesel Kürt Yönetimi'nin Kuzey Irak'ta kalan silahlı PKK'lılara artık izin vermeyeceðini ilan etmesi ve Hakurk, Zap, Kandil kamplarını kuşatarak hareketlerini ve ikmal saðlamalarını engellemesi
5- PKK'nın büyük kısmı silahsızlandırıldıðında örgütten geriye kalanlara karşı ABD'nin kendi hava kuvvetlerini kullanması
Yakın geçmişte tüm bu planların AKP tarafından hayata geçirildiði ancak hiç bir sonuç vermediði biliniyor. Bugün AKP Kürt Özgürlük Hareketi karşısında çok sıkışmıştır. Eðer bu çatışmalı ortam ve hükümetin sürdürdüðü baskılar devam ederse sonunun geleceðini çok iyi biliyor. Son dönemdeki saldırganlıðı bu nedenledir. Yüksekten atıp tutma, saldırılarla Kürt halkının mücadele azmini kıracaðını sanmaktadır. Kürtlere karşı havuç-sopa politikası yürütmektedir. Ancak Kürtler; AKP ve T. Erdoðandan daha fazla bir mücadele geçmişine ve siyasi tecrübeye sahiptir. Bu tür psikolojik savaş yöntemleriyle Kürtleri aldatması ve mücadeleden alıkoyması artık çok zordur.
SOYKIRIMA YENÝ MEŞRUÝYET ARAYIŞI: ÝŞBÝRLÝKÇÝLÝK
ABD kaynaklı raporların işaret ettiði ve AKPnin uygulamaya çalıştıðı PKKyi silahsızlandırma projesinde en dikkat çeken konu, PKK dışında, yeminli Apo ve PKK düşmanı kimi Kürtlerin devlet eliyle örgütlendirilip Kürt sorununun sözde çözümünde muhatap kılınarak Kürt halk önderi Öcalan ve özgürlük hareketinin tasfiye edilmesine ilişkin ifadelerdir. Geçen süreçte buna dair bazı adımlar da atıldı. 2008 Şubatında Türk ordusu Güney Kürdistana girmek istedi ve Zap hezimetini yaşadı. Kimi Kürt örgütleri sonbaharda PKKnin dahil edilmeyeceði bir Kürt konferansı düzenleyerek PKKye silahları bırak çaðrısı yapmak üzere harekete geçti. Uluslar arası alanda diplomasi trafiði hızlandı. Abdullah Gül Ýran yolunda iyi şeyler olacak dedi. 29 Mart yerel seçimlerinin referandum olduðu beyan edildi. Seçimlerde Kürt iradesi sandıða gömülecek, işbirlikçi Kürtler çaðrı yapacak ve uyulmazsa son darbe de askeri olarak vurulacaktı. Tasfiye konseptinin meşruiyet zemini işbirlikçi Kürtlere dayanacaðından Kürt halkı ciddi bir tepki vermeyecekti. Ama seçim sonuçları tüm bu hesapların boş olduðunu gösterdi. Kürt halkının siyasal iradesi komplo içindeki tüm güçlere bir tokat gibi indi. Kürtler açıkça, siyasal çözümse buna hazırız dedi, 13 Nisanda ateşkes ilan etti. Komplo KCK operasyonuyla anında siyasal çözüm yolunu kapattı. Sözde Kürt açılımı dillendirildi. 40 yıllık mülteci kimi şahsiyetler devlet erkanınca alınıp Kürdistana getirildi. Kürt özgürlük hareketine ve halkın deðerlerine saldırmaktan başka meziyeti kalmayanlar AKPye umut olma çabasına girdi. AKP, çözüm istemedi. Çok sonra Erdoðanın ABDde sarfettiði ve iktidar medyasının AKPnin yeni stratejisi olarak yansıttıðı terörle mücadele, siyasetle müzakere medyada işlediði gibi Erdoðan hükümetinin yeni bir stratejisi deðil, ABDnin AKPye verdiði bir ev ödeviydi. CHPnin de Kürt sorununu çözme iddiasıyla inisiyatif almak istediði söylemi yeni bir tasfiye senaryosundan öteye gidemedi. CHP-AKP görüşmesini beklenti ve oyalama yaratmak istiyorlar sözleriyle deðerlendirdi. Kürtler bir siyasi irade olarak tanınmaz ve demokratik özyönetimleri kabul edilmezse Kürt sorunu çözülemez diyen KCK Yürütme Konseyi üyesi Cemil Bayık, AKPnin Kürt halkına kabul ettiremediði yeni siyasal egemenlik ve kültürel soykırım politikalarının CHP-AKP ortaklıðıyla kabul ettirilmek istendiðini belirterek devrimci halk savaşı hamlesi temelinde direnişi yükselteceklerini duyurdu. Suriyede Kürtler devrim yaptı. Gerilla, devrimci operasyon adıyla, en gelişkin teknolojiye raðmen Türk ordusunu karakollarından çıkamaz hale getirdi. 30 yıldır PKKnin teslim alınması için her yol denendi. Kaba inkar ve imha sonuç vermedi. AKP bunca mücadele tecrübesi ve kazanımından sonra benim Kürt kökenli vatandaşım demeyi Kürtlere verilmiş bir hak olarak gösterme ve Kürdü buna razı etme çabasında. AKPnin derdi Türkiyenin demokratikleştirilmesi, demokratik özgürlükçü bir anayasaya kavuşturulması ve Kürt sorununun siyasal çözüme kavuşturulması deðil, kendi iktidarını sürdürmektir. Yani kendi Kürdünü yaratarak bunları tarihsel işbirlikçiliði meslek edinmiş Kürtlerle birleştirmek, özgürlük hareketine karşı kendine yeni bir meşruiyet yaratıp savaşı sürdürme derdindedir.
SÝLAHLAR KÜRDÜN ÖZGÜRLÜÐÜNÜN GARANTÝSÝDÝR
Bugün dünya ekonomik krizle boðuşuyor. Ortadoðu kaynıyor ve Arap Baharında Suriye düðümü henüz çözülemedi. Kendi içindeki Kürt sorununa çözüm bulamayan, Şemzinan, Oramar ve Çelêde otoriteyi kaybeden AKP, Batı Kürdistana askeri müdahaleyi tartışıyor. Suriye Ulusal Konseyi adı verilen oluşumu Ýstanbulda topladı, her türlü desteði verdi. Bir yandan PKKye silahları bırakma çaðrısı yaparken diðer yandan da kendi eliyle kimi muhalif güçleri Suriye yönetimine karşı silahlandırdı. Ancak eldeki hesap çarşıya uymadı. Kürtlerin yaşadıkları kentlerin kontrolünü ele geçirip kendi güvenliklerini saðlamaları gösterdi ki gelişmeler hiç de AKPnin arzu ettiði yönde deðil. Esada karşı Özgür Suriye Ordusunu destekleyen ve Türkiyede konumlandıran AKP, Rojava Kürtlerinin PYD öncülüðünde siyasal statü kazanarak demokratik bir Suriyede özgürce yaşama mücadelesini kabul edilemez ve ulusal güvenliðini tehdit eden bir tehlike olarak ele alıp müdahale hakkımızdır diyor.
AKP hükümeti Suriyede demokratik Kürt oluşumuna karşı gizli çalışmalar içinde. Arap muhalifleri Kürtlere saldırmak, Kürt ittifakını parçalamak, PYDnin etkinliðini kırıp işbirlikçi karakterde Kürt oluşumu geliştirmek, bu da olmazsa kendi askeri gücüyle işgal etmek gibi seçenekler Türk devletinin üzerinde çalıştıðı ve sonuçları bir Kürt katliamına yol açabilecek tehlikeler içeriyor. Güney Kürdistan federe hükümeti de bugün bir yandan Maliki ve Ýran baskısı altında, diðer yandan Türkiye ve sünni Araplardan gelebilecek tehlikelerle karşı karşıya. Yine Suriyeden sonra sıranın Ýrana gelebileceði konuşuluyor. Doðu Kürdistan halkına karşı Ýran rejiminin muhtemel bir saldırı ve katliam girişimini kim, hangi güçle engelleyecek?
Bölgede Suriye krizinde açıða çıktıðı gibi mevcut savaş Esad yönetimi ile muhalifler arasında bir savaş olmanın ötesinde, birçok gücün farklı çıkar hesaplarının savaşına dönüşmüş durumda. Bu güç ve çıkar kavgasında Kürt halkı belki de en erken gözden çıkarılıp kurban edilebilecek durumdadır. Bu da her dört parçadaki Kürt halkının, her zamandan daha çok silahlı güç de dahil, kendi güvenliðini, öz savunma sistemini çok hızlı ve etkin bir şekilde geliştirmesini, varlıðını korumak ve özgürlüðünü saðlamak için gerekirse kendini silahla savunmasını zorunlu kılmaktadır.
Bunu saðladıðı ve gücünü birleştirip ulusal birliðini saðladıðı oranda da Kürtler, bölgenin demokratikleştirilmesi ve farklı etnik, dinsel yapıların özgürce bir arada yaşamasına öncülük edebilecek en büyük bölgesel aktör olabilir. Böylece yüzyıllık statüsüzlüðüne son verip çaðdaş demokratik bir siyasal statü kazanabilir. Bu anlamda da silahlar, özgürlüðü gerçekleşene kadar Kürdün en büyük güvencesi olmaya devam edecektir.